๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 13 Aralık 2009, 23:55:14



Konu Başlığı: Cesur İnsan
Gönderen: Sümeyye üzerinde 13 Aralık 2009, 23:55:14
Cesur İnsan


Bazı alimlerin anlattıklarına göre şecaat, gazap kuvvetinden doğar, ama akim, hikmetin ve marifetin hükmüne boyun eğer. Şe caat, eziyetlerin bertaraf edilmesine ve topluma fayda verilmesi ne zemin hazırlayan bir vesiledir. Kaynakları aynı olsa bile, şeca at öfkelenmekle eş anlamlı değildir. Öfke, eziyete uğrama duru munda nefsi müdafaa eden gazap kuvvetidir. Kaldı ki öfke, akla, hikmete ve marifete iitaat etmeyen, onların hükmü altına girme yen bir patlama ve ileriye atılmadır. Şecaat ise, ancak selim bir düşünceden ve müstakim hikmetin sebeplerinden kaynaklanan bir fazilettir. Şecaat, tedbir almaya aykırı değildir. Aksine tedbir üzerinde hakim olur. Şecaatla birlikte korkunun bulunması da mümkündür. Çünkü şecaatlı kişi, ileriye atılmadan önce bir te reddüt gösterir ve yapacağı işle, o işin sonucu arasında bir denge kurar, ileriye atılacaksa, o atılımın sonuçlarım düşünür. Şecaatli kişi, asla korkmayan kişi demek değildir. Şecaatli kişi, dürtüleri ne egemen olan, sağlam tedbir aldıktan sonra ileriye atılan, sabır lı ve dayanma gücüne sahip olan kişidir. Tedbirsiz, sabırsız, hik-metsiz, gayesiz ve maksatsız şecaat düşünülemez.

Şecaat bazan manevi de olabilir. O zaman şecaatin maddi görüntüsü olmaz. Bazan da manevi bir saikle beraber maddi şecaat görülebilir. Bu durumda hakkı yüceltmeye ve batılı alçaltmaya yönelinir. Peygamber (sav) efendimiz bi´setten önce manevi şeca at için ideal bir örnek teşkil etmişti. Onun bu manevi şecaati, hak ka muhalefet karşısında asla gerilemezdi. Kureyşliler´in hepsi putlara secde ederlerken, o, asla puta secde etmemişti. Bu tavrıyla Kureyş´e karşı direniyor, onları umursamıyordu. Onlar Lafa, Uz-za´ya ve üçüncü tanrıları olan Menat´a yemin ederlerken kendisi bu putlara asla iltifat etmezdi. Çünkü bu putların üstünlükleri hakkında Cenab-ı Allah hiçbir delil indirmemişti. Peygamber efendimiz kendisinden bu putlar adına yemin etmesini isteyenleri reddeder ve bu putlardan tiksindiğini ifade ederdi. Bu tavrı, ancak kuvvetli imanı olan şeceat sahibi kimseler sergileyebilirler. Böy-leleri, inancına ve itikadına sağlam imanla bağlı olurlar. Bir defa sında Peygamber efendimiz fiyat hususunda bir satıcıyla ihtilafa düşmüş, satıcı kendisinden Lat ve Uzza adına yemin etmesini is teyince, onu sertçe geri çevirmiş ve Lat ve Uzza adlarından hoş­lanmadığını ifade etmişti. Onun iman ve şecaati hususundaki bu parlak inancına hayran kalan adam, yemin etmeden sözünü ka bul ve tasdik etmişti.

Yirmibeş yaşındayken Şam seferine gittiğinde de, ruhen, fik ren ve kalben şecaatli idi. Bu seyahat esnasında kervandaki adamlar kendisinden, diğer kafilenin adamlarını geçmemesini is temişlerdi. Buna rağmen o asla korku ve ürküntüye kapılmadan diğer yoldan giderek anasımn Ebva´daki mezarını ziyaret etmişti. Kendisi altı yaşındayken vefat eden anasının o günden bu yana mezarını ilk olarak ziyaret ediyordu. Kervandan ayrılıp başka yol dan gittiği halde, yine kervandan önce menziline ulaşmıştı. Ker vandaki adamlar, kendisinin gitmekte olduğu yolun ıssız ve kulla nılmayan yol olduğunu söyledikleri halde o, bu yoldan gitmekten çekinmemiş ve gerçekten de o yol, dosdoğru bir yol çıkmıştı. - Bu rivayet Peygamber efendimizin tedbirli olduğunu ve işleri iyiden iyiye düşünüp karara bağladığını, kararında isabetli oldu ğunu göstermektedir. Hedefe en yakın yoldan ulaşmayı bildiğini, beraberindeki yol arkadaşlarına yumuşakça muamele ettiğini, faydasız yarışlardan uzak durduğunu, çünkü böylesi yarışların insana yorgunluktan başka bir şey vermediğini bildiğini ispatla maktadır. Ayrıca bu rivayet, Peygamber efendimizin, eşi görülmeyen bir şecaate sahip olduğunu ve zorluklara kuvvetle dayan dığını göstermektedir.

Kabe´nin onarımı esnasında Hacer-ül-Esved´i yerine yerleştir me hususunda Arap kabilelerinin kendisinin hakemliğini kabul ettikleri bir esnada o, benzeri görülmemiş bir şecaat örneği göster mişti. O, hakemin, hakemliğini kabul eden herkesi razı edemeye­ceğini bildiği halde, öne çıkarak Hacer-ül-Esved´i alıp yerine yer leştirmişti. Cenab-ı Allah´ın kendisine bahşettiği muvaffakiyet sayesinde, hakemliğine rıza gösteren herkesi memnun etmişti.

Görüldüğü üzere Peygamber efendimiz, bi´setten önce de şe-caatliydi. Gerçeği söyler, kmayıcıların kınamalarından çekin mezdi. Kendisine karşı direnenlerin direnmelerine aldırış etme den gerçeği haykırırdı. Dahası o, hakkı söylemekten razı ve mem nun olurdu.



Bi´setten Sonra


Allahü Teala, Hz. Muhammed (sav)´i peygamber olarak görev lendirdikten sonra, şecaati tam olarak zuhur etti. Risalet tebliği nin ilk aşamasında, risalet tebliği esnasında, bu tebliğin son dö nemlerinde hep şecaate ihtiyaç duyulur. Peygamber efendimiz Hz. Hatice´nin amcasının oğlu Varaka bin Nevfel´in yanına gitti ğinde, Varaka ona şöyle demişti: "Senin getirdiğin davetin benze rini getiren herkese düşmanlık gösterilmiştir!" Fikir düşmanları na karşı durabilmek için şecaate, sebata ve tahammül gücüne ih tiyaç vardır. "Allah, risaletini nereye (ve kime) bırakacağını daha iyi bilir " Cenab-ı Allah zayıf, sıkıntılı ve ilk darbe karşısında umutsuzluğa kapılan kimseleri peygamber olarak seçmemiştir. Darbelere karşı dayanıklı ve sürekli sabır gösteren kimseleri pey gamber olarak seçmiştir. Birbiri ardınca gelen, bazan da topluca gelen darbelere karşı kırılmayan, dirençle mukavemet eden kim seleri peygamber olarak seçmiştir. Bu darbeleri ancak yürekli, şe-caatli, azimli kimseler karşılayabilirler. Peygamberler, darbelere karşı iman etmiş kimsenin sükuneti ve rahatlığıyla karşı durur lardı.

Ebu Cehil, İslam daveti ve davetçisi karşısında şimşek ve yıldı rımlar çakıyordu. Sürekli eziyette bulunuyordu. Muhammed´i ve arkadaşlarım korkutup İslam davetinden caydırmak için, dur durak bilmeden uğraşıyordu. Halbuki, bu müşriklerin şiddet ve eza ları karşısında Peygamber efendimizin gayreti daha da güçlendi. Asla gevşemedi ve usanç göstermedi. Aksine gönül rahatlığı ve yüreklilikle hakkı açıklamaya devam etti. Peygamber efendimi zin düşmanları arasında güçlü kuvvetli kimseler bulunduğu hal de o, onlardan asla korkmadı ve çekinmedi. Onlara karşı kendi karekterinin ve görevinin gereği olarak yumuşak konuştu, fakat onlardan asla çekinmedi ve ürkmedi. Katı kalpli olmamak ve dolayısıyla çevresindeki insanları dağıtmamak, kalpleri kendine ve davetine ısındırmak için yumuşak konuşuyordu.

Henüz müşrik olmakta ısrar eden, etrafına korku ve ürküntü saçan heybetli Hattab oğlu Ömer, Erkam bin Ebi Erkam´ın evinde bulunan müslümanlara yöneldiğinde, müslümanların hepsi korkmuşlardı. Ancak orada bulunanlardan sadece iki kişi ürkün tü göstermemiş, aksine ümitvar olduklarını belirtmişlerdi. Bun lardan biri Allah´ın arslam ve şehitlerin efendisi Hamza idi. Ömer´in kötülük yapmak istemesi karşısında kılıcını kınından çe kip hazır vaziyette beklemekteydi. Korkmayan kimselerin ikinci si de, Hz. Muhammed (sav)´di. O paniğe düşmemiş, aksine süku netle beklemiş ve ; "Ömer´i içeri bırakın" demişti. Ömer içeri girer ken Peygamber efendimiz yerinden kımıldamamış, sükunetini bozmamış ve metaneti elden bırakmayarak şecaatini göstermiş ti. Ömer´in yakasını kuvvetle tutup kendine doğru çekmiş, niha yet Ömer sükunet bulduktan sonra, onu İslam´a davet etmiş, o da müslüman olmuştu.

Hz. Muhammed (sav), yiğit ve şecaatli olup davetini sürekli bir şekilde yapıyor ve kendisini öldürmek için suikast planı hazırla dıklarını bildiği halde, Kureyş´ten korkmuyordu. Onların komplo içinde bulunduklarını biliyor, asla gevşeklik göstermiyordu. Ken disine ve zayıf sahabilerine gelecek eziyetlere aldırış etmiyordu. Hicret esnasında da sebatkar bir insan olup şecaatini göstermişti. Sevr mağarasına sığınmıştı. Kureyşliler kılıçlarını çekerek mağa ranın etrafını kuşattıkları sırada bile o, şecaati elden bırakmamış ve kendisine dokunması muhtemel eziyetlerden Ötürü korkmakta olan arkadaşı Ebu Bekir´e teselli vererek: "Korkma! Şüphesiz Al lah bizimle beraberdir" demişti.

Medine´deki Yahudilerin kendisine eziyet vereceklerini,, hain ce tuzaklar kuracaklarını, hiçbir hıyanetten geri durmayacaklarını, suikast içinde bulunduklarını bildiği halde, korkaklık gös termemiş, davette suskunluk etmemişti. Bir damın tepesinden üzerine taş bırakmaya teşebbüs ettiklerini, yemeğine zehir kat tıklarını bildiği halde, yine de hakka daveti sürdürmüştü: "Onlar tuzak kurdular, Allah da onlara karşı tuzak kuruyordu. Allah, tu zak kuranların en iyisidir. (O tuzak kuranların tuzaklarını baş larına geçirir)."

Peygamber efendimizin manevi şecaati münafıklar arasanda da görülüyor, onları hikmetlice idare ediyordu. Hakkı aralarında açıklıyordu. Nitekim ashabı arasında da hakkı ilan ediyordu. Ser lerini bertaraf etmek için, münafıkları akıllıca idare ediyordu. Hz. Ömer, münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy´i öldürmek istediği . zaman, onu şiddetle bu işten alıkoyuyordu. Ömer´in itirazına aldı rış etmiyor, iman ehli arasında Ömer´in mertebesinin yüksekliği ni bildiği halde, onu doğru yola ileterek şöyle diyordu: "Araplar arasında Muhammed ashabını öldürüyor diye dedikodu olma ması için ben münafıkları öldürmeyeceğim."

Böyle demekle o, Ömer´den daha ileri görüşlü olduğunu göste riyordu. Çünkü bundan sonra münafıkların aile efradı ve aşireti, münafıkları zararsız hale getirmeye, hatta öldürmeye yönelmiş lerdi. Bazı münafıkların aile efradı ve aşireti, aralarındaki müna­fıkları öldürmek için Peygamber efendimizden izin dahi istemiş lerdi. Öyle ki, münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy´in oğlu, Peygamber efendimizden kendi münafık babasını öldürmek için izin istemiş, fakat Peygamber efendimiz ona bu izni vermemişti. İşte tam bu esnada şöyle buyurmuştu: "Hani Ömer nerede? Eğer Ömer istediği zaman onları öldürmüş olsaydım, bugün münafık ları öldürmek isteyen kimseler, bizden hoşnut olmayacak ve bize karşı cephe alacaklardı."

Peygamber efendimiz kervan sahibi ve şecaatli bir kimseydi. Hudeybiye barış anlaşmasının yazılmasından önce mü´minler, müşriklerin dikte ettirmek istedikleri anlaşmaya razı olmamış lar, hatta homurdanmaya başlamışlardı. Çünkü müşrikler şöyle bir şart ileri sürmüşlerdi: Müşriklerden bir kimse kendi velisinin rızası olmadan müslüman olup Peygamber efendimizin tarafına geçecek olursa, Peygamber efendimiz onu müşrik velilerine iade edecekti. Buna karşılık müslümanlardan biri irtidak edip Mek ke´ye gittiği takdirde, Kureyşli müşrikler onu müslümanlara iade etmeyeceklerdi. İşte bu şarta Hz. Ömer´le birlikte mü´minlerden bir çoğu karşı çıkmışlardı. Mü´minlerin sözcüleri: Ne diye dinimi zi küçük düşürüyoruz? demişlerdi.

Kureyşliler´den biri müslüman olup, bağlı bulunduğu zincir lerle birlikte Peygamber efendimizin huzuruna gelip de Peygam ber efendimiz onu müşriklere iade edince, müslümanların Öfkesi daha da şiddetlenmişti.

Peygamber efendimiz şecaatliydi. Fakat etrafındaki mu mirile rin itirazlarının ihlaslarından ileri geldiğini bildiği için, onları an layışla karşılamıştı. Fakat daha sonra müşriklerin, mezkur şartı lağvetmek için müracaat etmeleri sırasında Peygamber efendimi zin o şartı kendi hikmetinin bir eseri olarak kabul etmiş olduğu gün gibi açığa çıkmıştı. Çünkü müslümanlardan herhangi biri ir-tidat edip de, müşriklerin tarafına katılmadığı gibi, müşriklerden de herhangi biri müslüman olup Peygamber efendimizin tarafına gelmişti. Daha sonra müslümanîar, müşriklerin ticaret kervanla rını kıstırarak müşriklere ölüm ve helaki tattırmış, bir kısmını öl dürmüş, elde ettikleri ticaret metalarını da ganimet olarak almış lardı. Bu hususu Allah izin verirse ileride açıklamaya çalışacağız.



Konu Başlığı: Ynt: Cesur İnsan
Gönderen: Ceren üzerinde 23 Şubat 2021, 02:27:00
Esselamu aleyküm.rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...


Konu Başlığı: Ynt: Cesur İnsan
Gönderen: Mehmed. üzerinde 24 Şubat 2021, 14:15:49
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun