๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 12 Aralık 2009, 23:34:06



Konu Başlığı: Heybeti
Gönderen: Sümeyye üzerinde 12 Aralık 2009, 23:34:06
Heybeti


Zelilce olmayan tevaazuuyla birlikte Peygamber Efendimiz´in kalplere saldığı bir heybeti vardı, Allah tarafından alemler için el çi seçilen Peygamber Efendimiz´in heybeti diğer insanların hey betinden çok daha şiddetliydi. Fazla heybet sahibi olduğunu bildi ğinden ötürü tevazu gösterirdi. Bu tevazu ile insanlara lutufkâr muamelede bulunurdu. Heybetle alçakgönüllülüğünün kaynağı birdi. Heybetle tevazu özdeşleşmişti. Ancak güçlü şahsiyet sahibi kimseler alçalmadan tevazu gösterirler. Böyieleri yapıp yapma dıkları işlerde ezikliğe kapılmadan tevazu gösterirler.

Peygamber Efendimiz´in sahabeleri arasında oturuşunu anla tanlar O´nun heybetinin yüksekliğine, vakarının ve davranışının güçlülüğüne işaret ederler. Peygamber Efendimiz´in bulunduğu mecliste ağırbaşlılık hüküm sürerdi. Konuşmaya izin vermediği zaman kimseler konuşamazdı. Sustuğunda meclis arkadaşları da susarlardı.O´nun sözünün dışına çıkmaz, iradesinin uzağında kal mazlardı. Ama O tevazu ve itmi´nanı asla elden bırakmazdı. Çoğu kez kendisiyle konuşanlara yakın olmak için yanlarına gidip otu rurdu. Onları doğru yola iletmek isterdi. Kadınlar bulunduğu yer de oturdukları zaman bazen ileri geri konuşur, kaba sözler ederler di. O, bakışlarıyla onları susturmaya kadir olduğu halde konuş malarına engel olmaz, onları susturmazdı. Yine günün birinde ba zı kadınlara irşaatta bulunmaktaydı. Kadınlar sözünü keserek ba zı sorular yöneltiyorlar ve yüksek sesle konuşuyorlardı. O esnada Ömer (ra) içeriye girdi. Kadınları, peygamber efendimizin sözünü keserek sorular yönelttiklerini ve bağrıştıklarını gördü. Fakat ka dınlar, Hz. Ömer´in içeri girdiğini görünce sustular. Susmalarını gören peygamber efendimiz dişleri görünecek şekilde tebessüm buyurdu. Ömer: "Allah seni hep güldürsün ya Resulullah niçin gü lüyorsun?" diye sorunca o şerefli, merhametli ve şefkatli resul şu cevabı verdi: "Bu kadınlar sen gelmeden Önce bana karşı yüksek sesle konuşup bağrışmaktaydılar. Seni görünce sustular."

Ömer: "Ey nefislerinin düşmanları olan kadınlar! Resulul-lah´tan korkmuyorsunuz da benden mi korkuyorsunuz?!" diye on lara çıkıştı. Kadınlardan biri: "Ama sen katı ve kabasın ey Ömer!" dedi. Bu sekide konuşan kadını Resulullah (sav) susturdu ve o güç lü heybetli insanın, yani arkadaşı Ömer´in katı yürekli olmadığım ifade ederek şöyle dedi: "Hayır! Şeytan Ömer´in geçtiği yollarda yürüyemez!"

Hz. Ömer, Peygamber efendimizden daha heybetli değildi. Bilâkis peygamber efendimiz hem heybetli, hem de sevimliydi. Fa kat o kalplere nüfuz ederdi. Heybetini korkunç hale getirmezdi. O, insanlara doğru you gösermek için heybetliydi. Hem heybetliyken, hem mütevazi iken gayesi irşattan başka bir şey değildi. Bi´setinin başlangıcında heybetine dair aktarılan haberler çeşitlidir. Bu hu susta çeşitli olaylar aktarılmıştır, ama peygamber efendimiz bu heybetim çok nadir kullanmıştır. Maksadı da, insanların yaptığı İslâm devletine icabet etmeleriydi. Davetine hem heybeti, hem de rağbeti katardı. Amaç, kıyamet gününde Allah´ın rızasını kazan maktan başka bir şey değildi. Fakat şirkin önderleriyle karşılaştı ğı ve görüştüğü zaman onların ilâhi gazaba sebep olarak istihzala-rıyla karşılaştığında onları, Allah´ın azabıyla başbaşa bırakırdı. Ondaki kuvvet, ilâhi bir heybetten doğuyordu. Buna ilişkin iki olayı anlatacağız:

1- Anır bin As´ın rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) efendi miz günün birinde Kâbe-i muazzamayı tavaf ediyordu. Kureyşten bazı kimseler Kabe´nin çevresinde oturmaktaydılar. Tavaf esna sında Peygamber efendimiz yanlarından geçtikçe O´na laf atıyor lardı. Rahatsız olduğu yüzünden anlaşılıyordu. Bu saygısızlıkla rını, peygamber efendimiz tavafın yedi şavtanı tamamlayıncaya kadar sürdürdüler. Tavafı tamamladıktan sonra onlara dönerek sağlam bir azim, kuvvetli bir iman ve heybetle şöyle dedi: "Ey Ku-reyş topluluğu! Yüzler çirkin oldu. Burunlar yere sürüldü. Ben si ze Ölüm getirdim!" Bunu, ya da buna benzer sözleri söyledi. Onun bu sözleri Kureyşîileri ürküttü ve paniğe düşürdü. Böyle dedikten sonra hepsi de ona güzel sözler söylemeye ve gönlünü almaya baş ladılar: "Ey Ebal Kasım, rahat ve bereket içinde yoluna devam et. Biz senden asla kötülük görmedik".

Hiç kuşkusuz ondaki bu insani heybeti, alemlerin rabbi kendi sine bahsetmişti. Dolayısıyla ayırıcı özelliklerden biri de heybe tiydi. Onun Kureyşlilere yapmış olduğu tehdit; güçlü, kuvvetli ve heybetli bir kimseden sudur ettiği için müşrikleri etkilemiş, onla rı ürkütmüştü.

2- İnsanlar içinde Peygamber efendimize en çok taşkınlık eden, Amr bin Hişam´dı. İslâm tarihi ona hakettiği Ebu Cehil unvanını vermiştir. Şerefli bir kimse olmadığı için ağzına geleni söylerdi. Kötülük yapmasını engelleyecek yüksek bir ahlâkı da yoktu. Yü reğine çöreklenmiş bulunan kini onu ileriye itiyordu. Peygamer efendimiz,insanlarm Muhammedi davete karşı şefkat duyguları nı harekete geçirmek için onun kötülüklerine ve taşkınlıklarına sabrediyordu. O tağutu, şerre yönelme halinde kendi haline bıra­kıyor ve zorbalığına sabırla direniyordu.

Araplardan birinin Ebu Cehil´de alacağı vardı. Ebu Cehil, adamın borcunu ödemekte gecikiyor, ödemek istemiyordu. Öde mediğini gören alacaklısı, Mekke´nin önde gelen Ebu Cehil benze ri kimselere başvurarak yardımlarını istedi. Onlar da işi alaya alarak alacaklıyı Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v. )´e havale etti ler. Adamcağız, Peygamber efedimizin yanına giderek yardımını istedi. Peygamber efendimiz de onunla birlikte Ebu Cehil´in evine gitti. Kapıyı vurdu. Ebu Cehil sarsıntı ve ürküntü içinde kapıya çıktı. Muhammed´in azminin verdiği korkudan dolayı her tarafı titriyordu. Peygamber efendimiz ona: "Adamın borcunu öde" dedi. Ebu CemTdeki cahiliyet mütekebbirliği alçalmaya başladı. Zillet gösterip boyun eğdi. Hor ve hakir bir şekilde boyun büküp adamın borcunu ödedi. Böylece emsalleri olan müşrikler arasında gülünç duruma düştü. Peygamber efendimiz kendisinin heybetinden ür ken kimselerin korkusunu hafifletirdi. Günün birinde yanına bir adam gelmiş, onun heybeti karşısında titremeye başlamıştı. Pey gamber efendimiz ona: "Kendine gel ben bir hükümdar değilim. Sadece Kureyş kabilesine mensup, ekmek yiyen bir kadının oğlu yum".

Ebu Hüreyre´den rivayet: "Peygamber (s.a.v.) efendimizde bir likte pazara gittik. O bir kaç don satın aldı. Terazi başında duran adama da: "Tart ve tartının hakkını ver" dedi. Böyle deyince tacir, Peygamber efendimizin eline atılıp öpmeye başladı. O´da elini geri çekti ve şöyle dedi: "Bu, Acemlerin kendi hükümdarlarına yaptık ları bir muameledir. Oysa ben hükümdar değilim. Sadece sizden biriyim." Böyle dedikten sonra satın aldığı donları teslim aldı. Ben taşımak için elinden almak istedim. Bana şöyle dedi: "Bir şey satın alındığı zaman sahibinin onu taşıması gerekir."

İnsanların çok azında tevazu ile heybet bir arada bulunur. Ab dullah oğlu Muhammed (s.a.v.), heybetin en yüksek derecesine ulaşmıştı. Aynı zamanda tevazu derecelerinin de en yükseğine ulaşmıştı. Bu tevazu nedeniyle ihtiyaç sahiplerine ve zaaf içinde bulunan kimselere yanaşır, zayıf ile ünsiyet kurar, ihtiyaç sahip leri de ihtiyaçlarını gidereceğini kendisinden umarlardı.

Büyüklük taslayanların çoğu, zafiyet hisseden ve kendilerinde şahsi iktidar bulamayan kimselerdir. Bunlar heybetlerini kulla nır, büyüklük taslayarak zaaflarını örtmeye çalışırlar. İnsanları ezip sırtlarından geçinmeye gayret ederler ki, eksiklerini gidersin ve zaaflarını hafifletsinler; ya da kaynağı servet olan yapay hey betler yaratırlar. Oysa malları ve servetleri ellerinden gidince heybetleri de gider. Heybetlerinin kaynağı belki de makam ve mevkidir. Bununla üstünlük taslarlar. Oysa makam ve mevkile-rinden düşürüldükleri zaman, küçülür ve silinirler. Fakat Cenâb-ı Allah´ın kendilerine bahşetmiş olduğu fazilet ve manevi kuvvete dayanırlar. Böyleleri yapmacık heybete, insanlara karşı üstünlük taslayıp taşkınlık yapmaya gerek duymaz ve insanları ezip hor görmezler.

İlimden, ahlâktan ve faziletten kaynaklanan fıtri heybet ile te vazu, aynı ağacın iki dalı gibidirler. Bunlar ile tevazu asla birbir lerinden ayrılmazlar. Çünkü fıtri heybet, sun´i gıdaya muhtaç de ğildir. Bilâkis bu türde olan heybet, sahibinin mütevazi olmasını da gerektirir ki sahibi, insanlarla ülfet etsin ve sosyal olgunluğa erişsin.

Af ve Müsamaha s

Af ve müsamaha, selim kalpten ve yüce ahlâktan kaynaklanır. Allah hem kendisinden, hem babasından razı olsun Aişe anamız, Peygamber (sav) efendimizin ahlakıyla ilgili olarak şöyle buyur muştur: "Onun ahlâkı, Kur´an idi" Peygamber efendimiz Kur´anm hidayetini tatbik etmiş, onun yoluna tabi olmuş, asla sapmamış ve doğru yoldan dışına çıkmamıştır. Çünkü yüce Allah O´na şu emri vermişti:

"Affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme " (Araf: 199)

Yine Peygamber efendimiz, Cenâb-ı Allah´ın şu kavli şerifine kulak vermişti:

"iyilikle kötülük bir olmaz (sen, kötülüğü) en güzel olan şeyle sav. O zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmalık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir ." (Fussılet: 34)

Cenâb-ı Allah bi´setten önce peygamber efendimizi risalete ha zırlamıştı. İnsanların hatalarım bağışlar, yanlışlıklarını görmez den gelirdi. Af ve müsamaha, ancak kin ve öfkeden arınmış olan bir kalpte bulunur. İnsanları hakka yöneltmeye çalışan bir kim­senin ileriye doğru bakması, geriye yönelmemesi gerekir. Kin ve öfkeye iltifat etmemesi icab eder. Herkesin durumuna göre muhasebe etmesi gerekir. Aksi takdirde geriye doğru gider. Gelecekte yapması gereken işleri düşünemez olur. Mazide kalan rahat sızlıklarından kaynaklanan öfkesini dindirmeyi düşünür. İnsan ları hakka davet edici risalet görevini üstlenen kimse, kendisini hazırdaki durumu düşünmekten alıkoyan gerici değildir. Bilakis böyleleri gelecek için hazırlık yapmaya çalışır.

Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.)´i, Rabbi en güzel bir şekilde terbiye etmişti. En büyük hidayet yolunu ve en kuvvetli risalet yü künü omuzlaması için Rabbi onu yaratmıştı. Onu güzel bir ahlak ile terbiye etmişti. Gönlü her zaman Cenab-ı Allah´ın kendisi için hazırlamış olduğu hak davetini omuzlamaya hazırdı. Kendini bu yola adamıştı. Kalbinde sakladığı bir kini yoktu. Risalet görevini en mükemmel bir şekilde tebliğ etmeye kendini vermiş; bunu ken di nefsi için kaçınılmaz bir görev bilmişti. Kin ve öfke, ruhunu meşgul etmemişti. Kalbi, düşmanca duygularla dolmamıştı. Gö ğüslere ve kalplere takılan kin dikenleri, insanı çalışmaktan ve salih amel işlemekten alıkoyar; insanlarla onların bağlantısını bozar, aralarına düşmanlık fikirlerini yerleştirir. Oysa Allah´ın peygamberi, kinle meşgul olmaktan çok daha yüksek mevkilerde bulunmaktaydı.

Allah tarafından risaletle görevlendirilmeden önce Peygamber Efendimiz işte bu vasıfta ve bu konumda idi. Bütün hayatı boyun ca cahili kinle uğraşmadığı bilinmektedir. Düşmanca duyguları etrafa saçmamıştır. Aksine o risaletinin son zamanlarında da tam bir müsamaha ve affı ilan ediyordu. Peygamberlere yakışan güçlü bir azimle şöyle diyordu:

"Bilesiniz ki cahiliyetten kalma kan davaları kaldırılmıştır, ilk kaldırdığım kan davası, amcam Abdulmuttalib oğlu Haris´ir, kan davasıdır?´

Bi´setten sonra da kin ve düşmanlığa meydan verecek açıkları kapatmaya son derece özen gösteriyordu. Halk arasında koğucu-luğu, -doğru da olsa- laf gezdirmeyi yasaklayarak bu amacını gerçekleştirmişti. Sahih hadisde sabit olduğuna göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Hiçbiriniz, başka birinizin söylediğini bana ulaştırmasın. Ben selim bir kalple aranıza çıkmak istiyorum. " [1]

Son derece affedici ve müsamahakar olduğundan, böyle olmayı sevdiğinden dolayı kendisini ilgilendiren bir haksızlık ve saygı sızlık karşısında hiç kimseyi kınamamıştır. Resulüllah (s.a.v.)´in hizmetkarı Enes bin Malik konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Allah´a andolsun ki Resulüllah, yaptığım hiçbir şey içinniçin böyle yaptın, yapmadığım birşey için de niçin böyle yapmadın de memiştir."

Yine sefer ve hazar halinde ona hizmet etmiş olan Enes (r.a.) şöyle der:

"Resulüllah (s.a.v.), insanların en güzel ahlaklısı idi. Bir iş için beni bir yere göndermek istedi. Ben de gitmem dedim. Ama kal bimde, Resulüllah´m emretmiş olduğu yere gitme düşüncesi var dı. Dışarı çıktım; pazarda oyun oynamakta olan çocukların yanı na vardım. Bir de baktım ki Resulüllah (s.a.v.), arka taraftan ge lip kafamı tutmuş, kendisine baktığımda gülüyordu ve "Ey Enes-cik, sana emrettiğim yere gittin mi?" diye sordu. Ben de "Evet gidi yorum Ya Resulüllah" diye cevap verdim."

Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.)´in hizmetkarı Enes, kendisi ne emredilen işi yapmak üzere yoluna devam edip gitti. [2]

Peygamber efendimizin nübüvvet haberleri arasında şüphesiz bu haber, küçük görünmektedir. Ama mana bakımından büyük tür. Bu haberde Peygamber efendimizin müsamahakarlığı ve ah laki yüceliği görünmektedir.

1. Kendisine karşı inatçılık eden hizmetçisini affedip asiliğini müsamahayla karşılamıştır. Zahiren emrini reddeden Enes´i kı namamış ve azarlamamıştır. Bu asiliği nedeniyle onu sorgulama-mış, bilakis onu kendi takdiriyle başbaşa bırakmıştır. Bu işi kendi rızasıyla yapmasını beklemiştir.

2. Güzel af ve müsamahakarlığının, Enes´in gönlünde ne gibi sonuçlar doğurduğunu öğrenmek için, Enes´in peşine düşerek onu izlemiştir. Müsamaha ve toleransı ile Peygamber Efendimiz gö nülleri bir güneş gibi aydınlatmıştır. İnsanları zorlamadan, sıkış tırmadan öfke ve gazapla kalplerini kilitlemeden, onlara kardeş çe davranmıştır.

3. Emrine karşı gelen Enes´e öfkelenmemekle yetinmemiş, ay nı zamanda kendisiyle şakalaşmış ve kafasını avucuyla tutmuş; sonra da şakalaşarak ey "Enescik" diye seslenmiştir. "Enescik" di yerek onu nazlandırmak istemiştir. Halbuki Enes kendisine karşı gelmiş ve buyruğunu reddetmişti.

Sonra da müsamaha ve affın; zahiri davranışlardan yola çıka rak sorguya çekilmekten vazgeçmenin zaferini ilan edercesine şöy le demiş:" Sana emrettiğim yere gittin mi?"

Bu nübüvvetin olgunluğunu ve yolunu kaybedip ürkmüş nefis leri hakka davet eden peygamberi ahlakın yüceliğidir. Görüldüğü gibi af ve müsamaha ile insanlara yaklaşarak ünsiyet peyda etmiş tir.

Yine aynı Enes şöyle diyor: "Peygamber Efendimizle birlikte yolda yürümekteydim. Üzerinde kaba astarlı bir aba vardı. Arabi-nin biri onu yakalayarak abasının ucunu tutup şiddetle çekti. Ara bi abasını çekmekte iken ben Resulüllah´ın omuzuna baktım. Aba nın yaka kısmı omuzunu kızartmıştı. Sonra Arabi şöyle dedi: "Ey Muhammedi Adamlarına emret de senin yanında bulunan Al lah ´m malından bana versinler." Peygamber Efendimiz arabiye dönüp gülmeye başladı. Sonra da ona yardımda bulunmaları içiı ilgililere emir verdi."

Peygamber efendimizin bu af ve müsamahakarlığı bi´setinden önce de vardı. Şahsına şiddetli eziyet verdikleri zaman da böyle davranırdı. Kureyş´in şiddetli baskı ve eziyetlerine karşı yumuşak sözlerle karşılık verirdi. Eziyete karşı müsamahakarlıkla karşılık ta bulunurdu. Bu hali ile Cenab-ı Allah onun vasıtasıyla dilediği kullarını hidayete erdiriyordu. Eğer af ve müsamahakarlığı esas olmasaydı, Lut peygamberin dilediği gibi kavmine bela ve musibet gelmesini Allah´tan isterdi. Nuh (a.s.) rabbine şöyle niyazda bulun muştu:

"Rabbim, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve yalnız ahlaksız ve nankör (insanlar) doğururlar." {Nuh 26-27)

Fakat Cenab-ı Allah peygamberlerin bazısını bazısına üstün kılmıştır. Her ümmetin bir peygamberi vardır. Bu peygamberlerin ahlakı, ümmetini hidayete ve doğruluğa iletmeye elverişli bir ah lak olmalıdır.

Rivayet olunduğuna göre Kureyşliler peygamber efendimizi ya lanlayıp ona aşın derecede eziyet verdiklerinde Taife giderek Sa-kif kabilesine sığınmıştı. Fakat Sakif kabilesinin Önde gelen adamlan, ayak takımlarını kışkırtarak Peygamber efendimize saldırt-mışlardı. O esnada Cebrail (a.s.) gelerek kendisine şöyle demişti: "Doğrusu Cenab-ı Allah kavminin sana karşı cephe alışını ve sana kötülükle mukabelede bulunuşunu görüp işitmiştir. Bunun için de dağların meleğine, senin emrine girmesi için buyruk vermiştir."

Bunun üzerine dağların meleği Peygamber efendimize seslene rek: "Dilediğin gibi bana emir ver, dilersen Ahşebeyn (Mekke-i Mü-kerreme´yi çevreleyen iki dağ) dağlarını kaldırır, bu kavmin üzeri ne bırakırım"

Ali cenab ve müsamahakar Peygamberimiz Cenab-ı Allah´a şöyle dua etmiştir: "Allah´ım milletimi bağışla. Çünkü onlar bil miyorlar. "

îbn El-Münkedir´in anlattığına göre Cebrail (a.s.), Peygamber (sav)´e şöyle demiştir: "Doğrusu yüce Allah göklerle yere ve dağla ra, sana itaat etmeleri için emir vermiştir."

Peygamber efendimiz: "Belki Cenab-ı Allah tevbelerini kabul eder umuduyla onlara beddua etmeyi erteleyeceğim" demişti.

Peygamber efendimizin af ve Özverisi, kendisine eziyet eden, kendisiyle savaşan, her türlü baskı ve işkence yöntemini kullanan ve çeşitli tuzaklar kuran kavmini affederken görülmüştür. Zalim ve işkenceci kavmine karşı kuvvetli bir zafer elde ettiğinde onları bağışlamıştı. Cenab-ı Allah´ın başarılı kılması sonunda Mekke-i Mükerreme´yi fethettiğinde Kureyş topluluğuna seslenmişti. Kendileri muzaffer olsalardı, şahsına ve müminlere karşı neler yapacaklarını düşünmemiş, aksine kendisi gibi yüce bir şahsiye­tin onlara nasıl davranması gerektiğini ve gönüllerini hoş tutup kalplerindeki kini gidermek için nasıl muamelede bulunmasının icab ettiğini düşünmüştü. Bu düşünce içinde yeri gelmiş bir dost luk havasına bürünerek onlara şöyle demişti: "Size ne yapacağımı sanıyorsunuz?" Onlar da: "Şerefli ve alicenap bir kardeş şerefli ve alicenap kardeş oğlu! Senden sadece hayır yapacağını bekliyoruz" demişlerdi. Bunun üzerine kendisi de şöyle demişti: "Kardeşim Yusuf un, kardeşlerine dediğini size söylüyorum: Bugün size kı nama yok, Allah sizi bağışlar; o merhametlilerin merhametlisi-dir! Gidin bakalım artık serbestsiniz."

Islamiyette yeni bir dönemi karşılamak için bu sözüyle gönül-lerdeki kin ve düşmanlıkları sona erdirmiş, düşmanca duyguları kulak ardı etmişti.

Hak yoluna davet eden kimsenin, nefsini iki şeyden arındırma sı gerekir:

1. Daha önceleri insanların kendisine yaptıları eziyetlerden haksızlık ve kötülüklerden doğan acı ve kederleri kalbinden çıka rıp atmalıdır. Onlara kötülükle mukabelede bulunmamalı, kal bini intikam duygularıyla doldurmamalıdır. Haklı da olsa, elden alınmış bir hakkı geri almak için de olsa, öc alma duygusunu gön lüne yerleştirmemelidir. Bunun çaresi de, insanın geçmişteki kö tülükleri unutması ve düşmanlarına müsamahayla karşılık ver mesidir. Unutmanın yegane yolu budur. Geçmişteki kötülükleri affetmek, kurtuluşa davet eden, hakka çağıran kimseyi güçlendi rir.

2. Hak davetçisi bencillikten uzak durmalı, kendini düşünme melidir. Bu da başkalarını kendi şahsına tercih etmesini gerekti rir. Davetini yaptığı inanç uğruna kendini feda etmesini icap et tirir. Bencillikten kalbi temizlemek, ancak batıla yol açmayacak şekilde haklardan feragat etmek ve başkalarının hukukuna bo yun eğmekle mümkün olur. Bunu yaparken de umumun hakkını savunmaktan vazgeçilmemelidir. Davetçi, kendi kişisel hakkını unutur, hatta şahsıyla ilgili hakları önemsemeyip ihmal eder, ama umumun hukukunu çiğnetmez. Davetinin icaplarını gözardı etmez. Umumun haklarını korumaya kendini verebilmek için, kendi haklarından fedakarlık edip özveride bulunur.

Hak davetçisinin ve insanlar arasında haktan yana olan kim selerin bu nitelikte olması gerektiğine göre, alemlerin rabbi tara fından elçi olarak gönderilen şahsın nasıl olması gerekir? O kendi hukukunu unutur, şahsına yapılan tecavüzleri bağışlar, ama in­sanların hukukunu hatırında tutardı. Umumun haklarının bir bölümünün dahi çiğnenmesine müsaade etmezdi. Müminlerin annesi Aişe (r.a.), Peygamber efendimizin vasıflarını anlatırken şöyle demiştir: "Kötü söz söylemez, kaba davranmaz, gürültü çı karmaz, çarşı pazarlarda bağırıp çağırmazdı. Kötülüğe kötülükle mukabelede bulunmaz, bilakis affedip bağışlardı."

Özetle Peygamber efendimiz hep hayrı taşımıştır. Nefsini, baş kalarına tecavüzde bulunmaya yönelten şeylerden uzak tutardı. Hep faydalı olmuştu. Allah rızası için olmadıkça, kimseye karşı tiksintisini belirtmez, öfkelenmez ve buğz etmezdi.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn Kesir, el-Bidaye Ve´n-Nihaye, c. 6, s, 38.

[2] İbn Kesir, el-Bidaye Ve´n-Nihaye, c. 6, s, 38.



Konu Başlığı: Ynt: Heybeti
Gönderen: Ceren üzerinde 25 Şubat 2021, 02:20:02
Esselamu aleyküm.binler salatu selam peygamber efendimizin üzerine olsun inşallah.rabbim razı olsun paylaşım dan kardeşim...