๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 28 Haziran 2010, 18:13:44



Konu Başlığı: Tasavvufî Düsüncenin Dinî ve Fikrî Temelleri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Haziran 2010, 18:13:44
  Tasavvufî Düsüncenin Dinî ve Fikrî Temelleri
 Islâm, müminlerin dünya hayatina ve maddî zevklere dalmamalarini, âhirete ve mânevî degerlere öncelik vermelerini ister. Yüce Allah söyle buyurur: "Azginlasan ve dünya hayatini tercih edenin gidecegi yer cehennemdir" (en-Nâziât 79/38). "Siz dünya hayatini tercih ediyorsunuz ama âhiret hayati daha hayirli ve daha kalicidir" (el-A‘lâ 87/16). Tasavvufta dünya hayatina âhiret hayati kadar veya daha fazla önem vermemek esastir. Bu nokta Kur'ân-i Kerîm'de ve hadîs-i seriflerde de kuvvetle vurgulanmistir. Allah Teâlâ buyurur:

"Dünya hayati aldatici bir metâdan baska bir sey degildir" (Âl-i Imrân 3/185). "Dogrusu dünya hayati ancak bir oyun ve eglencedir" (Muhammed 47/36). "Allah'in vaadi haktir, sakin dünya hayati sizi kandirmasin ve seytan Allah'in affina güvendirerek sizi aldatmasin" (Lokmân 31/33). "Dünya menfaati önemsizdir, takvâ sahipleri için âhiret daha hayirlidir" (en-Nisâ 4/77). "Su dünya hayati sadece bir oyun ve eglencedir, âhiret ise gerçek bir hayattir" (Ankebût 29/64). "Dünya hayati sadece bir oyun, bir eglence, bir süs, aranizda bir ögünme vesilesi ve daha çok servet ve evlâda sahip olma yarisidir" (el-Hadîd 57/20). "Mal ve evlât dünya hayatinin süsüdür. Kalici olan iyi isler ise hem sevap olmasi bakimindan hem de ümit baglanmasi bakimindan Rabbinin nezdinde çok hayirlidir" (el-Kehf 18/46).
Kur'ân-i Kerîm birkaç yerde dünya hayatini temsille anlatmistir: "Onlara sunu misal ver: Dünya hayati gökten indirdigimiz bir yagmura benzer. Bu sayede yeryüzünde biten bitkiler birbirlerine karismis, sonra kurumus, rüzgârin savurdugu çerçöp haline gelmistir. Allah'in gücü her seyin üstündedir" (el-Kehf 18/45; Âl-i Imrân 3/117; Yûnus 10/24; el-Hadîd 57/20).
Kur'ân-i Kerîm'e göre insan dünyadan çok âhireti istemelidir: "Kim âhiret yararini isterse ona bunu fazlasiyla veririz, kim dünya yararini isterse ona da dünyadan bir seyler veririz, ama âhirette bir nasibi olmaz" (es-Sûrâ 42/20; el-Bakara 2/200; Âl-i Imrân 3/145; Hûd 11/15). Kisaca servetler, kazançlar, zenginlikler ve her çesit nimetler âhirette ve Allah katinda bol bol mevcuttur (bk. en-Nisâ 4/94).
Hadîs-i seriflerde de ayni hususlarin siklikla ifade edildigi görülür: "Dünyada bir garip veya yolcu gibi yasa, kendini kabirde yatanlardan say" (Buhârî, “Rikak”, 3; Tirmizî, “Zühd”, 25; Ibn Mâce, “Zühd”, 6). "Dünyaya karsi soguk olani Allah, halkin malina göz dikmeyeni insanlar sever" (Ibn Mâce, “Zühd”, 1).
"Kabirleri ziyaret ediniz. Zira bu, sizi dünyadan sogutur, âhirete isindirir" (Ibn Mâce, “Cenâiz”, 47). Hz. Peygamber dünyanin gösteris ve çekiciligine kapilmanin muhtemel tehlikeleri konusunda ümmetini uyarmistir (Buhârî, “Rikak”, 3; Tirmizî, “Zühd”, 25).
Hz. Peygamber sahsen yukarida anlatilan ilkelere uygun olarak yasamis; dünya malina tamah etmemis, maddî zevkler pesinde kosmamis, daima âhiret hayatina öncelik vermis ve onu üstün tutmustur. Söyle buyurmustur: "Uhud dagi kadar altinim olsa, borcumu ödemek için bundan ayiracagim miktar hariç, altinlarin üç günden fazla yanimda kalmasini arzu etmezdim" (Buhârî, “Zekât”, 4; Müslim, “Zekât”, 31).
Hz. Peygamber vefat edince altin, gümüs miras birakmadi. Biraktigi miras beyaz bir katir, bir silâh ve vakif arazisinden ibaretti (Buhârî, “Vesâyâ", 1).
Hz. Peygamber sade ve mütevazi bir hayat yasamis, hiçbir zaman dünya nimetlerinin cazibesine kapilmamis, ganimet mallari sebebiyle müslümanlarin elleri az çok genisledigi halde o eski yasama biçimini sürdürmüs, öbür müslümanlar düzeyinde bir hayata kavusmak isteyen hanimlarina küsmüs ve onlardan dünya ile kendisi arasinda bir tercih yapmalarini istemisti (bk. el-Ahzâb 33/28; Buhârî, “Tefsîr”, 66; Müslim, “Talâk”, 5).
Dünyayi âhiretle bir ve esit tutmak veya ondan üstün tutmamak zühddür. Zühd ilkesine bagli olarak yasayan kisilere de zâhid denir. Kur'an ve hadislerde zühde büyük önem verilmis, bunun ziddi olan dünyaya düskün olma, tamah, ihtiras ve çikarcilik siddetle yerilmistir. Zühd tasavvufun temelidir.
Âhiretin dünyadan üstün, oradaki nimetlerin buradaki servetten daha önemli olduguna inanan bir müslüman daha nitelikli ve daha çok ibadet eder, hak hukuk gözetir, ahlâk kurallarina bagli kalir, haram ve helâli bilir. Böyle bir hayat yasamayan bir kimsenin dünyadan çok âhirete önem ve deger verdigi söylenemez. Ibadet zühdün tabii bir sonucudur.
Yüce Allah namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetleri farz kilmistir. Hz. Peygamber ise farz olan ibadetlerle yetinilmemesini, nâfile ve sünnet olanlarin da yerine getirilmesini tavsiye etmistir. Farz namazlardan önce ve sonra kilinan sünnetler, teheccüd, evvâbin ve tahiyyetü'l-mescid gibi diger nâfile namazlar, receb ve sâban gibi aylarda belli miktarda tutulan oruçlar, umre ve sadaka böyledir. Ibadetlerin amaci nefsi disiplin altina alarak Allah'a yaklasmaktir. Tasavvufta farz ve nâfile ibadetleri sartlarina uygun olarak husû ve ihlâsla yerine getirmek esastir. Sûfîler özellikle farz olmayan ibadetleri belli düzen içinde yerine getirmeye özen gösterirler. Ibadetsiz tasavvuf olmaz.
Islâm'da kalp temizligi önemlidir. Her seyden önce Cebrâil Kur'ân-i Kerîm'i Hz. Peygamber'in kalbine indirmistir (el-Bakara 2/97; Suarâ 26/194). Vahiy de ilham da kalbe gelir. "Allah'in huzuruna temiz (selim) bir kalple çikmaktan baska hiçbir seyin faydasi yoktur" (es-Suarâ 26/89; es-Saffât 37/84; Kaf 50/33). "Allah sekîneti (huzuru) müminlerin kalplerine indirmistir" (el-Feth 48/4). "Kalpler Allah'i zikretmekle itminan bulur" (Yûnus 10/74). Onun için Allah'i çok zikretmek tavsiye edilmistir (bk. el-Ahzâb 33/41). Her seyin temeli olan iman kalbin tasdiklerinden ibarettir. Niyet bütün ibadetlerin temelidir. Halis niyet de kalpte gerçeklesir. Ibadetlere kalbin temiz, niyetin iyi olmasi oraninda sevap verilir (Buhârî, “Îmân”, 41; Müslim, “Imâret”, 155).
Kur'an kalbin görme niteliginden söz eder. Yeryüzünde dolasip ibret almayanlari, düsünecek kalbi, isitecek kulagi olmayanlari uyarir: "Dikkat edin, bastaki gözler degil, gögüsteki kalpler kör olur" (el-Hac 22/46). Hassas, yufka ve temiz kalplerden bahseden Kur'an tas gibi kati, kirli ve kilit vurulmus kalplerin bulunabilecegine de dikkat çeker. Kalbin kirlenmis sekline bazan nefis de denir. Buna karsi nefsin arinmis sekli de kalptir, kalp hükmündedir. "Nefsini kirleten hüsrandadir, onu arindiran kurtulusa erer" (bk. es-Sems 91/9-10).
Bir hadîs-i serifte söyle buyurulmustur: "Insanin bedeninde bir et parçasi vardir. O iyi olursa beden tümüyle iyi, kötü olursa tamamiyla kötü olur. Dikkat, o kalptir" (Buhârî, “Îmân”, 39; Müslim, “Müsâkat”, 107). Bir hadiste, "Baskalari fetva verse de, sen fetvayi kalbine sor" (Dârimî, “Buyû‘”, 2; Müsned, IV, 228) denilerek vicdanin sesine kulak verilmesi istenmistir. Hz. Peygamber, "Iyi, gönüle yatan, günah gönülü tirmalayan seydir" (Müsned, IV, 194, 228) buyurarak süpheli konularda kisinin kalbine basvurmasini, baskasinin denetlemesinden önce kisinin kendi kendini denetlemesini tavsiye etmistir. Kur'an'da ve hadislerde takvâya büyük önem verilmistir. Hz. Peygamber kalbine isaret ederek, "Takvâ buradadir" demisti (Müsned, V, 379).
Tasavvufun konusu kalptir. Tasavvuf bir kalp ilmidir. Sûfîlere bu yüzden gönül ehli denilmistir. Tasavvufî düsünce Allah korkusu ve Allah sevgisi temeline dayanir.
Allah Korkusu. Kur'ân-i Kerîm ve hadîs-i seriflerde "havfullah (mehâfetullah) ve hasyetullah" denilen Allah korkusu üzerinde çok durulmustur. Günah isleyenlerin ve baskalarina haksizlik edenlerin Allah'in gazabindan ve azabindan korkmalari lâzimdir. Kur'an'da "Eger inaniyorsaniz biliniz ki en çok korkulmaya lâyik olan Allah'tir" (et-Tevbe 9/13; el-Ahzâb 33/37), "Onlardan degil, benden korkun" (Âl-i Imrân 3/175) buyurulur. Kisi insanlardan degil, Allah'tan korkarak günah islememeli, kötülük ve haksizlik etmemelidir. Gizli-açik islenen her kötülügü bilen Allah Teâlâ'nin islenen kötülükleri cezasiz birakmayacagina, er veya geç bunun hesabini soracagina inanmali, dinin emirlerine uyup yasaklarindan kaçinirken Allah'tan baska hiçbir kimseden korkmamalidir. Allah Teâlâ böyle kullarini över: "Onlar Rablerinden de, kötü azaptan da korkarlar" (er-Ra‘d 13/28). "Allah'tan baska hiçbir kimseden korkmazlar" (et-Tevbe 9/18; el-Ahzâb 33/39).
Basta peygamberler ve velîler olmak üzere bütün müminler Allah'tan korkar. Hz. Peygamber, "Allah'i en iyi bileniniz ve ondan en çok korkaniniz benim" buyurmustur (Buhârî, “Edeb”, 72; Müslim, “Fezâil”, 35). Bir hadiste de "Hikmetin basi Allah korkusudur" (Aclûnî, Kesfü'l-hafâ, I, 421) buyurulmustur. Allah'tan korkan baskasindan korkmaz. Allah korkusu diger korkulari siler ve kisiyi cesur hale getirir. Allah'tan korkanlarin âhirette de korkulari olmayacak, mahzun olmayacaklardir (el-Bakara 2/38, 62, 112, 262, 274, 277). Iste Allah'in velî ve ergin kullari bunlardir. Allah korkusu konusu üzerinde çok duran sûfîler bunu tasavvufun temel ilkelerinden biri haline getirmislerdir. Buradaki korku ayni zamanda Allah'i sevmekten kaynaklanan bir çekinme mahiyetindedir. Bu sebeple Allah korkusu ile Allah sevgisi, birbirini tamamlayan iki kavramdir.
 

Allah Sevgisi Bu sevgi Islâm'daki mânevî hayatin temelidir Bu temele dayanmayan ibadet ve ahlâk gibi davranislar Islâm açisindan bir anlam ifade etmez Bir mümin severek Allah'a itaat ve ibadet ederse, onun emirlerine ve yasaklarina uyarsa bunun degeri vardir Allah Teâlâ'yi seven onun kelâmi olan Kur'an'i ve resulü olan Hz Muhammed'i, onun dava arkadaslari olan sahâbeyi de sever Kisaca Allah'in sevdigi herkesi ve her seyi sever
Kur'an'da Allah sevgisi üzerinde önemle durulur Yüce Allah söyle buyurur: "Iman edenler Allah'a olan sevgileri ise çok fazladir" (el-Bakara 2/115) Siddetli ve çok sevgi ask demektir Bu âyet basta olmak üzere birçok âyette muhabbetullah denilen Allah sevgisine ve ilâhî aska isaret edilir
Bir müslüman Allah'i, Resulü'nü ve Allah yolunda mücadele etmeyi babasindan ogullarindan, kardeslerinden, eslerinden, kabilesinden, servetinden, ticaretinden ve meskeninden daha çok sevmekle yükümlüdür Eger daha çok sevmezse Kur'an'in ifadesiyle "Allah'in hükmü tecelli edene kadar bekleyin, Allah günahkâr bir toplumu hidayete erdirmez" (et-Tevbe 9/24) tehdidine muhatap olur Bunun anlami sudur: Bir müslümanin Allah'i, Resulü’nü ve Allah yolunda mücadele etmeyi yürekten sevmesi ve bu sevgi ve istegini her zaman diger seylerden önde tutmasi gerekir
Hz Peygamber "Allah ve Resulü'nü diger seylerden daha fazla sevmeyen kimse imanin hazzina eremez" deyince Hz Ömer, "Ey Allah Resulü! Kendim hariç seni herkesten ve her seyden çok seviyorum" demis, Hz Peygamber de "Olmadi yâ Ömer!" demisti Hz Ömer, "O halde seni kendimden de çok seviyorum" deyince Resûlullah "Simdi oldu yâ Ömer!" buyurdu (Buhârî, “Îmân”, 9; Müslim, “Îmân”, 15)
Islâm'da Allah'la kullari arasindaki sevgi karsiliklidir Allah kullarini sever, kullari da onu severler Kur'an söyle der: "Ey iman edenler! Içinizden her kim dininden dönerse, Allah onlarin yerine öyle bir kavim getirir ki Allah onlari sever, onlar da Allah'i severler" (el-Mâide 5/54) Islâm inancina göre Allah Teâlâ vedûd ve velîdir Yani mümin kullarini çok sever ve onlari dost edinir
Kur'an'da Allah'in hangi kullarini sevdigi söyle açiklanir:
"Allah âdil olanlari sever" (el-Mümtehine 60/8; el-Hucurât 49/9) "Allah temiz insanlari sever" (et-Tevbe 9/108; el-Bakara 2/222) "Allah takvâ sahibi kullarini sever" (Âl-i Imrân 3/76, et-Tevbe 9/4, 7) "Allah ihsan sahibi dürüst kisileri sever" (Âl-i Imrân 3/148, el-Mâide 5/13, 93) "Allah tevekkül ehlini sever" (Âl-i Imrân 3/159) "Allah sabirlilari sever" (Âl-i Imrân 3/146)"Allah tövbe edenleri sever" (el-Bakara 2/222)
Yüce Allah, Peygamberimiz'i herkesten çok sevdigi için ona "habîbullah" (Allah'in sevgilisi) denilmistir (Tirmizî, “Menâkib”, 1)Nitekim Hz Ibrâhim için de “halîlullah” (Allah'in dostu) ifadesi kullanilmistir
Burada sözü edilen adalet (kist, vera‘), temizlik, takvâ, ihsan, tevekkül, sabir, tövbe tasavvufun temel kavramlaridir Sûfîler ve velîler Allah'in sevgili kulu olma mertebesine ermek için bu hususlari büyük bir özenle gerçeklestirmeye çalisir, ilâhî sevgiden mahrum olmamak için bunlarin ziddi olan hususlardan dikkatle kaçinirlar Çünkü Allah zâlimleri, kâfirleri, günahkârlari, kibirlileri, hâinleri, bozgunculari, müsrifleri, saldirganlari sevmez (es-Sûrâ 42/40, el-Bakara 2/176, en-Nisâ 4/107, el-Hadîd 57/23, el-Hac 22/38, el-Mâide 5/64, el-A‘râf 7/31, el-Mâide 5/87)
Seven sevgilisine itaat eder, ona tâbi olur, onu razi etmeye çalisir, emirlerine uyar, onu dariltacak davranislardan sakinir Kisaca sevginin sonucu Allah'in emirlerine uymak, yasaklarindan kaçinmaktir
Allah'in peygamberine uymak Allah'in sevgisini kazandirir Onun için yüce Allah buyurur: "Ya Muhammed: De ki eger Allah'i seviyorsaniz bana tâbi olun ki O da sizi sevsin" (en-Nisâ 4/80)
Resûlullah'a itaat Allah'a itaat demektir: "Resûlullah'a itaat eden Allah'a itaat etmistir" (en-Nisâ 4/80)
Hz Peygamber, müminlerin Allah için birbirini sevmeleri gerektigini önemle vurgulamistir Kutsî bir hadiste, "Benim için birbirini sevenleri sevmem vâciptir" (Muvatta, “Siir”, 16; Müsned, V, 233) buyurulmustur Hz Peygamber, "Birbirinizi sevmedikçe iman etmis olmazsiniz" (Müslim, “Îmân”, 93; Ebû Dâvud, “Edeb”, 131) "Bir kimse kendisi için istedigi bir seyi mümin kardesi için istemedikçe iman etmis olmaz" (Buhârî, “Îmân”, 7) buyurarak bu sevgi ile kâmil iman arasinda siki bir bag bulunduguna isaret etmistir
Islâm, müminleri sevgi ve dostluk baglariyla birbirine baglamis, kaynastirmis ve böylece fertleri birbirine kenetlenmis bir toplum meydana getirmistir Sevgi bagi hem müslümanlari Allah'a ve Resulü'ne, hem de birbirlerine baglar Müslümanlar iyi ve kötü günlerde, mutlu ve sikintili zamanlarda daima bir arada olurlar Hz Peygamber, "Kisi sevdigiyle beraberdir" buyurmustur (Buhârî, “Edeb”, 69; Müslim, “Birr”, 165)
Bir müslüman Allah'in gazabina ugramamak ve cehennem azabindan kurtulmak için yaraticisina ibadet eder Bu amaçla ibadet etmek câizdir Genellikle halk, özellikle zâhidler ve âbidler bu maksatla ibadet ederler Cennete girmek ve oradaki nimetlerden yararlanmak için Allah'a ibadet ise evvelkine göre bir derece daha üstündür Fakat sirf Allah'in emrine uymak, rizâsini kazanmak için Allah'a ibadet etmek daha üstün bir mertebedir Bu ibadet sevgi temeline dayanir Sevenin sevgilisine itaat etmesi türünden bir boyun egme ve emredileni gönül hoslugu ile yerine getirme halidir Peygamberlerin, sag iken cennetle müjdelenen on sahâbenin, velîlerin ve âriflerin ibadetleri böyledir Râbia el-Adeviyye'nin dedigi gibi onlar cehennem ve cennet olmasa da Allah'a ibadet eder, ona itaati canlarina minnet bilirler Nitekim bu konudaki hadislerden birinde, "Suhayb, Allah'in ne hos bir kuludur ki ondan korkusu olmasa bile günah islemez", digerinde, "Ebû Huzeyfe'nin âzatlasi Sâlim, Allah'a âsik oldugundan O’ndan korkmasa bile günah islemez" (Aclûnî, Kesfü'l-hafâ, II, 323) buyurulmustur
Tasavvufta hedef bir müslümanin gönüllü olarak ve seve seve Allah'a ibadet etmesini saglamaktir Bu mertebede ibadet insana zor gelmez, tersine ona haz ve huzur verir Ibadet halinde olmamasi ise onu rahatsiz eder Hz Peygamber zamaninda var olan bu anlayis ondan sonra geliserek devam etmistir Bu hareketin en önemli temsilcisi hicrî II (VIII) asrin ikinci yarisinda yetismis olan ünlü sûfî Râbia el-Adeviyye'dir (ö 185/801) Bu tarihten sonra bu anlayisin yayginlasarak ve geliserek devam etmesi tasavvufun Islâmî bir hareket olarak ortaya çikmasina sebep olan faktörlerin basinda gelir Zühd ile tasavvuf arasindaki en önemli fark zühdde korku, tasavvufta sevgi unsurunun agir basmasidir Zühd hareketinde korku sevgiyi, tasavvuf hareketinde ise sevgi korkuyu kapsarZühd âhirette kurtulusu amaçlayan nisbeten özel bir mânevî hal, tasavvuf ise bu hayata dayanan ama daha çok Allah'in rizâsini ve sevgisini kazanmayi amaçlayan daha kapsamli mânevî hayattir
Tasavvufta Allah sevgisinin ne kadar önemli oldugunu göstermek için sûfîlerin üzerinde özenle durduklari ve önemle açikladiklari su hadîs-i serife bakmak yeterlidir Kutsî hadiste söyle buyurulmustur: "Kulum farz ibadetlerle yaklastigi kadar baska hiçbir seyle bana yaklasamaz Nâfile ibadetlerle de bana yaklasir O kadar çok yaklasir ki ben onun gören gözü, isiten kulagi, tutan eli, yürüyen ayagi olurum Artik o benimle görür, benimle isitir, benimle tutar, benimle yürür Böyle bir kul bana siginirsa onu korurum, benden bir sey isterse dilegini yerine getiririm" (Buhârî, “Rikak”, 38)
Tasavvuf kulun Allah'a yaklasmasi ve O’nunla böyle bir mânevî iliski kurmasidir Allah kuluna sah damarindan daha yakindir (Kaf 50/16) Allah'in bir ismi “el-karîb”dir Yani o her zaman herkese yakindir Fakat sevdigi kullarina özel bir anlamda yakindir Allah'in yakinligini kazanan insanlara mukarreb denir (el-Vâkia 56/88-89) Müslümanlarin iman ve ibadet itibariyle çesitli dereceleri vardirBir hadiste imanin alti, Islâm'in bes sarti sayildiktan sonra en büyük mertebe olan ihsan söyle tarif edilmistir: "Ihsan, Allah'a, onu görüyormussun gibi ibadet etmektir, her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir" (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 57) Kur'ân-i Kerîm'de, "Ihsan üzerine olunuz, Allah ihsan üzere olanlari sever" (el-Bakara 2/195; el-Mâide 93) buyurulmustur Mutasavviflar bu hadisten Islâm'in üç mertebesi oldugu sonucunu çikarmislardir Bunlar sirasiyla Islâm, iman ve ihsan mertebeleridir Islâm zâhir, iman zâhir ve bâtindir Ihsan ise zâhir ve bâtinin hakikatidir Islâm'da bilgi amelle, amel ihlâsla, iihlâs da Allah'in rizâsini taleple kemale erer Bilgi, ihlâs ve rizâ bu üç mertebenin baska bir ifadesidir Müminler ilim, amel ve mertebe itibariyle birbirinden farklidirlar Nitekim Kur'an'da söyle buyurulur: "Kendilerine ilim verilenler dere-ce derecedir" "Amel edenlerin de mertebeleri vardir" "Bakin nasil bazisini diger bazilarina üstün kildik" (el-Mücâdele 58/11; el-Ahkaf 46/19; el-Isrâ 17/21)
 

ALINTI





Konu Başlığı: Ynt: Tasavvufî Düsüncenin Dinî ve Fikrî Temelleri
Gönderen: Ceren üzerinde 05 Ağustos 2017, 21:25:00
Esselamu aleykum.rabbim bizleri tasavvufi yolda yolda bu düşünceler içinde yaşayan kullardan olalim inşallah. .