๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 16:46:43



Konu Başlığı: Çekememezlik
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 16:46:43
Çekememezlik


Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah genel olarak ehli kitaptan ve özel olarak da yahudilerden söz ederken, araların da mutedil kimseler bulunmasına rağmen çoğunun kötü işler yapmakta olduğunu haber veriyor. Onların seslerini çıkarabi len büyük çoğunluğu ise inatkarlıklarını, diğer insanlara karşı kıskançlık ve çekememezliklerini, insanları sevmediklerini açı ğa çıkarmaktadırlar. Bu vasıflarını devam ettiren yahudiler her nerede olurlarsa olsunlar, insanlara tiksintiyle bakarlar. Onların savaşdan sonraki durumlarını anlatmıştık. İnananlara karşı galip gelmek ve onlardan Öç almak için yaptıkları haince işleri bildirmiştik. Hased ettikleri bir kimseye Allah tarafından bir hayır ve iyilik dokunduğunda, onu çekemiyenler öfkelerin den kudururlar. Müslümanlarla yaptıkları anlaşmanın birinci yılında Hz. Peygambere karşı seslerini çıkarmamışlardı. Fakat daha sonra müslümanlara karşı bir grup oluşturma yoluna gir diler. Halbuki Hz. Peygamber, yaptığı anlaşmada onlarla iyi geçineceğini, aynı toplum içinde birlikte yaşayacaklarını herke sin kendi dilinde, yaşantısında serbest olacağını ifade etmişti. Aralarında dostluktan, iyilik ve takva üzere yardımlaşmaktan, Medine-i Münevvere´ye saldıracak düşmanlara karşı birlikte hareket etmekten başka bir maksatları olmadığım da ifade bu yurmuştu. "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demişti.

îşte böyle. Yahudiler, Hz. Peygamberi ve ona iman edenleri çekemiyor, onlara karşı kalblerinde büyük bir kin ve öfke taşı yorlardı. Mü´minler, onlarla yaptıkları anlaşmaya sadık kaldık ları halde, yahudiler onlara karşı kalblerinde kin saklıyorlardı. Bedir zaferi kazanılınca, bu zaferin ilk meyveleri onların hased hastalığına yakalanan kalblerinde görülmeye başladı. Hemen harekete geçerek inananlar arasına fesad tohumları ekmeye gi riştiler. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için de müşriklerle el birliği ettiler. Onları münafıklık alanına çekmeye çalıştılar. Müşrikler de onlara uydular ve bir münafık topluluğu meydana getirdiler. Onların kindar ve hasedçi kalblerinde nifak hastalığı yerleşmeye başladı. Münafıklığın Bedir zaferinden sonraki ilk etkisi müslüman cemaati birbirinden koparmak yolundaki te şebbüslerinde görüldü. Onlar, mü´minlerin saflarını parçalama ya çalıştılar. Savaşlar devam ettiği sürece de münafıklık gide rek arttı. Savaşınkızıştığı anda münafıklar hemen islam cema ati arasından sıyrılarak, saflar arasında boşluk meydana getir meye çalışıyorlardı. Hicretin üçüncü yılında yapılan Uhud ga zasında, müslüman askerler arasına yenilgi ruhunu yerleştir meye çalıştılar. Zayıf kalbli mü´minleri korkutup ürkütmek is tediler. Öyle ki, îslam askerleri arasında bulunan iki grup da ğılmaya ve geri kaçmaya yeltendi. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Hani sen, erkenden ailenden ayrılmıştın (Uhud´da) mü´minleri savaş üslerine yerleştiriyordun. Allah işitendir, bilendir. Sizden iki takım, bozulup geri çekilmek üze reydi. Halbuki Allah onların dostuydu, inananlar yalnız Allah ´a güvensinler. Andolsun ki, siz düşkün bir durumdayken Be-dir´de yardım etmişti. O halde Allah´tan korkun ki, şükredebilesiniz." (Al-i imran-121-123)

Bozulmaya yüz tutan bu iki gurup zayıf imanlılardan ve mü nafıklardan idiler. Mü´minler Bedir savaşına sevinç ve ferah* içinde girmişlerdi. Uhud gazasına girerken ise, münafıklar on ların aralarına acizlik ve tereddüt ruhunu aşılamaya çalışmış lardı. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, eğer yenilgi sebeplerine tutunmamışlar, dosdoğru yolda yürümüşler, Al lah´ın emirlerine muhalefet etmemişlerse, mü´minleri muzaffer kılmayı taahhüt etmiştir. Hz. Peygamber Medine-i Münevve-re´de yaşadığına göre, elbetteki bu hasedçiler ve fîtnekar münafıklar sahabeleri çember içine alacaklardı. Dolayısıyla Hz. Pey gamberin, sahabilerini bu münafıklara karşı koruması ve on lardan sakındırması gerekirdi. Hz. Peygamber de bu görevini Allah´ın emriyle yerine getirmişti. Bu nedenle Allahü Teala şöyle buyurmuştur: "Ey inananlar, sizden olmayanları dost edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır. Kalblerinde gizledikleri (kin) ise daha büyüktür. Eğer düşünür seniz, size ayetleri açıkladık. îşte siz, onlar sizi sevmezken onla rı seven kitapların bütününe inanan kimselersiniz. Onlar sizin le karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Kendi başlarına kal dıklarında da size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar. De ki: ´Öfkenizden çatlayın! Şüphesiz Allah kalblerde olanı bilir.´ Size bir iyilik dokunsa (bu), onları tasalandırır; size bir kötülük do-kunsa ondan ötürü sevinirler. Eğer sabreder, Allah´dan kor-karsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Al lah (m bilgisi), onların yaptıklarını kuşatmıştır. (Onlar ne yap salar Allah hepSİnİ bilir)." (AI-i imran: 118-120)

îşte bu ayetlerde yahudilerin kinlerini ve insanları hakikat ten çevirerek nefisleri fesada vermelerini ve mü´minleri birbi rinden ayırmak içjn yaptıkları çalışmaları görmekteyiz. Bun lar, sadece insanlar arasındaki sosyal ilişkileri bozmaya, iman ları zayıflatmaya, gayri müslimleri münafıklık yapmaya teşvik etmekle yetinmemişler; aksine bu hususta onlara katkıda bu lunmak amacıyla ortaklık etmiş, müzminlerin kalblerine şek ve şüphe tohumlarını ekmek için var güçleriyle çabalamışlardır. Çünkü onlar nefîslerindeki hasedlerinden ötürü kafirlik yap mayı içten arzulamaktadırlar. Bu uğurda da Hz. Peygambere, peygamberliğinin gerçek olup olmadığını öğrenmek için değil fakat cevap verememesi ve dolayısıyla aciz kalarak müslüman-Jarın ondan şüphelenmeleri için zor sorular yöneltiyorlardı. On ların bu yolda verdikleri uğraşlara bazı örnekler vereceğiz.