๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 16:48:33



Konu Başlığı: Kitap Ehliyle Ancak En Güzel Tarzda Mücadele Edin
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 16:48:33
"Kitap Ehliyle Ancak En Güzel Tarzda Mücadele Edin"


Hz. Peygamber, risaletinde bir gedik açmak ve tereddüt meydana getirerek onu zor durumda bırakmak umuduyla müslüinanlara karşı tuzak kurmak ve kalblerine ürküntü bırak mak emelinde olduklarını bildiği halde, ehli kitap ile en güzel bir tarzda mücadele etmiştir. Çünkü ona bu emri veren yüce Allah´tır. "Onlarla en güzel bir tarzda mücadele et" Çünkü bu, insanları hikmet ve güzel öğüt ile Allah´ın yoluna davet etme nin en güzel şeklidir.

Eh-i kitap Hz. Peygambere çeşitli sorular yöneltirlerdi. O da bunlara, Allah´ın kendisine vermiş olduğu Kur´an ve hikmetle cevap verir, tuzaklarını ve hilelerini geri çevirirdi. Böylece tu zaklara kendilerini düşürür ve risaletini kuvvetlendirirdi. Bu yolla şüphecilerin bütün kuşkuları giderilmiş olurdu.

Hz. Peygambere, kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlar dı. Halbuki onlar, bunu Allah´tan başkasının bilemeyeceğini, ellerindeki kitaplardan okumuş ve öğrenmişlerdi. Bunun ceva bını bildikleri halde, yine de bu soruyu ona yöneltmişlerdi. Müşriklerin tartıştığı ölüm sonrası diriliş meselesi hususunda insanların zihinlerine şüphe tohumlarını ekmek istemişlerdi. Yüce Allah bu soruyu ve bunun doğru hikmetli cevabını şu aye ti kerimede vermiştir: "Sana (kıyamet) saat(in) den soruyorlar: Gelip çatması ne zaman (olacak) diye. De ki: Onu ancak Rab-bim bilir. Onun vaktini O´ndan başka belirtecek yoktur. Gökle rin ve yerin ağırlığını kaldıramayacağı o saat sizlere ansızın gelecektir. Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onu bilmek ancak, Allah´a mahsustur. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler." (Araf 187)

Onların bazısından gelen sorular Hz. Peygamberin risaleti konusunda şüphe uyandırıcı nitelikte idi. Sözcüleri diyordu ki: Eğer iddia ettiğin gibi peygamber isen, bize kıyametin ne za man kopacağını haber ver.

Noksanlıklardan uzak olan yüce rabbimiz Hz. Peygamber (sav)´e, her ne kadar bu soru imansız bir kimse tarafından gel-mekteyse de, ona yukarıdaki cevabı vermesini emir buyurmuş tu. Çünkü bu cevap, hakkın ta kendisiydi. Hakka uymaksa bir mecburiyettir.

Yine Hz. Peygamberi zor durumda bırakmak ve mü´minlerin kalblerine şüphe tohumları ekmek maksadıyla ruhun mahiyeti ni sormuşlardı. Yüce Allah da Hz. Peygambere, ancak kendisi nin bileceği kainat sırlarından olduğunu söylemesini emir buyurmuştu: "Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, rabbimin emrin-dendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." (isra: 85)

Ruhun mahiyeti hala ilahi sırlardan bir sır olarak muamma lığını muhafaza etmektedir. Onun mahiyetini Allah´tan başkası bilemez. Biz sadece ruhun varlığını hisseder, görüntülerini id rak ederiz. Ama iç yüzünü bilemeyiz. İnsanoğlu kainatı ve onun görünümlerini tanımıştır. Araştırma neticesinde felekleri tanıyıp bilmiştir. Burçları öğrenmiştir. İnsanoğlu semaya yük selmiş aya ulaşmış, ama şu ana kadar ruhun mahiyetini ve künhünü idrak edememiştir.

Yine ehl-i kitap, Hz. Peygambere Zülkarneyn´i ve onun neler yaptığını, kim olduğunu sormuşlardı. Yüce Allah ona vahiy göndererek şu cevabı göndermesini bildirmişti: u(Ey Muham-med), sana Zülkarneyn3den soruyorlar: ´Onu size anlatacağım´ de. Biz yeryüzünde onun için sağlam bir mekan ve onda istedi ği gibi hareket edebileceği yönetim hürriyeti hazırladık ve ken disine (muhtaç olduğu) her şeyden bir sebep verdik. (Ulaşmak istediği her şeye ulaşmanın yolunu, aracını verdik). O da, (ken disini batı ülkelerine ulaştıracak) bir yol tuttu. Sonunda güne şin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir suda batıyor gör dü. Orada bir millete rastladı. Dedik ki: ´Ey Zülkarneyn! Onla ra azap da edersin, iyi muamelede de bulunabilirsin´ ´Haksızlık yapana azap edeceğiz. Sonra rabbine döndürülür, onu görül memiş bir azaba uğratır; ama inanıp yararlı iş işleyene müka fat olarak güzel şeyler vardır, ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz´ dedi. Sonra yine biryol tuttu. Sonunda güneşin doğdu ğu yere ulaşınca, güneşi kendilerini elbise, bina gibi şeylerle örtmediğimiz bir millet üzerine doğuyor buldu. îşte bunun gibi, onun yaptıklarının hepsini baştanbaşa biliyorduk. Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda iki dağın arasına ulaşınca, orada nere deyse hiç söz anlamayan bir millete rastladı. Dediler ki: ´Ey Zülkarneyn! Doğrusu Ye´cüc ve Me´cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir vergi verelim." Dedi ki: ´Rabbimin bana verdikleri sizin kinden daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de, sizinle on lar arasına sağlam bir sed yapayını. Bana demir kütleleri geti rin. Bunlar iki dağın arasını doldurunca kükreyin´ dedi. De mirler ak kor hale gelince: ´Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim´ dedi. Artık Ye´cüc ve Me´cuc onu ne aşabildiler, ne de delip geçebildiler. (Zülkarneyn): ´işte bu, Rabbimin tayin ettiği zaman gelince onu yerle bir eder; Şüphesiz rabbimin verdiği söz gerçektir." (Kehf. 83-98)

Bu, Hz. Peygamberi aciz bırakmak maksadıyla sorulmuş bir soruydu. Eğer o buna cevap vermemiş olsaydı sevinçlerinden kanatlanıp uçacaklar ve insanların kalblerine şüphe bırakacak lardı. Esas hedefleri ve maksatları buydu. Fakat karşılaştıkları cevap gerçekten derin bir bilginin ürünüydü. Hz. Peygamberin cevabı, Zülkarneyn´in hayatını, yaptığı işleri ve bütün hallerini iyice tetkik etmiş bir kimsenin cevabıydı. Onun bu hayret verici doğru -açıklamaları, dinleyicilerin akıllarını ve kalblerini uyar dı. Pür dikkat kesildiler. Bu cevap mü´minleri dinlerinde sebat kar kıldı. Sevdikleri tslamiyete daha da sarılmalarına vesile ol du. Yine, üzerinde şüphe uyandırmak için Kur´an-ı Kerimle il gili bir soru da yöneltmişlerdi. Halbuki KurJan-ı Kerim Hz. Mu-hammed´in risaletinin hücceti ve deliliydi. Kur´an´m içine önün den, ya da arkasından hiç bir şekilde batıl giremezdi. "Ey Mu-hammed! Getirdiğin bu kitabın Allah katından geldiği doğru mudur? Halbuki biz bu kitabın, Tevrat gibi ölçülü cümleleri ol duğunu görmüyoruz! diye sormuşlardı. Hz. Peygamber onlara şu cevabı verdi: "Siz bu Kitab´m gerçekten Allah katından gelen bir kitap olduğunu biliyorsunuz ve onun adını elinizdeki Tev rat´ta da görmektesiniz. Eğer bunun bir benzerini ortaya koy mak için insanlar ve cinler bir araya gelseler, yine de bir benze rini ortaya koyamazlar!"

Bu defa sorularını başka bir tarafa yönelttiler. Çünkü onla rın itirazları basit ve gevşekti. Kur´an´m ifadelerindeki ölçülü lüğün, Tevrat´ın ifadeleriyle karşılaştırılması mümkün değildi. Her ne kadar Tevrat, Hz. Musa´ya inen on levhadan ibaret ilahi bir kitap olsa da, Kur´an´m kendine özgü bambaşka bir üslubu vardı. Ayrıca her peygamberin kendine mahsus ayet ve mucize leri bulunmaktadır. İşte bu yüzden soruyu bir başka şekle sokarak sorma yoluna gittiler. Dediler ki: "Ey Muhammed bu Kur´an´ı sana bir insan ya da cin öğretmedi mi?"

Hz. Peygamber onlara şöyle cevap verdi: "Allah´a andolsun ki, sizler Kur´an´m Allah katından gönderilen bir kitap olduğunu ve benim de Allah´ın elçisi olduğumu gayet iyi bilmektesi niz. Çünkü bunlar elinizde bulunan Tevrat´ta da geçmektedir."

Yine işi inada bindirerek dediler ki: "Ey Muhammed! Allah bir kimseyi peygamber olarak gönderdiği zaman, onun dilekle rini yerine getirir. Sen de bize gökten, bizim okuyabileceğimiz bir kitap getir. Yoksa biz sana bu Kur´an´ın bir benzerini getiri riz."

Bu sözleriyle, Kur´an´ın bir benzerini getirebileceklerini ifa de ediyorlardı. Buna Yüce Allah, peygamberinin diliyle şöyle cevap veriyor: "De ki: ´Andolsun, eğer insan (lar) ve cin(ler) şu Kur´an´ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka ol(up yardım et) seler de (bunu yapamazlar). "(Isra. 88)

Söylenmek istenen şudur: Yapabilirseniz, Kur´an´ın bir ben zerini getirin bakalım. Ama bunun üstesinden gelemezsiniz. Getirmeye kalkışsanız da getiremiyeceğiniz açığa çıkar. Sapık lığınızın ve hilelerinizin iç yüzü anlaşılır. Çünkü sizler, müşrik lerin yapmadıklarını kendi nefislerinizde düşlüyorsunuz.

Kendi maddi akılcılıklarını gösteren bir başka soru daha sormuşlardı. Bu soru, onların, Allah´ın varlığım ve yüce sıfatla rını bilmediklerini de ispatlıyordu. Halbuki Allah´ın misli yok tur. O, güçlü ve hikmet sahibidir.

Onlar bu gibi soruları yöneltiyorlardı. Çünkü determinist felsefenin etkisi altında kalmışlardı. Bu felsefeden başka bir şe ye inanmıyorlardı. Adi sebepleri kainatın kanunları olarak ka bul ediyorlardı. Onlara göre her şey illiyetten meydana gelmiş tir. Gerek insanın varlığı, gerek kainattaki diğer varlıkların bir sebebi vardır. Onları meydana getiren sebebin de bir başka se bebi vardır. îşte kısaca tyonya felsefesi bu yolu tutmuştur. Bunlara göre bütün alem, illiyet kanunu ile meydana gelmiştir. Bunun bir teselsül inancına dayalı olduğu şüphesizdir. Halbuki teselsülün sonu yoktu. Böyle bir soru yöneltmekle, Hz. Peygam berin güya acizliğini ortaya çıkarmak istemişlerdi. Halbuki her şeyin failinin, kendi dilediğini yapan ve kendi ihtiyariyle her şeyi yaratan yüce Allah olduğunu unutmuşlardı. O´nun, kainatı sebeplilik, ya da illiyete değil de, kendi serbest iradesiyle mey dana getirdiğini hatırlarına getirmemişlerdi. İşte kafirlikleri nin bir göstergesi olan soruları şuydu: "Ey Muhammed! Haydi diyelim ki, bu kainatı Allah yaratmıştır. Peki Allah´ı kim yarat tı?" Bu soru karşısında Hz. Peygamber Öfkelenmiş, rengi atmış, sonra da yüce yaratıcı hakkındaki bu yersiz sorudan dolayı on lara çok sert davranmıştı. Çünkü bu soruyu soran yahudiler ki tap ehlindendiler. Onların yüce Allah´ın zatını ve sıfatlarını ta nımaları, onun evvel ve ahir, zahir ve batın olduğunu, dilediği ni yapabilen, her şeye gücü yeten, fevkinde bir şey bulunma­yan, kainatı, gökleri ve yeri daha önce bir benzeri olmadığı hal de meydana getiren bir zat olduğunu bilmeleri gerekirdi.

Araplardan böyle bir soru gelmemişti. Çünkü onlar, bu kai natı yüce Allah´ın yarattığını biliyorlardı. O´nun sadece kendi elleriyle yaptıkları putları, ibadet hususunda Allah´a ortak koş tuklarından dolayı müşrik sayılmışlardı. Halbuki Cenab-ı Al lah o putların bir hakikatları olduğuna dair bir delil indirme-miştir. Yahudilerin söz konusu soruyu yöneltmelerinden dolayı Hz. Peygamber çok Öfkelenmişti. Kitap ehlinden oldukları hal de yahudilerin, kendisine putperest müşrikler tarafından yö­neltilmeyen bir soru yöneltmelerini üzüntüyle karşılamıştı. Irkçılık, asabiyet ve inatları yüzünden onlar akla hayale gelme yecek akıl dışı sözler söylemişlerdi.

Bu haberi rivayet eden Said bin Zübeyr diyor ki: Peygamber efendimiz öfkeli ve üzgün durumda iken Cebrail yanına gelmiş, onu teskin edip: "Ey Muhammed kendine gel ve sakin ol!" de miş. Sonra da ona, Allah´tan şu vahyi bildirmişti: "De ki: O Al lah tektir. Allah samed´dir (Her şey varlığını ve bekasını O´na borçludur. Her şey O´na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değil dir.) Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiç bir şey O´nun dengi

değildir" (İhlas Suresi)

Bu, onların üzücü davranışlarda bulunmalarından dolayı kendilerine yapılan bir uyarıdır. Ama onlar yine ikinci kez put perest Araplardan daha aşağı bir seviyeye düşerek Cenab-ı Al lah´ı diğer canlılar gibi maddi bir şekilde tasavvur etmişlerdi. Şöyle söylüyorlardı: "Ey Muhammed! Allah´ın vücudunun nasıl olduğunu, kollarının ve pazularınm şeklini bize tasvir et!" Hz. Peygamber, bu sözler karşısında yine eskisi gibi Öfkelenerek onların üzerlerine atılmış ve kovmuştu. Cebrail yine vahiy geti rerek ona, kendilerine vermesi gereken cevabı telkin etmişti: "Allah´ı gereği gibi bilemediler. Halbuki kıyamet günü yer tamamen O´nun ovucu içindedir. Gökler de sağ elinde dürülmüş-tür. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir." (zumer:67)

îşte bu anlattıklarımız, hiçbir düşünceye va mantığa bilgiye ve kitaba uymayan, bir ve tek olan Allah´a inanmayan yahudi-lerle Hz. Peygamber arasında geçen soru ve cevaplardı. Hz. Peygamber, onların kötü niyetlerine rağmen, Rabbinin buyru ğuna itaat ederek en güzel bir tarzda onlarla mücadele ediyor du. Rabbi ona şu buyruğu vermişti: "Kitap ehli ile en güzel bir tarzda mücadele edin."

Şimdi yahudileri ve Hz. Peygamberin Bedir´deki zaferinin onlar üzerindeki etkisini, onların nasıl münafıklık ettiklerini, her türlü eziyeti nasıl reva gördüklerini, bir tarafa bırakacağız. Hz.Peygamberle mü´minler savaş meydanında birbirlerine sa bır tavsiye ediyor, yahudilerin hilekarlık, dedikoduculuk, hain lik ve bölücülükte ne kadar aşırı olduklarını bildikleri halde, onlara tahammül ediyorlardı. Her iki durumda da sabrettiler ve muzaffer oldular.