๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 12 Aralık 2009, 23:04:05



Konu Başlığı: Aklının Mükemmelliği
Gönderen: Sümeyye üzerinde 12 Aralık 2009, 23:04:05
Aklının Mükemmelliği


Hiç bir insanın aklı, Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.)´in aklı kadar mükemmel olmamıştır. Kendisine vahiy inmeseydi ve gök ten hitap edilmeseydi bile, bir devlet kurmak, erdemli ve temiz bir toplum meydana getirmek için aklı tek başına yeterli olurdu. Fa kat Cenab-ı Allah O´na olan nimetini tamamladı. O´nu kitap sahi bi bir peygamber yaptı. İdraki sayesinde elde. ettiği şahsi kazancın yanısıra, ona yüksek bir insani nitelik ve doğru yola iletici ilahi ri-saleti verdi. Bunlardan birincisi, ikincisinin önülü durumunday dı. Bu ikisinden her biri diğerine muhtaçtı. Biri, diğeri olmadan varlığını koruyamazdı. Peygamberlik aklı kamil, fikri müdrik ol mayan kimselere verilmezdi. Şahsiyeti yüce olan Resulullah´ı yü ce rabbimiz seçerek peygamberliğe mahal kıldı. Emanetini O´na yükledi. İnsan aklı çok yüksek niteliklere sahip olsa bile, risalete mutlaka muhtaçtır. Çünkü yalnız başına akıl, yaşadığımız ve kı yamete değin yaşanacak zamanlarda ilgili önlemlerle donanmış olamaz. Akıl, ancak yaşadığı zamanla ilgili önlemleri alabilir. Vahyin hidayeti olmadan akıl, ileriki zamanları düşünemez. İle riyi perdeleyen Örtüleri aralayamaz. Geleceğini göremez. Şu hal de geleceğini öğrenebilmesi için, Cenab-ı Allah´ın O´na bilgi ve ilim vermesi gerekir. Görünen ve görünmeyen alemleri bilen, yal nızca Allah´tır. Akıl her ne kadar güçlü de olsa kendi zamanından başka zamanların tedbiriyle donanamaz. Rabbimizin katındaki her şey, bir ölçü iledir.

Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.), donanmış olduğu mükem mel aklı ile gelişip büyüdü. Bu nitelikli aklı sayesinde akranların dan üstün oldu. Delikanlılık çağına gelince, aklı onu daha bir özel likli kılmaya başlamıştı. Bu durumunu dedesi Abdülmuttalib far-ketmişti. Bu nedenle de O´na kamil insanların ahlakını öğretmek için yanına almıştı.

Ağırbaşlı ve mütekamil bir insan olan Muhammed (s.a.v.), de desi Abdülmuttalib´in vefatından sonra amcası Ebu Taîib´in evine gitti. Onun çocukları arasında yüksek bir mevki elde etti. Sofrada yemek yerken onlar gibi yarıştırmıyordu. Elini yemeğe uzatıp sı kıntıya girmiyor, izdiham yaratmıyordu. Aksine az yemekle yeti nerek vakarını koruyor, hırsa kapılmıyordu.

Neticede amcası onun bu halini farkederek daha bir ilgiyle gö zetmeye başladı. Kendisine ayrı tabakta yemek verdi. Ve kendi ço cuklarıyla birlikte yemek yarışına girmesini Önledi. Nihayet pey gamber efendimiz, para kazancak bir yaşa geldi. El emeği ile yiye ceğini sağlamak için, koyun çobanlığı yapmaya başladı. Onuruna leke getirmeden, kişiliğine bir eksiklik bulaştırmadan gücü ora nında dünya menfaatini ve kazancını elde etmeye çalıştı.

İleriyi gören aklı sayesinde ömrünün ileriki yılları için hazırlı ğa girişti. Kendini, kavminin uğraş alanı olan ticarete hazırladı. Kavmi, ticaretle rızkım temin ediyor, kuvvetini bu yolda harcıyor du. Amcası Ebu Talib´e, kendisini Kureyş´in ticaret kervanıyla birlikte Şam´a götürmesi için ısrarlı bir teklifte bulundu. Amacı pazarlarda yapılan alış verişler üzerinde ihtisas sahibi olmak, ge lir gider yollarını öğrenmekti. Henüz 12 yaşındayken amcasına böyle bir teklifte bulunmuştu. Bu kervanla birlikte gittiği ticari seyahatten döndükten sonra, aklı bu alandaki tecrübe ile dolmuş tu. Pazarlar hakkında bilgi sahibi olarak az-çok mallarla ticaret yapmaya başladı. Malın hangisinin kazanacağım, hangisinin za rar edeceğini biliyordu. Aklının mükemmelliği dolayısıyla bu ta cir genç, Kureyş toplantılarına katılıyordu. Kureyş´in düzenlediği toplantılarda hazır bulunuyor, orada söylenen haklı sözlere rıza gösteriyor, batıl sözlere karşı da nefretini yansıtıyordu. Batıl şey leri asla tasvip etmiyordu. Hülasa bu toplantılarda nelerin söylen diğini araştırmak istiyordu. Ayrıca "Hilf ül-Fudul" topluluğu ara sında bir üye olarak da yerini almıştı. Bu toplulukta üye olarak ye rini almış olması, kızıl tüylü koyun sürülerine sahip olmaktan daha çok hoşuna gitmişti. Bu topluluk kadar hakka yardımcı olacak hiç bir güç göremiyordu. Hakkın ve hakikatin her tarafa yayılma sından sonraki İslamiyet döneminde dahi böyle bir topluluk üyesi olarak göreve çağnlsaydı, mutlaka icabet ederdi. Çünkü o böyle bir topluluğu şerefli ve üstün bir topluluk olarak görmüştü.

İşte böyle... Onun idrak edici bir akla sahip kılındığını görüyo ruz. İyisini kötüsünden ayırd etmek, hastalıklarına çare bulmak için toplumla kurduğu bağlantıları ve edindiği tecrübeleri ile bu idrak edici aklını daha da mükemmelleştirmeye çalışmıştı. Cenab-ı Allah, kendi lütfü ile O´na ihsanda bulunduğu takdirde top lumun yaralarına merhem olmaya çalışacaktı.

O´nun dış görünüşlere değil de hakikatlere nüfuz eden akli gü cünden söz ederken delilsiz taklitlerden nefret edişini debelirtme-miz gerekiyor. O, bir delile ve hakikatlere dayalı sabit bir ilme da yanmadan helal ve haram hükümlerini vaz´ eden cahiliyet adetle rinden nefret etmişti. Puta secde ettiği asla görülmüş değildi. Çünkü aklın hükmü, kendi şahsı için fayda veya zarara malik ola mayan putlara secde etmemeyi gerekli kılıyordu. O, putların anıl masından, putlara ibadet edilmesinden rahatsız oluyordu. Henüz genç bir insanken rahip Buhayra´nın Lat ve Uzza adına kendisine yemin ettirmesi anında: "Lat ve Uzza´dan nefret ettiğim kadar hiç bir şeyden nefret çimiyorum !" diyerek red cevabım vermişti.

Kendisine Lat ve Uzza adına yemin veren bir tacir ile anlaş mazlığa düşmüş ve bu şekilde yemin etmeye yanaşmamıştı. Emin bir insan olduğunu anlayan tacir, O´na yemin verdirmeden hakkı nı teslim etmişti.

Kavminin, ibrahim´in hac menasikinin dışına çıkarak uydu ruk adetler icad etmeleri, Kabe´ye olan aşırı tutkunlukları ve say gıları (!) nedeniyle Arafat´ta vakfe yapmaktan vazgeçerek hac me-nasikinde değişiklik meydana getirmeleri durumunda Muham-med bin Abdullah (s.a.v.), kamil aklı ile gelip İbrahim peygambe rin hac menasikine göre hareket etmiş, vakti içerisinde Arafat´ta vakfe yapmıştır. Onun bu aklından daha mükemmel bir akıl var mıdır? Bütün bunlar, ancak tartışmaya girmeden hikmet ile aklı­nı kullanan, kavrayış sahibi bir insandan beklenebilir. Çünkü tartışma ve mücadele, taraflar arasında çekişme meydana geti rir. Çekişmenin olduğu yerde de şüphe belirir. Çekişen taraflar arasında da hakikatler darmadağın olup zeval bulurlar.

Kureyşliler´in tümü O´nun aklının mükemmelliğini, idrakinin güçlülüğünü anlamışlardı. Tartışmanın kızıştığı, kılıçların çekil mek ve eğerlerin bağlanmak üzere olduğu bir sırada hakemliğine razı olmuşlardı. Oturum başkanı kendisim öne çıkmak ve anlaş mazlığa düşen insanlar arasında hak ile hüküm vermek üzere ça ğırdığında, Kureyşliler onun hakemliğine razı olmuşlardı. Çünkü onun vereceği hüküm, aklın ve hakkın hükmü olacaktı. Akıllı ve hikmetli davranmayan hangi şahsın hakemliğine insanlar rıza gösterirler?! O, basireti sayesinde insanları hükmüne boyun eğ dirdi. Hacer´ül-Esved´i duvardaki yerine koyma hususunda her kesi ortak bir nokta etrafında topladı. Hiç bir kabileye ayrıcalık tanımadı. Hepsine ortaklaşa taşıttı. Başta taşı kendi eliyle alıp yaygının ortasına koydu. Kabile temsilcileri yaygının ucundan tutarak taşıdılar, duvardaki yerine getirdiler. Sonra kendisi tek başına taşı alıp iki mübarek eli ile duvardaki yerine yerleştirdi. Bunu aklının üstünlüğü sayesinde keşfetmişti. Oradaki herkes, onun yaptığına razı olmuşlardı.

Aklının mükemmelliği sayesinde, cahili gelenekleri sürdüren lerle birlikte olmadı. Asabiyet ağzıyla konuşmadı ve asabiyet et rafında mücadele vermedi. O, barış ve ahenk severdi. Savaş ve düşmanlık sevmezdi. Bu nedenle "Ficar" savaşına katılmadı, an cak amcalarım korumak amacıyla yüreğindeki acıma duygusuyla oklarını toplayıp veriyordu. Bu da akrabalık sevgisinden ileri ge liyordu. Yoksa saygınlıkları ve haram ayları hiçe sayan "Ficar" sa vaşı nedeniyle bu işi yapmış değildi.

Bi´setten önceki hayatı boyunca Abdullah oğlu Muhammed (sav)´in, kendi heva ve heveslerini frenlediği, herkesçe bilinen bir gerçektir. Çocukluğunda, çocukların yaptığı basit işlere tevessül etmemiştir. Gençliğinin baharın -da iken dahi gençlerin yaptığı gayri meşru hareketlerde bulunmamıştır. Erişkin bir erkek olup ahlakı mükemmelleştikten ve bedeni olgunluğa erdikten sonra da, kendisine layık olmayan durumlara düşmemiştir. O, kendi he veslerine hakim olan güçlü ve dirayetli bir insan. Heveslerinin pe şine düşmezdi. Şehveti, onu serkeşliğe yöneltemezdi. Çünkü he­veslerin gücü ve buyurganlığı zayıfladığında, hakkın gücü ve oto ritesi kuvvetlenir. Şehvetin hidddet ve şiddeti azaldığı zaman akıl söz sahibi olur. Aklın hükmü ise, heveslerle şehvetlerin hükmüne zıttır. Akıllı ve efendi kimse, hevesleri ile şehvetlerine hakim olan insandır. Bu gibi kimselerin akıllan söz sahibidir. Nefislerle gö nüllere heva ve heves girdiği zaman, akıl, yolunu şaşırır; berraklı ğı bulanır. Abdullah oğlu Muhammed (sav), Kureyşliler´in en akıllısıydı. Çünkü onun hevesi, Mekke´nin büyüklerinde görüldü ğü gibi kendisine hakim olamamıştı.

Kadi Iyaz, Peygamber Efendimizin aklının üstünlüğü ve bu nun İslamiyetteki etkileri hususunda şöyle der:

"Peygamber efendimizin akimin mükemmeliğine, zekasının keskinliğine, duyularının güçlülüğüne, lisanın fesahatine, hare ketlerinin mutedilliğine, şemailinin güzelliğine gelince, şüphesiz ki o, insanların en akıllısı ve en zekisi idi. Onun, halkın dahili ve zahiri durumlarına hükmedişini, avam (yığın) ve havassı (elit) idare edişini düşünen bir insan; şemailinin güzelliği, davranışla rının göz alıcılığının yanı sıra, kavrayışının mükemmelliğini de müşahede eder. Bütün bunların ötesinde Cenab-ı Allah, ona ilim vermiş ve şeriatı bildirmişti. Bunları öğrenmesi, daha önceki bir eğitiminden ve´ teşebbüsünden kaynaklanmıyordu. Daha önce hiç bir kitap mütalaa etmiş değildi. Bütün bunlar onun aklının üstün lüğünden, zekasının keskinliğinden kaynaklanıyordu.

Veheb bin Münebbih bu konuda şöyle der: "Yetmiş bir kitabı okudum. Hepsinde de Peygamber (sav)´in, insanlar içinde en mü kemmel akla sahip bir insan olduğunu, görüşünün üstün olduğu nu gördüm."

Başka bir rivayette Veheb şöyle der: "Okumuş olduğum kitap ların hepsinde gördüm ki, Cenab-ı Allah, dünyanın kuruluşun dan sonuna kadar insanlara akıl vermiştir. Bütün insanlara ver miş olduğu akıl, Peygamber Efendimize vermiş olduğu aklın ya nında ancak dünyadaki bütün kum tanelerinin yanında sadece bir kum tanesi kadardır."[1]

Ibn Kesir şöyle der: " Akıl sahibi herkes Muhammed (sav)´in, Cenab-ı Allah´ın yarattıklarının en akıllısı, hatta mutlak surette en akıllısı ve en mükemmeli olduğunu bilir." [2]

Bi´setten sonra aklının ürünleri, reayasını yönetmesi esnasın da açık seçik bir şekilde görülmüştür. Cenab-ı Allah ona seri hü kümleri ve Reayaya göstermesi gereken şefkat ile merhameti vahyediyordu. Zalimin elini tutup zulmüne engel olması, hakkı ba tıla karşı himaye etmesi gerektiğini vahyediyordu. Ancak reayası na hakkı uygulama hususunda uygun bir yöntem seçmesi için onu yetkili kılıyordu. Uygulamalarında şeriatın hükümlerini açıkla ma bakımından bir hataya düştüğü takdirde, yüce Allah kendisini uyarıyordu.

Cenab-ı Allah´ın kendisinin insiyatifine bırakmış olduğu husus larda Peygamber Efendimiz, akıllı siyaseti ve hikmetli yönetimi ile aklının üstünlüğünü insanlara göstermiştir.

Bir zamanlar münafıklık olayı şiddetlenmiş, münafıklar gemi azıya alıp müslümanlara çok zarar vermeye başlamışlardır. Hz. Ömer, Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.)´den, münafıkları Öldür mesi için kendisine izin vermesini istedi. Muhammed (s.a.v.), ona cevaben şöyle buyurdu: "İnsanlar, Muhammed kendi ashabını öl dürüyor demesinler."

Bilahare münafıklık olayı daha da şiddetlendi. Ancak her aile kendi arasında bulunan münafıkı öldürmeye yöneldi. Bu durum da Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştu: "Hani Ömer nerede? Senin dediğin zaman onları öldürmüş olsaydık bugün onları öl dürmek isteyen bazı kimseler bize darılacak ve bizden kopacaklar dı."

O bu hikmetli aklı ile rabbinin risaletini karşıladı. Bu hikmetli aklıyla erdemli şehir olan Medine´yi idare etti. Medine, Allah´ın hükmüne, emir ve yasağına göre idare edildi. Orada İslam nizamı tatbik edildi.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kadi İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 43.

[2] Ibn Kesir, el-Bidaye Ve´n-Nihaye, c. 6, s. 65.



Konu Başlığı: Ynt: Aklının Mükemmelliği
Gönderen: Ceren üzerinde 26 Şubat 2021, 01:34:04
Esselamu aleyküm.allahin insanlara verdiği en büyük nimet olan aklı kullanan ve İslami hakkıyla yaşayıp dünyasını ve ahiretini kurtaran kullardan olalım inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Aklının Mükemmelliği
Gönderen: Sevgi. üzerinde 11 Ağustos 2023, 05:04:39
Esselâmu Aleyküm Rabbimiz'in biz kullarına vermiş olduğu güzel nimetlerden biri de akıldır. Rabbim bizleri her konuda aklını güzel kullanıp İslam'ı hakkıyla yaşayanlardan eylesin inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Aklının Mükemmelliği
Gönderen: Mehmed. üzerinde 14 Ağustos 2023, 13:58:42
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri Peygamberimizin yolunda eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun