๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 23:36:14



Konu Başlığı: Kurayza Oğulları Hakkında Verilen Hükme Bir Bakış
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 23:36:14
Kurayza Oğulları Hakkında Verilen Hükme Bir Bakış


Şüphesiz ki bu, çok ağır bir hükümdü. Ama adildi. Acaba u hükmün hafifletilmesini gerektiren bir sebep yok muydu? Bu nunla ilgili olarak deriz ki: Onlar savaşçıydılar. Son anlarına kadar savaşçılık vasıflarını taşıdılar. Hz. Ali kalelerine doğru giderken, onlara savaşçı olduklarını hatırlattı ve bu vasıflarıyla onlara hitapta bulundu. Hücum ederken de: "Hamza´nm tattı ğını tadacağım ve bunların kalelerini de fethedeceğim" demişti. Ali ile Zübeyr´in kendilerine saldırmakta kararlı olduklarını ve hücumlarını sürdürdüklerini görünce mağlup olacaklarını kesinlikle anladılar. Muaz oğlu Sad´m hükmüne razı olacakla rını bildirdiler. Kendileri hakkındaki hükmün onun tarafından verilmesini istediler. Bir kimsenin kendisi hakkında hüküm vermesi için bir hakem tayin etmesi* durumunda, hakemin ve receği karara önceden boyun eğmiş olduğu, kanuni bir gerekli liktir. Bunun üzerine Sad bin Muaz, onların ahde vefasızlıkla rına karşı hüküm vermek için yanlarına gitti. Onu reddettiler. Böylece Sad, onların İslamiyeti kökten söküp atmak ve müslü-manları öldürmek niyetinde olduklarını anladı. Sonunda onun hükmüne boyun eğmek mecburiyetinde kaldılar. Haklarında verilen hükmün, Önceden işlemiş oldukları cürümlerden Ötürü verilmiş olduğunu idrak ettiler. Huyey bin Ahtab, kendisine kısas tatbik edilmek şeklindeki cezaya çarptırıldığında, Hz. Peygambere bakıp şöyle demişti: "Sana beslediğim düşmanlıktan ötürü kendimi kınamıyorum. Ancak Allah, kendisini terk edenleri terkeder." Böyle dedikten sonra orada bulunan insan lara dönüp şöyle dedi: "Ey insanlar, Allah´ın emrinde mahzur ve sakınca yoktur. Bu O´nun yazgısı ve kaderidir. Bu, büyük bir öldürme hadisesidir. Allah ölümü israil Oğullarının üzerine yazmıştır." Böyle dedikten sonra, vurmaları için boynunu uzat tı. Böylece onlar, kendileri hakkında verilecek hükmün kısas olduğunu hissediyorlardı. Dolayısıyla, "Hz. Peygamber onlar için daha merhametli davransaydı iyi olmaz mıydıT´ demek anlamsızdır. Hz. Peygamber, onların erkeklerim öldürmeyecek-ti de ne yapacaktı? Halbuki onlar, fırsatını bulsalardı, hem Hz. Peygamberi hem de müslümanları ve îslamı yok edecekler, Me-dineliler´i paniğe düşüreceklerdi. Caniyi affetmek, aslında bir zulümdür. Hz. Peygamberin, onları öldürmemesi ve malların dan mahrum ederek sürgün etmesi de bir tür aftı. Dolayısıyla, asıl böyle yapılsa zulüm işlenmiş olurdu. Sonra Medine´den sürgün edilseydiler ne olacaktı? Aralarında yediyüzden fazla vurucu adam vardı. Bunlar Arap Yarımadasındaki diğer yahu-dilerle işbirliği yaparak müslümanlara karşı büyük bir ordu oluşturacaklardı. Bu ise, müslümanlar için korkulu bir durum yaratacaktı. Fırsatım buldukları takdirde müslümanlarm tepe sine çökeceklerdi. Hırsıza merhamet ederseniz, o kendini topar lar, yardımcı ve destekçiler bulur, böylece bütün malınızı yağ malayıp elinizde, evinizde ne varsa hepsini alıp götürür.

Şu halde onları öldürmekten başka çare kalmamıştı. Ölüm, onların yaptıklarının tam karşılığıydı. Aslında onlar kendi ne fislerini öldürmüşlerdi. Çünkü daha önce müslümanlara karşı tuzak kurmuş ve müslümanlara hıyanet etmişlerdi. Onların esir sayılacakları ve esirlerin de öldürülmeyeceğini söyleyenler çıkabilir. Buna karşı şu cevabı veririz:

Müslümanlarla Hz. Peygamber, henüz Arap Yarımadası´nda köklü bir devlet kuramamış ve güçlenmemişlerdi. İslam düş manlarını esir almaya henüz yetkileri yoktu. Nitekim noksan lıklardan münezzeh olan yüce Allah şöyle buyuruyor: "Yeryü zünde ağır bas(ıp küfrün belini iyice kırjmadan esir almak hiç bir peygambere yaraşmaz. Siz, geçici dünya malını istiyorsu nuz, Allah ise ahireti kazanmanızı ister. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir. "(Enam: 67) Hz. Peygamber onların belini iyice kırmadığından ve ağır yaralar meydana getirmediğinden ve onlar için hedeflenen amaca ulaşamadığından dolayı onları esir alması uygun olmazdı. Hem onlar kendileri için verilecek belirli bir hükme razı olmuşlardı. Ayrıca savaş, müslümanlar tarafın dan devam ettirilmekteydi. Kılıçlar kınlarına konulmamış, kalpler de sükunet bulmamıştı. Denebilir ki onlarla yapılan bu savaşın, müşriklerle işbirliği yaparak başlattıkları Hendek mu harebesinin bir devamıdır. Cenab-ı Allah´ın kalplerinde meyda na getirdiği korkudan dolayı, müşrikler kaçıp gitmişler, fakat bunlar yerlerinde kalmışlardı. Öyle ise bunlarla savaşmak ge rekiyordu. Birisi çıkıp: "Peygamberler merhametli olurlar" di yebilir. Buna karşı biz deriz ki: Adalet rahmettir. Kısas hayat tır. İslamm merhameti zulmü bertaraf etmek ve kökünden sö küp atmaktır. Hz. Peygamber de bizzat şöyle buyurmuştur: "Ben merhamet peygamberiyim. Ben savaş peygamberiyim. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah da güçlüdür. Hik met sahibidir"