๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 12 Aralık 2009, 23:09:59



Konu Başlığı: Belağati
Gönderen: Sümeyye üzerinde 12 Aralık 2009, 23:09:59
Belağati


Resulüllah (s.a.v.), Kureyşliydi. Kureyşliler arasında doğup bü yümüştü. Kureyş kabilesi, Araplar arasında en fasih lisan ile ko nuşan kabileydi. Peygamber Efendimiz, hac mevsiminde Mekke panayırlarında hazır bulunur, oralarda irşad edilen şiirlerin edebi tadım alırdı. Hevazin kabilesi arasında, Sa´d oğulları içinde fasih arapçayı öğrenmişti. Hevazinliler, Arapların en fasih konuşanla rıydılar. Böylece onun konuşmasında ve beyanında, akim dili ile mensup olduğu medeniyetin dili bir araya gelip birleşmişti. Buna bedeviliğin saflığı da karışmıştı. Bunun yanı sıra konuşmalarında tatlılık ve akıcılık vardı. Lehçesi, bedevilerin en fasih lehçesi idi.

İşte bütün bu sebeplerden ötürü Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.) insanlar arasında en fasih konuşan bir kimse olmuştu. Hik met ve açık kelimelerle meramını ifade ediyordu. Başkalarına öğü dü bulunduğu zaman ağzından çıkan kelimeler, inci gibi saçılırdı. Bu kelimelerden hiçbiri batıl ve boşuna söylenmiş değildi. Geniş manaları kısa cümlelerle ve açık seçik kelimelerle ifade ederdi.

İnsanların birbirleriyle ilişkileri ve kendi aralarında eğlenme leri hususundaki beyanlarında istihfafın eseri görülmez, tatlı ve yumuşak sözleri, insana teselli verici bir rüzgar gibi kalpleri etki lerdi. Tatlı su; kalpleri dinçleştirir, gönüllerin susuzluğunu gide rir.

Bi´setten sonra Ümmü Mabed, konuşmasını şöyle tasvir etmiş tir: "Sustuğunda, üzerinde bir vakar görülürdü. Konuştuğunda da heybeti ve tatlı konuşması görülürdü. Konuşması açık seçik olup kelimeleri lüzumsuz ve işe yaramaz değildi. Kelimeler, aynı ipe saplanmış boncuklar gibi ağzından düzgün bir şekilde çıkar dı."

Risaletle görevlendirilişinden sonra Peygamber Efendimizin yaptığı konuşmaların tavsifi işte buydu. Bi´setten önceki amacı da böyleydi. Bi´setten sonra da böyle oldu. Risaletine mahal, vahyine nail olması için Cenab-ı Allah O´nu seçmişti. O hem açık seçik, hem de veciz konuşurdu. İfadesi kısa, anlamlan genişti. Ağdalı konuş maz, kelimeleri anlaşılmaz değildi. Yumuşak sözlü olup kelimele rinde sertlik görülmezdi. Kendini zorlamadan güzel kelimelerle konuşurdu. Sözleri tatlıydı. Tatlılaştırmak için yapmacık süsle melere yönelmezdi. Kelimelerinde ve konuşmasında tabii bir gü zellik vardı. Bu tabiiliğinde yapmacık yumuşaklıklar veya sertlik lerden eser yoktu. Sözlerinde ilahi ilhamın manaları vardı. Cenab-ı Allah, onun kelimelerini saflıkla güzelleştirmişti. Çünkü o keli meler, saf bir nefisten ve iman dolu kalpten çıkıyordu. Kalbinde imanla birlikte doğruluk da vardı. Kelimeleri, kendi nefsi gibi saf tı. Lekelerden arınmıştı. Onun sözlerini, Cahiz şöyle tasvir etmiş tir:

"Kullandığı kelimeler kısa, ama manası genişti ve tasvir edile-miyecek kadar yüksekti.´Tekellüften uzaktı. Uzatılması gereken yerde sözü uzatır, kısaltılması gereken yerde kısaltırdı. Garip keli meler kullanmazdı. Argo kelimelerden uzak dururdu. O hikmet mirasını konuşurdu. Ancak günahtan uzak kelimelerle konuşurdu. Hakikatleri te´yid eder, ilahi tevfikten hoşnut olurdu. Cenab-ı Allah, onun bu sözleri üzerine sevgi ve muhabbet akıtmıştı. Onu kabul ile örtmüştü. Sözlerinde heybet ile tatlılığı bir araya getir mişti. Güzel ilham ile kelime sayısındaki azlığı bir araya getirmiş ti. Sözlerini tekrarlamaya ihtiyacı yoktu. Dinleyicilerin de tekrar latmaya ihtiyaç duydukları görülmemiştir. Cümlelerinden bir ke lime düşmediği gibi, sürçü lisan da yapmamıştır. Sözlerine karşı bir delil ileri sürülememiş, karşısında bir hasım duramamış, onu hiç bir hatip susturamamıştır. Bilakis uzun cümlelere kısa keli melerle başlamıştır. Hasmını, yine ancak onun bildiği hususlarla susturmaya yönelmiştir. Hep doğru deliller ileri sürmüştür. Hak yolla amacına ulaşmak ve mücadeleyi kazanmak istemiştir. Bu hususta zorbalıktan medet ummamıştır. Rakibini susturmak için ayağım kaydırmaya yeltenmemiştir. Kimseyi ayıplamamış, kim seye lakap takmamıştır. Konuşması ne çok çabuk ne de çok ağırdı. Kelimeleri ne fazla, ne de eksikti. Sonra insanlar, Peygamber (s.a.v.) efendimizin kelamı kadar yararlı, doğru, dengeli, güzel, üsluplu, kolay telaffuzlu, anlamı açık, aydınlık bir söz ve ifade tar zı işitmiş değildirler."

Peygamber Efendimizin sözlerinde anlam tutarlılığının yanı sıra, ortama uygunluk da vardı. Sözleri dinleyicilerin kulaklarını rahatsız etmezdi. Aksine tatlı suyun akışı gibi rahatlık ve yumu şaklıkla insanların yüreklerine akardı. Öyle olunca da o güzel söz lerle kapsamlı ifadeler arasında bir uyum sağlanırdı. Dinleyicile rin idrakleri zorlanmaz, kulakları rahatsız edilmezdi. Konuşma sında bir tatlılık vardı. Sözler açık seçik konuşan bir dilden dökü lürdü. Harfler, mahreçlerinden düzgün bir şekilde çıkarak yerle rine konulurlardı. Dinleyenler, kelimelerin güzelliğinden sözle rin tatlılığından, manaların özgünlüğünden dehşete düşerlerdi. Katı olmayan bir üslup seçerdi. Konuşmasında asla tekellüf ve yapmacıklık yoktu. Aişe (r.a.) anamız, Peygamber Efendimizin konuşmasını değerlendirirken şöyle demiştir:

"Resulullah (s.a.v.), sizler gibi kelimeleri hızla ve peşpeşe ko nuşmazdı. Aksine o, açık seçik bir şekilde konuşur, dinleyenleri de, söylediklerini hafızalarına yerleştirirlerdi."

Peygamber Efendimiz ağır konuşurdu. Sözleri alel acele ağzın dan çıkarmazdı. Hatta Aişe anamızın rivayetine göre, dinleyicile ri Peygamber Efendimizin ağzından çıkan sözlerdeki harfleri saymak isteselerdi, sayabilirlerdi. Hiç şüphesiz bu konuşmanın en anlaşılır ve hitabın en belagatlısıydı. Çünkü konuşmadaki süku net, dinleyiciye kelimelerin güzelliğini ölçme ve mana üzerinde düşünme fırsatı verir. Bu yolla konuşmacının sözlerini hafızasına kazıyabilir. Kendini zorlamadan ve usanç getirmeden onun fikir lerini, düşüncelerini izleyebilir. Ama çabuk konuşma halinde din leyici, konuşmacının kasdettiği manayı takip edemezse amacım kavrayamazsa bıkkınlığa kapılabilir.

Peygamber Efendimiz kekelemeden, açık ve net bir şekilde ko nuşurdu. Sözlerinde, konuşma kusurlarından hiçbiri yoktu. Sa kin ve derin bir sesle konuşurdu. Doğruluk, O´nun sözlerini güzel-leştirir ve kalbe nüfuz ettirirdi. Fikir soranları hakka ve doğruya yöneltirdi. Ses ahengi güçlü ve sakindi. Kaba konuşmaz, kelime lerinde sertlik görülmezdi. Fıtri nağmelerin derinliğinin yanı sıra sesinde bir güzellik vardı. Gürültüye meydan vermeden açık bir sesle konuşurdu.

Rivayete göre Peygamber Efendimizin iki şerefli torunundan biri olan Ali oğlu Hasan (r.a.) Resulullah´ın yanında büyüttüğü Mü´minlerin anası Hatice diğer evliliklerinden birinden olma Hind bin Ebi Hale: "Resulüllah nasıl konuşurdu?" diye sormuş.

Hind şu karşılığı vermiş: "Resulüllah (s.a.v.) sürekli mahzun ve düşünceliydi. Hiç rahat etmezdi. Gerekmediği yerde konuş mazdı. Sükutu uzun sürerdi. Kelimeleri, dilinin tamamını kulla narak telaffuz ederdi. Dil ucuyla konuşmazdı. Yumuşak konuşur, kabalık göstermezdi. Başkalarını tahkir etmezdi. Az olsa bile ni meti tazim ederdi. Hiç bir şeyi kötülemezdi. Övülmesi gerekme yen şeyi de övmezdi. Şahsi öfkesinden dolayı kimseye karşı sert çı kış yapmazdı. Ancak hakka saldırı olduğu zaman haktan yana olur ve direnişe geçerdi. Bir şeye işaret edeceği zaman elinin ta mamı ile işaret ederdi. Bir şeyi tuhaf karşıladığı zaman elini çevi rirdi. Hayret ettiği hususlarda konuşurken sağ elinin baş parma ğını sol elinin ayasına bastırırdı. Öfkelendiği zaman çekip gider, sevindiği zaman da gözünü kırpardı. Güleceği zaman tebessüm den ileri gitmezdi."

O´nun kelimelerinin etkileyiciliği ve sözlerinin parlaklığı ile konuşmasının güzelliği hususunda raviler ne derlerse desinler, yine de belağatini tam manasıyla anlatamazlar. Ondan aktarılan konuşmalarım dinlediğimiz zaman konuşmalarında toparlayıcı bir bilgiyi, her dinleyicinin hoşuna giden ifadeleri görürüz. Keli melerinde ilhamın nüfuz ve insicamını, hikmetleri ve güzel kay nağı görürüz. Konuşmalarında, yumuşaklıkla kolaylığı bir araya getirmiş, kaba kelimeleri yumuşakça kullanmıştır. Sözlerinin an lamı gizlenmemiş, açıkça görülmüştür. Onun kelimeleri mana, hatıra ve kaynak bakımından gönülleri etkisi altında bırakırdı. Kalplerde yer bulurdu. Delil olarak kullanılan konuşması sıra dan dinleyici kalabalığı tarafından derhal benimsenirdi. Aynı doğrultuda konuşması havastan oluşan kimselerin Önüne delil olarak ileri sürüldüğünde, dinleyiciler tarafından yine benimse nirdi. Her insan, kavrayış gücü ne olursa olsun, sözlerini anlardı. Konuşurken Peygamber Efendimiz, garip oldukları için garip, tatlı oldukları için de tatlı sözleri özellikle seçmezdi. Ağzına geleni muazzam bir üslupla telaffuz ederdi. Sözlerini nfk ve yumuşaklık ile insicamlı cümleler ve fıtri fesahat ile kullanırdı. Sadece onu sevdiğimizden dolayı değil, hakikate olan aşkımızdan dolayı bu hakkı teslim ediyoruz. O´nun konuşmasını vasfettikten sonra Ca-hiz´in şu sözlerini tekrarlamamız hak oldu. Cahiz, ´Bu sözleri sa dece onu sevdiğinden ötürü kullanmış,´ denilmesin diye çok titiz davranmış ve şöyle demiştir: "Belki de ilmi kapasitesi olmayan ve sözlerin değerini anlamayan bir kimse, zanneder ki Peygamber Efendimizin sözlerini, aslında bulunmayan unsurlarla niteleye rek süsledik; Övüp şereflendirdik. Hayır, asla böyle bir şey yapma dık. Fazladan konuşma, alimlerce haram kılınmıştır. Hikmet sa hipleri katında yapmacıklık, çirkin görülmüştür. Yalancılar, fı-kıhçılar nazarında itibarsız sayılmıştır. Benim peygamber sözü nü gereğinden fazla övdüğümü methettiğimi iddia eden kimse, sapıklığa düşmüş ve emeği boşa gitmiştir.

Peygamber Efendimizin kitabındaki belagatı ve sözündeki ke mali ifadeye çalışırken haddi aştığımızı söyleyen kimse, gerçek ten günah söz söylemiştir. Çünkü onun insani beyan hususunda ulaştığı yüksekliğe, kimseler ulaşamamıştır. Bu, su götürmez bir gerçektir. Biz haddi aşmadık hatta onun belagatinin derecesine ulaşamadık ve ulaşanlayız da.

Kadi İyaz´m Muhammed (s.a.v.)´in fesahat ve belagatini dile getirmeye çalışırken söylediği sözleri okuyucuya aktarmamız hak olmuştur. Allah kendisinden razı olsun, Kadi İyaz bu konuda şun ları söylemektedir:´

"Lisan fesahatine ve söz belağatine gelince, Peygamber (sav) efendimiz bu meziyetler için en faziletli bir örnek olmuştur. Onun fesahat ve belagat örneği olduğu, herkesçe bilinmektedir. Sözleri nin yapısı sağlıklıdır. İlgi çekici aydınlıkları vardır. Kısa ve veciz konuşurdu. Sözleri saf, kelimeleri net ve doğru anlamlıydı. Yap-macıklığa yeltenmezdi. Uzun manaları kısa kelimelerle ifade ederdi. Görülmemiş bedii hikmetlerle sözlerini süslerdi. Bütün Arapların lehçelerine vakıftı. Her ümmete kendi diliyle hitab ederdi. Lehçeleriyle diyalog kurardı. Belagat ile konuşur ve böyle ce tartışırdı. Oyleki sahabilerinin çoğu, bazan söylediği sözleri açıklamasını ve şerhetmesini isterlerdi. Konuşmasını ve sözlerini zihnine alıp üzerinde düşünen kimse, bunu anlar ve bu gerçeği ka bullenir. Sadece Kureyş, Ensar ve Hicaz ehliyle konuşmazdı. Bunların yanı sıra Vatifet´ül-Hindi, Kutun bin Harise el Alimi, Eş´as bin Kays, Vail bin Hacer el Kindi ve diğer Himyer kabilele-riyle Yemen hükümdarlarıyla konuştuğu, hepimizin malumu dur."[1]

Bu ifadeler gösteriyor ki Peygamber (sav) efendimiz, Arapların bütün lehçelerini bilirdi. Çünkü Mekke-i Mükerremede ikamet etmişti. Hac mevsimlerinde Mekke´ye Arapların muhtelif kabile leri gelirlerdi. Kendisi de onların lehçelerini öğrenmeye özen gös terirdi. Zekası da bunu kavrayacak derecede yüksekti. Her duy duğunu öğrenebilecek kapasitede idi. Çevresinde cereyan eden her şeyi hafızasına yerleştirebilirdi. Bazı rivayetçilerin anlattık larına göre o, Farsça ve Bizansça kelimelerin bir çoğunu bilirdi. Romalılara göndermiş olduğu mektupları da bunu te´yid eder. Bir mektubunda Herakliyus´a şöyle hitap etmişti: "Müslüman ol, be ladan kurtul, Yoksa Berisilerin günahı senin üzerine olur." "Beri si" kelimesi Bizans dilinde, "Avam tabakası ile çiftçiler ve diğer halk" kesimi anlamına gelir. Arapların lehçelerini ve dil farklılık larını bilmiş olması, Cenab-ı Allah´ın kendisini umumi olan ilahi risalet için hazırladığını ispatlamaktadır. Bir çok lehçeleri ve dil farklılıklarını bildiğine delil olarak Kadi İyaz, O´nun Hemedanlılara, Vail bin Hacer´e yazmış olduğu mektuplarım ileri sürmekte dir. Bu kelimelerini de, doğruluk bakımından Kureyş kelimele riyle denkleştirmiştir.

Sonra Kadi İyaz, "Şifa" adlı eserinde şöyle der: "Onun mutad konuşmalarına, bilinen fesahatine ve bize aktarılan hikmetlerine gelince, bu konuda bir çok kitaplar yazılmıştır. Sözlerinden bazı sına başkalarının fesahati asla denk olamaz. Cümlelerinden ba zısına başkalarının belagatı asla yetişemez. Örneğin şöyle buyur­muştur;

"Müslümanların kanları birbirine denktir. Onların en düşük leri bile ümmetlerini korumaya gayret eder. Onlar, başkalarına karşı tek bir eldirler."

"İnsanlar, tarak dişleri gibi eşittirler."

"Kişi sevdiğiyle beraberdir."

"Kendisi için düşündüğün iyiliği, senin için düşünmeyen kim senin arkadaşlığında hayır yoktur."

"insanlar madenler gibidirler."

"Haddini bilen kimse helak olmaz."

"Kendisine danışılan kişi güvenilir olmalıdır."

"Hayır söyleyip kazanan, ya da sükut edip salim kalan kimseye Allah rahmet etsin."

"Müslüman ol ki beladan salim olasın ve Allah senin sevabını iki kez versin."

"Kıyamet gününde en çok sevdiğim ve en fazla yakınımda otu ran, sizin güzel ahlaklılarınız, omuzu düşük (mütevazi), başkala rıyla kolayca arkadaşlık eden ve edileniniz olacaktır."

Peygamber Efendimiz kendisini ilgilendirmeyen boş şeylerden konuşmazdı. Başkalarına verebileceği şeyi verir ve cimrilik et mezdi.

Resulullah yine şöyle buyurmuştur; "iki yüzlüler, Allah katın da itibar görmezler."

Peygamber Efendimiz insanlan dedikodu yapmaktan, çok soru sormaktan, mallarını israftan verilmesi gerekeni vermemekten, annelere eziyet etmekten ve çocukları diri diri gömmekten sakın-dırmıştır.

"Her nerede olursa Allah´tan kork. Kötülüğün ardı sıra bir iyi lik yap ki onu silip götürsün, insanlara güzel ahlakla muamele et"

"İşlerin en hayırlısı, orta yolda olanıdır."

"Dostunu ihtiyatla sev çünkü o, günün birinde sana düşman olabilir."

"Zulüm, kıyamet gününün karanlığıdır."

Bazı dualarında da şöyle demiştir: "Allah´ım senin katından bir rahmet diliyorum. O rahmet ile kalbim doğru yola iletilip sü kun bulsun. Onunla işlerim düzene girsin. Dağınıklığım düzel sin. Görmediğim durumları İslah edilsin. Görünürdeki duru mum esenliğe kavuşsun ve yücelsin. Davranışlarım arınsın. Doğ ru yola iletileyim. Ülfet sahibi olayım. Onunla bütün kötülükler den korunayım. Allah´ım ölüm anında kurtuluş diliyorum. Şehit ler mertebesine kavuşmak, mutlu kimselerin yaşantısına ermek ve düşmanlara karşı muzaffer olmak diliyorum."

Peygamber Efendimizin bazı hutbe, nutuk ve dualarının bazı cemaatlar tarafından aktarılan örneklerini sunmuş olduk."[2]

Bundan sonra Kadi İyaz, Peygamber Efendimizin bazı kabile lerle yaptığı muahade ve barış anlaşmasının metinlerini aktar mıştır. Bazı kabilelerle yapmış olduğu anlaşmalardaki hüküm lerle ince şartlan hiçbir katip yazamamış, hiç bir anlaşmacı tevsik edememiştir. Çünkü onun ifadeleri, mukayese kabul etmeyen, başkaları tarafından ifade edilemeyen yüksek bir seviyededir. Şa nı takdir edilemiyecek edebi bir zirvededir. Muhammed (s.a.v)´in ifadeleri o kadar beliğdir ki, ondan önce hiç kimse o güzellikte ifa deler kullanamamıştır. Allah kendisinden razı olsun, Kadi İyaz bu konuda şöyle der:

"Daha önce benzeri görülmemiş ve ifadelerinin yüceliği kimse ler tarafından takdir edilememiş sözlerini naklettim. Örneğin ´sa vaş kızıştı´, ´Burnu üzerine düşüp öldü1, ´Mu min aynı delikten iki defa ısırılmaz1, ´mutlu kişi başkalarına öğüt verendir. [3]

İşte böyle... Kadi İyaz, Peygamber Efendimizin nebevi kela-mmdaki fesahat ve belagatı ispatlıyor. Örnek olarak da yukarıda ki veciz sözlerini gösteriyor. O sözlerde parlak manalar ve nur fış kıran sözler vardır. O edebi sözleriyle, varlığın hakikatlerim for müle ediyor.

O´nu gören ve onunla bir arada yaşamış olan sahabilerinin bu konudaki sözlerim" ve siretinde nakledilen ifadeleri bir tarafa bı rakıp kendisine sahih olarak nisbet edilen Müdevven hadislere yöneldiğimiz; bu hadiselerde beyan ve ifade düzgünlüğünü, lafızlardaki muhkem manaları araştırdığımız zaman şu sonuçlarla karşılaşırız:

a- Ağzından çıkan sözler, kolay ve akıcı bir biçimde çıkardı. Sözlerinde tabii bir güzellik vardı. Birbirleriyle uyum içindeydi ler. Kelimeleri veciz olarak birbirlerini izlerlerdi. Sözlerindeki anlam bütünlüğü sağlıklı ve belirlenmiş bir amaca yönelikti. Dü­şüncelerini rahatlıkla dile getirirdi. Sözlerinde tabiat güzelliği gi bi bir güzellik müşahade edilirdi. Bu hakikatleri anlamak istiyor sanız; onun kanaate davet edici, az ile yetinmeye çağına ve inatçı lıktan vazgeçmeyi tavsiye edici sözlerine kulak verin:

"Zenginlik, mal çokluğuyla değildir. Asıl zenginlik gönül zen ginliğidir. "

Yine dilerseniz, Onun nefse hakimiyete davet edici sözlerine kulak verin:

"Kuvvetli kişi, başkalarını yere yıkıp mağlup eden kimse değil dir. Kuvvetli kişi, öfke anında kendi nefsine hakim olan kişidir."

O´nun bu derin manalar ifade eden ve kolay anlaşılır olan sözle ri, insanların gönlüne işlerdi. Bütün öğüt ve yönlendirmeleri böy leydi. Bu nedenle sözleri çabucak hafızalara nakşedilirdi. Onun söylediği sözler, hafızalara yerleştirilmek için söylenen sözlerdi.

b- Nebevi belağatin özelliklerinden biri de Peygamber Efendi mizin sözlerinin, fıtri akılların kapasitesinin üstüne çıkmayışıy-dı. Onun sözleri, derin manalar ifade etmekle birlikte fazla çaba sarfedilmeden anlaşılırdı. Ve ruhlara derinden derine nüfuz eder di. Havas tabakasına mensup kimseler, bilmedikleri şeyleri onun sözlerinden öğrenirlerdi. İslam ümmetinin birliği ve yardımlaş malarının gerekliliği hususunda söylemiş olduğu sözüne bakın:

"Mümin mümin için, birbirini tutan bina (taşları) gibidir."

"Karşılıklı sevgi ve merhametleri bakımından mü´minlerin durumu, bir cesedin durumu gibidir. Cesetteki organlardan biri hastalandığı zaman diğer organları uykusuzluk ve ateş ile ona destek olurlar."

Yüreklerindeki kin ve öfkeyi sökememelerine rağmen barış an laşmasına katılanların bu muahedesini şu ifade siyle değerlendi riyor:

"Kin temeli üzerine kurulan barış!" Doğrusu her insan bilir ki kalpler fasittir. Zahiren yapılan sulh, kalplerde saklı olan kini or tadan kaldırmaz.

Çalışmanın erdeminden sözederken Peygamber Efendimiz her insamn kendi geçimini sağlaması gerektiği, kendisinden yararla nılması için de başkalarının yardımına hazır olması gerektiği hu susuna değinerek şöyle buyurmuştur: ´Yüksekteki el, alçaktaki elden daha hayırlıdır,"

Anlaşmazlığa düşülmemesi gereken bir hususta şöyle demişti: "Bu işte iki keçi boyri"zmrıyla vuruşmasınlar."

Cenab-ı Alah´ın hayır ve bereketinin yeryüzüne tevdi edildiği ne, her yere rızıktan yana kendi hissesinin verildiğine işareten şöyle buyurmuştu: "Her yer, kendi seması ile (mıhlanır.)"

Erkeklerin hanımlarına şefkat ve yumuşaklıkla davranmaları gerektiğine şu sözleriyle işarette bulunmuştur: "Yavaş ol. Şişele re yumuşak davran (yoksa onları kırarsın)."

Bütün bunlar, Arap edebiyatında daha önce örneklerine rast lanmamış özgün özdeyişlerdi. Bunların manaları açık, maksatla rı belirgindi. Avam tabakasına mensup kimseler de bunları ra hatlıkla anlayabilirlerdi. Havas tabakasına mensup kimselerin kulakları, bu kelimelerden rahatsız olmazdı. Aksine herkes, daha önce bilmedikleri şeyleri bu kelimelerde görüp öğrenmişti.

c- Peygamber Efendimizin sözleri; hikmet taşıyan, uzun mana ları kısa kelimelerle ifade eden sözlerdi. Kelime sayısı azdı. Fakat yeni manalar taşırdı. Daha önce bilinmeyen sözler söylerdi. Bakı nız, bir defasında kendisine şöyle bir soru yöneltilmişti: "Ağızla rımızdan çıkan kelimelerden ötürü hesaba çekilecek miyiz?"

Cevaben şöyle buyurmuştu: "insanları yüzüstü cehenneme dü şüren şey, dillerinin mahsulünden başka bir şey midir?"

Akrabalarının birbirlerinden kopması ve ilişkilerinin kesilme si durumunda sıla-i rahim yapıp akrabalarına ziyarete giden kim se için şöyle demişti:

"Karşılıklı ziyarette bulunan kimse sıla-i rahim yapmış değil dir. Ancak karşı tarafın ilişkiyi koparması durumunda ziyarete giden kimse sıla-i rahim yapmıştır."

"Konuşup kazanan, ya da susup beladan salim kalan kula Al lah rahmet etsin."

d- Açıkça görüldüğü gibi Peygamber (sav) efendimiz, akıl ve vicdanlara hitap ederdi. Konuşurken bazı kelimelerden hoşlan madığı, ya da anlam zorlamalarına kaçtığı görülmemiştir. Bilakis kelimeler, ağzından rahatlıkla akıp giderdi. Tatlı ve düzgün konuşurdu. Sözlerinde irşat ve yönlendirme vardı. Mü´minleri, söz ve davranışlarında olumlu olmaya ve düşünmeden başkalarını taklid etmemeye davet edici sözlerine bakın:

"Sizden herhangi biri, her hususta başkalarıyla beraber olma sın. Böylesi der ki: insanlar iyilik ederlerse ben de iyilik ederim; insanlar kötülük ederlerse ben de kötülük ederim? Böyle olmayın, ama nefsinizi ağır tutun, insanlar iyilik yaptıklarında siz de iyi­lik yapın. Kötülük yaptıklarında kötülükten uzak durun."

e- Peygamber Efendimizin sözlerinde yapaylık yoktu. Onun sözleri zatı itibariyle bedii bir değer taşımaktaydı. Sözlerinde ba-zan seciler görülmüştür, ama bu secileri amaçlayarak üretmiş de ğildir. Bu, onun sözünün muhkemliğinden ve sağlamlığından doğmuştur. Örneğin bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Al lah o kula rahmet etsin ki, konuşunca kazandı. Veya susunca be ladan salim kaldı."Şüphesiz ki bu sözde seci vardır. Ya da secie yakın ifadeler vardır. Ama bu sözü söylerken herhangi bir yapay lığa ve kelimeleri zorlamaya yeltenmemiştir. Onun ağzından çı kan her kelime, mutlaka bir mana için kullanılmıştır. Yerinde kullanmıştır. Eğer onun sözlerindeki bir kelimeyi değiştirecek olursanız mana bozulur. Örneğin yukarıdaki hadis-i şerifte geçen "ganime" kelimesini -taşıdığı zengin manalarla birlikte- o manayı taşıyan başka bir kelime ile değiştirmemiz mümkün müdür? Böy le yaptığımız takdirde cümledeki vecizlik ve insicam bozulacak tır. Aynı şekilde hadisin sonundaki "selime" kelimesini de değiş­tirme imkanımız yoktur. O kelimenin taşıdığı ırz ve lisan selame tine dair manaları başka bir kelimede bulamazsınız. Peygamber Efendimizin sözlerinde aklın coşkun yansımaları müşahede edil mekte ve inatçı tutumdan uzak durulduğu görülmektedir. Pey gamber Efendimiz hikmetli sözlerden başka şeyler söylememiş tir. Hep faziletten sözetmiştir. Onun konuşmasının amacı da buy du. Sözlerinde bir tatlılık vardıysa da bunu, kelimeleri zorlayarak meydana getirmiş değildir. Cümle yapısına zorki bir düzen getir memiştir. Tabii sözü perdeleyen yapaylıklara yönelmemiştir. Ve zin ve kafiyelerin gürültüsü altına girmemiştir. Onun sözlerinde ki güzellik tabii idi. Lafızlarındaki süsler yapmacık değildi. Tıpkı hamamda konuşan kimsenin sesinin kendiliğinden yankı yapma sı gibi sözlerinde bir seci ve yankı görülürdü. Bunu isteyerek yap mazdı. Bütün bu özellikler doğal olarak konuşmasında görülürdü. Seri hakikatleri, fikhi manalardaki incelikleri açıklarken de bu özellikler müşahede edilirdi. Örneğin akidlerdeki batıl şartları ve bu şartların geçersizliklerini açıklarken şöyle buyurmuştur:

"Bazı kimselere ne oluyor ki, Allah´ın kitabında bulunmayan şartlan akidlerinde şart koşuyorlar? Allah´ın kitabında bulun mayan bir şart geçersizdir. Bu, yüz şart da olsa batıldır. Allah ´m yargısı haktır. Allah´ın şartı daha güvenilir ve daha sağlamdır. Velilik hakkı azad edene aittir."

Görülüyorki ifadelerindeki güzellik, muhkem bir insicam için dedir. Sözlerindeki güzellik, herhangi bir süsleme cihetine gidil meden kendiliğinden zuhur etmektedir. Bütün bunlara rağmen sözlerinde derin fıkhi anlamlar taşımaktadır. Bunu fıkıhçılar kavrayabilirler Gerçi fıkıhta belli bir seviyeye erişememiş olanlar bile bu sözleriyle neleri amaçlamış olduğunu anlayabilir. Herhan gi bir fikri zorlama ve çabaya ihtiyaç kalmadan, sözleri açık seçik bir şekilde ağzından dökülmüştür. Kelimeleri derli toplu, cümle leri insicamlıdır. Doğrusu güzel şeyler sağlam ve açık sözlerle ifa de edilebilirler.

f- Kıssaları anlatırken tasvir üslubunu kullandığı görülmüş tür. Kıssalardaki hakikatleri ve ibret noktalarını ağzından su mi sali akan sözlerle ifade buyurmuştur. Anlatmış olduğu kıssaları okuyan, ya da dinleyen kimseler amaçlanan şeyleri rahatlıkla an­layabilir, hedeflenen gerçek manaları kolaylıkla kavrayabilirler. Lafızda israfa gidilmemiş, manalar eksik bırakılmamıştır. Tefer ruata dalmadan meramını tam bir şekilde ifade etmiştir. Lüzum suz şeyler söylememiştir. Örneğin Buharı ile diğerlerinin rivayet etmiş oldukları mağara arkadaşlarının kıssasını aktaralım bura ya:

"Bir ara üç kişi yolda yürümekte iken yağmura yakalandılar. Bir dağdaki mağaraya sığındılar. Dağın üst taraflarından kopar büyük bir kaya parçası, gelip mağaram kapısına dayandı. Kapıyı tamamen kapattı. Birbirlerine dediler ki: Allah için işlemiş oldu ğumuz salih amellerinizi hatırlayın. Bu amellerinizi söyleyerek Allah´a yalvarın, belki Cenab-ı Allah kapıyı bizim için açar.

Aralarından biri dedi ki: "Allah´ım benim yaşlı ebeveynim, zev cem ve küçük çocuklarım vardı. Onları beslerdim. Akşam dönü şünde davarlarımdan sağdığım sütü eve götürür, önce ebevey nime verir, çocuklarımdan önce onlara içirirdim. Günün birinde bir ağaç beni meşgul etti. Ancak akşam olunca eve gelebildim. Ebeveynimin uyumakta olduklarını gördüm. Her günkü gibi da varı sağıp sütü getirdim. Yanı başlarına durdum. Onları uykula rından uyandırmak istemedim. Sütü onlardan önce çoculara ver mek de hoşuma gitmedi. Halbuki çocuklar ayaklarımın yanında bağrışmaktaydılar. Tan yeri ağanncaya kadar bu halde bekle dim. Ey Rabbim eğer bunu senin rızanı kazanmak için yaptığımı biliyorsan, kapıyı azıcık arala da semayı görebilelim."

Cenab-ı Allah kapıyı biraz araladı, aradan semayı görebildi ler.

Diğeri ise şöyle dedi: ´Allah´ım benim bir amcam kızı vardı. Er keklerin, kadınlara duydukları sevginin en şiddetlisi olan bir sev giyle onu sevdim. Onu istedim, ama o isteğime cevap vermedi. Ni hayet ona yüz dinar götürdüm. O yüz dinarı elde edinceye kadar çok yorulmuştum. Dinarları götürüp ona verdim. Bacaklarının arasına oturduğumda bana: "Ey Allah´ın kulu, Allah´tan kork. Bekaretimi ancak nikah ile çöz." dedi. Ben de bacaklarının ara sından kalkıp gittim. Ey Rabbim eğer bunu senin rızanı kazan mak için yapmış isem, kapıyı bizim için biraz daha arala." Böyle dedikten sonra kapı biraz daha aralandı.

Üçüncüsü ise şöyle dedi: ´Allah´ım ben bir ölçek pirinç karşılı ğında bir işçi tutmuştum, işini tamamladığında "Hakkımı ver." dedi. Bir ölçek pirinci verdim, pirinci kabul etmedi. Ben de pirinci onun namı hesabına ekmeye başladım. Hasattan elde ettiğim pa ralarla bir inek ve yavrusunu elde ettim. (Yine günün birinde ba na gelerek): "Allah´tan kork hakkımı yeme ve bana zulmetme." de di. Ben de: "Şu ineği ve yavrusunu git al" dedim. ´Benimle alay mı ediyorsun1? Allah´tan kork ve benimle alay etme´, dedi. Ben de: "Se ninle alay etmiyorum. İneği ve yavrusunu al." dedim. Bunun üze rine ineği ve yavrusunu alıp gitti.

Allah´ım eğer bunu senin rızanı kazanmak için yaptığımı bili yorsan, mağaranın kapısının kalan kısmını da bizim için aç.´ Böyle demesi üzerine Cenab-ı Allah, mağaranın kapısının kapalı kalan kısmını da açtı."

Şu gerçek kıssanın üzerinde biraz duralım. Bu kıssadaki ifade ler kolay ve düzgündür. Ayrıca bu ifadelerin yanı sıra bazı fiillerin tasviri de yapılmaktadır. Bu fiiller, faillerinin gönlünden zuhur etmiştir. Bu fiilleri yapanlar, Cenab-ı Allah´ın rızasını amaçlamışlardır. Hadis-i şerif, ibret ve mana bakımından doğru olmanın yanı sıra, açık ve net ifadelidir. Bu kıssadan elde edilen ibret ve manalar şunlardır:

1- Ameller, niyetlerle kaimdirler ve Cenab-ı Allah, ancak iyi amelleri kabul buyurur. Amelin iyi olması da ancak onunla Al lah´ın rızasının amaçlanmasıyla mümkündür. Allah katında bu lunan şeyleri talep eden kimse, mal, şeref ve itibar peşine düşmez. Sadece Allah´ın rızasını arzular. Nitekim peygamber (s.a.v.) efen dimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Sizden biriniz, sevdiği şeyi Allah için sevmedikçe iman etmiş olamaz."

2- Yüce Allah´ın takdiri, O´nun ilminde değişmez bir düzene gö re seyreder. O´nun takdir ettiği sonsuz hikmete göre cereyan eder. Eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah, kendisine yönelen kimselerin sıkıntısını giderir. Darda kalan kimsenin duasına ica bet eder. Tabiiki darda kalan kimsenin kalbi ihlaslı ve hedefi ha yır olup Cenab-ı Allah´ın katında bulunan şeyleri amaçlamış ise, duasına icabet edilir. Nitekim noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"(O) ülkelerin halkı inanıp (Allah´ın azabından) korunsalardı. elbette üzerine gökten ve yerden bolluklar açardık." (Araf: 96)

3- Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, insanlara, özel likle yakınlarına fayda veren, olumlu işlere yönelen olumlu mü´minleri mükafatlandırır. Nitekim anılan hadis-i şerifte de gö rüldüğü gibi o üç kişiden biri ebeveynine iyilikte bulunmuş, onları kendi küçücük yavrularına tercih etmiştir. Yavrularını açlıktan kıvranır vaziyette bıraktığı halde ebeveyninin yanı başında, şa fak sökünceye kadar beklemiştir. Onları rahatsız etmemiştir. Bu da onların rızasını tercih edişinden dolayıdır. Çocukları kendisin den bir parça olduğu halde ebeveynini onlara tercih etmiş olması, aslında ebeveynini kendine tercih etmesi demektir. Çocuklarını ebeveynine tercih etmiş olsaydı aslında kendini ebeveynine tercih etmiş olurdu. Ebeveynini çocuklarına tercih etmiş olması, aslında ebeveynini kendinden üstün tutması demekti. Onun bu durumu şu ayeti kerimeye uymaktadır:

"Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (Yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler." (Hasr:9.)

4- Andığımız hadis-i şerifte sözü edilen üç şahıstan ikincisinin yaptığı gibi serden, bütün imkanların mevcut olmasından sonra-uzaklaşıp kaçmak, kişinin sevap kazanmasına yol açan olumlu iş lerdendir. Fazilet, olumluluktur. Olumsuzluk değildir.

5- Sözkonusu hadis-i şerifte sözü edilen üç kişiden üçüncüsü nün yaptığı gibi hakkı sahibine vermek, İslamın faziletindendir. Başkalarının hakkına göz diken kimse Allah´a yakın olamaz. Al lah´a en yakın kişi, başkalarının hakkını yemeyen, hak sahibine, hakkını veren kimsedir. Bu arada anılan kıssa, işçinin ücretinin ödenmesinin zorunluluğuna işaret etmektedir. Alın teri kuruma dan hakkını vermenin zorunlu olduğunu ifade etmektedir. Şüp hesiz ki, Cenab-ı Allah, güzel iş yapanın ecrini zayi etmez.

g- Şunu da belirtelim ki peygamber (s.a.v.) efendimizin akdet miş olduğu muahedelerdeki sözlerinin muhkemliği, belağatin en yüksek örneğini, ahlakın en güzel numunesini teşkil etmektedir. Akdetmiş olduğu muahedelerle dikkate almadığı hiç bir hak kal mamıştır. O, hakları açık seçik bir tarzda ifade etmiştir. Belirsiz likleri giderici, çekişmeleri önleyici olup, kavram kargaşalığına yer bırakmamıştır. Taraflara yüklenilen görevlerin hepsini açık ifadelerle, karmaşıklığa meydan vermeyecek, zulme mahal bırak mayacak bir şekilde kayda geçirmiştir. Anlaşmalarını sarih bir şekilde kaleme aldırmıştır. Şartların tamamını yazıya dökmüş tür. Çünkü şartların bulunduğu yerde haklar kesilir.

Çağımızın yöneticileri, Peygamber Efendimizin dikte ettirdiği muahede metinlerini ihlaslı bir şekilde inceleyecek olur ve hakka yönelmek isterlerse; kaynak olarak, ümmi peygamberimizin dik te ettirdiği muahede metinlerinden daha zengin bir kaynak bula­mazlar. Allah izin verirse, Peygamber Efendimizin siyasetini ele aldığımız zaman bu konuda ayrıntılı açıklamalarda bulunacağız.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kadi İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 44.

[2] Kadi İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 46.

[3] Kadi İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 46.



Konu Başlığı: Ynt: Belağati
Gönderen: Ceren üzerinde 26 Şubat 2021, 01:31:41
Esselamu aleyküm.rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...