๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 28 Haziran 2010, 18:11:33



Konu Başlığı: Tasavvufun anahtar terimleri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Haziran 2010, 18:11:33
  Tasavvufun anahtar terimleri
 Tasavvuf terimleri listesi:


Mutasavvif
Tecelli
Mürsit
Tövbe (tasavvuf)
Mürit
Rabita
Vird
Tarikat
Seriat
Hakikat
Kamil insan
Gavs
Kutbul irsad
Himmet
Hizmet
Tekke
Dergah
Fenafisseyh
Fenafillah
Nefsin mertebeleri
Vahdet-i Vücud



TASAVVUFUN ANAHTAR TERIMLERI :

MUTASAVVIF : Gafletten uzak olarak yâni her an Hakk'i zikreden, kalbini mânevî kirlerden temizleyen ve Allah'dan baska her seyi gönlünden çikaran, rûhunu Hakk'in zikri ile süsleyen tasavvuf ehli, velî, mürsid, ahlâk-i hasene sâhibine mutasavvif denilir.
Abdülhak-i Dehlevî : "Mutasavviflarin hepsi Ehl-i sünnettir. Bid'at sâhiplerinden (dinin aslinda olmadigi halde sonradan meydana çikarilan islere ve uydurulan sözlere inananlardan) hiçbiri Allah'in mârifetine (O'nu tanimaya) yaklasamamistir. Velâyet (evliyâlik) nûrlari bunlarin kalplerine girmemistir."demistir.Abdülkâdir-i Geylânî söyle buyurmustur: "Mürsid (rehber, dogru yolu gösterici) ve mutasavvif, Rabbi için her yönden ve her seyden ayrilip Allah'dan baskasina tapinmayi, ibâdet etmeyi ve uymayi terk ederek, gayriye yönelmekten ve mesgûl olmaktan kalplerini kurtararak, ihlâsla Hakk'a ibâdet eder ve seytana uymaz."

MÜRSID : Tasavvuf yolunda kendisinden önceki yetkili kisinin manevi izni ile insanlari irsâd eden, dogru yolu gösterip yetistiren ve kemâle getiren yâni olgunlastiran tasavvuf terbiyesine ehil kisiye mürsîd denilir. Mürsidin olgunluguna isaret eden bir terim ise "mürsîd-i kâmil"dir.
Imâm-i Rabbânî, tasavvuf yolunda nihâyete varanlarin (yolun sonuna kavusanlarin) iki türlü oldugunu beyân etmistir. Birincisi Rasûlullah efendimizin izinde giderek kemâle erdikten sonra, insanlari irsâd için (dogru yola çekmek için) halkin derecesine indirilmis olan mürsidlerdir. Ikincisi, yükseldikleri derecelerde birakilip, insanlarin yetismesi ile vazîfeli olmayan velilerdir.
Mazhâr-i Cân-i Cânân bütün kazançlarina, mürsidlerini çok sevmekle kavustugunu belirtmis, irfan anahtarinin, Allah'in sevdiklerini sevmek oldugunu ifâde etmistir. Imâm-i Rabbânî de; "Mürid, mürsidini ne kadar çok severse, onun kalbinden feyz almasi da o kadar çok olur. Mürsid vesîledir, vâsitadir. Maksad, Allahdir." demistir.
Ferîdüddîn-i Genc-i Seker, bu konuda söyle bir tavsiyede bulunmaktadir: "Bir kimse kendisini irsâd edecek, dogru yolu gösterecek bir mürside ulasamamissa, büyük zâtlarin sohbet kitaplarini okusun ve onlara uysun."
Seyyid Abdullah-i Dehlevî ise, kâmil (yetismis) ve mükemmil (yetistiren, olgunlastiran) bir rehbere tâbi kimsenin, Allah'in rizâsina kolayca erebilecegini ifâde etmistir.

SILSILE : Tasavvufi yollarin hepsinde günümüzdeki mürsidden Rasulullaha kadar ulasan bir manevi zincir söz konusudur.Bu zincirin tarihen saglikli olusu tasavvufi feyz ve bereketin intikalinde çok önemlidir.Bir tasavvuf yolunun saglamliginin en büyük delili sahih bir silsileye sahip olusudur.Tasavvufta "Allah'a giden yollar mahlûkatin nefesleri sayisincadir." anlayisi sebebiyle tarikat sayisinda bir sinirlama yoktur. Itikadi bakimdan kitap ve sünnete bagli, ehl-i sünnet ve'l-cemaat anlayisini benimseyen, ibâdet ve muâmelâtta Islâm'in temel esaslarini uygulayan ve manevi bir silsileye sahip mürsidler tarafindan temsil edilen tarikatlar hak tarikatlardir.Silsilenin tasavvufi önemine uygun olarak bütün tarikatlar icazetname ve silsilename ile kendi yollarindaki ruhani akisi kayitlara baglayarak belgelemislerdir.
Mevlana Halid-i Bagdadi [K.S.]'in Kürdemir'li Seyh Ismail Sirvani[K.S.]'e Verdigi Icazet
Örnek Bir Naksbendiyye Silsilesi

MÜRID:Tasavvuf yolunda bulunan, bir mürside intisab ederek seyr u sülûk ile manevi makamlarda yol almak suretiyle cemal mertebelerine ulasmak yolunda irade izhar eden demektir. Mürîdler Allah'a yakinlik derecelerine ulasmak için riyâzetler ve mücâhedeler çekerler ; nefsin isteklerinden kaçinip istemediklerini yapmaya çalisirlar. Bir müslüman bir mürside biat ederek iradesini izhar etttikten sonra mürsidin kendisine verecegi tasavvufi talimat olan günlük zikir, tesbihat dersini ifa etmege baslamak suretiyle tasavvuf yolunu adimlamaga baslar.Bu yolun degisik duraklarinda mürsidin gösterecegi yeni vazifeleri ( evrad, halvet,riyazet vs. ) yerine getirmekle yoluna devam eder.

ZIKIR : Zikir, her iste Allah'i hatirlamak, zihinde tutmak, yâd etmek, unutmamak ve anmak,kendini gafletten kurtarmak, kulun Allah'i dille ve kalple anmasi anlaminda Kur'an kaynakli bir tasavvuf kavramidir.Gaflet de Allah'i unutmak demektir. Bütün tasavvuf büyükleri ve tarikat ricâli, zikri yollarinin temel esasi saymislardir. Zikir, çesitli türevleriyle Kur'an'da 250'den fazla yerde geçmektedir. Kur'an'in bizzat kendisi ve emirleri birer zikirdir. Bu yüzden Kur'an bizzat kendisini ve namazi da zikir olarak adlandirmistir. Mutasavviflara göre gerçek zikir, Allah'i siddetle sevmek, O'ndan nasil korkulmak gerekiyorsa öyle korkmak ve gaflet meydanindan müsâhede semâsina yükselmektir. Ya da Mezkûr yani Allah'dan baskasini unutmaktir.
Çünkü Allah "Unuttugun zaman rabbini zikret! (hatirla)" (el-Kehf, 18/24) buyuruyor. Allah, Kur'ân-i kerîmde Ra'd sûresi 30. âyetinde yine söyle buyuruyor: "Iyi biliniz ki, kalpler, Allah'in zikri ile itminâna, râhata kavusur." Bakara sûresinin 152. âyet-i kerîmesinde ise söyle buyrulmustur: "(Kullarim!) Siz beni (tâat ile, begendigim isleri yapmak sûretiyle) zikrederseniz, ben de sizi (rahmet, magfiret, ihsân ve tövbe kapilarini açmak sûretiyle) anarim."Kur'an'da iki tür zikir emri vardir: Mutlak ve mukayyed zikir. Kur'an'da herhangi bir kayit belirtmeden mutlak mânâdave çok çok zikretmeyi emreden âyetler vardir. (bk. Âlü Imrân, 3/41; el-Ahzâb, 3/41; el- Cum'a, 62/10) Bunlarin emrettigi zikir, gafletin ziddi anlamindaki kalbî zikirdir. Allah'in adinin anilmasini emreden (el-Müzzemmil, 73/8);ed-Dehr, 76/25) âyetler ise kalbî mânâda zikre muvaffak olamayanlara dil ile zikretme kolayligi saglamakta ve bir bakima kalbî zikre alistirma yaptirmaktadir. Zikirden maksad Allah'i hiç unutmamak olduguna göre zikrin efdal olani kalbî ve hafî olanidir. Ancak cehrî olarak yapilan zikirlerin herbirinin sâlikin durumuna göre ayri özellikleri vardir. Tevhid zikrinin kalbi masivâdan temizlemede, lâfza-i celâl zikrinin kalbî zikre ermede ayri bir yeri vardir. Bunlardan hangisinin kime ne kadar yararli olacagini mürsid tayin eder.
Sünenü'l-Beyhekî'de geçen iki hadîs-i serîfte de buyrulmustur ki: "Derecesi en yüksek olanlar, Allah'i zikredenlerdir.", "Allah'i sevmenin alâmeti, O'nu zikretmeyi sevmektir."
Asr-i saâdette bizzât Hz. Peygamber'in toplu zikir yaptirdigini gösteren rivâyetler vardir. Ahmed b. Hanbel'in naklettigi bir olay söyledir:"Seddâd b. Evs anlatiyor: Hz. Peygamber'le beraber bir evde idik. Bize sordu:"Içinizde garib; yani ehl-i kitaptan bir kimse var mi?" Biz: "Hayir" dedik.Sonra kapiyi kapatmamizi emretti ve söyle dedi. "Ellerinizi kaldirin ve Lâ ilâhe illallah deyin." Ellerimizi kaldirdik ve lâ ilâhe illallah dedik. Sonra Hz.Peygamber: "Allah'a hamdolsun. Yâ Rabbi, sen beni bu kelime ile gönderdin, bana bunu emrettin ve onda bana cenneti vaad ettin. Sen vaadinden dönmezsin." dedi.Sonra da söyle buyurdu: "Sevinmez misiniz, Allah sizin hepinizi afvetti."(Müsned, IV, 124) Bu hadiste geçtigi gibi insanlarin tevhid kelimesi veya baska ilâhî isimlerle zikretmek üzere bir araya gelmeleri sünnetteki uygulamaya uygundur. Toplu zikrin asr-i saadetteki bir baska örnegi Ebû Saîd el-Hudrî'den gelen bir rivâyette anlatilmaktadir. Bu rivâyete göre Allah Rasûlü birgün halka teskil etmis bulunan bir sahabe toplulugunun yanina vardi. Onlara niçin böyle oturduklarini sordu. Onlar da: "Kendilerine basta Islâm olmak üzere pekçok nimetler veren Allah'i zikretmek için bir araya geldiklerini" anlattilar. Peygamberimiz tekrar: "Siz gerçekten sadece Allah'i zikretmek için mi toplandiniz?" diye israrla sorunca sahâbîler: "Vallahi sadece bu maksadla bir araya geldik." diye yemin ettiler.
Imâm-i Rabbânî; "Her vakit, Allah'i zikr etmek lâzimdir. Kalpte baska hiçbir seye yer vermemelidir. Yerken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikir yapmalidir." demistir. Cübeyr bin Nüfeyr; "Her an, dilleriyle Allah'i zikr edip, O'nu bir an unutmayanlardan herbiri, güler bir hâlde Cennet'e gireceklerdir." demektedir. Zikir, cehrî ve hafî olmak üzere iki kisimdir. Zikr-i cehrî, yüksek sesle Allah'i anmak, zikr-i hafî ise, gizli olarak ve kalb ile Allah'i hatirlamaktir.
Zikir hakkinda daha detayli bir açiklama için bakiniz: "Zikr : Allah'i Hatirlama"
19.Yüzyilin Büyük Sufilerinden Kusadali Ibrahim Halveti [K.S.]nin "Zikr Hakkindaki Görüsleri"
Tasavvufi pratikte mürsidin zikir tavsiyesi hakkinda reel bir örnek sunuyoruz:" Intisab ve Zikr Tarifi"

EVRAD : Îtiyad, aliskanlik hâlinde nâfile olarak devamli yapilan ibâdet, tesbîh ve duâlara vird (çogulu evrâd) denilir. Imâm-i Gazâlî; "Duâ, zikir, Kur'ân-i kerîm okuma ve tefekkür (mahlûklardaki ve kendi bedenindeki ince sanatlari, düzenleri, birbirine bagliliklarini düsünerek, Allah'in büyüklügünü anlamasi, insanin günâhlarini hatirlayip, bunlara tövbe etmesi lâzim geldigini ibadetlerini ve tâatlerini düsünerek bunlara sükretmesi gerektigini hatirina getirmesi), sabah namazindan sonra, âhiret yolcusu kulun virdi olmalidir." demistir. Yine Imâm-i Gazâlî; "Okunmalarinda fazîlet oldugu bildirilen bâzi âyet-i kerîmeleri vird edinip, okumak da müstehabtir. Fâtihâ, Âyete'l-Kürsî ve Bekara sûresinin son iki âyeti (Âmener-Resûlü) bunlardandir. Kaylûle (ögleye dogru bir mikdâr uyumak da) gündüz virdlerindendir." demistir.
Mâlik bin Dînâr ise sunlari söylemistir: "Bir gece uyuya kaldim ve evradimi yerine getirmedim. Rüyâmda birisi karsima çikti ve, okuryazarligin var mi? dedi. Var, dedim. Su yaziyi okur musun? dedi ve elime bir kâgit parçasi verdi. Kâgitta; "Dünyânin geçici ve aldatici nîmetleri, ölümsüz olarak yasayacagin Cennet'in zevk ve safâsindan seni alikoymustur. Yâni geçici olarak zevk aldigin bu uyku, ebedî seâdetine yarayacak ibâdetine mâni olmustur. Uyan, namaz kil ve Kur'ân-i kerîm oku. Zîra bunlar, uykudan hayirlidir." yaziliydi."
EDEB : Her konuda haddini bilip, siniri asmamak, insanlara iyi muâmelede bulunmak, sünnet üzere yâni Rasûlullah efendimizin buyurdugu ve davrandigi gibi hareket etmek, hatâya düsmekten sakinilacak sey, terbiye, güzel ahlâka da edeb denir.
Abdullah bin Mübârek, âlimler, edeb hakkinda çok seyler söylediler. Bize göre edeb, insanin kendini tanimasidir demistir.
Ebü'l-Berekât Emevî Hakkârî; "Edep, kulun, Allah'a karsi vazîfelerini, vakitlerini nasil degerlendirecegini, kendini O'ndan uzaklastiran seylerden nasil korunacagini bilmesidir." demistir.
Imâm-i Rabbânî ise; "Edebe riâyet etmeyen hiç kimse, Allah'a kavusamaz, yâni velî olamaz. Din büyüklerinin yolu bastan sona edeptir. Namazin sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzîhî bir mekrûhtan sakinmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür." buyurmustur.
Sems-i Tebrîzî ise; "Âdemoglunun edebden nasîbi yok ise, insan degildir. Âdemoglu ile hayvan arasindaki fark budur. Gözünü aç ve bütün Allah'in kelâminin mânâsi, âyet âyet edepten ibaret oldugunu gör." demistir.
 


ALINTI