Konu Başlığı: Düşmanla Karşılaşma Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 23:25:50 Düşmanla Karşılaşma Kureyşliler´le beraber Kinane, Tihame ve Habeşli kabileler büyük bir yekun teşkil ederek Medine´ye doğru yol almaya baş ladılar. Cüruf ile Zegabe denilen yerler arasındaki Revme mın tıkasında konakladılar. Gatafanhlar´la beraberindekilerse, Uhud tarafında konakladılar. Kureyşliler´in sayısı dört bini bu luyordu. Kendileriyle müttefik olan diğer gayrı müslimlerin sa yısı ise altı bine ulaşıyordu. Ancak bu gurupların kumandanla rı ayrı ayrıydı. Kureyşliler´e Ebu Süfyan bin Harb kumanda ediyordu. Gatafanlılar ise Uyeyne bin Hısm´ın kumandası al tındaydılar. Mes´ud bin Rahile´nin kumandası altındaki Eşca kabilesi de dörtyüz kişi kadardı. Süleym oğulları ise yediyüz ki şi olup Süfyan bin Abdü Şems´in kumandası altındaydılar. Bu gelen müşrik ordusunun hepsi için tek bir plan uygulayacak ve herkesin kendisine uyacakları bir tek kumandanları yoktu. Her kavmin başında kendilerinden olan bir kumandan vardı. Bu, kavimler için aslında faydalı bir şeydi. Ama ortada hepsi için ortak taktik belirleyecek olan bir kumandanın bulunması gerekiyordu. Fakat yine de bunlar ihtilafa düşmemişlerdi. Çün kü hepsi birlikte Medine´ye gelmişler, fakat topluca ya da dağı nık bir şekilde medine´ye hücum etme imkanını bulamamışlar dı. Bu da onların hezimete uğramalarına sebeb olmuştu. Çün kü Cenab-ı Allah rüzgar estirerek ve müşriklerin kalblerine korku salarak mü´minlere yardım göndermişti. Bunlar Medi ne´ye saldıracaklarını zannederek gelmişlerdi. Mü´minlerin kö künü kazıyacaklarını, kadınlarını esir alacaklarını tahmin edi yorlardı. Fakat müslümanlar tarafından kazılan hendek, onla rın doğrudan doğruya Medine´ye girmelerini engellemişti. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamış oldukları için bunun bir Arap planı olmadığını biliyorlardı. Bu sebeple Muhammed ile ashabına saldırmanın pek kolay olmadığını görmüşlerdi. Yeniden bir plan kurmak ihtiyacında olduklarını anladılar. Medi ne´ye girmek için başka bir yol ve geçit aradılar. Çünkü kendi leri gibi kalabalık bir ordunun bu hendekten Medine´ye geçme sine imkan yoktu. îşte bu esnada dağınık müşrikleri bir araya getirmiş olan Huyey bin Ahtab harekete geçti. Her ne kadar müşrikler tek bir kişinin kumandası altında olmasalar da Huyey onları bir leştirmek için çalıştı. Kurayza Oğulları´nın kendilerine katıla cağını söylemişti. Böylece onlar mü´minlerin başına bir bela ge tireceklerini zannetmişlerdi. Huyey mü´minleri arkadan kuşat mak ve böylece müşriklerin Medine´ye girmeleri için geçit sağ-´ lamak maksadıyla işe girişti. Müşrikler üstten, Kurayza Oğul ları da alttan vuracaklardı. Fakat kurayza Oğulları öyle savaş çı kimseler değillerdi. Yaşamaya tutkundular ve yahudilere benziyorlardı. Nitekim onlarla ilgili olarak Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Onların hayata diğer insanlardan daha düşkün olduklarını görürsün" (Bakara: 96) Huyey bin Ahtab, Kuray za Oğulları´nm lideri olan Kab bin Esad El Kurazi´nin yanı na gitti. Kab, Hz. Peygamberle muahede yaparak ona saldırmamaya söz vermişti. Başlangıçta Kab, Huyey bin Ahtab´ı şiddetle reddetmiş ve: "Sen uğursuz bir adamsın. Ben Mu-hammed´le muahede yaptım. Aramızda yapılan muahedeye riayetsizlik etmeyeceğim. Çünkü ondan vefakarlık ve sadakat ten başka bir şey görmedim." demişti. Huyey, onun yiğit bir adam olduğunu söyledikten sonra kendisine kapıyı açmıştı. Şimdi de olanların ne şekilde cereyan ettiğini, nefisleri nasıl etkilediğini anlatalım. Huyey şöyle demişti: "Yazıklar olsun sana ey Kab! Ben sana zamanın şeref ve onuruyla, engin bir de nizle geldim. Kureyş´le birlikte geldim. Onların başlarında kumandanları ve liderleri vardır. Önde gelen insanlarıyla birlikte Revme´de, sellerin birleştiği yerde konakladılar. Gatafanlılarla birlikte sana geldim. Başlarında kumandanları ve efendileri vardır. Onlar da Uhud´un bir yanıtta konakladılar. Muham-med ile beraberindeki müslümanların kökünü kazımadıkça buradan ayrılmama hususunda bana söz verdiler ve benimle akidleş tiler." Kab, ona şöyle cevap verdi: "Vallahi sen bana zamanın zilletiyle geldin. Suyu tükenmiş bir bulutla geldin. Oysa ben Muhammed´den, vefakarlık ve sadakatten başka bir şey görme dim." Huyey onu birtakım sözlerle kandırmaya çalıştı. Sonunda Kab, onun sözlerine kulak vermeye ve isteklerini yerine getir meye başladı. Böylece yahudinin karekteri açığa çıkmış oluyor du. Çünkü yahudiler hiçbir ahde, şeref ve kerametle yaklaş maz, verdikleri sözde durmazlar. Onlar sadece korktuklarında sözlerini yerine getirirler. Huyey, kuvvetin Kureyşlilerde oldu ğu hususunda onu ikna edip geleceğini teminat altına alınca, Kab ona uydu: Huyey şu garantiyi vermişti: "Eğer Kureyşli-lerle Gatafanlılar Muhammed´e bir darbe indirmeden geri dönerlerse, ben de seninle birlikte kalene girerim. Sana gelecek darbelere seninle birlikte göğüs gererim." Kab, onun bu sözleriyle tatmin olmuş ve ahdi bozmuştu. Za ten sözünde durmamak onun yapısında olan bir şeydi. Daha Önce Hz. Peygamberle yapmış olduğu anlaşmaya riayet etmiş ti, ama bu korkusundan dolayı olan bir şeydi. Düşmanlık onun nefsine uygun bir huy idi. Bunun üzerine Kurayza oğulları Mekke taraflarından gelen düşman gruplarına katıldılar. Bu da Huyey ile Kab arasında yapılan konuşma neticesinde gerçekleştirilmişti. Huyey, bu katılma haberini kureyşliler ve be-raberindekilere ulaştıracaktı. Fakat bu haber kısa sürede Hz. Peygamber´e ulaştı. O tetikte durduğu için, hep tedbirli davra nıyordu. Bu haberin gerçekliğini araştırdı. Emin olmak istedi. Çünkü haber, gözle görmek gibi değildir. Bunun üzerine Ku rayla Oğullarına Evs ve Hazreç kabilelerinin liderleri olan Sad bin Muaz ile Sad bin Ubade´yi gönderdi. Revaha oğlu Abdul lah´ı da yanlarına verdi. Onlara: "Gidin ve Kurayza Oğulları nın bu durumlarının gerçek olup olmadığına bakın. Eğer ger çek ise bize bir işaret verin ki, bilelim. Eğer gerçekse bunu in sanlar arasında yaymayın. Çünkü duyanları ümitsizliğe düşü rebilir. Eğer bu haber yalansa ve onlar ahde vefa göstermişler-se, bunu da insanlar arasında açıkça ilan edin" demişti. Bu araştırmacılar Kurayza Oğullan´na gittiler. Onların çok rezil ve kötü bir durumda olduklarını, Hz. Peygambere hıyanet yaptıklarını gördüler. "Muhammed´le aramızda bir söz ve anlaşma yoktur" diyorlardı. Bunun üzerine Sa´d bin Muaz, kendini tutamayıp onlara ağır sözler söyledi. Onlar da kendisi ne cevap verdiler. Sad bin Ubade, Sad bin Muaz´a şöyle de mişti: "Onlarla sövüşmeyi bırak. Bizimle onların arasında meydana gelen şey sövüşmekten daha aşağıdır." Her iki Sad da, Hz. Peygamberin yanına döndüler. Kurayza-hlar´m hıyanetlerini işaret yoluyla ona bildirdiler. Müşrikler üst ve yahudiler de alt taraftan geldiler. Müna fıklar ise müslümanların aralarında konuşuyor ve mü´minlerin azimlerini gevşetmeye çalışıyorlardı. Nitekim kalplerine iman tam yerleşmemiş olan yeni müslümanların içlerine birtakım şüpheler düşmüş ve Allah hakkında türlü zanlarda bulunmaya başlamışlardı. Hatta bazı zayıf imanlılar, gayrı müslimlerin şu sözlerini dillerine dolayarak: Muhammed bize, Kisra ile Kay-ser´in hazinelerini elde edeceğimizi va´d ediyordu. Oysa bugün hiçbirimiz dışarıya defi hacete bile gitme hususunda güven gö remiyoruz. Kendi nefsimizi emniyet içinde bulamıyoruz. Yine bazı zayıf imanlılar cepheden ayrılmak için izin istiyor ve: "Evlerimiz düşmana karşı açıktır. îzin ver de evlerimize dö nelim ya Resulullah" diyorlardı. Kur´an-ı Kerim o korkulu durumda nefislerin durumunu ve kalplerdeki duyguları şu şekilde tasvir ediyor: uEy inananlar Allah´ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir zaman size ordular gelmişti de, biz onların üzerine bir rüz gar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptık larınızı görmektedir. Hani onlar üstünüzden ve alt tarafınız dan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler hançereye dayanmıştı. Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz. îşte orada mü´minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı. Münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunan kimseler; "Allah ve Resulü bize sadece boş vaadlerde bulundu" diyorlardı. Onlar dan bir grup da şöyle demişti: "Ey Yesrip halkı, artık size dura cak yer yok, dönün. Onlardan diğer bir topluluk ise: Evlerimiz açıktır" diyerek peygamberden izin istiyordu. Oysa onlar(ın ev leri) açık değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı. Eğer (Medi ne´nin) her yanından onların üzerine giril(ip saldırıl)saydı ve kendilerinden karışıklık çıkarmaları istenseydi, bu harekete katılırlardı. Bunu yapmakta fazla gecikmezlerdi. Oysa arkala rına dön(üp kaç)mayacaklarına dair Allah´a söz vermişlerdi. Allah´a verilen sözden sorumlu idiler. De ki: "Eğer ölümden ve ya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size fayda vermez.. Kaçsanız bile pek az bir zaman yaşatılırsınız (sonunda yine ölürsünüz). De ki: ´Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet istese, O´na karşı kim koruyabilir? Allah´tan başka dost ve yar dımcı da bulamazsınız" Allah, içinizden sizi alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelini Zorlanmadıkça savaşa gitmeyin" di yenleri bilir. Kalplerine korku gelince, ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönerek, sana baktıklarını görürsün. Korku lan gidince iyiliğinize olanı çekemeyip sivri dilleriyle sizi inci tirler. Onlar, (içtenlikle) inanmamışlar, bu yüzden Alah onla rın işlerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah´a göre kolaydır. Onlar düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı, kendilerini çöllerde bedevilerin yanın da bulunup sadece sizin haberlerinizi (başınıza gelecek olayla rı) sormayı dilerlerdi. İçinizde bulunsalar dahi pek az dövüşür lerdi. Ey inananlar! Andolsun ki, sizin için, Allah´a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah´ı çok anan kimseler için Resulullah en güzel örnektir. Mü´minler (düşman) orduları(nı) gördükleri zaman (korkmadılar): "Bu Allah´ın ve Resulünün bi ze uaadettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söylemiştir dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. Müminlerden öyle erkekler var ki, Allah´a verdikleri sözde dur dular. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de, beklemektedir. Sözlerini asla değiştirmemişlerdir. Bu sebeple Allah doğruları doğruluklarıyla mükafatlandırır, ikiyüzlüleri de dilerse azap-landırır veya tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağış layan, çok esirgeyendir. Allah, inkar edenleri kinleriyle geri çe virdi, bir hayra eremediler. Savaşta inananlara Allah´ın yardı mı yetti. Allah güçlüdür, üstündür. Kitap ehlinden onlara yar dım eden (Kurayza yahudijlerini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü. (Onlardan) bir kısmını öldürüyor dunuz bir kısmını da esir alıyordunuz. Onların topraklarını, evlerini ve mallarını ve henüz ayak basmadığınız bir toprağı si ze miras verdi. Allah, her şeye kadirdir." (Ahzab 9-27) tşte bu ayet-i kerimelerde, o korkunç durumda mü´minlerin ruhi halleri çok ince bir şekilde tavsif edilmektedir. Bütün bu olumsuz şartlar karşısında, Hz.Peygamberin iradesi ve azmi zayıflamadı. Aksine O, Allah´ın yardımına inandığı için tedbiri ni alıyor, Peygamber azmi ile hazırlığını yapıyordu. Onun azim ve sebatı beraberindeki mü´minler için büyük bir örnek teşkil etti. Hz. Peygamber, savaşa üç bin kişiyle çıktı. Kurayza Oğulla rının gözleri önünde durmaları ve mücahitlerin kadınlarıyla ço cuklarından endişe etmemeleri için çocuklarla kadınların sağ lam binalarda saklanmalarını emretti. Ayrıca Medine´de yahu-dilerin baskınlarını önlemek için, Seleme bin Eşlem kuman dasında yüz kişilik bir bekçi heyeti bıraktı. Yine Harise ku mandasında üçyüz kişilik ikinci bir bekçi heyeti daha bırakmış tı. Bütün bunlar, müşriklere karşı aldığı tedbirler cümlesinden-di. Onlara karşı tedbir alması gerekiyordu. Çünkü harp bir hi ledir. "Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir (O kendisine karşı tuzak ku ranların tuzaklarını başlarına geçirir.)" (Enfal 30) Hz. Peygamber, müşrikleri birbirlerinden kopararak, bazı dünyevi faydalar karşılığında tamahlandırmak ve aralarındaki irtibatı koparmak istedi. Bu maksatla Gatafanhlarla beraberindeki Necidlileri tamahlandırmaya yöneldi. Uyeyne bin Hısm ile Haris bin Avf a haber yolladı. Barışıp geri dönmeleri karşı lığında, Medine ürünlerinin üçte birini kendilerine vereceğini söyledi. Onlar da tamahlanarak bu şartı kabul ettiler. Kendi adlarına Hz.Peygamber´e bir mektup gönderdiler. Ancak Hz. Peygamber bu sözünü bir sulh kararı olarak yazıya geçirmedi. Çünkü ürün sahiplerine danışmadan bu konuda kesin karar verme imkanı yoktu. Bunu ürün sahiplerine bildirdiğinde, E vs kabilesinin lideri Sad bin Muaz ile Hazrec kabilesinin lideri Sad bin Ubade şöyle dediler: "Ey Allah´ın Resulü! Bu senin düşünerek yaptığın bir şey mi yoksa Allah´ın emri mi?" Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: "Hayır Allah´ın emri değildir. Bunu kendi görüşümle yapıyorum.. Ancak Arapların size tek bir elden saldırdıklarını ve her taraftan üzerinize çullandıkla rını gördüğüm için onların bir dereceye kadar güçlerini kırma yı arzuladım" Sa´d bin Muaz dedi ki: "Ey Allah´ın Resulü! Daha önce biz de onlarla birlikte Allah´a ortak koşuyor ve putlara tapıyorduk. Barış anlaşması yapmak istediğin bu kimseler, Medine ürünle rini ancak satın alarak elde edebileceklerini ümit ediyorlardı. Şimdi Allah bizleri islamiyet´le şereflendirdikten ve bizleri doğ ru yola kavuşturduktan, bizi ve seni islamiyet´le güçlendirip onurlandırdıktan sonra, mallarımızı bunlara verecek misin? Vallahi bizim bu barışa ihtiyacımız yoktur. Cenab-ı Allah, bi zimle onlar arasındaki hükmünü verinceye kadar, onlara kılıç tan başka bir şey vermeyiz Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Senin dediğin gibi olsun" dedi. Sad bin Muaz da, Gatafanlı-lar´m göndermiş oldukları mektubu alıp parçaladı. Böylece ba rış yapma arzusu nihayete ermiş oldu. Bu barış müşaveresi iki önemli hususu ifade etmektedir: 1- Hz. Peygamber ashabının azim derecesini öğrenmiş, düş manlarıyla karşılaşmak arzusunda olduklarını anlamıştı. 2- Bu barış arzusu, Gatafanlılar´la beraberindeki kabileleri tamahlandırmıştı. Tamah ise, yerleştiği kalpteki azmi gevşetir. Bu sebeple onlar savaşın uzamasından dolayı bıkıp usanmışlar, Kureyşlilerle aralarında ihtilaf başgöstermişti. Hiçbir şey yap madan ve hiçbir şey elde etmeden geri dönmek istemişlerdi. Bu barış vaadi ile Hz. Peygamber, Kureyşliler´le beraberle rinde gelen Arapları birbirlerinden koparmış oluyordu. Geriye yahudilerle müşriklerin birbirinden koparılması kalıyordu. Ce-nab-ı Allah bu işi üstlenmeyi, isteyerek kabul eden birini gön dermişti. Gatafanlılar´dan Nuaym bin Mes´ud Hz. Peygam-ber´in yanına gelerek: "Ya Resulullah! Ben müslüman oldum. Kavmim benim müslüman olduğumu bilmiyor. Sen bana dile diğini emret" demişti. Hz. Peygamber de ona şu cevabı vermiş ti: KSen artık bizden birisin. Elinden geldiği kadar düşmanları mızı birbirinden kopar. Çünkü savaş hiledir." Bunun üzerine Nuaym bin Mes´ud, Hz. Peygamber´in yanından kalkıp Ku-rayza Oğulları´nm yanına gitti. Cahiliyet devrinde onların dos tu ve içki sofralarının ayrılmaz bir üyesiydi. Şöyle dedi: "Ey Kurayza Oğulları, benim sizleri ne kadar sevdiğimi bilirsiniz. Aramızdaki dostluğu idrak edersiniz. Kureyşliler´le Gatafanlı-lar sizler gibi değildirler. Bu şehir, sizin şehrinizdi. içindeki mallar sizin mallarınız, çocuklar ve kadınlar, sizin çocukları nız ve kadınlarınızdır. Buradan ayrılıp başka yere gidemezsi niz. Kureyşlilerle Gatafanlılar sadece Muhammed ile ashabı na karşı savaşmak için buraya gelmişlerdir. Sizler ise, kalkmış onlara destek oluyorsunuz. Onların yurdu başka bir yurttur. Mallarıyla çocukları başka bir yurttadır. Müslümanlarda bir panik görürlerse kazanırlar, ama böyle bir hezimet ve panik de ğil, mukavemet görürlerse, çeker, kendi yurtlarına giderler. Si zinle Muhammed´i başbaşa bırakırlar. Oysa siz desteksiz kaldığınız takdirde Muhammed´le baş edemezsiniz. Siz müs-lümanlarla vuruşmayın;* müşriklerle el birliği etmeyin. Ancak Kureyşliler´in önde gelen şahıslarını kendi yanınıza rehin ola rak alırsanız, bu, sizin için güvence olur ve bu durumda onlar sizinle birlik olup Muhammed´e karşı savaşırlar. Başarıyı da ancak böylelikle elde edebilirsiniz. Benim size önerim bunlar dan ibarettir!" Her ne kadar kendilerini Kureyşliler´den koparmak maksa dıyla yapılmış olsa da bu, gerçek bir uyarıydı. Yalan değildi. Nuaym bin Mes´ud daha sonra Kurayzalılar´ın yanından ayrı lıp Kureyşliler´in kumandanı Ebu Süfyan bin Harb´in yanına gitti ve dedi ki: "Ey Ebu Süfyan, sizi ne kadar çok sevdiğimi ve Muhammed´den de ayrı olduğumu biliyorsunuz. Fakat size bir şeyi bildirmeyi üzerime görev bildim. Ancak bu nasihatimi gizli tutun." Ebu Süfyan´ın, konuşulanları gizli tutacaklarına dair temi nat vermesi üzerine Nuaym: "Biliyorsunuz ki, yahudiler Muhammed´e karşı yaptıkları ahde vefasızlıktan dolayı pişman olmuşlar ve bunu bildirmek üzere O´na bir elçi göndermişler dir. Elçileri onlar adına Muhammed´e şöyle demiştir: Ey Muhammedi Kureyşli ve Gatafanlılar içinden önde gelen şahsiyetlerin bir kaçını rehin alıp sana teslim etmemizi ister misin? Sen de onların boyunlarını vur. Artık seninle birlik ola lım ve Kureyşliler´le Gatafanlılar´ın köklerini kazıyalım! Onla rın bu önerilerini kabul ettiğini Muhammed de onlara bildirmiştir. Eğer yahudiler sizden rehin almak talebinde bulu nurlarsa, sakın bir tek adamınızı bile onlara teslim etmeyin." Nuaym, Ebu Süfyan´a böyle dedikten sonra çıkıp Gatafan lılar´ın yanma gitti ve Kureyş´e söylediklerinin aynısını onlara da söyledi. Bu takvah ve idrakli müslümanin sözlerinden sonra Ebu Süfyan, İkrime bin Ebi Cehl´i Kurayzahlar´a göndererek bü tün güçleriyle savaşa katılmaları isteğinde bulundu, ikrime onlara şöyle demişti: "Burası durulacak yer değildir. Atlarımız ve develerimiz helak oldu. Artık var gücünüzle savaşa katılın ki, Muhammed´in sonunu getirelim, aramızdaki davayı hal-ledelimV O gün cumartesi günüydü. Kurayzalı yahudiler savaşmaya caklarına dair mazeret ileri sürdüler ve: (iBiz cumartesi günü bir şey yapamayız. Bildiğiniz gibi daha Önce bazılarımız cu martesi gününde böyle yaptıkları için belaya maruz kaldılar. Bu günde, Muhammed´e karşı sizinle savaşan kimselerin arasında yer almayız. Ancak elimizde bizler için güvence ola cak adamlarınızı rehin verirseniz o zaman sizinle birlikte sava şır ve Muhammed´in sonunu getiririz. Eğer rehin vermezse niz, savaşın şiddetlenmesi anında kaçıp memleketinize gitme nizden ve bizi burada kendi başımıza bırakmanızdan korkarız. Muhammed bizim beldemizdedir. Biz yalnız başımıza onun la uğraşamayız. Onu yenecek gücümüz yoktur" Kureyşliler, Kurayza Oğulları´nın kendileri için Kureyşli-ler´den rehin almak ve bu rehinleri Kureyşliler´in savaştan kaçmamaları için teminat olarak kullanmak niyetinde olduklarını düşündüler. Kureyşli rehineleri de Kurayzalılar´m öldürecekle rini sandılar. Öte yandan Kurayzahlar da, Kureyşliler´in kendi lerine teminat vermek istemediklerini anlamışlardı. Böylece Kureyşliler´le Kurayzalılar´m irtibatı koparılmış oluyordu. îki taraf da birbirine olan güvenlerini yitirmişti. Ama bütün bunla ra rağmen, her iki taraf da azgınlık ve fesatlarını sürdürüyor lardı. Medine´deki müslümanlarm kadınlarıyla çocuklarının muhafaza altına alındıkları hisarlarla kalelere casuslar gönde-riyorlardı. Hz. Peygamber´le Nuaym bin Mes´ud´un girişimleri neticesinde iki taraf arasındaki birlik ortadan kalkmasına rağ men, yine de Hz. Peygamber´e karşı duydukları düşmanlık on ları bir arada tutmaya devam ediyordu. Kurayzahlar mü´minle-rin evlerine saldırma ve onların kökünü kazıma isteklerini hala taşıyorlardı. Yahudi Casusları ve Hz. Peygamber´in Ailesi Hz. Peygamberin halası, Abdulmuttalib kızı Safiye, Has san bin Sabit´in evinde bulunuyordu. Hassan savaşçı değil di. Kadınlarla çocukların başında muhafız olarak bulunuyordu O zamanlar hicap ayeti henüz nazil olmamıştı. Safiye şöylt demişti: "Yanımıza bir yahudi geldi. Kalenin etrafını dolaşıyor du. O esnada Kurayzahlar da müslümanlara karşı savaşmak taydılar. Resulullah´la aralarındaki muahedeyi çiğnemişlerdi. Abdulmuttalib kızı Safîye, bu yahudinin mü´minlerin kadın larıyla çocuklarının muhafaza edildikleri evleri göz altında tu tup dolaşmakta olduğunu ve Kurayzalılar´m da kendileriyle Hz. Peygamber arasındaki muahedeyi çiğnediklerini, bu yahu dinin de müslümanlarm durumlarını araştıran casus olduğu nu, Hz. Peygamberin ailesini kasdettiğini anlamıştı. Bunu] üzerine Safîye hazretleri, Şair Hassana şöyle demişti: "E Hassan! Bizi yahudilere karşı koruyacak kimse yok. Hz. Pey gamber cephede İslam düşmanlarıyla çarpışıyor. Onların cej. heyi bırakıp yanımıza gelecek imkanları yok. Başımıza bir dü{ man saldırısı geldiği takdirde, mü´minler bize yardıma gelemezler. Bu yahudi gördüğün gibi kaleyi gözetliyor ve etrafı ki laçan ediyor. Allah´a yemin ederim ki, bu adam bizim durumumuzu araştırıyor. Ben kaleden inip de şu yahudi casusunu öl düreceğim." Şair Hassan dedi ki: "Ey Abdülmuttalib´in kızı, Allah seni bağışlasın. Yemin ederim ki, ben bu işe ehil değilim" Şair Hassan´ın anlattığına göre Safiye, eline bir direk almış sonra da kaleden inip o direği yahudinin kafasına vurarak, onu öldür müştür. Tekrar kaleye döndüğünde, Hassana: uîn de onun üzerindeki teçhizatı ve eşyaları al. Erkek olmasaydı, ben ken dim üstünü araştırır, eşyalarını ve teçhizatını yağmalardım" demiştir. Hassan da ona: "Benim onu yağmalamaya ihtiyacım yoktur ey Abdülmutalib´in kızı" demiştir. Bu kıssayı, Allah´ın aslanı Hamza´nın kızkardeşi olan Safî-ye´nin cesaretini göstermek, ya da Şair Hassan´in durumunu belirtmek için anlatmadık. Yalnız yahudilerin, Hz. Peygambe rin ve sahabilerin yokluklarında onları gözetlemek ve fırsat bulduklarında onları ele geçirmek için ne kadar hırslı oldukla rım bilmemiz için anlattık. |