๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Aralık 2009, 16:00:15



Konu Başlığı: İfk Olayı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Aralık 2009, 16:00:15
İfk Olayı





îslam tarihinde, Mustalik Oğulları gazvesinin özel bir yeri vardır. Çünkü bu gazvenin arkasından toplumu yönlendirecek bazı hükümler konulmuştur. Nefisler ıslah edilmiş; hasta kalp li münafıkların, bu durumu tedavi edilmiştir. Bu gazveden son ra Hz.Peygamber, esir düşen erkeklerle kadınlar hakkında, kendisiyle savaşan kimselerin bellerini kırdıktan sonra lütuf-kar muamelede bulunmuştur. Esirleri fidye karşılığında ser best bırakmak ve erkekleri öldürüp kadınları cariye edinmek yerine, onları bedelsiz olarak serbest bırakma yoluna gitmiştir. Hz. Peygamberin muamelesi, herkes tarafından uyulması gere ken bir sünnettir. Kendisi ile esir tuttuğu kimseler arasında bir savaş ihtimali sözkonusu olmadığı takdirde, onları köleleştir meyi düşünmüyordu. Kendisi ile savaşan yahudilerin, esir tuttukları müslümanlan köleleştirip cariyeleştirdikleri beklenen bir ihtimal olduğundan, onlardan ele geçirdiği esirlere misli ile muamelede bulunmuş ve tuttuğu esirleri köleleştirip cariyeleş-tirmişti. Çünkü onlarla müslümanlar arasındaki savaş sona er memişti. Onlar hala islamiyet için korkulu bir kuvvet olmakta devam ediyordu. Fakat Mustalik Oğulları gazvesinden sonra, onların müslümanlarla savaşacak durumları kalmamıştı. îşte bu savaş esnasında, münafıklar Muhacirlerle Ensar arasında fitne ateşini alevlendirmeye yönelmişlerdi. Münafıkların hede fi, İslamiyet için temel kuvvet oluşturan Muhacirlerle Ensar´dı. Hz. Peygamber bu durumda, işi yumuşaklıkla çözüme bağlaya rak münafıklar hakkında gerekli tedbirleri aldı. Onların iç yüz lerinin açığa çıkmasını ve kavimleri tarafından dışlanmalarını bekledi. Onların bizzat kavimleri tarafından terbiye edilmeleri ni istiyordu. Çünkü münafık-lıklarmm etkisini kırmak, müslü manlar arasında hiç kimsenin onlara aldanmamasmı sağlamak bu şekilde gerçekleşecekti. Böylece Hz. Peygamber, onları ken di hallerine bırakmakla münafıklar hakkında nasıl muamele olunacağını açıklamış oluyordu. Onlara karşı sakınma çareleri ne başvurmakla birlikte, kendi kendilerine müslümanlardan uzaklaşmalarını bekliyordu. Aslında bu iş çok önemli ve bir o kadar da tehlikeliydi. Çünkü bu yaptıkları işlerle Hz. Peygam bere ve ailesine eziyet veriyorlardı. Nitekim İfk olayı da bu ezi yetler cümlesindendi. Aslında tfk (iftira) büyük bir günahtı. Ay nı zamanda İslam toplumu için de büyük bir tehlike teşkil edi yordu. Çünkü iftira nedeniyle toplumda kötülük yaygınlaşacak ve rezaletlerle mübarek İslam toplumu lekelenecekti. Bunun Ötesinde Hz. Peygambere de bir saldırı vardı. Risalet sahibinin makamı küçümseniyordu. Oysa Cenab-ı Allah onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Andolsun, Allah´ın elçisinde sizin için, Al lah´ı ve ahireti arzu eden ve Allah´ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır." (Ahzab- 2\)

Hz. Aişe´ye yapılan bu iftira olayına, başlarında Abdullah bin Übeyy olmak üzere, münafıklar da katılmışlardı. Nitekim tertemiz olan mü´minlerin annesi Hz. Aişe, Abdullah bin Übeyy hakkında şöyle demişti: "Bu iftiranın en büyüğünü ya pan, Abdullah bin Übeyy idi." Münafıklara, bazı Muhacirler ve Ensarm da hataları yardımcı olmuştu. Olayı küçümseme kabilinden bazı iman ehli kimselerin dili de bu işe karışmış, bu ola yı ağızlarına almaktan çekinmemişlerdi. Daha sonraları bu olay, toplumu kötülüklerden korumak için gereken tedbirleri alma hususunda müslümanlar için bir uyarı olmuştu. Zanla hareket edip tahminde bulunmaktan ve evlerin saygınlığını hi çe saymaktan kaçınmaları için bir ders teşkil etmişti. Bununla ilgili olarak Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Muhain me d´in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın; aksine o sizin için hayır ol muştur." o$w 11)

Hayır, Allah´ın nübüvvet evini kendisiyle şereflendirdiği şey dedir. Bunun ardı sıra iftira olayıyla kirlenen nefisleri temizle mek için, seksen değnek vurularak had tatbik edilmiştir. Böyle ce noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah´ın açıklamış ol duğu hüküm şöylece tamamlanmış oldu: Bazı muhacirlerin irti-kab etmiş oldukları günah rahmet misali yağan yardımın on lardan ahkonmasını gerektirmedi. Onlara, suçtan caydırıcı haddin tatbik edilmesi ceza olarak kafi gelmişti.

İfk olayını bazı Siyer kitaplarıyla sahih sünnetlerde nakle dildiği şekilde anlatalım:

Hz. Peygamber sefere çıkacağı zaman, zevcelerinden bazısı nı yanında götürmek için kura çekerdi. Mustalik Oğulları gaz vesine giderken kura, Hz. Ebu Bekir kızı Aişe´ye isabet etmiş ti. Bunun üzerine o da Hz.Peygamberle birlikte gazveye gitmiş ti. Dönüşte def-i hacette bulunmak için devesinden inmiş ve ka fileden geri kalmıştı. Şimdi biz olayı onun ağzından dinleyelim: uResulullah (sav) Mustalik Oğulları gazvesinden dönerken Me-dine-i Münevvere´ye yakın bir mevkie gelmiştik. Orada mola verdiler ve gecenin bir kısmını orada geçirdiler. Sonra bir mü-nadi, kafilenin yola çıkması gerektiğini ilan etti. Bunun üzerine orada bulunanlar yola çıkmaya başladılar. Ben de def-i hacette bulunmak için kafileden biraz uzaklaşmıştım. Boynumda bir gerdanlık vardı. Def-i hacette bulunduktan sonra, farkında ol madan gerdanlığım boynumdan düşmüş. Kafileye ulaştığımda gerdanlığımı aradım, fakat boynumda bulamadım. İnsanlar da artık yola koyulmuşlardı. Ben def-i hacette bulunduğum ye re döndüm. Gerdanlığımı aradım ve buldum. Ordunun konak ladığı yere geldiğimde orada kimse kalmamıştı. Bir müddet sonra ordunun aracıları gelip hevdecimi beni içinde zannede­rek deveye yüklemişler ve devemin yularını tutup götürmüşler di. Ben ordugaha döndüğümde orada ne bir çağıranın, ne de icabet edenin bulunduğunu görmedim. Artık herkes çekip git mişti. Ben de çarşafıma burundum ve olduğum yerde uzanıp yattım. Biliyordum ki, beni hevdecimin içinde arayacaklar ve bulamayınca da geri dönüp beni arayacaklardı. Allah´a andol-sun ki, ben orada uzanmış vaziyette iken Safvan bin Mu attal es-Sülemi yanıma geldi. O da bazı ihtiyaçları dola yısıyla kafileden geri kalmıştı. Yanıma yaklaştı, karaltımı gör dü ve durdu. O, hicap ayetinin nüzulünden önce beni gördüğü için tanıdı. İnna lillah ve inna ileyhi raciun, Hz. "Peygamberin zevcesi! Neden geri kaldın, Allah sana rahmet etsin?" diye sor du. Ben sesimi çıkarmadım. Sonra devesini yanıma yaklaştırdı ve bin dedi. Kendisi geriye çekildi ve ben deveye bindim. O de venin yularını çekip süratle kafilenin peşine düştü. Allah´a an-dolsun ki, sabaha kadar askerin arkasından yetişemedik. Ni hayet askerler, konak yerine inip yerleştiği sırada idi ki, bizim geldiğimizi gördüler. Fakat o zamana kadar iftiracılar, ağızla rına geleni söylemişlerdi. Bu nedenle askerlerde de bir sarsıntı ve panik meydana gelmişti. Vallahi ben bundan başka bir şey bilmiyorum. Bundan sonra da Medine-i Münevvere´ye gittik."

Hz. Ebu Bekir´in kızı, sadık unvanlı mü´minlerin anası Hz. Aişe´nin ifadeleri bundan ibarettir. Bu ifadeler, olayı olduğu gi bi açıklıyor. Gözüyle görüp müşahede ettiklerini anlatıyor. Şimdi de bu iftirayı yayanları ve yayılan sözleri nasıl anlattığı nı görelim. Gençliğinin baharındaki Hz. Aişe´nin, gönlünde meydana gelen çırpınışları nasıl anlattığını ve nasıl ağladığını görelim:

"Çok geçmeden ağır bir hastalığa yakalandım. Daha Önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Olay Hz. Peygambere ve ebe veynime intikal etmişti. Ama onlar bu hususta bana hiçbir şey söylemiyorlardı. Hz. Peygamberin, bana karşı lütufkar davra­nışlarında bir değişiklik gördüm. Daha önce hastalandığımda bana şefkatle davranırdı. Ben hastalığımın şiddetlendiğini söy lediğim halde, eskisi gibi lütufkar davranmadı. Ben de onun bu halini yadırgadım. Bir ara yanıma geldi. Bana bakıcılık et mekte olan bir kadın vardı. Sadece ona: "Kızınız nasıl?" diye sordu. Daha fazla bir şey söylemedi. Ben kalbimde ona karşı bir kırıklık hissettim ve "Ey Allah´ın Resulü! îzin versen de anamın yanına gitsem. O bana baksa" dedim. Bana gidebilir sin, bunun bir sakıncası yok dedi. Ben de bunun üzerine ana mın yanına gittim,ama hiçbir şey bilmiyordum. Hastalığım azıcık hafifleyince nekahet devresine girdim. Yirmi küsur gece geçmişti. Bir gece def-i hacette bulunmak için evden dışarı çık tım. Yanımda Mistah´ın annesi de vardı. Kadın yürürken aya ğı sürçtü ve "Mistah´ın yüzü yere sürülsün" diye beddua etti. Dedim ki: "Bir muhacir için bu ne kadar kötü bir konuşmadır. Halbuki o, Bedir savaşına katılmıştır!" Kadıncağız bana: "Duy madın mı?" dedi ve yapılan iftiraları anlattı. Ben de, Mistah´ın bu olayın içinde olup olmadığını sordum. Kadın, olayın içinde olduğunu söyledi. Bunun üzerine derhal eve döndüm. Sürekli ağlıyordum. Adeta ciğerlerim parçalanıyordu. Anneme: "Allah seni bağışlasın, halk bazı şeylerden söz ediyor, ama sen bu hu susta bana hiçbir şey anlatmıyorsun!" diye çıkıştım. Şu karşılı ğı verdi: "Kızcağızım, bunu kendine dert etme Alah´a andolsun ki, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan ve kumaları olan güzel bir kadın hakkında mutlaka çok şeyler söylenir."

Nihayet bir gün Hz. Peygamber, cemaat içinde ayağa kalkıp bir hutbe okudu. Ben de olanlardan habersizdim. Hz. Peygam ber Allah´a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi: "Ey insanlar! Bazı kimselere ne oluyor ki, ailem hakkında doğru ol mayan şeyler söyleyerek bana eziyet veriyorlar. Allah´a andol sun ki, ben ailem hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum ve yine bu iftira olayına, hakkında iyilikten başka bir şey bil mediğim adamı da katıyorlar. Oysa o adam, benim evime an cak benimle birlikte girip çıkar."

Bu yalanın büyüğünü Abdullah bin Übeyy bin Selül irtikab etmişti. Onunla birlikte Hazreçlilerden Mistah ile Hamne binti Cahş da vardı. Hamne´nin kızkardeşi Zeyneb binti Cahş, Hz. Peygamberin zevcesiydi. Kumalarım arasında Hz.Peygamber nezdinde bana denk olan ancak Zeyneb´ti. Fakat Zeyneb´i Allah muhafaza etmiş ve dinini korumuştu. O, benim hakkımda iyi likten başka bir şey söylememişti. Hamne´ye gelince; o, bu iftira olayında elinden geldiği kadar yalan sözler yaymıştı. Kızkarde-şinin yerini yükseltmek için, benim hakkımda kötü şeyler söylüyor ve bana zarar veriyordu. Ben de buna çok üzüldüm. Onun böyle konuşması ağırıma gitti.

Hz. Peygamberin cemaate hitabından sonra, Useyd bin Hu-deyr kalkıp şöyle dedi: Ey Allah´ın Resulü! Eğer bahsettiğin bu iftiracılar Evs kabilesinden iseler, biz onların hakkından geli riz. Eğer kardeşlerimiz olan Hazreç kabilesinden iseler, sen bize emrini ver, Allah´a yemin ederim ki, onlar, boyunlarının vurul masını hak etmişlerdir.

Useyd bin Hudeyr´in bu sözleri üzerine, Sa´d bin Ubade kal kıp şöyle dedi (Sa´d daha önceleri iyi bilinen ve görünen bir in sandı): Allah adına yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Hazreclilerin boyunlarını vuramazsın. Ama Allah´a yemin ede rim ki sen bu iftiracıların Hazreçlilerden olduklarını zannede rek böyle konuşuyorsun. Eğer bunlar senin kavminden olsalar dı, böyle konuşmazdın!

Bunun üzerine Üseyd bin Hudeyr kalkıp şöyle dedi: Allah´a yemin ederim ki, asıl yalan söyleyen sensin. Fakat münafık bir adam olduğun için münafıkları koruyorsun. İnsanlara sert davranarak bela çıkarmak istiyorsun.

Bu konuşulanlar, iki kabile arasında,yani Evslilerle Hazreç-liler arasında neredeyse büyük bir kavganın meydana gelmesi ne sebep oluyordu. Hz. Peygamber, Ali bin Ebi Talib ile Üsame bin Zeyd´i çağırarak, kendileriyle istişare yaptı. Üsame, Hz. Aişe hakkında iyi şeyler söyledi. Sonra: "Ey Allah´ın Resulü! O, senin ailendir. Ben onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu söylenenler asılsız şeylerdir" dedi.

Hz. Ali ise şöyle dedi: "Ey Allah´ın Resulü! Şüphesiz (senin için) kadın olarak sadece o yoktur. İstediğin kadınla evlenebile cek durumdasın. Sen bu işi cariyene sor, o sana doğruyu söyle yecektir."

Hz. Ali´nin bu sözleri üzerine Resulullah (sav) Berire´yi ça ğırdı. Ona, Hz. Aişe´nin durumunu sordu. Berire gelir gelmez, Ali kalkıp ona bir yumruk vurmuş ve Hz. Peygambere doğru söylemesini istemişti. Berire de şöyle dedi: "Vallahi ben A iş e hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Onu ayıplaya-mam. Yalnız şunu söyleyeyim ki, ben daha önceleri hamur yo-ğururdum. Ve Aişe´ye hamuru korumasını söylerdim. Fakat Hz. Aişe hamurun başında beklemekte iken uyuyakalır, öte ta raftan koyun gelip hamuru yerdi."

"Sonra Resulullah (sav) babamın yanına geldi. Annemle ba bam ve bir de Ensardan bir kadın yanımda oturuyorlardı. Ben ağlıyordum. O kadın da benimle birlikte ağlıyordu. Hz.Pey-gamber gelip yanımıza oturdu. Allah´a hamd ve senada bulun duktan sonra şöyle dedi: "Ey Aişe! insanların senin için söyle diklerini biliyorsun. Allah´tan sakın! Eğer bir kötülük yaptıy san tevbe et. Çünkü Cenab-ı Allah kullarının tevbesini kabul buyurur" Onun bu sözleri üzerine artık gözlerimdeki yaşlar ku rudu ve ben hiçbir şeyi hissedemez oldum. Resulullah´a cevap vermeleri için annemle babama baktım, fakat onlar hiç konuş madılar. Allah´a yemin olsun ki ben, okunan ve kendisiyle na maz kılınan Kur´an-ı Kerim´in benim hakkımda açıklayıcı bir hüküm indirerek beni temize çıkaracağını düşünemeyecek ka dar kendimi hakir ve düşük bir insan olarak görüyordum. Ne var ki, Resulullah (sav)ın uykuda bir rüya göreceğini ve Al lah´ın o rüya ile benim suçsuzluğumu göstereceğini umuyor dum. Hakkımda ayet-i kerime nazil olacak kadar büyük ikra ma layık olmadığımı düşünüyordum.

Annem ile babamın Resulullah´a cevap veremeyeceklerini gördüm. Onlara, niçin cevap vermiyorsunuz diye çıkıştım. On lar da ona ne cevap vereceklerini bilmediklerini söylediler. Ger çekten de o günlerde, Ebubekir ailesinin başına gelen felaket hiç kimsenin başına gelmemişti. Onlar susup cevap veremeyin ce tekrar gözlerimden yaşlar boşandı ve şöyle dedim: "Bu dedi kodular tamamen asılsızdır. Ben bu konuda tevbeyi gerektire cek bir suç işlemedim. Allah, suçsuz olduğumu biliyor. Onların söylediklerini inkar etsem de siz beni doğrulamazsınız." Sonra Yakub´un ismini hatırladım ve onun, kardeş katili olan oğulla rına şöyle dediğini aynen tekrarlarım: "Artık (benim yapacağım iş) güzelce sabretmektir. (Bu) anlattıklarınıza (dayanmak için) ancak Allah´tan yardım istenir!" (Yusuf: 18)

Yemin ederim ki, Resulullah bulunduğu yerden kalkmadı. Allah ona vahiy gönderdi, elbisesine büründü ve deriden bir yastık alıp başının altına koydu. Ben bu halini görünce hiç ürkmedim. Suçsuz olduğumu ve Allah´ın adaletle davranacağı nı biliyordum. Annemle babama gelince, Allah´a yemin ederim ki, Resulullah´ın yanından ayrılmadılar. Halkın söyledikleri laflar, Allah tarafından doğrulanacak diye korkularından Öd leri kopuyordu. Sonra Hz. Peygamberin üzerindeki vahiy ağır lığı gitti. O, vahiy geldiği zaman kış günü bile yüzünde inci ta necikleri gibi ter damlacıkları oluşurdu. Vahiy hali geçince yü zündeki terleri silmeye başladı ve: "Müjdeler olsun ey Aişe! Ce-nab-ı Allah senin suçsuz olduğunu bildiren ayet-i kerimeleri in zal buyurdu!" dedi. Ben de elhamdülillah dedim. Sonra Hz. Peygamber yanımızdan ayrılarak halkın yanına gitti. Onlara hitapta bulunarak Cenabı Allah´ın indirmiş olduğu Kur´an ayetlerini onlara okudu. Sonra Mistah bin Esale ile Hassan bin Sabit ve Hamne binti Cahş gibi iftiracılar hakkında emir vere rek, onları had cezasına çarptırdı"

Bu iftira olayım haksızlığa uğrayan Hz. Aişe´nin ağzından anlatmayı tercih edişimizin sebebi, bunun diğer bütün rivayet leri de içine almasından dolayıdır. Ayrıca bu rivayet, yaşı on-dördü henüz geçen ve bir çocuk mesabesinde bulunan şerefli Aişe´nin ruhi durumunu tasvir etmektedir. Cenab-ı Allah, kai natın efendisinin zevcesi olan bu temiz kızcağızı imtihan etmiş ti. Onun babası, mağarada Resulullah´a arkadaşlık etmiş olan Hz. Ebubekir*di. Çocukluk devresini henüz atlatmış bulunu yordu. Birinci aşamada tek başına kalma tehlikesiyle başbaşa kalarak imtihandan geçmişti. Buna rağmen vaveyla edip bağı rıp çağırmamış, durumunu rabbine havale etmişti. Elbisesine bürünmüş, emin ve müsterih bir şekilde uyumaya başlamıştı. Her şeyi bilen ve gören Allah´ın kendisi hakkında vereceği emri beklemişti. Allah´ın kendisini zorda bırakmayacağını biliyordu. Daha sonra takvasıyla tanınmış bir adam gelip onu görünce Kinna lillah ve inna ileyhi raiciun" demiş ve geceleyin gördüğü bu manzara ile hayrete düşmüştü.

Rivayete göre onu orada bulan Safvan adındaki adam, ha dım olup kadınlara tamahı olmayan bir insandı. Safvan: "Re-sulullah´ın eşi kalF diyerek hayretini açığa vurmuş ve devesi ni çöktürerek Aişe´yi bindirmişti. Aişe de, kimsenin yardımı ol maksızın kendi başına hevdecinin içinde bulunuyordu. Yanında hiç kimse yoktu. Daha önce kendisini içinde zannederek hevde-cini deveye yükleyip götürmüşlerdi. O ise, kafilenin ardında tek başına kalakalmıştı. Vücudu hafif olduğundan dolayı onu hevdecinin içinde zannetmişlerdi. Bundan sonra kafile gürültü, ile Medine´ye yol aldı. Münafıklar da dedikodularını başlattılar. Günah olan zannı terk etmeden, boş yere konuştular. Nitekim zannın günah olduğunu Cenab´ı Allah şöyle ifade buyurmuştur:

"Doğrusu zannın bir kısmı günahtır."

İşin nereye varacağına, söyledikleri sözün ne gibi sonuçlar doğuracağına bakmadan, iftiraya uğrayan kadının ve onun ai lesinin mevkiini düşünmeden yayılan iftira, fitneyi alevlendir mişti. Kötü zanlara kapılan insanlar hakkında Allahü Teala, şu ayetiyle uyarıda bulunmuştur:

"Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alı yordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katın da önemi büyüktü. Onu işittiğinizde: "Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa, bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? Eğer mü´min kişilerdenseniz, Allah buna benzer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder."(Nur. 15-17)

Evet, o iftirayı gözleriyle değil de, dilleriyle ahverdiler. Onu ağızlarında geveleyen kimselerden aldılar. Yoksa bu konuda kesin bir bilgi sahibi değillerdi. Boş ve laubali sözlerin konuşul duğu toplantılar sırasında laf olsun diye anlatmış ve yaymışlar dı. Bunu kolay bir şey ve normal bir durum sanıyorlardı. Hal buki bu, Allah katında büyük bir günahtı. Dolayısıyla mü´min-lerin bu sözleri hemen kabul edip yaymamaları gerekiyordu.

Neticede kötü sözler etrafa yayılmıştı. Muhacirlerle Ensar, münafıklarla halis müzminler işin aslını araştırmadan ve boş sözlerle iftiraları hakikatten ayırdetmeden bu iftirayı ağızların da gevelemeye başlamışlardı. Fakat böylesine zor bir durumda yine Hz. Peygamberin büyüklüğünü ve inancını görmekteyiz. O, temiz ve iyi erkeklerin, temiz ve iyi kadınlara layık olduğu na inanmıştı. Ailesi hakkında iyi zan bekliyordu. Kendini tutup frenliyor ve iftiracılara karşı sabrediyordu, insanları yine in sanlara şikayet ederek şöyle diyordu: "Bazı kimselere ne oluyor ki, ailem hakkında bana eziyet veriyorlar. Aile efradım hakkın da doğru olmayan şeyler söylüyorlar. Allah´a yemin ederim ki, ben, aile efradım hakkında iyilikten başka bir şey bilmediğim ve evime de ancak benimle birlikte giren bir insana bühtanda bulunuyorlar."

Hz. Peygamber, yalan sözleri yayanları ve bu iftiracıları din leyenleri dolaylı olarak kınamıştı. Böylece iftiranın ağızdan ağıza dolaşmasına son verilmişti. Çünkü olaydan birinci dere cede ilgili olan Hz. Peygamber, bu iftirayı reddedip yalanlamış tı. Mü´minler onun kendi nefsine uyarak konuşmadığım, sözle rinin hep vahye dayalı olduğunu biliyorlardı. Böylece fitne alevi söndürülmüştü.

Bu sözler, peygamberlik ahlakının gereği olarak söylenmiş sözlerdi. Ancak o, yine de bir insan olarak Hz. Aişe´yi yalanla madığı gibi doğrulamamışti da. Çünkü o, gerçeğin er geç ortaya çıkacağını biliyordu.

Bu olayda da, yalan ve günah sözler vesilesi ile Allah tara fından imtihan edilen Hz. Peygamberin yüksek prensiplerini görmekteyiz. O, alelacele hanımına gidip ithamda bulunmuyor ve ona eziyet etmiyordu. İnsanın öfke, ya da şüphe anında yapacağı kötülükleri yapmıyordu. Aksine o, bu öfkesi anında bile hanımının suçsuz olacağı görüşüne meylederek öfkesini tu tup sabrediyor, hanımım suçlama yoluna gitmiyordu.

Hz. Peygamber, bütün her şeye rağmen bu olaydan dolayı üzülüyor ve bu üzüntüsünü de açığa vuruyordu. Fakat Aişe´ye dedikoduyu anlatmayı düşünmüyor, onun temize çıkmasını bekliyordu. Böylece iftira fırtınası dinecek, kara bulutlar dağı lıp gidecekti. Fakat Aişe (r.a) olayı Öğrenmişti. Ancak halk ara sında cereyan eden durumlardan habersizdi. Onların neler söy lediklerini bilmiyordu. Hz. Peygamber iftiracıların yalancı ol duklarını ilan ederek fitne ateşini söndürmüştü. Temiz bir ço cuk mesabesinde olan Hz. Aişe, hakkında günahkarların ve Al lah´ın Kitabı´nda lanetlenen iftiracıların söyledikleri sözleri duymuştu. Cenab-ı Allah o iftiracıları lanetlerken şöyle buyur muştur: "O namuslu, bir şeyden habersiz, inanmış kadınlara zina isnad edenler dünyada da, ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır." (Nur: 23) Vefakar ve hiçbir şeyden haberi olmayan Hz. Kbu Bekir´in kızı ve Hz. Peygam berin zevcesi olan Hz. Aişe´ye zina isnad etmekten daha büyük bir günah var mıdır?!

Hz. Peygamber, bu arada yakın arkadaşlarıyla istişarede bulundu. Hepsi de iftiracıların sözlerini yalanladılar. Hz.Pey-gamberin istişarede bulunduğu Hz. Ömer, şöyle demişti: "Ey Allah´ın Resulü! Sen temizsin. Allahü Teala seni pisliklere ka­rıştırmaz. "

Hz. Peygamber kendi akrabalarından da iki yakınına danış mıştı. Bunlar, Üsame bin Zeyd ile Ali bin Ebi Talib´ti. Üsa-me, Hz. Aişe hakkında iyi şeyler söyledi. Onun hakkında itmi nan ve rahatlık müjdeleyen sözler sarfetti.

Hz. Peygamberin hakkında: "Sizin en iyi hüküm vereniniz Ali´dir" dediği Hz.Ali ise ne övücü, ne de itham edip yalanla-yıcı sözler sarfetmedi. Hz. Aişe´ye hücum edici bir tavır takın madı. Kuvvetli bir cevap verdi tarafsız davrandı.

Gerçekten de Hz. Peygamberin kalbindeki şüpheyi izale et mek için en iyi yol, Hz. Ali´nin tutmuş olduğu yoldu. O şöyle de mişti: "Ya Resulullah! Şüphesiz dünyada senin için kadın yok değildir. Gerektiğinde Aişe´nin yerine başka bir kadınla evle nebilirsin."

Kuşkusuz bunlar kocasını ihlasla seven bir kadının hoşuna gitmeyecek sözlerdi. Bu sözler, her ne kadar mü´minlerin anne si Hz JVişe´nin kalbini olumsuz yönde etkilememişse de, Ali´nin yargıdaki tarafsızlığını te´yid etmekte ve sözlerini kabule şayan kılmaktadır. İşi iyice araştıran bir hakem durumundaki Hz. Ali şöyle demişti: "Ya Resulullah! sen bu durumu cariyene sor. O seni rahatlatacak olan doğru sözleri söyleyecektir." Böylece tahkikat ilerlemeye başlamıştı. Hz. Peygamber» Berire ismin­deki cariyeye sordu. O da Hz. Peygamberin kalbini rahatlata cak sözler söyledi. Böylece içindeki şüphe bulutları dağılmaya başlamıştı. Berire şöyle demişti: "Vallahi ben, Aişe hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Onu hiçbir şeyle ayıpla mam. Ancak ben daha önceleri hamur yoğur urdum ve Aişe´ye hamurun başında beklemesini söylerdim. Fakat ben gittikten sonra o uyuyakalır, öte taraftan koyunda gelip hamuru yer ve giderdi."

Bu sözler üzerine her ne kadar tam değilse de Hz. Peygam ber biraz rahatlamıştı. Berire´nin, Hz. Aişe için söylediği uy-kuculuk vasfı, yalancı günahkarların yaydıkları kötü yaygara-nm sebeplerinden birini teşkil etmekteydi. Uykuculuk koyunun gelip Jîerire´nin hamurunu yemesine sebep teşkil ettiği gibi, if tiracı günahkarların suçlama kapısını açmaları için de bir se-beb teşkil edebilirdi.

Berire´nin yeminle, Hz. Aişe´nin suçsuz olduğunu söyleme sinden sonra, Hz.Peygamber dünyada ve ahirette en çok sevdi ği zevcesi Hz. Aişe´nin yanına gitti. Onun korkmaması gerek tiğini ve onu terketmeyeceğini ima eden sözler söyledi: "Ey A işe!a insanların söyledikleri sözlerden haberin olmuştur. Sen Allah´tan sakın! Eğer kötü bir şey yaptıysan Allah´a karşı tevbe et! Çünkü Cenab-ı Allah kullarının tevbesini kabul buyurur."

Peygamber efendimizin bu sözleri karşısında, ağlamakta olan Hz. Aişe´nin gözlerindeki yaşlar kurudu. Çünkü o kendisi ne karşı az da olsa soğuk davranan Hz. Peygamberin bir hoş nutluk haline döndüğünü görmüştü. O ihtiyatlı ve şartlı bir rı zayı değil, mutlak bir hoşnutluğu bekliyordu. Sevgili Resulün kendisine iyi davranmamasını ve iftiraları kesinlikle reddetme sini ümit ediyordu. O çocuk durumundaki temiz ve iffetli mü´mine, gözlerini etrafa gezdirerek Hz.Peygambere cevap ve recek birini aradı. Kainatta en çok sevdiği Hz. Peygamber, ifti raları reddedici, kendisinin de suçsuzluğunu ispatlayıcı kesin bir söz söylememişti. Babası Ebubekir´le anası da Peygambere herhangi bir cevap vermemişlerdi. Etrafında itham fırtınaları esen suçsuz bir insanın hayret ve şaşkınlığı içindeydi. Her ta raftan itham oklarına maruz kalmıştı. Bu durumda kendisini Allah´ın hükmüne teslim etti. Ondan başka herkesten umudu nu kesmişti. Kur´an-ı Kerim´in, kendisinin suçsuzluğunu ispat layıcı bir hüküm getireceğini de zannetmiyordu. Kendisinin bu makama erişemeyecek kadar küçük bir insan olduğunu düşü nüyordu. Fakat onun Allah katındaki makamı çok büyüktü. O Allah´ın hükmünü bekleyerek itminan içinde sabretmiş ve suç suzluğunu Allah´ın duyurmasını bekleyip, olanlara boyun eğ mişti. Nihayet, suçsuzluğunu gösteren ayet-i kerimeler nazil olunca çok sevindi. Onun hakkında yiice Allah şöyle buyurmuş tu: "Muhammed´in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın. Aksine o, sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı gü-nah(ın cezası) vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır. Onu işittiğiniz zaman inanan erkek ve kadınların kendiliklerinden güzel zanda bulunup da, "Bu, apaçık bir ifti radır" demeleri gerekmez miydi1? Dört şahit getirmeleri gerek mez miydi? işte bunlar, şahit getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır. Allah´ın dünya ve ahirette size lütuf ve rahme ti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan dolayı büyük bir azaba uğrardınız. Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağ zınıza alıyordunuz ve onu önemsiz bir şey sanıyordunuz. Oysa Allah katında önemi büyüktü. Onu işittiğinizde: "Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa bu büyük bir iftiradır" deme-niz gerekmez miydi? Eğer mümin kişilerseniz Allah buna ben zer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder. Allah size ayet lerini) açıkça bildirir. Allah bilendir, hikmet sahibidir, ina nanlar arasında hayasızlığın yayılmasını isteyenler için dün yada da, ahirette de acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmez siniz. Allah´ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı ve Allah çok şef katli ve merhametli olmasaydı (bu iftiranızdan dolayı büyük bir azaba uğrardınız! Ey inananlar, şeytanın adımlarını izle meyin. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki o, hayasızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer size Allah´ın lütfü ve rahmeti olmasay dı, hiçbirinizi ebediyen temize çıkarmazdı. Fakat Allah diledi ğini temize çıkarır. Allah işitendir, bilendir, içinizden lütuf ve servet sahibi kimseler, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolun da göç edenlere (bir şey) vermemeye yemin etmesinler. Affetsin ler, geçsinler. Allah´ın sizi bağışlamasından hoşlannîaz mısı nız? Allah bağışlayan, esirgeyendir, iffetli, habersiz, mü´min kadınlara zina isnat edenler dünyada da, ahirette de lanetlen mişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır. O gün (kıyamette) dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şahitlik edecektir. O gün Allah, onlara hak (ettikleri) cezalarını tam verir ve onlar da bi lirler ki, Allah, apaçık haktır. Kötü kadınlar kötü erkeklere; kö tü erkekler de kötü kadınlara; iyi kadınlar iyi erkeklere; iyi er kekler de iyi kadınlara (meyleder). Bunlar (Peygamber, Aişe ve Safvan), onların dediklerinden uzaktırlar. Kendilerine (Al lah´tan) bir mağfiret ve cömertçe bir rızık vardır" (Nur: -26)

îşte îfk Olayı bundan ibarettir. Bu konuda nazil olup Hz. Ebubekir (r.a)in kızı ve mü´minlerin annesi Hz. Aişe´nin suç suzluğunu gösteren ayet-i kerimelere bakalım. Bu ayet-i keri meler, öncelikle kötülüğün toplumda insanların basit sandığı fakat aslında büyük günah olan şeylerden kaynaklandığına işaret etmektedir. Çünkü şer, kötülük ve günah, sonuçları ba kımından basit olmayan şeylerdir. Bunlar toplumu çözüntüye uğratıp toplum içersinde edepsizliği yayarlar. Rezillikler önem senmez, dolayısıyla cemiyet içinde erdemli olmayan bir kamuo yu oluşur. Rezaletler ve kötülükler de fasid kamuoyu içinde ürerler. Bu sebeple Kur´an-ı Kerim, insanlara emr-i bilma´ruf ile nehy-i anil-münker´in vacib olduğunu vurgulayarak belirt miştir ki, fazilete dayalı, reziletten uzak ve aynı zamanda fazi leti teşvik edip rezillikleri bertaraf eden erdemli bir kamuoyu oluşsun.

îkinci olarak bu ayet-i kerimeler, zina hususunda yapılacak suçlamanın ancak dört şahitle gerçekleşeceğine işaret etmekte dir. Aksi takdirde zina isnadı hususunda söylenen sözler, söyle yenin sosyal mevkii ne olursa olsun, Allah katında yalan sayı­lacak, bu yalanları söyleyenler de iftira haddine çarptırılacak tır.

Üçüncü olarak bu ayet-i kerimeler, zalim kimsenin işlediği suçun cezasını çektiği takdirde, ayrıca zulme uğratılamayacağı-nı ve daha önce kendisine verilmekte olan yardımlardan mah rum bırakılamayacağını göstermektedir. Nitekim Hz. Ebube-kir, kızı Aişe´ye iftira eden Mistah´ı daha önce yardım ettiği halde bilahare bu iftirasından dolayı yardımından mahrum bı rakmıştı. Oysa Cenab-ı Allah, bu gibi kimselerin, cezalarını çektikten sonra Önceden yapılmakta olan yardımdan mahrum bırakılmalarını yasaklamaktadır. "Sizden fazilet ve servet sahi bi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (bir şey) vermemeye yemin etmesinler, affetsinler,

geçsinler." (Nur: 22)

Bu ayet-i kerime iki hususa işaret etmektedir: a- Günahkarlara ve asilere zekat verilmesi caizdir. Bazı fı-kıhçılar bu konuda hata etmişlerdir. Çünkü onlar, bir takım cü rümleri işleyen kimselere zekat verilmeyeceğini söylemişlerdir. Halbuki asi ve günahkar kimselere zekat verildiği takdirde, on ların kalbleri takvaya yaklaştırılmış olur. Onlara katı davran mak, daha fazla suç işlemelerine neden olur. Bağış ve ihsan,ne-fisleri yumuşatır. Bu gibi kimseler yaşan-tılannın, toplum için de ve toplumla birlikte olması halinde, rahata daha yakın ola cağını hissederler.

b- Kabalık, katılık ve suçluluk halinde bağış ve ihsanda bu lunmak, suçluyu iyiliğe yaklaştırır ve faziletten uzaklaşmasına engel olur. Sadaka ve zekat, isyan ateşini söndürerek Allah´ın rahmet ve mağfiretine sebep olur. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "Allah´ın sizi bağışlamasını sezmez misiniz?" Resu-lullah (sav) efendimiz de: "Sılayı rahim yapan, karşılıklı ziya ret ve iyilikte bulunan değildir. Aksine sılayı rahim yapan, bağ ların koparılması halinde ziyarette bulunan kimsedir." buyur muştur. Ayrıca bu ayeti kerimeler Hz.Peygamberin zevceleri nin mutlak surette temiz ve iffetli olduklarını göstermektedir. Çünkü kötü kadınlar kötü erkeklere; iyi kadınlar da iyi erkek lere meylederler. Bu, Cenab-ı Allah´ın kendi yaratıkları içinde tatbik edegeldiği bir konudur. Şimdiye kadar Firavun´un, Kur´an-ı Kerim´de hayırla yadedilen zevcesinden başka bu ka nuna aykırı bir şahsiyet görülmemiştir. Çünkü bu iffetli ve mü´mine kadın, Allah´ın yaratıklarının en şerlisi ile bir arada evlilik hayatı yaşamıştır. Aynı şekilde Nuh ile Lut´un zevceleri de bu temiz ve şerefli peygamberlerin nikahlarında bulunup bunlarla birlikte hayat sürmüşlerdir. Bunlarla ilgili olarak Ce nab-ı Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah, inananlara da Fi-ravn´ın karısını misal gösterdi. O şöyle demişti: "Rabbim bana yanında, cennetin içinde bir ev yap, beni Firavn´dan ve onun (kötü) işinden uzak tut ve beni şu zalimler topluluğundan kur tar!" (Yine Allah, inananlara) îmranın kızı Meryem´i de (misal verdi). O ki ırzını korudu, biz de on(un rahmin)e ruhumuzdan üfledik. O Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönül­den itaat edenlerden oldu" (Tahrim-11-12)

Bu iki ayet-i kerimeden önce de Cenab-ı Allah şöyle buyur muştur: "Allah inkar edenlere, Nuh´un karısı ile Lut´un karısı nı misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikahı) altında idiler. Onlara hıyanet etiler. Kocaları, Allah´tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Onlara): "Haydi, girenlerle be raber siz de ateşe girin" denildi." (Tahrim: 10)


Konu Başlığı: Ynt: İfk Olayı
Gönderen: Ceren üzerinde 30 Aralık 2020, 03:52:37
Esselamu aleyküm.rabbim bizleri iftiranın her türlüsü den korusun.binler rahmet hz.aise annemizin üzerine olsun.rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...


Konu Başlığı: Ynt: İfk Olayı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 31 Aralık 2020, 05:00:25
Aleyküm Selâm. Rabb'im bizleri razı olmadığı her türlü kötü hallerden uzak eylesin inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: İfk Olayı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 01 Ocak 2021, 16:39:11
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun