๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 15 Aralık 2009, 16:17:55



Konu Başlığı: Dostların ve Düşmanların Takibi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 15 Aralık 2009, 16:17:55
Dostların ve Düşmanların Takibi


Bu muhacirler dinlerinden döndürülmemek ve kendilerini eziyetlerden, horlanmalardan, hakaretlerden, alaya alınmak tan kurtarmak için Habeşistan´a hicret etmek üzere yola çıktı lar. Oraya varınca adil ve iyi bir hükümdarla karşılaştılar. Hü kümdar onlara ikramda bulundu. Kendi ülkesinde serbest ve huzur içinde dolaşmalarına, güvenlik içinde oturmalarına izin verdi. Ebu Talib, oğlu Cafer´den ayrıldığı için hasret ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Mekke´deki müslümanların hicret etmeleri ne sebep olan eza ve cefalardan rahatsız olmuştu. Hükümdar Necaşi´ye bir mektup yazarak, muhacir müslümanları koruma sını ve himayesi altında tutmasını tavsiye etmişti. Peygamber (sav) efendimiz de hükümdar Necaşi´ye bir mektup yazmış, mektubunda, müslümanlara iyilikte bulunmasını ve onlarla birlikte kendisinin de İslam´a girmesini tavsiye etmişti. Beyha-ki´nin rivayetine göre Peygamber efendimizin Necaşi´ye yazdığı mektubun metni şöyledir:

"Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla! Allah´ın Resulü Muhammed´den Habeşlerin kiralı Necaşi´ye:

Selam sana olsun. Kendisinden başka tanrı olmayan Malik, noksan sıfatlardan uzak, yüce sıfatlarla muttasıf selamet veri ci, yarattıklarını koruyucu, yardım edici Allah´a hamd olsun. Tasdik ederim ki, Meryem oğlu Isa Allah´ın Ruh-ul Kudüs´ü ve bakire, faziletli, kendisine dokunulmamış Meryem´e bıraktığı kelimesidir. Allah, Adem´i kendi eliyle yarattığı gibi, onu da ru hu ve üflemesiyle yarattı.

O halde seni bir olan ve ortağı bulunmayan Allah´a çağırıyo rum. Ona itaat etmeye, bana tabi olmaya ve getirdiğim şeye iman etmeye çağırıyorum. Çünkü ben Allah´ın Resulüyüm. Am camın oğlu Cafer´i, beraberindeki bir grup müslümanlarla bir likte size gönderiyorum. Sana geldiklerinde onları ağırla. Gu ruru bırak. Seni ve emrin altında yaşayanları, her şeye gücü yeten ve büyüklük kendisine mahsus olan Allah´a davet ediyo rum.

Selam, hidayete tabi olanlara olsun!"

Bu mektupta´iki şeye tabi olma çağrısı vardır:

1- Bu mektup insanları Islama davet ediyor, uygun ortam ve uygun adam bulunca, Peygamber efendimiz davetini devam et tiriyordu. Necaşi´de hakkı kabul edecek bir kalb görmüştü. Çünkü adil kimseler, hakka kulak verirler. Hakkı dinleyen kimselerden olurlar. Zaten Necaşi, Hz. Muhammed (sav)´e ve onun risaletine iman etmişti. Peygamber efendimize şu mealde bir mektup yazmıştı:

"Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. Ebcer oğlu Asham Necaşi´den Allah´ın Resulü Muhammed´e... Ey Allah´ın Pey gamberi! Allah´ın Selamı Rahmeti ve Bereketi üzerine olsun. Beni İslam´a ileten Allah´tan başka tanrı yoktur. Mektubun ba na ulaştı. Ey Allah´ın Resulü, o mektubunda İsa´dan bahsedi yorsun. Göklerin ve yerin Rabbine andolsun ki İsa (a.s.), senin anlattıklarından fazla bir evsafa sahip değildir. Bize gönderdi ğini bildik ve tanıdık. Amcan oğlunu ve arkadaşlarını ağırla dık. Gerçekten doğru ve dürüst olarak Allah´ın Resulü olduğu na şehadet ederim. Sana biat ettim. Amcanın oğluna da biat et-tim. Onun huzurunda Alemlerin Rabbi olan Allah´a teslim ol dum. Ebcer oğlu Asham´ın oğlu Eriha´yı sana gönderdim. Ben sadece kendi nefsime sahip olabilirim. Eğer dilersen sana geli rim ey Allah´ın Resulü. Senin söylediklerinin gerçek olduğuna şehadet ederim."

Bu mektuptaki ifadelerden anlaşıldığına göre Necaşi, oğlunu Habeşli bir heyetin başında, Peygamber efendimizle konuşmak üzere elçi olarak göndermiştir.

2- Peygamber efendimizin Necaşfye göndermiş olduğu mek tupta, davet edilen hususlardan ikincisi, onun, Habeşistan´a hicret eden müzminlere şefkatle muamele etmesidir. Peygam ber efendimiz Necaşi´yi, Habeşistan´a hicret eden mü´minlere, ikametleri esnasında iyi davranmaya davet etmişti. Zorbalık ve tahakkümle onları ezmemesini istemişti. Peygamber efendimiz oraya hicret eden sahabilere aşırı derecede muhabbet beslediği, orada gördükleri ikramdan dolayı da Habeşlilere vefa borcunu ödemenin zorunluluğunu hissettiği, övgüye layık kimselere de şükran borcunu eda etmek zaruretini duyduğu, en azından on lara karşı misliyle mukabelede bulunmak istediği için Habeşis tan´dan gelen heyete bizzat hizmet etmişti. Beyhaki, Ebu Üma-me´nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Necaşi´nin heyeti Peygamber efendimizin yanına geldi. Pey gamber efendimiz kalkıp bizzat onlara hizmet etti. Sahabiler, *Ya Resulülallah, senin yerine biz hizmet edelim´ dedilerse de, Peygamber efendimiz onlara şu karşılığı verdi: ´Bunlar benim sahabilerime ikramda bulundular. Kendilerine mukabelede bu lunmak istiyorum."

Evet, Peygamber efendimiz Habeşistan´a hicret eden Neca-şi´nin yanına giden sahabilerini böylece takip edip izlemişti. Onların, hicret ettikleri uzak bir diyarda rahata kavuşmalarım arzulamıştı. Necaşi de onlara ikramda bulunmuş, rahat bir şe­kilde ikamet etmelerini sağlamıştı. Onlara kardeş gibi ikram etmişti. Onları yalnızca adil bir hükümdara yaraşır şekilde de ğil, kerim bir kardeşe yaraşırcasma ağırlamıştı.

Peygamber efendimizin sahabilerini takip edişi dostça bir takipti. Dostların takibi işte böyle olur. Öte taraftan düşmanla rın takibine gelince onlar bunun tersi bir yöntem izlediler. Mu hacir mü´minleri yurtlarından çıkarıp mallarından mahrum et mekle yetinmediler. Onları daha da zor durumlara düşürmek, gittikleri ülkeden kovulmalarını temin etmek istemişlerdi. Çünkü onların îslamiyeti yaydıklarını, İslam´ın gölgesini daha da genişlettiklerini görmüşlerdi. Cahiliyet asabiyeti müşrikleri, Habeşistan´daki muhacir mü´minlerin rahatlarını bozmaya, hu zurlarını kaçırmaya, düzenlerini sarsmaya itmişti. Necaşi´yi onlara karşı kışkırtacak bir adam gönderdiler. îbn İshak bu ko nuda şöyle der:

"Kureyşliler, Resulüllah´m sahabilerinin Habeş diyarında rahata kavuştuklarını ve huzur içinde olduklarını görünce, hü kümdar Necaşi´yi onlara karşı kışkırtmak, onları dinlerinde fitneye düşürüp barındıkları ve güvenlik içinde yaşadıkları Ha beşistan´dan kovdurmak için, aralarından iki kişiyi seçip Neca-şVye gönderdiler. Bunun için Abdullah bin Ebi Rebia ile Amr bin As, Necaşi´ye takdim edecekleri bir takım hediyelerle birlik te Habeşistan´a gitmek üzere yola çıktılar.´[1]

İyi ve temiz yürekli muhacirler rahatsız edilmişlerdi. Ümmü Seleme´nin bu hususta şöyle dediği rivayet edilir:

"Habeş diyarına indiğimizde, müslümanları himaye eden. Necaşi ile komşu olduk. O dinimiz hususunda bizi himaye etti. Allah´a ibadet ettik. Hoşumuza gitmeyen bir şey duymadık. Ku-reyşliler rahat ettiğimiz ve huzur bulduğumuz konusundaki haberleri öğrenince, aralarında toplanıp şu karara vardılar: Necaşi´ye iki güçlü elçi gönderecek, bu elçiler kıymetli eşyalarla birlikte Necaşi´ye gideceklerdi. Birçok hediyeler topladılar. Ne-caşi´nin patriklerinden her birine birer hediye sundular. Sonra Abdullah bin Rebia ve Amr bin As´ı yetkili elçiler olarak Neca-şi´nin huzuruna gönderdiler. Gönderirken de, her patriğin he diyesini mutlaka vermelerini sıkı sıkıya tenbihlediler. Bu hediyeleri Necaşi ile görüşmeden önce patriklere vermiş olacaklardı. Sonra Necaşi´nin huzuruna çıkıp hediyelerini takdim edecek lerdi. Arkasından da, biz müslümanlarla görüşüp düşünceleri mizi sormadan Necaşi´nin bizleri onlara teslim etmesini isteye ceklerdi. Bu emir ve direktifleri aldıktan sonra Necaşi´nin yanı na geldiler. Biz de onun yanında huzur içinde yaşıyor ve hayır lı bir insanın himayesi altında bulunuyorduk."[2]

Elçiler kendilerine verilen direktiflere uygun bir şekilde ha reket ettiler. Her patriğin hediyesini takdim ettikten sonra, kendi adamlarından bazı beyinsizlerin dinlerini terkettiklerini, kendi kafalarına göre yeni bir din uydurduklarını, hiç kimsenin tanımadığı bu dine giren kimselerin şu anda Habeşistan´da ika met ettiklerini Patriklere haber verdiler. Güya Mekke eşrafının kendilerini bu adamları teslim alıp Mekke´ye götürmek üzere Habeşistan´a elçi sıfatıyla gönderdiklerini anlattılar. Patriklere şunu da söylediler: "Eğer hükümdar Necaşi, bu dinsizleri bize teslim edip etmeyeceği hususunda görüşünüzü almak isterse, ona, bunlarla görüşmeden ve fikirlerini sormadan derhal bize teslim etmesi için tavsiyede bulunun. Çünkü bu beyinsizlerin milleti olan Mekkeliler elbetteki bunlardan daha ileri görüşlü dürler. Kötüledikleri din hususunda, bunlardan daha bilgili dirler." Bu isteklerini patrikler kabul ettiler ve hükümdara bu yolda tavsiyede bulunacaklarına dair söz verdiler. Patriklere rüşvet vererek hükümdarla görüşme zeminini hazırladılar. Sonra da hükümdarın huzuruna çıkıp konuşmadan Önce hedi yelerini ona takdim ettiler. Necaşi´ye şöyle dediler:

"Ey hükümdar! Aramızdan, eski dinlerini terkeden ve yepye ni bir din icat etmiş olan bazı beyinsizler sana sığınmışlardır. Onların uydurdukları dini ne biz, ne de sen bilmiyorsun. Onla rın babaları, amcaları ve aşiretleri gibi, kavimlerinin eşrafı olan kimseler, onları bize teslim etmen için elçi sıfatıyla bizi sa na gönderdiler. Çünkü kavimlerinin eşrafı onlardan daha ileri görüşlü ve kötüledikleri din hususunda onlardan daha bilgili dirler."

Bunun üzerine Necaşi, patriklerle konuştu. Aldıkları hediye ler, patrikleri Kureyşli müşrikler tarafına çekmişti. Şöyle de mişlerdi: "Doğrudur ey hükümdar. Bu muhacirlerin kavimleri, elbette kendilerinden daha ileri görüşlü ve kötülemekte oldukla rı din hususunda onlardan daha bilgilidirler. Sen bunları şu iki elçiye teslim et ve memleketlerine geri gönder." Onların bu konuşmaları üzerine Necaşi, batıl ve hain saldırıyı hissetti. Or tada kurulmuş bir tuzak vardı. Kesin bir tavır takınarak tu zaklarını başlarına geçirip şöyle dedi: "Bana sığınan, benim beldeme yerleşen, beni başkalarına tercih eden kimseleri çağı rarak, bulundukları durumu kendilerine sormadan, onları size teslim etmeyeceğim! Eğer bu elçilerin dedikleri gibi konuşurlar sa onları elçilere teslim eder, kavimlerine geri gönderirim. Eğer elçilerin söylediklerinden başka şeyler söyleyecek olurlarsa, on ları kavimlerine karşı korur ve yanımda kaldıkları sürece gü zel bir şekilde himaye ederim!"

Adil bir hükümdarın söylediği hak söz işte bu idi. Bundan sonra hükümdar, Resulullah´m muhacir arkadaşlarını, yanına çağırdı. Patrikler de çağrılmışlardı. Necaşi, muhacir müslü-mahlara şöyle dedi:

"Kavminizin dininden ayrılmanıza ve benim (Hıristiyanlık) dinime ve şu milletlerden herhangi birinin dinine girmemenize sebep olan şu yeni din nedir?"

Necaşi´nin bu sorusuna Ebu Talib´in oğlu Cafer şu karşılığı verdi:

"Ey hükümdar! Biz cahil bir millettik. Putlara tapar, fuhuş işler, akrabalarımızla olan bağlarımızı keser, komşularımıza kötülük ederdik. Güçlü olanlarımız zayıf olanlarımızı ezer ve yok ederdi. Biz bu haldeydik. Nihayet Cenab-ı Allah, nesebini, doğruluğunu, güvenirliğini, iffetliliğini bilip tanıdığımız bir adamı aramızdan seçip bize peygamber olarak gönderdi. Bu peygamber de bizi, Allah´ı birlemeye ve ona ibadet etmeye davet etti. Bizlerle atalarımızın daha önceleri tapmakta olduğumuz taşlarla putları bırakıp Allah´a kulluk etmemizi, doğru konuş mamızı, emaneti sahibine teslim etmemizi, dostluk ve akraba lık bağlarını korumamızı, güzel komşuluk yapmamızı, haram lardan ve kan davalarından uzak durmamızı emretti. Kötülük ten ve yalan sözden bizi men etti..." Böyle dedikten sonra Cafer, bazı îslami prensipleri daha anlattı. Sonra sözünü şöyle sür dürdü:

"Biz de bu peygamberi tasdik ettik, ona iman ettik. Allah katından getirdiği hükümlere tabi olduk. Sadece Allah´a ibadet etmeye başladık. O´na hiçbir şeyi ortajt koşmadık. Bize haram kıldığı şeylerden uzak durduk. Helal kıldığı şeylere yöneldik. Bundan dolayı kavmimiz bize düşman oldu. Bize işkence etti. Tekrar putlara tapmamız için bizi zorlamaya başladı. Daha önce helal saydığımız murdar şeyleri helal saymamızı istedi. Bize zulmedip baskı yapmaya, dinimizle aramıza girmeye baş layınca, senin beldene hicret ettik ve seni başkalarına tercih et tik. Senin himayende yaşamayı arzuladık. Senin yanında zu lüm görmeyeceğimize inandık!"

Necaşi doğruyu öğrenmek için şöyle dedi: "Muhammed´e ge len ilahi vahiyden senin yanında bir şey var mıdır?"

Cafer, evet dedi. Necaşi, bunu göstermesini isteyince, Cafer, Meryem suresinin baş taraflarını okudu.

Necaşi, gözleri önünde hakikatlerin açıklığa kavuşmasından etkilenmişti. Cafer´in okuduğu ayetlerde, Zekeriyya´nm haber leri ve Cenab-ı Allah´ın Yahya´ya Zekeriyya´yı bahşetmiş oldu ğu anlatılıyordu. Ayrıca Melek Cebrail´in Meryem´i hamile bı raktığı da açıklanıyordu. Cebrail, Meryem´e: "Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim diye rabbim tarafından bir elçi ola rak gönderildim" dedi.

Cafer´in okuduğu ayetlerde îsa peygamberin doğumundan da bahsediliyordu. Doğrusu Necaşi, karşılaştığı hak ve hakikati idrak eden inançlı bir kimseydi. Adalet sahibiydi. Doğru görüş lü olup iman ve adaletten sapmazdı. Okunan ayetlerden çok et kilendiği ve hakkı idrak ettiği için sakalı ıslanmcaya kadar ağ ladı. Rivayete göre ayetlerin okunduğu ilk esnada, kendisine patrikleri de muvafakat etmiş ve onun gibi etkilenmişlerdi.

Necaşi dedi ki: "Andolsun ki, isa´ya gelen vahiy ile bu oku nan ayetler aynı kandilden çıkan ışıklar gibidir." Sonra Ku-reyşliler´in gönderdikleri iki elçiye hitaben şöyle dedi: uArtık Mekke´ye gidin! Allah´a andolsun ki, bu müslümanları size tes lim etmeyeceğim ve onlar burada asla zorluk çekmeyeceklerdir."

Batılın kurduğu tuzakların ilk aşaması buydu. Ama sonuç, hak ve hakikat erbabının lehine olmuştu. Anır bin As, kurduğu tuzaktan bir sonuç alamayınca, işi burada noktalamadı. O, komplo kurmakta usta bir kimseydi. Kendisinden daha mutedil ve temiz nefisli olan arkadaşı ile aralarında şöyle bir konuşma geçti. Arkadaşına şöyle dedi:

- Vallahi yarın yine Necaşi´nin yanma gidecek ve söyleyece ğim sözlerle bu müslümanların kökünü kazıyacağım!

- Böyle yapma. Bu insanlar her ne kadar bize muhalefet etmiş olsalar da, bizim akrabalarımızdır.

- Vallahi yarın Necaşi´ye, müslümanların, Meryem oğlu İsa´nın bir kul olduğunu söylediklerini haber vereceğim.

Ertesi sabah Amr bin As ve arkadaşı Abdullah bin Rebia, Necaşi´nin huzuruna çıktılar. Amr bin As, Necaşi´ye şöyle dedi:

"Ey hükümdar! Şu müslümanlar Meryem oğlu İsa hakkında çok tuhaf bir şey söylüyorlar. Ona yakışmayacak ifadeler kulla nıyorlar!" Bunun üzerine Necaşi, bir adam gönderip muhacir müslümanları çağırttı. Haberci onların yanına varınca korku ve hayrete düştüler. Birbirlerine Meryem oğlu îsa hakkında söylemekte olduklarını söylediler. Ancak onlar, kendi kavimleri olan Kureyşliler´den gördükleri eziyetlere alıştıklarından, baş kalarının eziyetlerine de katlanma gücüne ve alışkanlığına sa hip olmuşlardı. Bu nedenle kendi aralarında samimiyetle şöyle dediler: "Vallahi durum ne olursa olsun, biz, peygamberimizin Isa hakkında söylediklerinden başka bir şey söylemeyeceğiz. Bu kararla Necaşi´nin huzuruna çıktılar, Necaşi onlara: "Meryem oğlu Isa hakkında ne diyorsunuz?" diye sordu. Cafer şu cevabı verdi:

"Onun hakkında Peygamber efendimize gelen vahiyde bildi rilen şeyleri söylüyoruz. Peygamber efendimiz, Meryem oğlu isa´nın Allah´ın kulu, elçisi, ruhu ve iffetli, bakire Meryem´e bı raktığı bir kelimesi olduğunu söylüyor."

Necaşi bu sözleri işitince eliyle yere vurdu ve yerden bir dal alıp şöyle dedi: "Allah´a andolsun ki, Meryem oğlu İsa, senin söylediği bu sözlerin dışına şu dal mesafesi kadar dahi çıkmış değildir. (Yani sizin söylediklerinizle onun söyledikleri aynı dır.)"

Böyle konuşurken etrafında hazır bulunan patrikler hayret içinde birbirlerine bakmış ve kalkıp kaçmak istemişlerdi. Neca şi: "Siz kaçsanız da, müslümanlar burada emin olacaklardır!" demişti. Sonra muhacir müslümanlara yönelerek şu anlamda sözler söylemişti: "Artık makamımdan çıkıp gidebilirsiniz. Bu rada güvenlik içindesiniz. Size hakaret eden, cezalandırılacaktır. Sizden birine eziyet etmek için dağlar kadar altın verseler de, buna razı olmayacağım!"

Hakka ve hak erbabına himmet eden Necaşi, müslümanlara yardım etmiş ve îslam´a girmişti. Nitekim Önceki sayfalarda nakletmiş olduğumuz mektubundan da bu husus açıkça görül mektedir. Kureyşliler´in getirmiş oldukları hediyeleri iade et miş ve onların tuzak olarak gönderdikleri elçileri geri gönder mişti.

Ama patriklere verilen hediyeler, onları etki altına almıştı. Öyle görülüyor ki, onlar, Necaşi´nin îslam´a girmesinden sonra Habeşistan´ın bazı önde gelen şahsiyetleriyle bir araya gelerek Necaşi´ye karşı komplolar düzenlemişlerdir. Hatta Habeşli biri Necaşi´ye isyan etmişti. Müslümanlar da paniğe kapılmışlardı. Mü´minlerin annesi Ümmü Seleme bu hususta şöyle der: "İs yankar birinin Necaşi´yi yenerek onun makamına geçmesinden ve mü´tninlerin haklarına riayet etmeyecek bir adamın Habeş hükümdarlığı makamına oturmasından korktuğumuz kadar hiçbir şeyden korkmamış ve bundan üzüldüğümüz kadar hiçbir şeyden üzülmemiştik." Ümmü Seleme ile birlikte muhacirler den Zübeyr bin Avam bu işin nasıl bir sonuca ulaşacağı konu sundaki haberleri araştırıyorlardı. Neticede Zübeyr bin Avam, Necaşi´nin kendi hasmını mağlup ettiği müjdesini getirince, muhacirler, görülmemiş bir sevinçle ferahlanıp sevinmişlerdi.

Muhacirler Habeşistan´da rahat ve huzur içinde ikamet et miş, durumları düzelmişti. Ama orada bir iş tuttukları konu sunda hiçbir rivayet yoktur. Onlar Necaşi´nin misafirleri olarak mı geçiniyorlardı? Tarih bundan -bahsetmiyor. Çünkü Hz. Mu-hammed (sav)´in siretini yazan tarihçiler bu gibi şeyleYle değil, sadece müslümanlarm ve îslam´ın durumuyla ilgilenmişler, bu hususlarda açıklamalar yapmışlardır. Müslümanların inançları uğruna maruz kaldıkları ve katlandıkları eziyetleri anlatmış lardır. Bu konularda, hakikat arayıcısının geniş bilgiler bulma sı mümkündür. Ama tarihçiler, Özellikle siyer yazarları, mü´minlerin maddi işleri, sanat ve kazançlarıyla ilgili hususla ra değinme gereğini duymamışlardır. Bizler, tarih sayfaları arasında gizli kalan ve anlatılmayan bazı hususları Öğrenmek istedik. Bunu da Habeşistan´a hicret etmiş olan bazı şahıslar dan öğrendik. Bu nedenle o kişilerin durumlarını tasvir etmemiz zorunlu hale gelmiştir.

Habeşistan´a hicret eden mü´minler arasında temiz, takvalı ve iffetli Osman Zinnureyn hazretleri de vardı. O, maharet sa hibi bir tüccardı. Habeşistan´a hicret ederken yanına bir miktar mal almıştı. Nafakasını temin etmesi gerekiyordu. Ticaretini terkedecek değildi. Tarihlerde, muhacirlerin, Necaşi´nin ko-nukperverliği sayesinde, hiçbir iş yapmadan geçindikleri kay dedilmektedir. Ancak şöyle bir durum cereyan etmiş olabilir: Ne aşırı derecede israfa, ne de aşırı derecede kısıntıya gitme den normal nafakalarını temin edecek kadar bir iş düzeni kura bilmeleri için, Necaşi onlara maddi yardımda bulunmuş olabi lir. Bu durumda iki faraziye ile karşılaşmaktayız:

1- Mü´minler kendi geçimlerini temin etmek ve başkalarına yük olmadan hayatlarını sürdürmek için çalışmışlardır. Zaten başkalarına yük olarak yaşmak, islam´ın getirdiği güzel ahlak prensipleriyle uzlaşmamaktadır.

2- Mü´min muhacirler, kendi aralarında tam bir yardımlaş ma içine girmişlerdi. Zengin olanlar, yoksullara yardım ediyor du. Güçlü olanları aciz olanlarına destek oluyordu. Peygamber efendimizin gayretleriyle, Medine´de muhacirlerle Ensar ve Evsliler´le Hazrecliler arasında kardeşlik bağları kurulduğu gi bi, Habeşistan´daki muhacirler arasında da aynı şey kurulma lıydı. Bunlar arasında kardeşliğin teessüs etmesi daha da önem kazanıyordu. Çünkü herşeyden önce bunlar, garip idiler. Ayrıca ihtiyaç içindeydiler. İnsanların birbirlerine merhamet ve şef katle muamele etmelerini öngören îslam ahlakının prensipleri de bunu gerektiriyordu. Bu şefkat ve merhamet muameleleri; Mekke-i Mükerreme´deki iyi muamelelerin bir uzantısıydı. Çünkü oradaki güçlü müslümanlar, zayıf müslümanlan hima yeleri altına almışlardı. Örneğin Ebu Bekir (r.a), müslüman kö leleri satın alıp azad ediyor, eza ve cefalardan kurtarıyordu.



--------------------------------------------------------------------------------


[1] îbn Hişam, Siret, el, s.334.

[2] İbn Hişam, Siret, c.l, s.334.


Konu Başlığı: Ynt: Dostların ve Düşmanların Takibi
Gönderen: Ceren üzerinde 14 Şubat 2021, 01:50:28
Esselamu aleyküm.rabbim razı olsun paylaşım dan kardeşim...