Konu Başlığı: Seyru Sülukte Bir Başka Çizgi-1 Gönderen: Zehibe üzerinde 13 Ekim 2009, 11:42:14 SEYR U SÜLÛKTE BİR BAŞKA ÇİZGİ-1
Seyr u sülûk-i ruhanîde; letâif-i aşere (on lâtife) veya yedi nefis mertebesine bağlı olarak kalbî ve ruhî hayat derecesini elde etme, erbabınca müteâref bir yöntemdir ve çile disiplini dahil bugüne kadar insan-ı kâmil olmanın biricik yolu kabul edilegelmiştir. Ancak, hem seyr-i ruhanî hem de onun içinde önemli bir yer işgal eden çile vasıtasıyla kazanılmış mertebe, derece, mevhibe ve vâridâta ulaşmanın başka alternatiflerinin bulunduğu da bir gerçek. Bu alternatifler arasında bir mânâda, peygamberlik hakikatinin tecellisi ve sahâbi mesleğinin inkişaf ettirilmesi yolu da diyebileceğimiz yöntemler de vardır: Esbab açısından, çok şeye güç yetirememe şuurunda olma mânâsında acz; her nesne ve her varlığın hakikî sahibi, maliki ALLAH olduğu gerçeğini kavrama anlamında fakr; herkesi ve her nesneyi O'ndan ötürü kucaklama şeklinde yorumlayacağımız şefkat; her gün yepyeni bir heyecanla âfâk ve enfüsü hallaç etme vüs'atinde, disiplinli düşünme diyeceğimiz tefekkür; ayrıca bu çerçevede sürdürülen hizmette hiç sönmeyen bir aşk u iştiyak, sonra da bu mazhariyetlerin şuurunda olarak, bütün bunlara, söz, tavır ve davranışlarla mukabelede bulunma mânâsına gelen kesintisiz şükür bu alternatif yöntemin temel esaslarıdırlar. Bediüzzaman Hazretlerine göre bu yol, daha kestirme, daha selâmetli ve daha emindir; acz; aşkın yanında, hattâ önünde mahbûbiyet ufkuna uzanan öyle ışıktan bir helezondur ki, acizliğin kavranılması ölçüsünde insan bu yöntemle her yoldan daha sür'atli Matlubuna ulaşabilir. Fakr; şuurdaki derinliği ölçüsünde, en disiplinli cehd u gayretlerin bile önünde öyle tükenmez bir sermayedir ki, hak yolcusu onunla bir hamlede rahmâniyetin vesayetine sığınır ve Kudreti Sonsuz'un her şeye yeten gücüne ulaşır ve dayanır. Şefkat; aşktan daha derin, daha içten öyle bir duygudur ki; rahîmiyetin tezahürü böyle bir duyguyu taşıyan hiçbir yolcu şimdiye kadar yolda kalmamıştır. Tefekkür; âfâk ve enfüsün tetkik u temâşâsıyla her şeyi hikmete bağlayan aydınlık ruhların yolu.. şevk; her zaman nokta-i istinad ve nokta-i istimdadının şuurunda olan, dolayısıyla da hiçbir zaman ümitsizlik ve inkisara düşmeyenlerin hâli.. şükür de; iç içe hiçlere terettüp eden bunca nimete karşı şuurlu mukabelenin ayrı bir ünvanıdır. Mevzu, temel esprisi itibariyle: "Ben acizim, Sen Muktedir; ben fakirim, Sen Gani; ben muhtaç u muztarrım Sen Rahîm; ben bir mütehayyir ve müteharriyim, Sen ise her yerde aranan, her şeyden sorulan Biricik Hedef ve Gayesin" esasları üzerine cereyan ettiğinden, herhangi bir aciz u fakir, muhtaç u mütehayyirin kendi nefsini müzekkâ görmesi ve ona bir paye vermesi ya da daha bugünden unutulma damgasını yiyeceğini bile bile ALLAH'a karşı belli ölçüde de olsa, nisyan yaşaması; sa'y u gayretine terettüb eden başarıları kendinden bilmesi, fenalıkları kadere mâletmeye çalışması ve kendini, kendinden müstakil bir mevcut telâkki etmesi kat'iyyen söz konusu değildir. Konuyu bu şekilde temellendirince; Bediüzzaman Hazretlerinin tasnifi çerçevesinde şu dört ana husus, iç içeliği ile beraber birbirinden farklı dört ayrı hareket noktası ve dört temel disiplin ortaya çıkar. Bunları: 1- Nefsin mahiyet ve cibilliyetinde bulunan kendini müzekkâ görme temayüllerine rağmen onu tezkiye etmeme ve aklamama gayreti. 2- Kendini unutması gereken hususlarda unutma azmi, hatırlaması icap eden yerlerde de hatırlama cehdi. 3- İyiliklerin ve kötülüklerin gerçek kaynakları belirlenerek her başarı ve hezimetin onlara bağlanması ve mazhariyetlerde, fahirlenme yerine hamd u şükür soluklanması, fenalıklarda da teessür ve nedametlerin yaşanması. 4- Hak yolcusunun hemen her menzil, her hâl ve her makamda kendini ve meziyetlerini Hakk'ın ziyâ-i vücûdunun bir gölgesi veya gölgesinin gölgesi bilip varlığını, varlığıyla alâkalı hususiyetlerini Hazreti İlm u Vücud'un bir ayine-i tecellisi görmesi şeklinde hulâsa etmek mümkündür. Şimdi bu hususları, Hazreti Pir'in temel düşüncesine sadık kalarak biraz daha açalım: Birinci durum ve hareket noktası açısından konu şöyle özetlenebilir; nefis, mahiyet ve cibilliyeti itibariyle fevkalâde kendine tutkundur. O her şeyden önce kendini sever; başkaları ile olan irtibatı kendine bağlar. Öyle ki o bazen, inanmış bir gönlün, Mabud-u Mutlak ve Maksûd-u Bilistihkak'a teveccüh etmesi Ölçüsünde kendine yönelir, kendine perestiş eder; dolayısıyla da hiçbir kusuru, hiçbir kabahati kabule yanaşmaz; yanaşmaz ve kendini hep müzekkâ görür. Onun bu olumsuz tavırlarına karşı "cihad-ı ekber" çerçevesinde, kararlı bir mücahede ile nefsin sürekli sorgulanması, murakabe ve muhasebe izâbehânelerinde eritilip yumuşatılması, yoğrulup şekillendirilmesi ve ne pahasına olursa olsun kat'iyyen onun aklanmasına gidilmemesi, aklanmasına gidilmesi bir yana, tezkiye edilmeme azim ve kararlılığının bir aklanma kurnası kabul edilmesi gerekir ki, özündeki insanî derinlikler inkişaf ettirilebilsin.. evet eğer biz. sürekli tezkiye-i nefs etmemek suretiyle bir temizlenme arayışına bağlı kaiabilir-sek, melekler de, ruhaniler de nezafet ve nezahetimize gıptalar yağdıracak ve bir hadîsin işaretiyle, dört bir yandan bu yolun yolcularıyla musafahaya koşacaklardır. Aksine, onu hep paka çıkarma ve müzekkâ görme gafletine düşersek, cinleri de, şeytanları da ürkütecek menfur bir mahiyetin mümessilleri haline gelmemiz kaçınılmaz olacaktır. Evet - Meviânâ'nın da dediği gibi - bazen insan, şeytanî duyguların tesirinde âdeta bir iblis olur; bazen de, kalbî ve ruhî hayatın zirvelerinde meleklerle atbaşı hâle gelir.. İkinci durum ve disiplin açısından şunlar söylenebilir; tezkiyesiz "nefs-i emmare"si bulunması itibariyle insan, bir lâhza bile gönlünden çıkarmaması gereken en hayatî mevzuları sık sık unutabilir, hattâ bazen onları hatırlamak dahi istemez; buna mukabil, hiç hatırlanmaması gerekli olan hususları da bir türlü gönlünden söküp atamaz. Halbuki o, her zaman, ALLAH rızası istikametinde hizmeti, amelde ciddiyeti, çevresindeki kimselere karşı sorumluluğunu, ölümü ve ölüm ötesini düşünmeli; buna mukabil, her türlü kini, nefreti, ihtirası, nefsanî haz ve arzuları ruhundan söküp atmalıdır ki; içindeki ruhanîliği söndürmesin, şeytânîliği de hortlatmasın. Evet, yoldakiler olarak bizim için her zaman, ALLAH'a iman ve O'nun rızası çizgisinde yaşamayı ganimet bilmemiz; bütün duygu, düşünce ve davranışlarımızla O'nu memnun etmeye yönelmemiz: her yerde ve her zaman hayatımızı O'nun maiyyetine bağlamamız.. ve bu sırlı maiyyet sayesinde - ki " -Burada gizli Biri var, sen kendini yalnız sanma" (Mevlânâ) fehvasınca - her lâhza ayrı bir münasebet bulup O'nunla gönül irtibatımızı sıkı tutarak, sınırlılığımızı aşıp sınırsızlığa yürümemiz, damlayı deryaya döndürüp cüz'de küllün esrarına talip olmamız bizim için birer esastır. Hayatımızı bu esaslar dairesinde sürdürebildiğimiz ölçüde, olmaz gibi görünen şeyler zamanla birer birer aşılır, cüzler küllün aks-i sedası ve aynası haline gelir, yoklar varlık rengine bürünür, reşha kamerin önüne geçer, toprak semalar kadar ulvileşir ve zerre gibi çok küçük mahiyetler kâinatlar kadar genişler. Aşıklar Sultanı Mevlânâ bu mülâhazayı ifade sadedinde: " -Denizin yolunu bulmuş bir küpün önünde, ırmaklar secdeye varırlar." der ve bize kendi varlık hendesemizi aşmamızı, ruhumuzun o sırlı potansiyel vüs'atine ulaşmamızı salıklar. Konu Başlığı: Ynt: Seyru Sülukte Bir Başka Çizgi-1 Gönderen: Ekvan üzerinde 05 Kasım 2010, 00:21:10 Ruhumuzun potansiyel kabiliyetlerini geliştirmek ne kadar da önemli..toprağın altında gömülü duran bir hazinenin kime ne faydası var..Rabbim inkişaf edebilmemiz adına yollarımızı açsın inşaallah..amin
Konu Başlığı: Ynt: Seyru Sülukte Bir Başka Çizgi-1 Gönderen: Zehibe üzerinde 05 Kasım 2010, 13:41:21 Amin..Amin..Amin inş.Rabbim rızası için ömrünü tüketen kullarından eylesin cümlemizi..
|