๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Kasım 2010, 21:41:22



Konu Başlığı: Tasavvufi anlamda aşk nedir
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Kasım 2010, 21:41:22
Tasavvufi Anlamda"AŞK"Nedir???


Aşk, şiddetli sevginin adıdır. Tasavvuf dilinde, Allaha muhabbet anlamında kullanılır. 
İnsan, aşkı ya mecazi kullanır, ya da hakîkî. Mecazî aşk, fanilere gönül bağlamaktır. Hakiki aşk ise, Allahı sevmektir. Bazen mecazî aşk, hakîkî aşka vesile olur.


Bu konunun en çarpıcı misali, Leyla-Mecnun kıssasıdır denilebilir. Mecnun, Leylaya sevgisinden deli-divane olur. Çöllere düşer. Gözleri Leylaya benziyor diye, çölde ceylanlarla arkadaş olur. Bir gün bulunduğu yere bir köpek gelir. Kimse ilgilenmezken, Mecnun köpeğe büyük ilgi gösterir. Niye böyle yaptığını sorarlar, Siz bilmiyorsunuz, bu köpek Leylanın diyarından gelmiştir der. Neticede, Leylayla bir araya geldiğinde, hayır, der, Leyla sen değilsin. Sen yürü Leyla ki ben Mevlayı buldum. Der. Böylece kendisindeki mecazî aşk, gerçek aşka inkılap eder.

Yunus Emreye Bana Seni gerek Seni dedirten de, aynı İlâhi aşktır. Yunus Emre ve Mevlâna gibi Hak aşığı olan zatlar, aşktan bahsettiklerinde İlahî aşkı kastederler. Bundan sonraki aşk ifadelerine bu noktadan bakmak gerektir.

Her şeyden evvel aşk fikrî bir mesele değildir; hâlî ve vicdanîdir. Yani, matematiğin, kimyanın meseleleri gibi, net ifadelerle anlatılması ve anlaşılması mümkün olmayıp, ancak halen ve vicdanen bilinir. Bu noktada aşk, sübjektif bir karakter arz eder. Mevlâna, bunu şöyle dile getirir: Biri Aşıklık nedir? diye sordu. Benim gibi olursan anlarsın dedim. Kalem ki, çarçabuk yazıp gidiyordu. Aşkın tefsîri bahsine gelince, tahammül edemeyerek yarıldı. Akıl, aşkın şerhinde çamura batmış merkep gibi aciz kaldı.

Mevlânanın verdiği şu misalden hareketle, aşık olmayı manevî bir sarhoşluk olarak anlayabiliriz. Bir sarhoş meyhaneden çıkıp da yolunu şaşırınca, çocukların maskarası ve eğlencesi olur. O sarhoş, böylece sekr halinde bulunur. Çocuklar ise, onun şarap zevkinden ve sersemlik neşesinden habersiz olarak arkasına takılır. Allahın aşkından sarhoş olanlardan başka, bütün halk çocuk mesabesindedir. Heva ve hevesten kurtulmuş olanlardan başkası, büluğa ermiş değildir. (

Şu sözler ise, İlahî aşktan nasibini almayan ve dünyanın fani işleri içinde boğulup gidenlerin halini anlatır: O çocuklar bir kamışa binerler ve bu bizim burağımız veya mübarek gidişli düldülümüzdür derler. Yüklenmiş oldukları kamışı taşıdıkları halde, cehillerinden böbürlenirler ve kendilerini ata binmiş vehmederler.

Üstteki ifadelerde olduğu gibi, tasavvuf ehli divanlarında şarap-meyhane gibi mazmunlara sıkça yer vermişlerdir. Mânâdan nasibini almayanlar bu ifadeleri zahirine göre değerlendirmişler, o büyük zatları yanlış tanımış ve anlatmışlardır.

Nitekim yüce Allah, Onların Rabbi, onlara tertemiz bir şarab takdim eder (Dehr Sûresi,21) buyurmaktadır. Ayette geçen şarab kelimesi, şu anda Türkçemizde kullandığımız içki anlamında olmayıp, temiz içecek mânâsındadır.

Şu muhavere aşıklar arasındaki mertebe farklılığına işarettir: İlahî aşk mensublarından Yahya b. Muaz, Bayezid-i Bistamiye şöyle der: Muhabbet kadehinden o kadar içtim ki, sonunda mestoldum. Bayezid, şu anlamlı cevabı verir: Muhabbet şarabını kase kase içtim. Lakin ne şarap bitti, ne de benim hararetim geçti.

Evet, Hak aşığı olan zat, her şeyi Mevlanın diyarından gelmiş olarak görür. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, Mecnun her vesileyle Leylayı hatırladığı gibi; âşık da Her şey bana Seni hatırlatıyor der, varlıklardan Allahı bulur, Allahta fani olur. Hatta, Hallac-ı Mansur gibiler, kendilerini tamamen yok farz edip Enel-Hak bile derler. Şüphesiz, böyle aşıkların bu gibi sözleri, şerîatın zahirine aykırıdır. Manen sarhoş iken böyle söylemişlerdir. Mevlâna, böylelerin halini, kıpkızıl hale gelen demirin ben ateşim demesine benzetir. ( Ancak, şu mühim hatırlatmayı da yapmadan edemez: Sen, sarhoş olanlardan kılavuzluk arama! Yani, böyle zatlar, hidayet üzere olmakla beraber, peşinde gidilecek kimseler değildir.

Tekrar aşığın dünyasına dönecek olursak... Evet, aşık bu dünyada kendini gurbette görür. Vatan sevgisi imandandır hadisini tasavvufî mânâsıyla değerlendirir. Gerçek vatanı Bezm-i Elest olarak kabul eder. Şu dünya zindanındaki günlerini tamamlayıp, İlahî huzura vuslatı en büyük gaye bilir.

Aşık, gamdan da, sürurdan da hâlîdir. Baharsız, hazansız daima yeşil ve tazedir. Onun hali, şu manaları terennüm eder:
Hoştur bana Senden gelen
Ya gonca gül, ya da diken
Ya hilatu ya da kefen
Narın da hoş, nurun da hoş.
Aşık, Allahtan gelen lütfu ve kahrı lütuf olarak görür. Mevlâna, buna şöyle dikkat çeker: Gerek âlim olsun, gerek cahil olsun, isterse aşağılık biri bulunsun, herkes lütuf ile kahrı fark eder. Lakin, kahırda gizlenmiş lütfu, yahut lütuf içindeki kahrı az kimse bilir

ALINTI


Konu Başlığı: Ynt: Tasavvufi anlamda aşk nedir
Gönderen: Ekvan üzerinde 07 Ağustos 2012, 22:15:35
Şu muhavere aşıklar arasındaki mertebe farklılığına işarettir: İlahî aşk mensublarından Yahya b. Muaz, Bayezid-i Bistami’ye şöyle der: “Muhabbet kadehinden o kadar içtim ki, sonunda mestoldum.” Bayezid, şu anlamlı cevabı verir: “Muhabbet şarabını kase kase içtim. Lakin ne şarap bitti, ne de benim hararetim geçti.” (7)



Allah razı olsun