๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 10 Aralık 2009, 23:57:08



Konu Başlığı: Mekke-i Mükerreme´nin Bu Mertebeye Ulaşması
Gönderen: Sümeyye üzerinde 10 Aralık 2009, 23:57:08
Mekke-i Mükerreme´nin Bu Mertebeye Ulaşması

Anlattığımız dini, milli, kültürel ve ticari maksatlar dolayısıy la Mekke-i Mükerreme, Arap emellerinin yöneldiği bir merkez ol muştur. Ancak onun kudsiyetinin vaktini ve Araplar arasındaki bu mertebeye yücelişini bilmemiz gerekmektedir. Çünkü bu şe hirde doğup meydana çıkan peygamber efendimizin hayatını in celerken, bu konudan, onun uzak ve yakın geçmişiyle bağlantısın dan haberdar olmamız gerekmektedir.

Mekke-i Mükerreme, Arap beldelerinin ortasında yeralan bir şehirdir. Yakut el- Hamevi "Mucem´ül- Buldan" adlı kitabında Mekke´nin konumundan bahsederken şöyle demiştir: Mekke-i Mükerreme, etrafı kurak ve çıplak dağlarla çevrili bir yerdir. Bu dağlar arasında onu çevreye bağlayan üç yol geçmektedir. Bun lardan biri Yemen´e. ikincisi, bir liman şehri olan Cidde´ye. Üçün cüsü de Medine´den geçerek Şam´a giden yoldur. Her ne kadar ulaşım yolları uzak ise de, eskiden beri onu çevreye bağlayan yol lar, bunlardır.

Arap diyarının ortasındaki bu şehre kafileler gelirler. Sefere çıkanlar buraya uğrarlar. Çünkü yolcular bu şehrin dağları ara sında barınak ve istirahat yeri bulurlar. Bu çevredeki vadilerde kaynak suları vardır.

İbrahim peygamber, bu diyara göç ettiğinde cariyesi Hacer´le, oğlu İsmail´i buraya bırakmıştı. Kabe´yi inşa etmesini Cenab-ı Al lah kendisine ilham etmişti. Kabe, ibadet için yapılan ilk ev ol muştur. Nitekim bunu daha önceki sayfalarda da anlatmıştık. O kutsal evin inşası, Mekke şehrinin oluşumuna yol açmıştır.

Bu anlattıklarımız, o zamanlarda meydana gelen olayların tas viridir. Kur´an-ı Kerim´in muhkem ayetlerinde anlatılan hususla rın tefsiridir.

Mekke şehrinin ilk kuruluş durumunu bize anlatan kuvvetli tarihi deliller vardır. Ancak geçmişin derinliklerine gömülmüş olan bu ilk kuruluş safahatını kesin bir şekilde bilmek mümkün değildir. Geçmişte kalan, o çok eski çağlardaki şehrin binaları gü nümüze kadar ulaşmadığı için, sahranın ortasında doğan o şehrin kuruluş şekli ve safahatını bilmek mümkün olmamaktadır. Ayrı ca Mekke sabit ve kaim bir hükümeti bulunan bir şehir olmadığı için, orada iktidarda bulunan hükümetin plan, proje, hendese ve bina işleri hakkında bilgi sahibi olamıyoruz. Ancak tasavvurları mızı zorlayarak tahmin edebildiğimize göre, Mekke´nin kuruluşu Mescid-i Haram´ın inşasıyla başlamış, sonra da binaların sayısı yavaş yavaş çoğalmıştır. Böylece zamanla o şehir bayındır ve uy­gar bir hale gelmiştir. Dini kaynakların işaret ettiklerine göre, Mekke´nin inşası, M. O. 19. yüzyıla kadar uzanır. Bu noktadan hareketle; Kabe-i Muazzama´mn Hind-Ari kabilelerinin Mek ke´ye girmesinden önce ibrahim peygamber tarafından inşa edil diğini söyleyebiliriz. Çünkü zannetiğimize göre, Hind-Ari kabile leri, Milattan 15. yüzyıl önce Mekke´ye girmişlerdir. Şu halde Hin-diler´e göre kutsal sayılan "Veda" adlı kitapta Mekke ile Kabe´den söz edilmesi ve peygamber efendimize ilişkin müjdelerin yer al­ması, tuhaf karşılanmamalıdır. Allah izin verirse bu hususu ileri de açıklayacağız.

Kabe´yi inşa eden, Ibarahim peygamberdir. Daha sonra Ka be´nin etrafında evler inşa edilmiştir. Bu evlerin Kabe´den önce veya Kabe´nin bu evlerden önce inşa edilmiş olması arasında bir fark yoktur. Kur´an-ı Kerim bu hususu bir çok naslarda açıkla­mıştır. Ancak tarihi vakıalar hususunda Kur´an-ı Kerim´e şüphe karıştırmak ve böylece Kurana dil uzatmak isteyen kimseler, ya iftira ediyorlar, ya hakikati inkar ediyorlar. Bunlar İbrahim ve İs mail peygamber kıssasının Yahudi uydurması olduğu şüphesini yayıyorlar. Bu iftirayı ortaya atmalarının nedeni, kendileriyle Araplar arasında neseb yakınlığı ve soy bağı bulunduğunu ispat lamak ve böylece onların amcaoğulları olduklarını göstermektir. Bunu da kendilerine saygı duyulmasını sağlamak için yapıyorlar. Sözlerini tasdik ettirmek ve teyid etmek için Arap putperestliği ile, muvahhid olan İbrahim peygamberin dini arasında uzak me safenin bulunduğunu ileri sürmektedirler. Çünkü İbrahim pey gamber, putların kırıcısı idi. Araplarsa puta tapan kimseler idi ler.

Gerçek şu ki, bu yazar, ya da bu tarihçi, Kur´an´da şüphe uyan dırma arzusunun te´siri altında kalarak böyle bir ifade kullanmış tır. Sabit olaylara ve ilmi temellere dayanmayan sözler sarfetmiş-tir. Çünkü bu iddiasını sabit olaylara dayandırması gerekirdi. O, herkesçe bilinen kesin bir gerçeği yok etmeye yıkmaya çabala maktadır. Bu gerçeği tarih, asırdan aşıra nakledegelmiştir. Ve günümüze kadar ulaştırmıştır. Tahrife uğramış olanları da dahil olmak, üzere semavi kitaplar da bu hususta ittifak etmişlerdir. İb rahim ve İsmail peygamberlerden ve onların Arap diyarına gelmiş olmalarından Tevrat´ta, yani Hıristiyanların inandıkları Ahd-i Atik kitabında bahsedilmektedir.

Tevrat´ta (Ahd-i Atik´de) Hacer ile, onun İsmail´e hamile kalışı nın hikayesi 6. İshah´da şöyle anlatılmaktadır: "İşte o rab, beni oğ lumdan durdurdu. Cariyemle beni buluşturdu ki, ondan bana bir kaç evlat nasip etsin." Hacer hamile kaldığını görünce Sara´mn gö zünde küçüldü. İbrahim´e dedi ki: "Ey İbrahim sen bana haksızlık ettin. Senin himayen altında bulunan cariyemle temasta bulun dun. Ben onun hamile kaldığını görünce, artık o benim gözümde küçüldü. Artık rabbim benimle senin aranda hükmünü verecek tir!"

İbrahim, Sara´ya dedi ki: "O senin cariyendir ve elin altındadır. Ona dilediğin cezayı ver." Böyle deyince Sara da, Hacer´e eziyet et ti. Onu tahkir etti. Bu yüzden Hacer evden kaçtı. Rabbinin melek leri O´nu çöldeki bir su kaynağının yanında buldular. Şer yolunun kenarında idi. Melekler O´na dediler ki: "Ey Sara´mn cariyesi Ha cer! Nereden geldin? Ve nereye gidiyorsun? " Hacer : "Hanımımın elinden kaçıyorum" diye karşılık verdi. Rabbinin melekleri O´na itaatkar ol. Senin neslin, sayılmayacak kadar çoğalacaktır. İşte hamilesin, karnındaki çocuğu doğuracak ve ona İsmail adını vere­ceksin. Çünkü rab, senin yalvarışlarım duydu. Karnındaki çocuk güçlü bir insan olacaktır. Eli herkesin üzerinde ve herkesin eli de onun üzerinde olacaktır.,Bütün kardeşlerinin önünde duracaktır."

21. İshah´da da şöyle denmektedir: "Hacer geçip gitti. Çölde ca navarlarla başbaşa kaldı. Kırbadaki suyu tükenince çocuğunu bir ağacın altına bıraktı. Bir ok atımı kadar uzaklaştı. Ve: "Çocuğu mun susuzluk nedeniyle ölümünü görmek istemiyorum" dedi. Ce-nab-ı Allah çocuğun ağlayışım duydu. Ve Rabbin melekleri gökten Hacer´e şöyle seslendiler: "Korkma, Allah senin çocuğunun sesini duydu. Kalk çocuğunun yanına git ve onu kucağına al, bağrına bas. Çünkü ben ondan büyük bir ümmet meydana getireceğim." Böyle denildikten sonra Hacer´in gözlerini açtı. Su kuyusunu gör dü. Gidip kırbasını su ile doldurdu ve çocuğuna içirdi. Cenab-ı Al lah da çocuğunu hamiye etti. Böylece çocuğu gelişip büyüdü. Fa-ran dağlarının bulunduğu çölde (Mekke´de) ikamet etti. Anası O´nu Mısırlı bir kadınla evlendirdi.

a- Bu ifadeler gösteriyor ki, İsmail, Sara´nın cariyesi Hacer´den doğmuştur. Doğum yeri olan Yebürsa çölü, Kabe´nin civarıdır. Bu da İsmail peygamberin İbrahim´in oğullarından biri olduğunu, ya da Hicaz diyarında dünyaya geldiğini inkar eden kimselere karşı güçlü bir delildir. Kendilerini Araplara yakın göstermek ve amca zade oldukları vehmini uyandırmak için, Yahudiler, bu inkar ifa delerini ortaya atmışlardır.

b- Bu şüpheler nedeniyle dayanağı olmayan bazı iddialar orta ya atılmış ve bunların güya Tevrat´ta da yer aldığı söylenilmiştir. Tevrat´ın İshahları, Yahudilerin Araplara yaklaşım iddialarına bitişik değildir. Bilakis bu İshah´lar daha önceleri mevcuttu.

Bu yazarın ortaya attığı şüpheler, gerçekten çürütülmüştür. Çünkü Yahudiler, geçmişteki ve hali hazırdaki karekterlerinin gereği olarak, kendi dinlerinden başka hiçbir dini tanımamış ve : "Biz Allah´ın oğulları ve dostlarıyız" demişlerdir. Arapların ara sında yaşarlarken dahi: "Bizim ümmilerle yapacağımız bir işimiz yoktur" demişlerdir ve yine Araplara karşı üstünlük taslamışlar-dır. Sahip oldukları kitap nedeniyle de onlardan üstün kimseler olduklarını zannetmişlerdir.

c- Yahudiler tarafından iddia edilen, Araplarla Amcazade olma fikri, bu derin bilgi sahibi yazara göre asılsızdır. Adnani Arapları-nın kökleri İsmail peygambere dayanmaktadır. Bunlara Arab-ı müstarebe adı verilir. Yahudiler Tatarların, onlardan sonra da Romalıların zulmünden kaçarak Araplara sığınmışlardır. Kendi lerine eziyet çektirenlerin zulmünden kaçıp kahtani Arapların yurduna hicret etmişlerdir. Zulümden kaçan bu Yahudilerin, kendileri ile Adnani Arapları arasında soy birliği ve amcazade ol mak gibi, bir bağlantıları olduğunu söyleyerek Kahtani Arapları-na yaltaklanmış olmaları akla uyar mı? Şu derin bilgi sahibi yaza rın kavrayamadığı makul olan gerçek şudur ki; Yahudilerin, Ad-nanilerle değil, Kahtanilerle amcazade olduklarım iddia etmiş ol maları gerekirdi. Böyle bir söz tasdik edilemez. Bu sözü ancak yaptığı her iş akla muhalif olan ve yapmak istediğinin tersini ya pan kimseler tarafından söylenebilir ki, meşhur yazarımızın da aklı böyledir.

d- Arapların mahfuz bulunan tarihlerine göre, Adnani Arap-larının da bir tarihleri vardır. Sabit ve günümüze kadar sağlam olarak gelen bu tarihi, akıl sahipleri kabul ile karşılamışlardır.

Alimlerin kabul ile karşıladıkları şey, salt bir şüphe ile bozulmaz , karşıt bir delil ve belge bulunmadıkça da reddedilemez. Aksi tak dirde gerçekler kaybolur, idrakler ve anlayışlar gerçek çizgisin den saparlar. Durumların ve olayların dış görüntüsü de bir şahit sayılır ki, muhalif bir delil bulunmadıkça bu şahide itibar edilir.

e- İsmail peygamberin neslinin putperest olduğu, İbrahim´in de tevhid inancına sahip olduğu iddia edilecek olursa, bu iki iddia yı bağdaştırmak nasıl mümkün olur? Ya da Arapların putperest oldukları söylenecek olursa, tevhid inancına sahip İbrahim pey­gamberin bunların atası olması nasıl mümkün olur?

Böyle bir mantık, fasit bir mantıktır. Çünkü bu bizi şöyle bir so nuca götürür: Tevhid inancına sahip bir kimsenin bütün sülalesi de tevhid inancına sahip olmalıdır. Bu yanlış bir sözdür. Çünkü evlatlar babalarım tavsiyelerinin dışına çıkabilirler. Bu sözümüz, babadan sonraki ilk tabaka, ya da o tabakaya yakın olan kimseler için tuhaf olsa da, babaya çok uzak olan torunlar ve torunların to runları tabakasına mensup olan kimseler için tuhaf sayılmaz.

Şüphesiz İbrahim peygamber, birçok yerleri dolaşarak insan ları tevhid inancına davet etmiş ve putlarla savaşmıştır. O´nun izi Araplarda, özellikle kendisinin zürriyetinde apaçık bir şekilde gö rülmüştür. O´nun zürriyeti tevhid inancına sahipti. İbadet husu­sunda da hak yoldaydı. Ama zamanla kalpler, azar azar gerçeğin dışına sapmakta ve nihayet putperestliğe geçmektedir. Putpe restlik, Arap aklının, Özellikle İbrahim peygamberin neslinin ak lına sonradan yerleşmiş bir olgudur. Bu olgu Önceleri onların akıl larında aslen mevcut olan bir şey değildi. Buna rağmen Arapların putperestliğinde, İbrahim peygamberin Öğretilerinden bazı ka lıntılar da vardı. Putlarının, yaratma ve icat etme gücüne sahip olduklarına inanmazlardı. Ama eski Mısırlılarla Yunan ve Roma lılar, putlarının yaratma ve icat etme gücüne sahip olduklarına inanırlardı. Fakat Araplar, yaratma ve meydana getirme gücü nün sadece yüce Allah´a mahsus olduğuna inanırlardı.

"Andolsun onlara: ´Gökleri ve yeri kim yarattı? ´diye sorsan, mutlaka: ´Allah´ derler. " (Lokman: 25)

"Biz bunlara, sırf bizi Allah´a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." (Zumer: 3}

Şu oryantalist yazarın düşüncesinde bilimsel metod bakımın dan iki yanlışlık görülmektedir. 1- O herhangi bir akli metodu önemsememektedir. Şöyle ki: Bütün dünyaya, şüpheye cevaz ve recek bir gerekçesi ve dayanağı olmadan şüphe saçmaktadır. Ke sin gerçeklere dayanmayan şeyler söylemektedir. Böyle yapmak la o, sofestailerin metodunu kullanmış olmaktadır. Sofestailer ya lın bir şüpheye dayanarak, bilimsel bir sebebe veya belgeye da yanmadan, eşyanın hakikati üzerinde şüpheler ileri sürerler. Ve kesin gerçeklerle savaşırlar. Ama bu bedihi gerçekleri işte bü araştarmacı -eğer kendisine araştırmacı demek doğru ise- unut muştur. Kendisine unutturan da; ilmin yüceliğinden körlüğün çu kurlarına yuvarlanan taassub şeytanıdır.

"Gözler kör olmaz. Fakat göğüslerdeki kalpler kör olur ." (Hac: 46) 2- Sosyolojik ve psikolojik gerçeklerden biri de şudur: İnsanla rın inançları değişikliğe uğrar. Bu inançlar değişim nizamına ta bidirler ve bu yolda giderler. Ancak ortada sabit ve insanları hak­ka ileten, yolunu kaybetmişse yol gösteren, inhiraftan alıkoyan bir terazi mesabesinde olan bir kitap bulunursa, bu inançlar deği şikliğe uğrayamazlar.


Konu Başlığı: Ynt: Mekke-i Mükerreme´nin Bu Mertebeye Ulaşması
Gönderen: Mehmed. üzerinde 19 Ocak 2021, 17:53:21
Esselamu aleyküm Yeryüzündeki ilk mabedin bulunduğu yer Rabbim bizleri ilim öğrenen kullarından eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Mekke-i Mükerreme´nin Bu Mertebeye Ulaşması
Gönderen: Sevgi. üzerinde 20 Ocak 2021, 03:13:23
Aleyküm Selâm. Bilgiler için Allah razı olsun kardeşim. Rabb'im ilmimizi artırsın inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Mekke-i Mükerreme´nin Bu Mertebeye Ulaşması
Gönderen: Es-Sabur üzerinde 21 Ocak 2021, 07:32:06
Mekke i Mükerreme çoğu kabilelerin ve insanların uğrak yeri olmuştur Kabe ninde burada oluşu birçok insanı burada buluşturmuştur ancak buranın önemi Peygamber Efendimiz in doğmasıyla daha bir başka güzel olmuştur daha kutsal bir mekan olmuştur