๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 14 Kasım 2010, 19:29:59



Konu Başlığı: Sûfîlerin Miracı
Gönderen: Zehibe üzerinde 14 Kasım 2010, 19:29:59
Sûfîlerin Miracı

Doç. Dr. Necdet Tosun


Seyr u sülûk, insanın varlık mertebelerindeki seyahatidir. Bu seyahat insandan başlar, önce Allah’a doğru rûhî bir yükseliş (urûc, mirac) olur, sonra tekrar dünyâya dönülür (nüzûl, rucû). Tasavvufî eserlerdeki “yükseliş” ve “iniş” tâbirleri esâsen mecâzîdir. Zîrâ Allah Teâlâ, yönden ve mekândan münezzehtir. Terim darlığından dolayı bunlar kullanılagelmiştir. Esâsen miraca, “diğer boyuta geçiş” demek daha doğrudur. Hz. Peygamber’in (a.s) miracı da diğer âleme yapılmış bir yolculuktur.

Tasavvuf tarihinde birçok sûfî kendi miracları hakkında bilgi vermişlerdir. Ancak sûfîlere göre Hz. Peygamber hem beden hem de rûhu ile yükselmiş, mirac etmiştir; sûfîler ise bu yolculuğu sâdece ruhları ile yaparlar1.

Bâyezîd-i Bistâmî kendi miraclarından birini şöyle anlatır: Rûhumla mirac ettim. Melekût âlemini aştım. Cennet ve Cehennem’i gösterdiler ama bunlarla hiç ilgilenmedim. O âlemde gördüğüm bütün peygamberlere selam verdim. Ancak Hz. Peygamber (a.s)’ı göremedim. Bunun sebebi onun rûhunun etrafında nurdan bin perdenin bulunması idi. Oradan gelen ışıklar, neredeyse her şeyi yakacak gibi (güçlü) idi.

Alâüddevle-i Simnânî Sırru bâli’l-bâl li-zevi’l-hâl isimli eserinde kendi miracını anlatırken önce gönlünün toprak, hava, su ve ateşte seyahat ettiğini, sonra gezegenlerde yolculuğa başladığını ifâde etmiştir. Ay’a geldiğinde ona hâlini sormuş, Ay da: “Ben ışığımı Güneş’ten alıyorum ve o ışığı Dünya’ya ulaştırıyorum”, diye cevap vermiştir. Simnânî: Niçin bazen hilal, bazen dolunay şeklinde oluyorsun? diye sorunca, Ay: “Dünya bazen Güneş ile benim arama girip ışığa engel oluyor ve Güneş ışığından pay alamıyorum (bu dönemde hilâl gibi görünüyorum)” diye cevap vermiştir.

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’ye göre, seyr u sülûkte yani rûhî miracta kâinâttan çıkmak mümkündür. Hz. Peygamber miracda kâinattan çıkıp bu dünyaya âit zaman ve mekân kayıtlarından kurtulmuş, Hz. Yûnus’u balığın karnında iken, Nûh tûfânını vukû bulurken, Cennet ehlini Cennet’e, Cehennem halkını da Cehennem’e girmiş olarak görmüştür. İmâm-ı Rabbânî, kendisinin de bu yolculuk esnâsında bu âlemin zaman ve mekan kayıtlarından kurtulup meleklerin Hz. Âdem’e secde ettikleri ânı gördüğünü ifâde etmektedir2.   

İmâm-ı Rabbânî seyr u sülûkteki kendi yükseliş ve inişini anlatırken önce Hz. Ali’nin rûhâniyetinin yardımıyla ilâhî isimlerden kendi terbiyecisi olan isme kadar yükseldiğini, oradan Bahâeddîn Nakşbend hazretlerinin rûhâniyetinin yardımıyla Hakîkat-ı Muhammediyye  mertebesine ulaştığını, daha sonra Hz. Ömer, Alâeddîn Attâr, Hz. Peygamber (a.s) ve Abdülkâdir Geylânî’nin rûhâniyetlerinin yardımıyla daha yüksek makâmlara çıktığını ifâde etmiştir. Ardından inişe geçerek sırasıyla Çiştiyye, Kübreviyye ve Sühreverdiyye meşâyıhının makâmlarına uğrayıp feyz aldığını, inişin son noktası olan kalbe geldiğinde orada temkîn bulmadan önce bir yükseliş daha yaparak öncekinden daha yükseğe ulaştığını ve tekrar kalbe inerek orada temkîne ulaştığını kaydetmiştir3.

İmâm-ı Rabbânî Mebde’ ve Meâd isimli eserinde rûhî yükselişlerinden birinde yaşadığı bir tecrübeyi şöyle anlatır: “Tasavvuf yoluna girdiğim ilk dönemlerde müşâhedemde gördüm ki bir yerde tavaf ediyorum, başka bir grup da benimle berâber tavâf ediyor. Ancak onlar o kadar yavaş yürüyorlardı ki, ben bir tavaf yapıncaya kadar onlar iki üç adım atabiliyorlardı. O esnâda bildirdiler ki burası Arş’ın üzeridir, tavaf eden bu cemaat da meleklerdir”.

Her sâlikin üç tane yükselişi vardır: 1. Yükseliş: Mebde-i taayyününe yani bağlı bulunduğu ilâhî ismin gölgesine kadar; 2. Yükseliş: Bağlı bulunduğu ilâhî ismin aslına kadar; 3. Yükseliş: İlâhî isminin aslından daha yükseklere kadardır. İmâm-ı Rabbânî’ye göre evliyânın çoğu, kendisini terbiye eden ilâhî ismin gölgesine kadar ermişlerdir. Az bir kısmı bağlı bulunduğu ilâhî ismin aslına ulaşabilmiştir. O isimden çıkıp yükselebilenler ise azın da azıdır4.

Tasavvufî miracı yapabilenler, Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarında yaptıkları yolculuk sâyesinde Onun Semî (İşiten), Basîr (Gören) gibi isimlerini daha yakından tanımış olurlar. Bu isimlere olan inançları diğer insanlara nisbetle daha güçlü olur. İmanları taklidden tahkîke (gerçek imana) dönüşür. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın her an kendilerini gördüğü (Basîr) ve bildiğini (Alîm) unutmazlar. Allah Teâlâ’nın râzı olmayacağı söz ve fiillerden uzak dururlar. Yani rûhî mirac, sâlikin hem bilgisinde, hem de ahlâkında bir yükseliş meydana getirir. Aslında hakkıyla edâ edilen her namaz da, mü’min için bir miracdır.

Dipnotlar: 1) İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî, Mebde’ ve Me‘âd, Karaçi 1968, s. 63. 2) Sirhindî, Mebde’ ve Me‘âd, s. 63-63. 3) Sirhindî, Mebde’ ve Me‘âd, s. 4-8. 4) Sirhindî, Mektûbât, Karaçi 1392/1972, I, 330-331 (no. 209).