๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Aralık 2009, 23:04:16



Konu Başlığı: Arap Beldelerinde İslamiyet´in Yayılışı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Aralık 2009, 23:04:16
Arap Beldelerinde İslamiyet´in Yayılışı

Arap beldelerinin uzak yakın her taraflarına islamiyet yayı lıyordu. Peygamber efendimiz islam davetçilerini her tarafa gönderiyordu. Bazıları kalben inanıp iman getirerek bu davete icabet ediyor ve müminlerle güç birliği etmek için Medine-i mü­nevvereye hicret ediyordu. Bazıları teslim oluyor, kalplerine iman girmeksizin teslimiyetlerini arzediyorlardı. iman ehli ara sına katılmayan ve onlarla komşu olmayıp Peygamber (s.a.v.) efendimizin huzuruna çıkmayan, ondan islamiyeti öğrenmeyen Kur´an-ı Kerim okumayan, ya da okunuşunu dinlemeyen bazı arabiler bu durumdaydılar. İşte onlar hakkında Cenabı Allah şöyle buyurmuştu:

"Arabiler (bedeviler: "İnandık" dediler. De ki: "Siz inanma dınız. Fakat: "islam olduk" deyin (çünkü iman gönülden olur. islam ise itaat ederek barışa girmek, savaşı bırakmaktır. Savaşı bırakmakla islam olup güvene girdiniz), fakat henüz iman kalplerinize girmedi."

Arabilerin bir kısmı da müşriklerin mi, yoksa Muhammed (s.a.v.)in mi galip olacağını bekliyorlardı. Sonuca göre karar ve-receklerdia Müslümanlarla müşrikler arasında gidip geliyorlar ve tereddüt içinde bulunuyorlardı. Bozıları da küfürde tedbir alarak Peygamber efendimizin yanına gidiyor hidayet istedikle rini ona açıklıyorlardı. Bu istekleri üzerine Peygamber efendi miz onlara Kur´an-ı Kerimi öğretip ezberlettirecek ve islamı öğ retecek muallimler gönderiyor; ama onlar kendilerine gelen öğ retmenlere hıyanet edip, öldürüyorlardı. Nitekim sayıları 70´i bulan Kur´an-ı Kerim kurrâlarmı öldürmüşlerdi. Bazıları da mü´minleri yakalayıp müşriklere satıyorlardı. Nitekim Hubeyp ile arkadaşlarını yakalayanlar, onları Mekke-i mükerreme hal kından olan müşriklere satmışlardı. Onları hayasızca öldür müşlerdi. Onlarla ilgili olarak Cenab-ı Allah´ın şöyle buyurması gerçekten hak olmuştu:

"Bedevi araplar (çöl arapları), küfür ve ikiyüzlülükçe daha yaman ve Allah´ın, resulüne indirdiği şeylerin sınırlarını tanı mamaya daha müsaittirler."(Tevbe: 97)

Bu tür Arabi münafıklığı Arap çöllerinde derinden derine ve Mekke-i mükerreme çevresinde yayılmıştı. Medine-i münevve re çevresinde de böyleleri vardı. Bunlarla ilgili olarak Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştu:

"Çevrenizdeki bedevi araplardan ve Medine halkından iki yüzlülüğe iyice alışmış insanlar vardır. Sen onları bilmezsin; onları biz biliriz. Onlara iki kere azap edeceğiz. Sonra da onlar büyük azaba itileceklerdir."(Tevbe:101)

Cenab-ı Allah arabileri, birbirine denk iki kısma ayırmıştı. Birinci kısım, nifaklarını açıkça ortaya koyan ve zekatı angar ya sayan kimselerdir. Diğer kısım ise Allah´a ve ahiret gününe iman edip, Allah yolunda infak ettiği şeyleri de Rabbine yak laşma vesilesi olarak sayar. Cenab-ı Allah bu kısımların ikisini de zikretmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Bedevi araplardan kimi var ki verdiğini angarya sayar ve sizin başınıza belalar gelmesini gözetler (gözettikleri) o kötü bela, onların başına gelsin. Allah işitendir, bilendir. Bedevi Araplardan kimi de var ki Allah´a ve ahiret gününe inanır, ver diğini Allah´a yakın dereceler kazanmaya ve Resulün duasını almaya vesile sayar. Gerçekten o (verdikleri), kendileri için ya kın dereceler (vesile)´dir. Allah onları rahmetinin içine sokacak tır. Muhakkak ki Allah bağışlayan, esirgeyendir." (Tevbe:98-99)

îşte böyle ... Arabiler arasında temiz müminler bulunduğu *gibi münafıklar da bulunuyordu. Bu münafıkların bir kısmı, Peygamber (s.a.v.) efendimizin vefatından sonra dinden çıkıp irtidat etmişlerdi. îslamiyetin bu Arabiler arasında yayılışı, iş te Cenab-ı Allah´ın kitabında açıkladığı bu şekilde tahakkuk et miştir. Arabilerin bir kısmı münafık, kâfir ve hain iken bir kıs mı da teslim olup müslümanlarm başlarına felaketler gelmesi ni gözlüyorlardı. Öte yandan aralarında iman edip kalplerini temizlemiş olan takvalı kimseler de vardı. Arabilerin durumla rı ne olursa olsun islamiyet bütün bu olumsuz faktörlere rağ men yayılıyordu. Mütereddit de olsalar islamın nuru kalplerine giriyor, Allah´ın tevfîk ve inayetiyle içleri ^aydınlanıyor, sonra da iman ediyorlardı. Müşriklerle Muhammed (s.a.v.) ve berabe rindeki mü´minler arasında vuku bulan savaşlar Arapların kalplerini balyoz gibi etkiliyor ve kalplerin paslarını gideriyor-du. Çünkü neticede bu, Arapların atası ve Beyt-i Haram´ın ba nisi İbrahim Peygamberin tevhid dini ile şirk arasındaki bir çarpışmaydı. Tevhid dini onları vahdaniyet ile müşriklik ara sında düşünüp bir seçim yapmaya, putları parçalayan İbra him´in dini ile putperestlerin dini arasında bir tercih yapmaya davet ediyordu. Bu da Arapların ve Arabilerin nefislerini, zorlanmaksızm bu mesele üzerinde düşünmeye yöneltiyordu. Bu­nun ötesinde Allah´ın zafer verip desteklediği iman ile Allah´ın yardımsız bıraktığı şirk arasında cereyan eden savaş, sayıları az olduğu halde mü´minlerin muzaffer olmalarına, sayıları çok olmakla birlikte müşriklerin hezimete uğramalarına sebep olan sırrı öğrenmeye insanları yöneltiyordu. Sadece Hendek hadise si, Muhammed (s.a.v.) efendimize yardım eden ve Allah tarafın dan gönderilen gizli kuvveti düşünmeye insanları sevkediyor-du. Çünkü o zorlu savaş esnasında Cenab-ı Allah bir kasırga estirerek müşriklerin kamplarını altüst etmiş, çadırlarını sö küp dağıtmış, kalplerini korkuyla doldurmuş; bu sebeple onlar cepheden firar etmişlerdi. Sadece bu olay, insanların Allah´tan başka taptıkları tanrılardan vazgeçip Allah´a yönelmeleri ge­rektiği hususunda kalplerini uyarmaya kafidir, çünkü bu olay lar üzerinde düşünen insan, Cenab-ı Allah´ın, tevhid davetçile-rini güçlerinin üstünde bir kuvvetle desteklemekte olduğunu kavrar,

Arap beldelerinin her tarafında yerden ot biter gibi biten se-riyyeler ve büyük savaşlar hep islam davetini yaymak, müşriklerin durumunu keşfetmek, insanları hidayete erdirmek, ya da hıyanet görüldüğü zaman savaşmak için yapılmıştı. Bütün bu gazve ve seriyyeler, insanın din üzerinde düşünmesine sebep olur. îslamiyetle putperestlik arasmdabir mukayese yapması na neden olur. Bir şey anlamasalar dahi atalarının yolunu izle yip dinlerini devam ettirmek kalpler ve kulakları hakkı idrak edip duymaktan sakındırır. İşte bu savaş gulgulesi, onların ku-laklarındaki ağırlığı ortadan kaldırıyor, onlara hakikati işittiri yordu. Gözlerindeki perdeyi yok ediyor ve onlara gerçekleri gös teriyordu. Duyu organlarının önlerindeki engeller kaldırıldığı zaman bu organlar doğru yola yönelir ve sağlıklı bir algılamaya yönelirler; eğriliğe sapmazlar. Gerçekten de Peygamber efendi mizin davetine kalpler kulak vermişlerdi. Başlangıçta zayıf kimseler bu davete rağbet etmişlerdi. Bilahare islamiyet, kâfirleri, gizlendikleri yerlerde rahatsız edecek derecede güç lenmiş ve onları hidayet yerlerine sevketmişti. Yapılan savaşla rın herhangi bir kimseyi imana zorladığını söyleyemeyiz. An cak deriz ki hakkın kuvveti savaşçı olmayan kimseleri iman mihrabına sevketmiş, böylece onlar, kendi özgür iradeleriyle İs lama meyletmişlerdir. Çünkü edilen savaşlar, insaflı kimseleri hakka yöneltir. îmanlarından dolayı mü´minlerin muzaffer ol maları, başkalarının gönüllerini onlara ısındırır ve ağızların dan çıkan hakikatleri dinlemelerine vesile olur. Bundan sonra köylerden ve kabilelerden imanlarını ilan ederek islamiyeti öğ renmek isteyen, Kur´an-ı Kerim´in tilavetini dinleyen heyetler gelmişlerdi. Bunlar biribirlerini takip edip hakkın sesini, hak davetçisinin ağzından dinlemek istiyorlardı. Bütün bunlar Pey gamber (s.a.v.) efendimizin adını sanını duymaları sonucunda cereyan eden olaylardır. Onun mübarek adının ve sanının du yulmasına da savaşları vesiîe olmuştu. Başlangıçta savaşlar sulh ile sona ermiş, sonra Peygamber efendimizle düşmanları arasında bir diyalog başlamıştı. Bu da ruhların sükunete ka vuştuğu, kalplerin yatıştığı bir dönemde yapılan bir başka isla-mi davet idi. Hakkın sesi tek başına duyulmaya başlamıştı. Si lahların sesi susmuş, sükunet hakim olmuş, düşmanlık gizlen miş, azgınlar sükunet bulmuştu. Düşmanlıklar artık gönülleri ateşlendirmiyor, bilakis ruhları ve gönülleri canlandıran güçlü bir barış hakim olmuştu. îşte o esnada bazı Araplar ve daha önce Peygamber efendimizle savaşan kimseler İslama yönelmiş lerdi. Kinden uzak salim bir kafayla düşünmeye ve içlerindeki düşmanlıkları ve manevi kirleri silip atmaya başlamışlardı. Müşrikler sadece inat ve inkârlarından dolayı imandan kaçı­yorlardı, înat gizlenince selim düşünce ortaya çıkar ki, bu da islamın yoludur. Bundan sonra da herkes imâna yönelir. Onları kin, haset, mihnet ve düşmanlık islamiyetten uzaklaştıramaz. Akrabalık bağlarını, daha önce koparılmış dostluk, sevgi ve merhamet ilişkilerini koparan unsurlar, insanların İslama yö nelmelerine engel olamıyordu. Hicretin 7. senesinde yapılan Umretül Kaza vesilesiyle, daha önce birbirinden uzaklaşmış olan gönüller birbirlerine yaklaşıp ısındı. Bilal-i Habeşi Kâbe-i Muazzama´nın damında tekbir getirerek ezan okudu. Allah´ın adını yüceltti. îşte o esnada kâfirlerin en azılı düşman olanları bile İslama girmedilerse de İslama yöneldiler. Ebu Cehil oğlu ikrime´nin o esnada İslama yönelmiş olduğunu söylememiz dahi yeterlidir. Arkadaşı Halid bin Velid, Osman bin Talha ve Avar bin As gibi imanını açığa vurmaya çalışmış olduğunu söyleme miz yeterlidir.

Kureyşliler Muhammed (s.a.v.) efendimizin Beyt-i Haram´ı yüceltip şiarlarını ifa ettiğini, Merve yanında kurban kestiğini, bağları koparmaktansa dostuk bağlarını tesis ettiğini, Allah´ın sofrası sayılacak velime yemeğini vermeye çalıştığını, gönül hoşnutluğuyla Mekke-i Mükerremeye girdiğini görmüşlerdi. Kendileri de hoşnut olarak Mekke´den çıkmışlardı. Peygamber efendimiz Mekke´den çıkıp Medine yoluna koyulduğunda Ora daki müşrikler islamiyet üzerinde düşünmeye başladılar. Halid bin Velid Mekke´dekilerini peygamber efendimizle ilgili olarak düşünmeye davet etti: "Aklı başında olan herkes artık Muham-med´in sihirbaz ve şair olmadığını, onun söylediği sözlerin de alemlerin rabbinin sözü olduğunu anlamıştır. Akıl ve basiret sahiplerinin ona tabi olmaları hak olmuştur!" dedi.

Halid´in bu sözleri Ebu Süfyan´a ulaştığında Ebu Süfyan, duyduğunun doğru olup olmadığını Halid´e sorduğunda, Halid de, "doğrudur" dedi. Ebu Süfyan öfkelenerek Halid´in üzerine atılmak istediyse de Ikrime bin ebi Cehil onları birbirinden ayırdı. îkrime de Halid´in düşüncesini paylaşıyordu.: "Yavaş ol bakalım ey Ebu Süfyan? Bu görüşünden dolayı Halid´i öldürmek mi istiyorsun? Aslında bütün Mekkeliler bu görüştedirler. Vallahi korkarımki bir sene geçmeden bütün Mekke halkı bu görüşe uyacaktır" dedi. Zaten bir sene geçmeden Mekke-i Mü-kerreme fethedildi. Mekkelilerin tümü Halid´in görüşündeydi ler. Ebu Süfyan da müslüman olmuştu, islamiyet Arap şehirle rine, obalarına girmeye başlamıştı. Kimi mü´min kimi de teslim olmuştu. Ancak islamiyetten hoşlanmayan ama onu bilen kâfirler de vardı. Artık islam nurunun Arap yarımadasından çıkıp diğer beldeler de yayılmasının zamanı gelmişti. Mek ke´den zuhur eden bu nur çevreye, sonra güçlü kuvvetli mü´min topluluğunun bulunduğu Medine´ye, ondan sonra da bütün Araplara yayılmıştı, Mecusilerin ve Hıristiyanların bulunduğu doğu tarafına yayılmış, Mecusilerin ateşini söndürüp Hıristi­yanların haçlarını parçalamıştı. Yeryüzünün doğularında ve batılarında sadece Allah´ın kelimesi yücelmişti.


Konu Başlığı: Ynt: Arap Beldelerinde İslamiyet´in Yayılışı
Gönderen: Ceren üzerinde 29 Aralık 2020, 02:12:35
Esselamu aleyküm.rabbim bizleri İslam yolunda hizmet eden İslam'ın yayilmasin da çalışan kullardan eylesin inşallah.rabbim razı olsun paylaşım dan kardeşim...


Konu Başlığı: Ynt: Arap Beldelerinde İslamiyet´in Yayılışı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 30 Aralık 2020, 07:58:36
Aleyküm Selâm. Hak yolunda hizmet edenlerden olmak ne güzeldir elhamdülillâh
Rabb'im bizleri hakkıyla hizmet edenlerden eylesin inşaAllah
 Bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim