๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Aralık 2009, 20:43:55



Konu Başlığı: Komutan, Sancağı Taşıyandır
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Aralık 2009, 20:43:55
Komutan, Sancağı Taşıyandır


Resulullah (sav) efendimiz, Hayber´e gitti. Orası tarlaları ve mahsulleriyle ünlüydü. Hayberliler küreklerini ve küfelerini el lerine, omuzlarına alarak meyve toplamak ya da tabii gübreleri bir yerden başka bir yere taşımak için şehir dışına çıkmışlardı. Peygamber efendimizin ordusunu görünce paniğe kapıldılar ve: aIşte Muhammed ve düzenli ordusuF diye çağrışıp bağrışma-ya başladılar. Peygamber efendimiz de kaleleriyle birlikte şe hirlerini fethetmek için harekatına devam edip ilerledi. İbn Kayyım ile Mu´cemül-Büldan adlı eserin sahibi Yakut el-Hamevi derler ki:

Hayber´in bir kaç kalesi vardı. Başlıca kaleleri şunlardır: Naim, Kamus, Zübeyr, Natat, Ketibe, Vatih, Sülalim ve Sa´b bin Muaz...

Kumandayı Resulullah (sav) efendimiz elinde bulunduruyor du. Beraberinde 1600 savaşçı vardı. îkiyüzü süvari idi. Yahudi lerin komutanı da Sellam bin Mişkem idi. Beraberinde 1400 savaşçı vardı. Öldürülünce yerine Ebu Zeyneb bin Haris, ku mandayı ele geçirdi. Mü´minlerin sancağını cihad kahramanı Ebu Talib oğlu Ali taşımaktaydı. Peygamber efendimizin Hay-ber gazvesini yapmak istediği gece şöyle dediği rivayet edilir: "Yarın sancağı, Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulünün de kendisini sevdiği bir adama vereceğim." Buhari´nin riva yet ettiğine göre Resuluîlah (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Yarın sancağı bir adama vereceğim ki Hayber´i Cenab-ı Al lah onun eliyle fethedip bize nasip edecektir. O Allah ve Resulü nü sever. Allah ve Resulü de onu severler." Peygamber efendi miz böyle dedikten sonra insanlar yataklarına çekilip uyumaya başladılar. O gece de, sancağın yarın kime verileceği hususunu kendi aralarında konuşup tartıştılar. Ertesi gün sabah olunca Peygamber efendimizin yanına koştular. Hepsi de sancağın kendilerine verileceğini umuyorlardı. Peygamber efendimiz, "Ebu Talih oğlu Ali nerede?" diye sorunca, ya Resulullah o gözlerinden rahatsızdır, dediler. Peygamber efendimiz haber salıp yanına çağırttı. Hz. Ali de geldi. Peygamber efendimiz onun gözlerine kendi tükrüğünü sürdü, dua etti, A1 i´nin gözleri şifa buldu. Daha önce hiç sancılanmamış gibi iyileşti. Sancağı da ona verdi. Ali: "Bizler gibi müslüman oluncaya kadar onlar la savaşayım mı ya Resulullah?" diye sordu. Peygamber efendi miz de ona şu cevabı verdi: "Yavaş ol bakalım,, önce onların alanlarına in, sonra onları islam´a davet et, onların üzerlerin de bulunan Allah´ın hakkını kendilerine haber ver. Allah´a an-dolsun ki senin aracılığınla bir adamın hidayete kavuşturul ması, kızıl koyunların senin olmasından daha hayırlıdır]"

Kalelerin çevresinde savaş başladı. Ibn İslıak der ki: Resu lullah (sav) efendimiz, sırasıyla en yakında bulunanlar olmak üzere mallarına el koydu. Bu esnada Hayberlilerin bahadır sa vaşçılarından Merhab meydana çıktı. Ebu Talib oğlu Ali hamle yapıp onu öldürdü. Sonra mü´minlerin ordusu yaklaşa rak sırasıyla j .ıkın yerleri ele geçirmeye başladılar. Sancaktar Hz. Ali başta } ürümekteyken mü´minlerin fethettikleri ilk kale Naim kalesi oldu. Sonra Ebu Hukayk´in kalesi olan Kamus kalesini ele geçirdiler. Her bir kale fethedildikçe içindeki yahu-diler bir sonraki kaleye kaçıp sığınıyor, orada toplanıyorlardı. îman kuvvetinden ve kılıçların sıcaklığından kaçan kimselerle bir araya geliyorlardı. Arasıra karşılıklı düellolar da oluyordu. Ibn İshak ´m siretinde de anlatıldığı gibi Kamus kalesi, yirmi gece süren bir kuşatma sonucunda fethedilmişti. Havası ağır ve çok sıcak olan bir mıntıkada idi. Resulullah (sav) efendimiz Kamu s kalesinin bulunduğu mıntıkanın havasının çok ağır ve sıcak oluşundan dolayı fazlasıyla yorulmuş, meşakkat ve zah metle karşılaşmışlardı.

Vakidi´nin de dediği gibi Kamus kalesinin fethinden sonra yahudiler Zübeyr kalesine doğru hareket etmişlerdi. Orası gerçekten muhkem bir kale idi. Resulullah (sav), onu üç gün süreyle kuşatma altında tuttu, üçüncü günde, islam´a meylet miş olduğu, görünüşünden anlaşılan bir yahudi Peygamber efendimize geldi. Onun İslam´a meyilli olduğu sözlerinden ve davranışlarından anlaşılıyordu. Peygamber efendimize şöyle dedi:

"Ey Eba Kasım! Eğer sen burada kuşatmayı bir ay sürdür-sen bile yine de bu kaledeki yahudilerin umurunda olmaz. Çünkü kalede onların yer altında sarnıçları ve pınarları var dır. Geceleyin çıkıp oradan sularını içer, sonra yine kalelerine döner ve senden de korunurlar. Eğer onların sularını kesersen sonunda mecbur kalıp karşına çıkarlar..." Yahudinin bu öneri si üzerine peygamber efendimiz onların sularına yöneldi, sula rını kesti, mecbur kalıp dışarı çıktılar. Müslümanlarla şiddetli bir şekilde savaştılar. O gün müslümanlardan birkaç kişi şehid olurken yahudilerden de on kişi ölmüştü. Resulullah (sav) efen dimiz orayı fethetti.

Fethedilen kalelerin sonuncusu Natat kalesi olmuştu. Fakat müslümanlar azıklarının azaldığını hissettiler ve: "Ey Allah´ın Resulü çok yorulduk ve elimizde azık da kalmadı." dediler. Re sulullah (sav)in yanında da , kendilerine vereceği bir şey bula­madılar. Resulullah, rabbine yalvarıp dua ederek şöyle dedi: "Allah´ım! Şüphesiz sen onların durumlarını biliyorsun. Onlar da kuvvet bulunmadığından da haberdarsın. Benim elimde on lara verecek bir şey bulunmadığı da sana malumdur. Onlara Hayber´in en zengin yiyeceği ve et yağı en bol olan kalenin fethi ni nasib et."

Ertesi gün sabah olunca Cenab-ı Allah, Sa´b bin Muaz kale sinin fethini müslümanlara nasib etti. Hayber´de ondan daha çok azığı, yiyeceği ve et yağı çok olan bir kale yoktu.

Sa´b bin Muaz kalesinden önce fethedilen Natat kalesinin fethinden sonra Peygamber efendimiz Şıkk´a yöneldi. Orada da birkaç kale vardı. Fethine ilk başlanılan kale Ubeyyin kalesiy-di. Semvan kalesinin önünde şiddetli bir savaş verdi. Yahudi lerden Azul adlı biri kaleden çıkıp düello için adam istedi. Kar şısına Habbab bin Münzir çıktı. Habbab, önce sağ elini, son ra da bacağım kesti. Düello için bir yahudi daha çıktı. Onu da bir başka müslüman karşıladı. Fakat bu ikinci yahudi, müslü-manı öldürünce karşısına Ebu Dücane çıkıp onu Öldürdü ve üzerindeki silahlarını aldı. Böylece düelloya son verilmiş oldu. Yahudilerin düellodan kaçmaları üzerine müslümanlar tekbir getirmeye ve kaleye saldırmaya başladılar, önlerinde Ebu Dü cane olmak üzere kaleye girdiler. Kale içinde bol miktarda yi yecek, gıda maddeleri ve diğer eşyalarla ganimetler buldular.

Kaledeki yahudi savaşçılar kertenkeleler gibi sürünerek kaçış maya ve Şıkk´ın en son kalesine sığınmaya başladılar. Sığındık ları bu kale Nizar kalesi idi. Muhkem olan bu kaleye Peygam ber efendimiz ve sahabileri ok atarak hücum ettiler. Kaledeki yahudiler de müslümanlara ve peygamber efendimize ok attı lar. Atılan oklardan birinin Peygamber efendimizin mübarek parmağına isabet ettiği gelen rivayetler arasındadır. Peygam ber efendimiz bir avuç çakıl alarak kaleye savurdu. Kaledekiler sarsılıp yere batmaya başladılar. Öyle ki müslümanlar ellerin den tutup kurtardılar.

Vakıdi, bu kalelerin fethi ile ilgili açıklamalarına, tarihinde şöyle devam etmektedir:

Sonra Resulullah (sav) efendimiz Az biye kalesi ile Ebu Hukayk´ın kaleleri olan Vatih ve Sülalim´e yöneldi. Natat kalesinden kaçan ve Şıkk´a gelen mağluplar da bu kalelere sı ğınmışlardı. Dışarıya çıkmaz oldular, nihayet Resulullah onla ra karşı mancınık kurmaya karar verdi. Kale içindekiler yenile ceklerini kesinlikle anladıklarında zaten Resulullah da bu so nuncu kaleyi 14 günden beri kuşatma altında bulundurmaktay dı. Peygamber efendimizin kalelerini ve evlerini yıkmak için mancınık kurduğunu görünce sulh isteklerini ileri sürdüler. Barındıkları evler, kaleler gibi sağlam olduğundan dolayı Pey gamber efendimiz onlara ulaşabilmek için kaleleri yıkmaktan başka çare görmemişti.

Bu açıklamadan da iki husus ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki:

1- Sözünü ettiğimiz kalelerin her biri, irili ufaklı birkaç kale nin ortak adı idi. Bunlar toplu vaziyette teslim oldular. Yıkıl malarına gerek kalmamıştı. Ancak içindeki askerler savaşıyor ve yenilgiyi kesin gözle görünce de bir sonraki kaleye kaçıp sı ğmıyorlardı. Bu sebeple İbn İshak der ki: Peygamber efendi miz sırasıyla en yakın kaledeki askerlerle savaşıyor, onları mağlup edip kaçmaya mecbur bırakınca bir sonraki kaleye hü cum ediyordu. Böylelikle bütün yahudi askerleri sonuncu kale ye sığınmış oluyorlar ve Peygamber efendimiz de o firari toplu luğuyla savaşıyordu. Ölümü göze alarak savaştıklarından do layı kuşatma uzun oluyordu. Dışarıdaki hücum ve baskınlar şiddetlendiği gibi içerideki yahudi askerlerinin savunması da şiddetlenmişti. Peygamber efendimiz kaleleri yıkmaktan başka çare göremeyince mancınık kurarak kaleleri yıkmayı ve böylece içindeki askerlere ulaşmayı kararlaştırdı. İslam´ın savaş ka nunlarına göre zaruret olmadıkça bu yola baş vurulamazdı. An cak Peygamber efendimiz buna mecbur kalmıştı. Çünkü içerde ki yahudi askerleri bu kaleleri kendine kalkan ve sığınak edi yorlardı. Onlara ulaşabilmek için kaleleri yıkmaktan başka ça re kalmamıştı. Ölümün kaçınılmaz olduğunu görünce de yahu-diler teslim olmuşlardı.

2- Müslümanların karşılaştıkları en şiddetli savaş, Hayber de görülmüştü. Çünkü müslüman askerler, kalelere sığınan as kerlerle savaşmışlardı. Savaş çölde yapılmıyordu. Meydanda cereyan etmiyordu. Düşmanlar mü´min askerlerle yüzyüze gel iniyorlardı. Aksine kalelerin gerilerinde, burçların arkalarında savaşıyorlardı:

"Kalelerinin, kendilerini Allah´tan koruyacağını sanmışlar dı."

"Böyledir, çünkü onlar-anlamayan bir topluluktur."

Bu savaşta da muzaffer olmuşlardı. Arap beldelerindeki ya hudi sığınaklarını ve kalelerini müslümanlar muzafferiyetle ele geçirmişlerdi. Orada mağlup edilen yahudiler daha sonra her hangi bir tahribata kalkışamamışlardı. Ancak yine de habislik lerini sürdürmüşlerdi:

"Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzaklarına karşı koydu. Allah tuzak kuranların en iyisidir. (O, kendisine karşı) tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirir."

Bu savaşta müslümanlar 21 şehid vermişlerdi. Yahudilerden de çok kimseler öldürülmüş ve esir alınmıştı.

Barış ve Ganimetler

Resulullah (sav) efendimiz mancınık kurmaya karar verdi ğinde kalelere sığınmış olan yahudiler helak olacaklarım kesin likle anladılar. Bunun üzerine İbn Husayn barış Önerisinde bulunarak peygamber efendimizin yanma geldi. Ellerinde bulu nan malları peygamber efendimize verip kendi canlarını ba ğışlamasını önerdi. Peygamber efendimiz de özetle canlarını bağışlamak, Hayber arazisini, mallarını, altın, gümüş, davar ve zinetlerini teslim etmek, kendileri de aradan çıkıp gitmek şartlan çerçevesinde onlarla barış anlaşması yaptı. Sadece üzerle rindeki giysilerini alıp gideceklerdi. Peygamber efendimiz onla rın önerilerini kabul ederek şöyle dedi: "Eğer herhangi bir malı gizleyip bize teslim etmezseniz Allah ve Resulünün zimmetin-den çıkarsınız\n Böyle dedikten sonra onlarla barış anlaşması yaptı.

Ibn Kesir der ki: "Hayber yahudileri peygamber efendimize yalan söylediler ve çeşitli mallarını sakladıkları bir hayvan tu lumunu teslim etmediler. Bu tulumda Huyey bin Ahtab´a ait bir çok mal mevcuttu. Bu tulum ortaya çıkarılınca, yahudilerin ahde riayet etmeyecekleri anlaşıldı, îbn Ebi hukayk ile ailesin den birkaç kişi ahde riayetsizliklerinden dolayı Öldürüldüler."

Buraya kadar anlattıklarımız Özet mahiyetinde idi. Bunları sahih sünnete dayanarak biraz açıklamamız gerekmektedir. Özellikle şer´i hüküm söz olduğu için arazi, hurmalık, menkul mal, altın, gümüş ve esirlerle ilgili açıklamalarda bulunmamız gerekir.

Yahudilerin, bir yolcunun yanına alabileceği kadar mal alıp diğer menkul mallan ve hurmalıkları müslümanlara bırakmak koşuluyla Hayber dışına çıkıp gitmeleri üzerine anlaşma yapıl dıktan sonra Peygamber efendimiz onların menkul mallarını, paralarını, eşya ve mücevherlerini toplatıp soymaya başladı. Sonra bu malları süvariye bir, atına iki; piyadeye bir pay olmak üzere taksim etti. Bu savaşa katılan kadınlara ve kölelere pay vermedi; ama az miktarda ganimet vererek bunları da fayda landırdı. Bunlara verilen ganimet pay usulüyle değil de tahmi ni ve gayrı muayyen miktarda az bir maldı.

Ebu Davud ile İmam Ahmed bin Hanbel, Ebu´l-Lahm´m kölesi Umeyr´in şöyle dediğini rivayet ederler: "Efendilerimle birlikte Hayber savaşına katıldım. Benim de savaşmam için Resulullah´a Öneride bulundular. O da bana bir kılıç verdi, ben de kılıcımla savaşa katıldım. Ganimetten pay almak istedim. Bana köle olduğumu, pay değil de bir miktar ganimet sahibi kılınacağımı haber verdi."

Bu haberin açık ifadelerinden anlaşıldığına göre kölenin de mal sahibi olması caizdir. Köle, malı ile birlikte efendisine ait tir, sözü hiç de uygun bir söz değildir. Bu, Zahirilerin görüşü dür.

Muhammed bin Ishak´m anlattığına göre Hayber gazasına bazı kadınlar da katılmışlardır. Bunlar orduya su taşıyor ve ya ralıları tedavi ediyorlardı. Peygamber efendimiz, elde edilen ga nimetten az bir kısmım kadınlara verdi. Gıfar kabilesine men­sup bir kadının bu hususta şöyle dediği rivayet edilir:

"Gıfar oğulları kabilesinden bir kaç kadınla birlikte Resulul-lah´a gittik, "Ya Resulullah, hatırın için seninle birlikte sefere katılmak ve yaralıları tedavi edip gücümüz el verdiğince müs-lümanlara yardımcı olmak istiyoruz."dedik. O da: "Allah´ın be reketi üzerine siz de katılın" dedi ve biz de onunla birlikte sefere katıldık. Cenab-ı Allah Hayber´in fethini nasip edince ganimet ten az bir kısmını bize de verdi."

İmanı Ahmed bin Hanbel bazı kadınların şöyle dediklerini rivayet eder:

uResululah (s.a.v.)le birlikte hayber gazasına katıldım. Ben beş kadının altıncısı idim. Bizim de sefere katıldığımız Resu-lullah´a haber verilince bize adam gönderip yanma çağırttı. Öf kelenmiş olduğunu yüzünden anladık. Dedi ki: "Sefere çıkma nıza sebep nedir? Kimin emri ile sefere çıktınız?" Biz de: "Okla rı toplamak, una su katmak (yani ekmek yapmak), yaralıları tedavi etmek, saçı örmek ve böylece Allah yolunda yardımcı ol mak için sefere çıktık" dedik. Bize yanından ayrılmamızı ve yerlerimize dönmemizi emretti. Cenab-ı Allah Hayber´in fethini nasib edince kadınların payları nisbetinde bize pay verdi."

Bu sözlerden belki de kasdedilen, erkeklerin payı kadar ka dınlara da pay verilmiş olduğudur. Çünkü kadınların ganimet payları da erkeklerin ganimet paylarına eşit idi.

Bu taksimat altın, gümüş, hurma ve diğer emtia gibi menkul mallar üzerinde yapılan taksimattı.