Konu Başlığı: Sufilerin Gözüyle Yine Gel Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 26 Mayıs 2010, 15:30:13 Sûfîlerin Gözüyle Yine Gel!
Bir toplumda her dinden insan bulunabilir. Toplumların âsâyiş ve huzur içinde yaşayabilmesi için farklı din mensuplarının birbirine hoşgörü ile bakması çok önemlidir. İslam hukûkuna göre Müslüman ülkelerde yaşayan gayr-i Müslimlere “zimmî” denir ve devlet onların güvenliğini sağlamakla görevlidir. Tasavvuf tarihinde sûfîlerin Müslüman olmayanlara karşı hoşgörü ile muâmele ettiğine dâir bir çok örnek bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: Bâyezîd-i Bistâmî’nin mecûsî olan (ateşe tapan, zerdüşt) bir komşusu ve bu komşunun süt emme çağında bir de çocuğu vardı. Bu mecûsî bir gün yolculuğa çıktı. Evlerini aydınlatacak bir şeyi bulunmadığı için çocuk ağlıyordu. Bâyezîd Bistâmî her gün bir çıra alıp, komşusunun evine götürdü. Mecûsî yolculuktan dönünce durumu haber alıp, kendisinde değişiklikler hissetti. Bâyezîd’e karşı kalbinde bir sevgi hâsıl oldu ve: “Mâdem ki o zâtın aydınlığı geldi, bizim kendi karanlığımızda yaşamamız uygun değildir.” deyip Bâyezîd-i Bistâmî’nin huzûruna gitti ve müslüman oldu1. Hz. Mevlânâ’ya da nisbet edilen fakat ondan daha önce yaşamış olan Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’ın şiirleri arasında yer alan şu rubâî meşhurdur: Yine gel, yine gel, ne olursan ol, yine gel, Kâfir, mecûsî, putperest olsan da yine gel, Bu bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir, Yüz kere tevbeni bozmuş olsan da yine gel.2 Anadolu sûfîlerinden Yunus Emre: Yetmiş iki millete birlig ile bakmayan Şer‘ ile evliyâsa hakîkatde ‘âsîdür. diyerek bütün insanlara (72 millete) aynı gözle bakmak gerektiğini ifade etmiş, böyle bakamayanların görünüşte evliyâ gibi olsalar bile aslında âsî ve günahkâr olduklarını kaydetmiştir. Hoca Ahmed Yesevî de: “Sünnet irmiş kâfir bolsa berme azar”3, Yani “karşındaki insan kâfir bile olsa onu incitme, bu Hz. Peygamber’in (a.s) sünneti ve yolu imiş” der. İlk dönem sûfîlerinden Mâlik b. Dînâr’ın komşusu Yahudi idi. Bu kişi Mâlik b. Dînâr’ın evinin duvarını tuvalet olarak kullanır ve bahçesini kirletirdi. Mâlik de her gün duvarını ve bahçesini temizlerdi. Birgün komşusu Mâlik’e: “Bu necâsetten rahatsız olmuyor musun?” diye sordu. Mâlik: “Evet rahatsız oluyorum ama temizliyorum” dedi. Komşusu: Bu sıkıntıyı niçin ve kim için çekiyorsun” diye sorunca, Mâlik: “Allah rızası için, çünkü Allah öfkesini yutup insanları afvedenleri müttakîlerden saymaktadır4” diye cevap verdi. Bunun üzerine Yahudi komşusu: “Ne güzel bir din! Allah dostu, Allah düşmanının sıkıntısına katlanıyor ve sabr ediyor” dedi, Müslüman oldu5. Bu hikâyenin bir benzeri de İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe için anlatılır6. Mevlânâ Celâleddin Rûmî ve dostları semâ ederlerken meclise bir sarhoş daldı ve sağa sola çarpıp meclistekileri rahatsız etmeye başladı. Oradaki mürîdler o sarhoşu azarlayınca Mevlânâ mürîdlerine mâni oldu ve: “Şarabı o içmiş ama sarhoş siz olmuşsunuz” dedi. Mürîdler: “Bu adam Hıristiyandır” dediler. Mevlânâ: “Siz niye Allah’tan korkmuyorsunuz” diye cevap verdi7. Kostantıniyye (sonraki adıyla İstanbul) şehrinden bilgili bir Hıristiyan râhip Hz. Mevlânâ’nın tevâzuunu duymuş ve onu görmek için Konya’ya gelmişti. Mevlânâ ile karşılaşınca onun önünde üç kere eğildi. Başını kaldırdığında gördü ki Mevlânâ da tevâzu ile onun önünde eğilmiş. Hz. Mevlânâ o râhibin önünde otuzüç defa saygı ve tevâzu ile eğildi. Râhip onun tevâzuunu görünce feryâd edip elbiselerini yırttı ve Müslüman oldu. Mevlânâ medreseye dönünce oğluna: Bahâeddin! Bugün bir râhip tevâzuyu ve alçak gönüllülüğü elimizden almak istedi ama Allah’a şükür tevâzuda biz gâlip geldik, dedi8. Bu menkıbelerden anlaşılmaktadır ki, gayr-i Müslimlere karşı hoşgörü ile yaklaşmak sûfîlerin hayat felsefesi olmuştur. Ve bu hoşgörü, birçok gayr-i müslimin İslâmiyet’e girmesine de vesîle olmuştur. Hoşgörünün bulunduğu yerde muhabbet ve ülfet olur. Gayr-i Müslimlerin İslâm’a ısınması ve hidâyete ermesinde en önemli unsurlardan biri de hoşgörü olmuştur. Hoşgörünün zıddı olan kabalık ve sertlik ise insanları küstürmek ve uzaklaştırmaktan başka işe yaramaz. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi” (Âl-i İmrân, 3/159). Güzel söz, hoşgörü ve fedâkârca davranışlar târihte olduğu gibi bugün de insanların İslâm’a yönelmesine sebep olmaktadır. Dipnotlar: 1) Ferîdeddin Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ (nşr. Muhammed İsti‘lâmî), Tahran 1374 hş./1995, s. 176. 2) Ebû Sa‘îd-i Ebu’l-Hayr, Sühanân-ı Manzûm-i Ebû Sa‘îd-i Ebu’l-Hayr (nşr. Sa‘îd Nefîsî), Tahran 1334 hş./1955, s. 4 (rubâî no: 21). Rubâî’nin metni şöyledir: Bâz â bâz â her ânçi hestî bâz â/ Ger kâfir u gebr u but-perestî bâz â/ În dergeh-i mâ dergeh-i nevmîdî nîst/ Sad bâr eger tevbe şikestî bâz â. 3) Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, Tahran: İntişâtât-ı Beyne’l-milelî-yi el-Hüdâ, 1379 hş./2000, s. 20. 4) Âl-i İmrân, 3/134. 5) Ferîdeddin Attâr, age, s. 52. 6) Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Kâhire 1374/1954, I, 54. 7) Ahmed Eflâkî, Menâkıbu’l-ârifîn (Frs. nşr. Tahsin Yazıcı), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1976, I, 356. 8) Ahmed Eflâkî, age, I, 360-361. |