๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 17 Aralık 2009, 23:00:01



Konu Başlığı: İki Ordu
Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Aralık 2009, 23:00:01
İki Ordu


Peygamber ordusundaki neferler kalblerini ve gönüllerini hakka bağlamışlardı. Ama sayıları az, teçhizatları noksandı. Sadece iki atları, kırk develeri ve üçyüz mücahitleri vardı. De velere nöbetleşe biniyorlardı. Dört kişiye bir deve düşüyordu. Peygamber efendimiz de onlarla birlikte nöbetleşe biniyordu. Sahabiler onu nöbetten muaf tutmak istediklerinde, şöyle bu yurmuştu:

"Ben sizden daha az güçsüz değilim. Sevap kazanmaya da sizden daha az muhtaç değilim." Müşrik ve şer ordusundaki sa vaşçıların sayısı, önce de belirttiğimiz gibi dokuzyüz elliydi. Be raberlerinde yetmiş atları, çok sayıda binekleri ve yemek için kesecekleri hayvanları vardı. Fakat azim ve imanları noksandı. Savaşmaya istekli değillerdi. Çoğu tereddüt içindeydi. Bazıları da kendi arzu ve iradesi olmadan savaş çukuruna yuvarlanmış tı. Şöyle ki:

a- Onlar kervanlarını ve oradaki mallarını korumak için se fere çıkmışlardı. Bu sebeple zorluklarla karşılaşmışlardı. Bunu yapmadıkları takdirde mallarını yitirecekler, Araplar arasında küçük düşeceklerdi. Ebu Süfyan, onlara kervanın kurtulduğu haberini göndererek şöyle demişti: "Siz kervanınızı ve kervanı-nızdaki adamlarınızla, mallarınızı korumak için yola çıktınız, işte Allah kervanı kurtardı. Artık geri dönün."

Vuruşma sebebi ortadan kalktığı için, artık onları savaşa ite cek bir gayretleri de kalmamıştı. Ama köklü kinleri ve Haşim oğullarına karşı olan kıskançlıkları Ebu Cehil´i harekete geçir mişti. O Kureyşliler´i kin ve hasedinden dolayı savaşa zorlamışti. Onun karakterinde olanlar da, onunla birlikte savaşa azmet mişlerdi.

b- Zühre oğulları gelmişlerdi, ama kervanın kurtuluş haberi ni alınca hepsi geri dönmüşlerdi. Sözcüleri: "Artık mal kurtar mak bahanesi ortadan kalkmıştır. Savaşa gitmemize ihtiyaç kalmamıştır" demiş ve hepsi de Ebu Cehil´i ahmaklık ve cahil likle nitelemişlerdi.

c- Bazı güçlü Kureyşliler, kavimleri içinde mertebe sahibi olan müşrikler, örneğin Ümeyye bin Halef gibileri, savaş için sefere çıkmak hususunda tereddüt etmişlerdi. îbn îshak´ın "Si-ret´inde anlatıldığına göre, Ümeyye bin Halef, yaşlı, irikıyım bir adam olup evinde oturmaya karar vermişti. Kendisi kavmi nin arasında Mescid-i Haram´da oturmaktayken, Ukbe bin ebi Muayt eline bir ateş koru ve buhurdanlık alarak getirip Ümey ye bin Halefin önüne bırakmış, sonra da ona: "Ey Ali´nin baba sı ısın, sen ancak kadınlardan birisin!" demişti; Onun bu sözle rine karşı Ümeyye bin Halef: "Allah seni ve getirdiğin şeyi rezil etsin" diye karşılık vermişti. Sonra bu itibarlı adam, kahra manlık duygusundan değil, halk tarafından kınanmamak için savaşa katılmaya hazırlanmıştı. Hac mevsimlerinde halkı ve dışardan gelen Arap heyetlerini Peygamber efendimize uymak tan men edip geri çeviren Ebu Leheb bile bu savaşa bizzat ka tılmamış, geri kaçmış ve yerine vekil olarak As bin Hişam bin Muğire´yi göndermişti. Karşılık olarak da, iflas etmiş olan As bin Hişam´a, alacağını bağışlamıştı. Talib bin Ebi Talib de bu savaşa gitmemişti. Çünkü o, bazı.Küreyşlilerin de dediği gibi, Haşimoğullarını ve onların beraberindeki Muhammed (sav)i se viyordu. Haşimilerin ilk sıralarında yer alan Abbas´ın bu sava şa gitmesi ise çok tuhaftı. Çünkü o Akabe biatında Peygamber efendimizle birlikte bulunmuş, Evs ve Hazreç kabileleriyle ko nuşmuştu. Peygamber efendimizi koruyacakları konusunda on lardan teminat almıştı. Koruyamayacak iseler, kendilerinin Muhammed´i koruyabilecek güçte olduklarını Evs ve Hazreç kabilelerine açıklamıştı. Eğer Evs ve Hazreç kabileleri Muham medi koruyamayacak iseler onu kendi kavminin himayesine .bırakmalarım söylemişti. Kardeşi oğlu Muhammed´i yenmek ve ordusuyla savaşmak maksadıyla değil, Kureyşlilerin önde ge len simalarının kendisini kınamalarından korktuğu için bu savaşa katılmıştı. Maksadı, Kureyşliler üzerinde hakimiyet sağ lamak ve onlar arasında cılız bir fert olarak kalmamaktı.

Öyle sanıyoruz ki, Ebu Süfyan da bu savaşın zorunlu olduğu na inanmıyordu. Kureyşlilere gönderdiği ve kervanın kurtulu şunu bildirdiği mektup da bunu göstermektedir.

d- Kureyşlilerin hemen hemen tamamı savaştan korkuyor lardı. Çünkü onlar kendi teçhizatlarından ve mühimmatların dan uzak kalıp yola koyulmaya karar verince, kendileri ile Bekr bin Abdü Menaf oğulları arasında geçmişte meydana ge len olayları hatırladılar. Bekr bin Abdü Menaf oğullarının ar kadan kendilerine saldıracaklarından endişe ettiler. Hatta söz cüleri: "Bunların arkadan gelip bizi vurmalarından korkuyo ruz" dedi. Evet, Kureyşliler savaştan korkmuşlardı. Önlerinde görecekleri düşmandan çok arkadan kendilerine zarar geleceği ni düşündüler. Savaşın zorunlu olduğuna inanmadılar. Hatta bunun için azimleri de yoktu. Ancak kin, cahillik ve hased, göz­lerini köreltmişti. Aynı zamanda mü´minlerden de ürküyorlar dı. Çünkü daha önceleri bazı müşrikler, müslüman askerlerle karşılaşmışlardı. Göz göze gelecek kadar birbirlerine yakın ol muşlardı. Ama mü´minlerin kan akıtmadıklarını görmüşlerdi. Zaten mü´minlerin kan akıtmaya meraklı olmadıkları da Pey gamber efendimizin merhamet istediğine, savaş istemediğine, inançları muhtelif de olsa, müşriklerle çarpışmak arzusunda ol madığına dair söylediği sözler bunu isbatlamaktaydı.

îbn îshak´dan rivayet edildiğine göre, müşrikler sükun bul duktan sonra Umeyr bin Vehb el-Cumhi´yi gözcü olarak görev lendirip ona: "Muhammed´in ashabının sayısının ne kadar ol duğunu bizim için araştırıp öğrenmeye çalış" dediler, O da îs-lam ordusunun çevresinde atıyla dolandıktan sonra, müşrikle rin yanma geldi ve : "Üçyüz adamdan biraz daha fazla, ya da biraz noksandırlar. Ancak bana biraz daha süre verin ki, onla rın gizlenmiş oldukları yerlerin ya da arkalarında kendilerine takviye olacak birliklerin bulunup bulunmadığım araştırıp size haber vereyim" dedi. Sonra da müşrik ordusunun yanından uzaklaştı, îslam ordusunun çevresinde dolanarak keşif yaptı. Ama bir şey görmedi. Tekrar gelip Kureyşliler´e bir şey görme diğini söyledi.

Ama o, durumun kritik olduğunu, sayının Önemli olmadığını, asıl önemli olan unsurun moral gücü ve ölüme karşı hazırlıklı olmak olduğunu açıkladı. Savaşa hazır durumda bekleyen müşrik ordusuna hitaben şöyle dedi:

"Belalar ölümü getirir. Ey Kureyş topluluğu! Ben kabirlere ölü taşıma vasıtalarım, Medine´nin saka develerinin Ölü taşı dıklarını görür gibi oldum. Öyle bir topluluk gördüm ki; yanla rında kılıçlarından başka, onların ne bir koruyucuları var ne de sığınakları... Vallahi sizden bir adam Öldürmedikçe onlardan bir adam Öldürülmeyecektir, Onların sayısınca adamlarınız Öl dürüldükten sonra, yaşamanın ne kıymeti kalır? Bu nedenle iyi düşünün ve kararınızı ona göre verin!"

Hakim bin Hüzzam bu sözleri işittikten sonra halkın arasına girip dolaştı. Utbe bin Rebia´nın yanına giderek ona şöyle dedi: "Ey Eba Velid! Sen Kureyş´in büyüğü, efendisi ve itaat edilen adamısın. Ömrünün sonuna kadar hayırla yadedilmeyi istemez misin?"

Utbe: "Ey Hakim, nedir o?" diye sordu. Hakim de şöyle cevap verdi: "Halkı seferden geri çevir. Müttefikin Amr bin Hadre-mi´nin işini üzerine al!"

Utbe şu cevabı verdi: "Bu işi yapayım. Çünkü o benim mütte-fikimdir. Onun diyetini, kaybettiği malını Ödemek bana düşer." Böyle dedikten sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şöyle dedi:

"Ey Kureyş topluluğu! Vallahi siz Muhammed ve ashabıyla karşılaşırsanız, bir şey yapamazsınız. Onlardan birini öldüre cek olanınıza bakan, ya amcasının, ya dayısının oğlunu, ya da kabilesinden bir kimseyi Öldürmüş olanın yüzüne bakmış ola cak ve ondan nefret edecektir! Siz geri dönünüz. Muhammed ile diğer Araplar arasından çıkınız. Onları başbaşa bırakınız. Eğer Araplar ona birşey yaparlarsa -ki zaten bunu istersiniz- maksa dınıza ulaşmış olursunuz. Eğer bunun tersi olursa o, sizin ken disine dokunmamış olduğunuzu görerek size karşı yumuşak ve iyi davranır."

Ordudaki askerler bu söze kulak verdiler ve uygun gördüler. Ama kindar Ebu Cehil, kıskançlığının tesirine kapılmış, bu söz leri hoş karşılamanııştı. Gidip Muhammed´in sahabileri tara fından öldürülmüş olan Amr´m kardeşi Amir bin Hadremi´yi kışkırttı. Onun intikam çağrısı yapmasını istedi. Amir de feryat ve figan ederek, ölen kardeşi Amr için: "Ah Amr! Vah Anır!" di yerek ortalıkta dolaşmaya başladı. Onun bu feryadı ve intikam çağrısı üzerine müşrikler galeyana geldiler, savaşa kalkıştılar, intikam ateşiyle dolup taştılar ve vuruşmak üzere görüş birliği ettiler.

Sonuç olarak deriz ki, savaş arzusu başlangıçta Kureyşlile-rin gönlünde çok zayıf durumdaydı. Savaşmak hususunda te reddüt etmekteydiler. Çünkü kervan kurtulduğu için savaşma gereği ve sebebi ortadan kalkmıştı. Aklı başında olan Kureyşli-ler savaşıp savaşmamak konusunda tereddüt ettiler. Hatta ba zıları müslümanlara karşı merhametli olma tavsiyesinde bu lundular. Bazısı da Muhammed´in arkadaşlarının Allah yolun da ölmek istediklerini bildiklerinden dolayı, savaşa katılmak tan korktular. Bütün bunların ötesinde Kureyşliler, arkadan gelmesi muhtemel olan saldırılardan korkuyorlardı. Bu neden le savaşma arzusu sabit olarak kalplerine yerleşmedi. Halbuki ordular ancak azim ve irade ile güçlenirler. Onları savaşa iten tek sebep, kindarlıklarıydı. Her ne kadar başlangıçta bu duygu insanı savaşa teşvik ederse de, düşman askeriyle karşılaşma esnasında bu duygu varlığını devam ettiremez. Savaşın sivri dişleri göründüğü ve insana battığı esnada, bu duyguya yer kalmaz. Batılın ordusu işte bu durumdaydı. O ordunun safları arasında çözülme başlamıştı. Çözülmenin ardısıra tereddüt ve yenilgi mutlak surette gelecekti.

Biz deriz ki, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah´ın iman ordusuna olan merhameti, batıl ordusunun yenilgi ve he zimet sebebini kendi içinde meydana getirmişti.

Bütün bunları anlattıktan sonra, faziletli tarafa, Muhammed (sav)in ordusuna gelelim. Bu ordu savaşa katılma kararını oy birliği ile almıştı. Bunların amaçları mal elde etmek, dünya metaına kavuşmak değildi. Bunlar, kendilerine saldıracak olan Allah düşmanlarını yenmek amacını taşıyorlardı. Noksanlık lardan münezzeh olan yüce Allah´ın ve Resulünün çağrısına icabet ederek bu savaş alevlerinin içine dalmak mecburiyetinde olduklarını görüyorlardı. Bu savaşa daldıkları takdirde iki gü zel şeyden birine kavuşacaklardı. Ya ganimet elde edecek, ya da şehid olacaklardı ki, her ikisi de asıl itibariyle ganimet sayıhr. Müşrikler araştırıcı gözle mü´minleri gözetlediklerinde, on ların durumlarından korku ve ürküntüye kapılmışlardı. Üçyüz-dokuz kişilik az bir topluluk oldukları halde, müslüman asker lerden korkmuşlardı. îbn Kesir bu konuda şöyle der:

"Mü´minler üçyüz onüç kişiydiler. Bu durumda iken noksan lıklardan münezzeh olan yüce Allah, müminlere, müşrikleri az bir sayıda gösterdi. Mü´minler müşriklerden korkmadılar. Mü´minler de onların gözlerine Allah tarafından az gösterildi-ler. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah, onları uykunda az gösteriyordu. Eğer sana onları çok gösterseydi, çekinirdiniz ve (savaş) iş(in)de (birbirinizle) çeki-şirdiniz. Fakat Allah, (sizi bundan) kurtardı. Çünkü O göğüsle rin özünü bilir.

Karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinize az gösteriyor sizi de onların gözlerinde azaltıyordu ki, yapılmış bir işi yerine getirsin. îşler hep Allah´a döndürülecektir." (Enfal 43-44)

Bundan da anlaşılıyor ki, müşrikler, mü´minlerle karşılaş maktan korkuyorlardı. Savaş anının yaklaşmasından ürküyor ve savaşmamak hususunda tereddüt ediyorlardı. Sadece ah maklık içinde bulunanlar bu savaşı arzuluyorlardı. Buna karşı mü´minler, yüce Allah´tan müjde almışlardı. Müşrikleri küçüm süyor ve onlara karşı korkusuzca hücuma kalkışıyorlardı. Sa dece Allah´tan yardım diliyorlardı. Yüce Allah da, onların kalp lerine sükun ve metanet bırakıyor ve onlara yardım ediyordu. Melekler de onlara takviye kuvvetler gönderiyor, kalplerine gü ven ve huzur yerleştiriyordu. Onlar sükunet içinde Allah´ın yardımını ümit edip, O´na güvenerek uyuyorlardı. Sadece O´nun zatından yardım bekliyorlardı. Savaşa hazırlıklı ve yöne lik vaziyette bekleyen müminlerin durumunu Cenab-ı Allah şöyle tasvir buyuruyor:

"Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da "Ben size birbi ri ardınca bin melek ile yardım edeceğim" diye duanızı kabul buyurmuştu. Allah bunu ancak müjde olsun (sevmesiniz) ve kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzura kavuşun) diye yapmıştı. Yardım, yalnız Allah kalındandır. Allah daima üs tün ve hikmet sahibidir.

O sizi, Allah´tan bir güven olmak üzere hafif bir uykuya dal dırmıştı. Üzerinize, sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) gidermek, kalplerinizi (birbirine) bağ lamak ve ayakları(nızı) pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu. Rabbih, meleklere vahyediyordu ki: Ben sizinle be raberim, siz inananları pekiştirin; ben inkar edenlerin yürekle rine korku salacağım; vurun (onların) boyunların(ın) üstüne, vurun onların her parmağına! Böyle (olacak), çünkü onlar Al lah ve Resulüne karşı geldiler. Kim Allah´a ve Resulüne karşı gelirse, muhakkak ki Allah´ın cezası çetin olurf (Enfal: 9-13)

Bundan sonra da yüce Allah şöyle buyuruyor:

"işte böyle yaptı. Muhakkak ki Allah, kafirlerin tuzağını za yıflatır." (Enfal.18)

Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi. Bunlardan birinin sayı sı, teçhizatı çoktu, ama inancı yoktu. Öyle ki, giriştiği savaşı kazanacağı konusunda bir güvene sahip değildi. Cenab-ı Allah onların tuzaklarını ve tedbirlerini zayıflatıp boşa çıkardı. Savaş sebebini ortadan kaldırmakla ve liderlerinin kalplerine tered düt düşürmekle, bazı kabilelerle boyları birbirinden koparmak la, koparmış oldukları akrabalık duygularını yeniden canlandı rıp kabartmakla onları gevşetmişti. îki ordu karşı karşıya gel dikleri zaman, bazılarının kalplerine korku ve ürküntü bırak mıştı.

Evet, müşrik ordusunun durumu böyleydi. Müzminlerin du rumuna gelince onların iradeleri tek noktada birleşmişti. Yüce Allah´tan müjde almışlardı. Meleklerle takviye görmüşlerdi. Meleklere Cenab-ı Allah, müslümanlarm kalplerine sükun, se bat ve huzur bırakmalarını vahyetmişti. Öyle ki, müzminleri bir güven uykusu bürümüştü. Cenab-ı Allah ayaklarının altındaki yeri sağlamlaştırmak ve sabitleştirmek için hafif bir yağmur yağdırmıştı. Kervanı elde etmektense, onur ve üstünlüğü elde etmek hakim olmuştu. Başlangıçta mal istemişlerdi, ama so nunda Allah´ın kelimesini yüceltmek amacına yönelmişlerdi. Evet, Önceleri mal elde etmek istiyorlardı. Allah´ın verdiği onur sayesinde kuvvet ve üstünlük istemeye başlamışlardı. Nitekim noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah size, iki takımdan birinin sizin olduğunu vadediyor-du; siz ise kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordu nuz." (Enfal: 7)

İki ordu biri zırha bürünerek teçhizatla kendini takviye etmiş, ama yüreksiz. Diğeri ise iman, azim, sabır ve şehadet ar zusu gibi manevi zırhlara bürünmüş. Şehadet ki iki güzel so nuçtan biridir. însan ya gazi olup ganimet elde etmeli, ya da şe hit olup Allah´ın rahmetine kavuşmalıdır. Ya zafere erip gazi olacaklar, ya da şehit olacaklardı. Her ikisinde de büyük ka zançlar vardı.

Bu iki ordu birbirine denk olur mu hiç? Savaşlar konusunda uzman olan kimseler de bu iki ordunun birbirlerine denk olma yacaklarını söylerler. Çünkü geçen yüzyılda ve bu yüzyılda sa vaşları yöneten komutanlar, savaşlardaki maddi gücünün ma nevi güce oranla üçte birlik bir değer taşıdığını ifade etmişler dir. Onların bu takdirlerine göre, zafer, ya da yenilgi sonucuna maddi kuvvetin ancak dörtte birlik bir tesiri olabilir; manevi gücünse dörtte üçlük bir etkisi olur. Bedir savaşında müşrikle rin sayısı bin idiyse bu mutlak bin sayısına tekabül eder. Ama mü´minlerin sayılan kuvvet dengesinde en azından binikiyüze tekabül ederdi. Ayrıca noksanlıklardan münezzeh olan yüce Al lah onları meleklerle takviye etmişti:

"Rabbin, meleklere vahyediyordu ki: "Ben sizinle beraberim; siz inananları pekiştirin." (Enfal. 12)

"(Ey Muhammed) attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attl!" (Enfal:17)

Savaş uzmanlarının takdirine göre maddi kuvvetin manevi kuvvete göre üçte birlik bir değer taşıdığını söylemiştik. Savaş uzmanları hata da yapabilirler, doğru da söyleyebilirler. Ama yüce Allah´ın takdiri bütün takdirlerin üstündedir. Kalbinde zayıflık bulunmayan iman ehlinden bir savaşçıyı en kafir sa vaşçıya denk tutan, yüce Allah´tır. O şöyle buyurmuştur:

"Ey Peygamber, Allah sana ve sana tabi olan mü´minlere ye ter. Ey Peygamber, müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sab reden yirmi kişi olsa, (onlar ikiyüz (kafir)i yenerler. Sizden yüz kişi olsa (onlar) kafirlerden bin kişiyi yenerler. Çünkü o kafir ler, anlamaz bir topluluktur. Şimdi Allah sizden (yükü) hafif letti. Sizde zaaf bulunduğunu bildi. Bundan böyle sizden sab reden yüz kişi olsa, ikiyüz (kafır)i yenerler ve eğer sizden bin ki şi olsa Allah´ın izniyle ikibin (kafir)i yenerler. Allah sabreden lerle beraberdir.." (Enfal: 64-66)

Bu Kur´an nastan anlaşıldığı üzere, eğer iman ehlinin kalb-lerinde zaafîyet yoksa ve mü´minler gevşememişlerse, manevi kuvvetin bir birimi, maddi kuvvetin on birimine denktir. Ancak sadık mü´minler arasına münafıkların girmesi durumunda, mü´min safları arasında gevşeklik başgösterir; münafıklar iman ehlinin yenilmesini ve çökmesini isterler. Nitekim onlarla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Sizin içinizde (savaşa) çıkmış olsalardı, size bozgunculuk tan başka bir katkıları olmazdı. Sizi fitneye (birbirinize) düşür mek için hemen aranıza sokulurlardı. İçinizde de onlara kulak verenler vardır. Allah zalimleri bilir. (Onlar) önceden de fitne çıkarmak istediler ve sana nice işleri ters çevirdiler. Nihayet hak geldi, onlar istemedikleri halde Allah´ın emri (onun dini) galebe çaldl." (Tevbe: 47-48)

Saflarda zaafîyet işte böyledir. Nitekim Uhud gazvesinde saflar arasında zaaf ve gevşeklik başgöstermişti. Peygamber efendimiz Cenab-ı Allah´ın da buyurduğu gibi, safları düzene ^sokuyordu:

"Hani sen, erkenden ailenden ayrılmıştın. (Uhud´da) mü´minleri savaş üslerine yerleştiriyordu. Allah da işitendi, bi lendi. Sizden iki takım, korkup bozulmaya yüz tuttu. Allah, kendilerinin dostu idi. inananlar, Allah´a dayansınlar." (Al-i lmran: 121-122)

îman kuvvetinin durumu işte budur. İnanan askerlerin ara sına asla nifak karışmamalıdır. Böyle olmadığı sürece, bir mü´min on müşrike bedeldir. Ama mü´minlerin arasına müna fıklar karışır ve müminlerin kalplerinde de manevi hastalıklar bulunursa, işte o zaman inanç ordusunun safları arasında zaaf ve gevşeklik başgösterir. Bu durumda bir mü´min ancak iki münafıka bedel olabilir. Ama imanları halis olursa büyük kuv vet ifade eder ve bir mü´min on müşriğe bedel olur. ikinci du­rumda, yani kalpleri manen hasta olur ve mü´minlerin safları arasına bu münafıklar karışırsa, işte o zaman bir mü´min an cak iki münafığa ve müşriğe bedel olur. Bu iki ayet arasında nesh durumu yoktur. Bazıları derler ki, ikinci ayet birinciyi nesh etmiştir. Halbuki böyle bir durum sözkonusu değildir.