> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Hazreti Muhammed a.s.v > Son Peygamber > İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri  (Okunma Sayısı 1919 defa)
14 Aralık 2009, 23:01:14
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 14 Aralık 2009, 23:01:14 »



İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri





Ebu Bekir´in İslam´a girişiyle, İslamiyet, Peygamber efendi mizin evinin odaları dışına çıktı. Bundan önce İslamiyet Pey gamber efendimizle birlikte yaşayan üç kişi arasındaydı. Bu üç kişi Peygamber efendimizin şerefli zevcesi Hatice, Ali ve Zeyd idi. Biz bu isimlerden bahsederken sıralamaya riayet etmiyo ruz. Bunlardan hangisinin daha önce İslam´a girmiş olduğu üzerinde durmuyoruz. Her ne kadar Hz. Hatice´nin bi´set esna sında Peygamber efendimize ilk iman eden insan olduğunu te reddüt etmeden söyleyebiliyorsak da, bu sıralamaya riayet etmenin zorunlu olmadığı görüşündeyiz. Bi´setten önce Hz. Ha tice Peygamber efendimize destek olmuştu. Bi´setten sonra da bu vazifesini yapacak olan Peygamber efendimize yardımdan geri durmamıştı. Dolayısıyla Allah katında büyük bir mertebe ye yücelmişti.

Ebu,Bekir´in müslüman oluşundan sonra, Peygamber efen dimizle eski dostlukları veya Ebu Bekir´le eski arkadaşlıkları olan bazı kimseler peş peşe İslam´a girdiler. Zaten bunlarda İs lam´a girme istidadı vardı. Peygamber ailesinden ve Ebu Be kir´den sonra ilk olarak Osman bin Affan İslam´a girdi. Onun Ebu Bekir´le dostluğu ve Peygamber efendimize sevgisi vardı. Peygamber efendimizle nesebi bir bağ kurmak istiyordu. Onun damadı olmayı arzuluyordu. Muhammed (sav)´in, kızı Rukiy ye´yi Utbe´ye nikahladığını öğrendiğinde epeyce üzülmüştü. Bu haberi aldığında nasıl üzüldüğünü Osman´ın kendisinden din leyelim:

"Kabe´nin çevresinde oturuyordum. Muhammed (sav)´in, kızı Rukiyye´yi Utbe´ye nikahladığını duydum. Utbe´den önce Rukiy-ye´yi nikahlayamadığım için pişmanlık ve üzüntüye kapıldım. Hemen evime döndüm. Su´da binti Kureyz´i görmek istedim. Bana Muhammed (sav)´in risaletle görevlendirildiğini haber verdi. Su´da müslüman olmuş, fakat bunu henüz Peygamber efendimize haber vermemişti. Beni de îslam´a girmeye teşvik et mişti. Nihayet Ebu Bekir´in yanına vardım. Onunla görüştüm. O beni iman etmeye çağırdı. Bir süre sonra Peygamber efendi miz, Ali ile birlikte Ebu Bekir´in yanına geldi. Ebu Bekir kalkıp yürüdü. Peygamber efendimiz de oturup bana döndü ve: "Al lah´ın cennet davetine icabet et. Şüphesiz ben, Allah´ın sana ve bütün halkına gönderdiği elçisiyim!" dedi. O´nun bu sözlerini işitince nefsimi tutamadım ve hemen müslüman oldum. Sonra kısa süre içinde Rukiyye ile evlendim."

Rukiyye ile evlenmek Osman´ın önceden beri gönlünde sak ladığı bir temenniydi. Dolayısıyla Ebu Leheb´in oğlu Utbe´nin çabuk davranarak Rukiyye ile nikahlanması, Osman´ı üzmüş tü. Onun Rukiyye ile evlenmesi şöyle gerçekleşmişti: Ebu Le-heb, kör cahiliyeti sebebiyle, oğlu Utbe´yi, Peygamber efendimi zin yakın aşiretini İslam´a davet ettiği sırada Rukiyye´yi boşa maya zorlamıştı. Osman´ın arzusu, geç de olsa, bu sayede ger çekleşmiş oldu. Allah, Rukiyye´yi Osman´a bir eş olarak hazır lamıştı. Böylece Osman, hem müslüman, hem de Peygamber efendimizin damadı olarak büyük hayra ulaştı. Bu onun için büyük bir sevinç kaynağıydı.

Osman´dan sonra Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf ve Talha bin Ubeydullah, Hz. Ebu Bekir´in daveti üzerine müs-lüman oldular. Bunların, Hz. Ebu Bekir´le akrabalıkları vardı. Çünkü Hz. Ebu Bekir, kavmi içinde sevilen bir şahsiyetti. Onun çağrısı üzerine toplanarak Hz. Peygamber´in yanına git tiler ve müslüman olduklarını açıkladılar, Peygamber efendi mize destek olacaklarını ilan ettiler.

Bunlardan sonra Ebu Ubeyde Amr bin Cerrah ve Ebu Se leme Abdullah bin Abd´ül -Esedmüs-lüman olmuşlardı.Ebu Se leme, Ümmü Seleme´nin kocasıydı. Ebu Seleme´nin vefatından sonra Peygamber efendimiz Ümmü Seleme ile evlendi. Ebu Se leme ile birlikte Erkam bin Ebi Erkam, Osman bin Maz´un ile kardeşleri Kudame ve Abdullah, Ubeyd bin Haris bin Mutta-lib, Said bin Zeyd bin Amr bin Nüfeyl de müslüman olmuşlardı. Said bin Zeyd bin Amr bin Nüfeyl´in babası, Hanif dinine men suptu ve putlardan nefret eden bir kimseydi. Hattab´m kızı Fa-tıma ile evliydi ve o da müslüman olmuştu. Böylece insanlar peşpeşe İslam´a girip iman ile müşerref oluyorlardı. Bu ilk müslümanlar namazlarını gizlice kılıyorlardı.

İslam´a çağrının diğer derecelerini anlatmadan önce, nama zın ne zaman farz kılındığım anlatmaya çalışacağız.


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri
« Posted on: 19 Nisan 2024, 03:04:16 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri rüya tabiri,İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri mekke canlı, İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri kabe canlı yayın, İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri Üç boyutlu kuran oku İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri kuran ı kerim, İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri peygamber kıssaları,İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleri ilitam ders soruları, İhlaslı Kimselerin Peşpeşe İslama Girmeleriönlisans arapça,
Logged
14 Aralık 2009, 23:04:25
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #1 : 14 Aralık 2009, 23:04:25 »

Namazın Farz Kılınışı


"Ey elbisesine bürünen, kalk, uyar. Rabbini tekbir etti. Elbi seni temizle. Pislikten kaçın. Verdiğini çok bularak başa kak ma. Rabbin için sabret" ayetiyle, Peygamber efendimiz risaleti tebliğ etmek ve insanları Allah´ın emrine, dinine çağırmakla yükümlü kılınmıştı. Fakat namazsız din olamaz. Mutlaka her din için bir namaz vardır. Çünkü her dinde bir ibadetin bulun ması zorunludur. Namazsız ibadet olamaz. Namaz, dinin direği ve esaslı rüknüdür. Bu sebeple namazın farz kılınmasıyla teb liğ görevinin verilmesi aynı zamanda olmuştur. Çünkü namaz, bütün dinlerde ortak bir ibadettir. Ravilerin anlattıklarına gö re, Peygamber efendimiz risaletle görevlendirildiğinde, biri sa bah, diğeri de akşam olmak üzere iki defa namaz kılmakla yükümlü tutulmuş. Sabah ve akşamdan her birinde iki rekat namaz kılması farz kılınmıştır. Şafii´nin ashabından olan Müzeni, bu hususta şöyle der: Namaz, Mirac´dan önce farz kılın mıştı. Biri gün batınımdan Önce, biri de gün doğuşundan önce kılınırdı. Buna delil olarak şu ayet-i kerimeyi gösterebiliriz: "Rabbini çok an, akşam sabah (O´nu) teşbih et" cai-i îmran: 4i)

Hz. Aişe, kızkardeşinin oğlu Urve bin Zübeyr´in rivayetin den naklederek şöyle demektedir: "Namaz ikişer rekat olarak farz kılındı. Sonra Cenab-ı Allah hazarda dört rekat olarak tak viye etti. Seferde ise iki rekat olarak kılınmasını kabul buyur du." Bundan da anlaşılıyor ki namaz, İslam´ın başlangıcında farz kılınmıştır. Evet, namaz müslüman olan herkese bu şekil de ve bu miktarda farz kılınmıştı. Nafile namazlara gelince, di leyen dilediği kadar kılabilirdi. Peygamber efendimiz de fazla namaz kılmakla emrolunmuştu. Cenab-ı Allah, Peygamber efendimizden fazla namaz kılınmasını istediğine işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Ey örtüsüne bürünen, gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce bir müddet için kalk ve ağır ağır Kur´an oku. Doğrusu biz, sana, taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz. Gerçekten gece kalkışı daha tesirli ve (o zaman) okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz, seni uzun süre alıko yacak İşler Vardir." (Muzemmil: 1-7)

Kavilerin anlattıklarına göre, Peygamber efendimize namazı ve abdesti Cebrail öğretmişti. Anlatıldığına göre Peygamber efendimiz, Mekke-i Mükerreme´nin yukarı taraflarındayken Cebrail yanına gelmiş, topuğuyla ona dürterek vadinin ucuna gelmesini işaret etmiş. Peygamber efendimiz de suya doğru onu takip etmiş, Cebrail o sudan abdest almış. Böylece Peygamber efend miz namazdan önce abdest almak gerektiğini anlamış.

Siyer kitapları bu uhaberi muttasıl olmayan bir senetle riva yet etmişlerdir. Ancak bu haber, Zeyd bin Harise´den muttasıl olarak rivayet edilmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, her namaz için abdest farz kılınmıştır. Bu da Peygamber efendimiz Mek ke-i Mükerreme´deyken olmuştur. Önceleri namaz, iki vakitte, ikişer rekat olarak farz kılınmış, bu farziyet bir süre bu şekilde devam ettikten sonra, öğle, ikindi ve yatsı vakitlerinde dörder rekat, akşam vaktinde üç rekat ve sabah vaktinde de iki rekat olarak değiştirilmiştir. Tabii ki, bu belirttiğimiz rekatlar, farz namazlardır ve sünnetlerden ayrıdır. Sünnetlerin hangi vakitte Vaç rekat olarak kılınacağı, fıkıh kitaplarındaki ibadet bö lümlerinde açıklanmıştır.

Ama alimler, pratikte hiç bir yaran olmayan bir hususu an latmışlardır. Şöyle ki: Bi´set esnasında farz kılınan namazlarla, hicretten bir sene önce Miraç gecesinde farz kılınan namazların durumu ne olacaktır? Buna cevaben alimler şöyle demişlerdir: Miraç gecesinde farz kılınan namazlar, daha önceleri bi´set es nasında farz kılınan iki namazla yetinme hususunu ortadan kaldırmışlardır. Bu husus, Peygamber (sav)´in tatbikatıyla sa bittir, îcma da-bu şekildedir. Böylece Miraç gecesinde farz kılı nan beş vakit namazın, dinin zaruretinden olduğu anlaşılmış tır. Bunu inkar eden kafir olur.

Farz namazların beş vakitte kılınacağına Kur´an-ı Kerim işaret etmiştir: "Namazları ve orta namazı koruyun." (Bakara: 238) Alimlerin anlattıklarına göre orta namaz, ikindi namazıdır. Ce-nab-ı Allah, namazların bütün vakitlerine işaret ederek şöyle buyurmuştur:

"Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde Allah´ı -ki göklerde ve yerde hamd O´na mahsustur- teşbih edin, namaz kılın." (Rum: 17-18)

Sabah namazına işarette bulunmak için: "Sabaha ererken", ikindi namazına işarette bulunmak için de: "Akşama girerken" denilmiştir. Akşam ve yatsı namazlarına işarette bulunmak için: "Günün sonunda" buyurulmuştur. Günün sonundan ka sıt; akşam ve yatsı namazlarıdır. Hatta bazı fıkıhçıların söyle diklerine göre, akşam ile yatsı namazlarının vakitleri birdir. Önce akşam namazı, sonra da yatsı namazı kılınır.

Ayet-i kerime´de öğle namazına ise sarih bir ifade ile işarette bulunulmuştur: "Öğleye erdiğiniz zaman..." (Rum:18)

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Aralık 2009, 23:12:39
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #2 : 14 Aralık 2009, 23:12:39 »

Yakın Akrabanı Uyar




Sayılan az da olsa, Kureyş büyüklerinden bir kısmı îslam´a girdiler. Ama herkes Muhammedi davetten haberdar olmuştu. Muhammed (sav)´in ilahi bir risalet getirdiğini işitmişlerdi. Işı ğın evlerin içine girişi gibi, bu fisalet haberi de her eve girmişti. Hatta denilir ki, Kureyşliler´in bütün evlerinde, Muhammed (sav)´in göklerle konuştuğu ve göklerden haber aldığı, yepyeni bir davet getirdiği anlatılmaktaydı. Peygamber efendimiz in-sanlan açıkça îslam´a davet etmeye başlamadan önce de, onunla ilgili haberler, insanlar tarafından duyulmuştu. Onun bu tu tumu, insanların inatlarını harekete geçirmemiş, onları başlan gıçta kendine düşman kılmamıştı. Böylece gönlü taassubla bu-lanmamış, inada düşmemiş saf kalpli kimseler îsiam davetiyle ilgilenmişlerdi. Sonunda az sayıda da olsa bir kısım insan îs-lam´a tabi olmuş; fakat çok sayıdaki kimseler islamiyet´le ilgi lenmemişlerdi, işte bu esnada zayıf ve korumasız kimseler İs lam´a girdiler. Böylelerinin nefisleri her zaman için saf, vicdan ları temiz ve zihinleri açık olur. Çünkü bunlar zulmü hisset mekte, bu zalim düzenin değişmesini ummaktaydılar. Gelecek te kurtulacaklarını ümit ediyorlardı. Dolayısıyla İslamiyet gel­diğinde ona ilk koşanlar, bunlar oluyorlardı. Hemen çağrıya icabet ediyor ve davet için etrafında halkalanıyorlardi. Onların mazlum olarak ortada kalmaları uygun değildi. Zaten hak da buna razı olmazdı. Çünkü onlar, mutsuz bir hayat yaşamaktay dılar. Gelecek iyi hayatın umuduyla gördükleri eziyetlere aldı rış etmiyorlardı. Batılın değişeceğine ve mutlaka ortadan kal kacağına inanıyorlardı. Ümit kapısını açıp ümitsizlik kapısını kilitleyen Peygamber efendimiz, onların gönüllerine, batıl dü zenin değişeceği ümidini bırakmıştı. Her ne kadar içinde bu lundukları hal üzücü ise de bu ümitle yaşıyorlardı.

işte bunun içindir ki, Ammar bin Yasir ile anne ve babası Habbab bin Eret, Bilal-i Habeşi ve diğer bazı güçsüz kimseler islam´a girdiler, islam daveti bunlar arasında da yayılmış, on lar bu daveti duymaktan hoşlanmış ve buna icabet etmişlerdi. Bu uğurda her türlü işkenceye razı olmuşlardı. Davete icabet, onların gördükleri bir mucizeye ya da insanlara meydan oku yan bir delile dayanmıyordu. Aksine onlar, hakkı kolayca kabul edilen bir şey olarak görüyorlardı. Peygamber efendimiz insan ları hakkın kendisine ve Kur´an´dan nazil olan ayetlere çağırı yor, insanlar da bu çağrıya uyuyorlardı. Çünkü hakkı açık ve net olarak görüyorlardı. Ayrıca davetçinin şahsında da hakkı müşahede ediyorlardı. Davetçi, güvenilir ve doğru sözlü Mu-hammed (sav) idi. O, deliller ortaya koyuyor ve gerek duyuldu ğu zaman, hakkı açıklıyordu. Peygamber efendimiz güvenilir ve emin bir kimseydi. Davet ettiği kimselerin işittikleri şey, Kur´an-ı Kerim´di. islam d.vetine icabet eden büyüklere gelince, onlar da toplumun faziletli ve güvenilir şahsiyetleriydiler.

îslam daveti, suyun yeşil bitkilerde yürüyüşü gibi akıp sü zülüyordu. Fakat yakındaki kimselerin bu davetten haberdar olmaları için, davetin açıkça yapılması ve hakikatlerin ilan edilmesi gerekiyordu. İslamiyet´in parlak bir güneş gibi zuhur etmesi ve yayılışının çevreye gösterilmesi şarttı. Tedbir bakı mından ne kadar iyi olursa olsun, gizlilik, daveti ve hakikati belirsiz kılar. îslam daveti gelişme yolunda hücreleri oluştur­makta iken, Cenab-ı Allah, Hz. Peygamber´den, îslam davetini ilan etmesini istedi. Ve ona şu emri verdi:

"(Önce) en yakın akrabanı uyar ve müzminlerden sana uyan lara kanadını indir (onlara karşı mütevazı ve şefkatli dav ran).Eğer sana (uymaz) karşı gelirlerse; ´Ben sizin yaptıkları nızdan uzağım´ de. Galip ve esirgeyen (Allah)a tevekkül et." (Şuara: 214-217)

Bu emir üzerine Peygamber efendimiz harekete geçti. Haşim oğullarıyla Abdü Menaf oğullarını ve Kureyş´in diğer batınları nı Safa tepesinin yanında toplayarak şöyle dedi: "Size şu vadi de düşman süvarilerinin toplandığını ve üzerinize hücum et mek istediklerini bildirirsem, bana inanır mısınız?" Onlar da: "Evet tasdik ederiz. Çünkü senin yalan söylediğini görmedik ve duymadık" Bundan sonra Peygamber efendimiz kendi davetini onlara açıkladı.

Şimdi de Buhari´nin "Sahih"inde îbn Abbas´dan rivayet edi len şu habere kulak verelim: îbn Abbas´ın anlattığına göre: "(Önce) en yakın akrabanı uyar ve mü´minlerden sana uyanla ra kanadını indir (onlara karşı mütevazi ve şefkatli davran)" ayet-i kerimeleri nazil olduğunda, Peygamber (sav) Safa tepesi ne çıktı ve "Ey Fihr oğulları, ey Adi oğulları" diye seslendi. Ni hayet bunlarla diğer Kureyş batınları toplanıp Safa tepesinin yanına geldiler.. Gelemeyenler de, olup bitenlerden kendilerini haberdar etmeleri için oraya adamlarını gönderdiler. Ebu Le-heb ile Kureyşliler geldiler. Peygamber (sav) onlara şöyle dedi: "Şu vadide düşman süvarilerinin bulunduğunu ve onların size hücum etmek üzere olduklarını söylersem, benim bu haberimi doğrular mısınız?" Onlar da: "Evet doğrularız. Çünkü senin yalan söylediğini duymadık" dediler. Peygamber efendimiz: "iyi bilin ki, ben şiddetli bir azabın habercisi olarak, size uyarı da bulunmaya geldim" deyince, Ebu Leheb: "Helak olasıca, bu iş için mi bizi toplaçtın?!" diye bağırdı. Onun bu ters hareketi üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

"Ebu Leheb´in iki eli kurusun (yok olsun o)."

Bu olay gösteriyor ki, mübarek îslam davetinde Peygamber efendimize en büyük engel teşkil eden ve ona en şiddetli şekil de karşı koyan, amcası Ebu Leheb olmuştur. Şüphesiz bunun böyle olması, îslam davetinin bir aile ya da kabile asebiyetine dayanmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Böylece, İs lam davetinin Allah tarafından gönderilen bir risalet olduğu or taya çıkmaktadır.

Müslim, Ebu Hureyre´den rivayet ederek: "(Önce) en yakın akrabanı uyar" ayet-i kerimesinin nüzulü esnasında, Peygam ber (sav)´in şöyle buyurduğunu ifade etmektedir:

"Ey Kureyş topluluğu! Kendi canlarınızı satın alın (kurta rın). Çünkü ben, Allah´ın azabına karşı sizi koruyamam. Ey Abdülmuttalib oğulları! Allah´ın azabına karşı ben size yar dımcı olamam. Ey Resulullah´ın halası Safiye! Allah´ın azabı na karşı sana da yardımcı olamam. Ey Resulullah´ın kızı Fatı-ma! Benden dilediğin kadar mal iste, ama Allah´ın azabına karşı sana yardımcı olamam ve bir şey yapamam."

îbn Kesir´in "Tarih"inde şu ifadelere rastlamaktayız: Cenab-ı Allah, "(Önce) en yakın akrabanı uyar" ayet-i kerimesini Re sulüne inzal buyurunca, bu ayet-i kerime, Peygamber efendimi ze çok ağır geldi. Onu sıkıntıya düşürdü. Tıpkı bir hasta gibi evinde oturdu. Halaları onu ziyarete geldiler ve neyin var, ne den şikayetçisin diye sordular. O da: "En yakın akrabamı uyar mam için Allah bana emir gönderdi" dedi. Halaları: "Öyle ise akrabalarını İslam´a davet et. Yalnız Ebu Leheb´i çağırma. Çünkü o senin davetine icabet edecek biri değildir" dediler.

Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Abdülmuttalib oğulla rıyla, Abdü Menaf oğullarını ve diğer bazı kimseleri toplantıya çağırdı. Kırkbeş kişi kadar gelmişlerdi. İlk önce gelenler ara sında Ebu Leheb vardı. Peygamber efendimize şöyle uyarıda bulundu: "Bu gelenler senin amcaların ve amca oğullarındır. Konuş, ama sapkınlığı bırak. Şunu iyi bil ki kavmin, senin uğ runa bütün Araplar´a karşı koyacak güçte değildir. Seni engel leyip hapsetme hakkım vardır. Eğer bu halini devam ettirirsen Kureyş´in bütün batınları düğer AmmjplI(mnraEmm, (ân dfe&ttâk tdltnuil hep birlikte senin üstüne çullanabilirler. Amcalarına ve akra balarına senin kadar kötülük yapan birini görmedim". Ebu Le-heb´in bu sözleri üzerine Peygamber efendimiz sustu ve o mecliste konuşmadı. Bu da onun beyanının hikmetindendi. Ebu Leheb, hemen sert bir tutum takınarak Peygamber efendimize çeşitli tehditlerde ve uyarılarda bulunarak öne atılmıştı. Böyle ce diğer muarızlarda cüretlenmişlerdi. Mütereddit olan kimse ler dahi Peygamber efendimize karşı yüreklenmişlerdi. Tered düt hali itiraz haline dönüşmüştü. Bu nedenle Peygamber efen dimiz sözünü başka bir toplantıya erteledi ki, Ebu Leheb´in saç mış olduğu itiraz tozları ortadan kalksın ve hava sakinleşsin." Îbnül-Esir; Peygamber efendimizin akrabalarım ikinci kez top lantıya çağırdığını, karşılarına dikilip şöyle konuştuğunu anla tır:

aHamd Allah´a yaraşır. Ben O´na hamd eder ve O´ndan yar dım dilerim. O´na güvenir ve O´na tevekkül ederim. Allah´tan başka tanrı olmadığına, O´nun bir ve ortaksız olduğuna şeha-det ederim. Doğrusu lider, kavmine yalan söylemez. Kendisin den başka tanrı olmayan Allah´a andolsun ki, ben özellikle size ve genel olarak da bütün insanlığa gönderilen Allah elçisiyim. Vallahi sizler uyuduğunuz gibi Ölecek ve uyandığınız gibi de di riltileceksiniz. Yaptıklarınızdan ötürü hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında iyilik, kötülüklerinizin karşılığında da ceza göreceksiniz. Bu cezalar da ya temelli cennette ya temel li cehennemde kalmaktır."

Bu toplantıda Ebu Leheb ileriye atılmadı. İleriye atılan, Re-sulullah´a tabi olmamasına rağmen onu seven Ebu Talib oldu. O Peygamber efendimizin görüşlerine muvafakat etmediği hal de, ona yardımcı olmuş ve düşmanlıkta bulunmamıştı. O şöyle dedi: ttBizim için sana yardım etmek kadar güzel bir şey yoktur. Öğütlerini benimseyip kabullendik. Sözlerini tasdik ettik. Bu toplananlar senin amcalarındır, amcazadelerindir. Tabii ben de bunlardan biriyim. Senin istediğin şeye, ilk başta icabet ede cek ve konuşacak olan benim. Sen, emrolunduğun şeye devam et. Andolsun ki, etrafını kuşatıp seni korumaktan bir an dur mayacağım. Buna rağmen nefsimi Abdulmuttalib´in dininden ayrılmak hususunda ikna edemedim."

Ebu Leheb hiç susmadı. Çünkü batıl her zaman tartışmacı ve inatçı olur. Şöyle dedi: "Bu kötülüğünden dolayı Muham-med´i başkaları durdurmadan önce siz durdurun." Onun bu sözleri karşısında Ebu Talib, ısrarla şöyle diyordu: "Vallahi hayatta olduğumuz müddetçe b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

22 Şubat 2021, 00:23:18
Ceren

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26.620


« Yanıtla #3 : 22 Şubat 2021, 00:23:18 »

Esselamu aleyküm.rabbim razı olsun paylaşım dan kardeşim...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes