๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2009, 07:46:54



Konu Başlığı: Sevgi Odaklı İnsan Modeli
Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2009, 07:46:54
Sevgi Odaklı İnsan Modeli

Günümüz dünyası bir taraftan baş döndürücü teknolojik ve bilimsel gelişmeler sergilerken, diğer taraftan insanî değerlerde ve ahlakta korkunç bir geriye gidiş ve kaos yaşamaktadır. Akıl, gazap ve şehvet kuvvelerine yaratılıştan bir sınır koyulmayan insanoğlu bu duygularını düzenleyici ilahi prensiplerden mahrum olmasından dolayı ifrat ve tefrit arasında bocalamakta duyguları arasında denge anlamındaki adaleti kaybederek kendisine, çevreye ve topluma ve tüm insanlığa zarar verecek eylemler yapabilmektedir. (Said Nursi işaratu’l-İ’caz tefsirinde insana verilen akıl, şehvet ve gazab kuvvelerinin orta mertebeleri olan hikmet, iffet ve şecaatın adaleti ifade ettiğini ve sırat-ı müstakim olduğunu bildirmektedir. Buradaki adalet, muvazene yani denge anlamındadır. Bu muvazeneyi kaybetmek, ifrat ve tefrite sapmak demektir ve insanın kendisine ve başkalarına karşı zulmü de bu dengesizlikten kaynaklanmaktadır. Bu kuvvelerin ayrıntılı izahları için bkz: Nursi, Said, İşârâtu’l-İ’caz fî Mezânni’îcaz, Mihrab Werags Gmbh, Germany, s. 22-24.)

 

 

 

İnsanın aç gözlülüğü, hırsı, geçtiğimiz asırda dünyayı bir çok defa kana bulamıştır. Bunun en büyük sebepleri, insanlığın dinin yerine bilimi kutsaması, materyalist düşünce ve akımların etkisinde kalması, yüreğinden Allah inancını ve ona bağlı olarak Allah sevgisini söküp atması gibi hususlardır. İçinde sonsuz şefkat, merhamet sahibi olan Allah’a iman ve sevgisi kalmayan bir kimsenin Allah’ın yarattığı en şerefli varlık olan insanı sevmesi, ona şefkat etmesi, ona merhamet etmesi, çevresine karşı duyarlı olması mümkün değildir.

İnsanoğlu, Allah’ı sevmek ve O’na ibadet etmek, insanları ibadet şuuru içinde sevmek yerine menfaati, şehveti, bilimi kendisine put edinmesinden dolayı, her şeyi, ama her şeyi bu putlara kurban vermekten kaçınmamıştır. Bazı yazarlar tarafından “mega ölümler asrı” da denilen 20. yüzyılda yüz milyonlarca insanın ölümüne, bir o kadar insanın da sakat kalmasına sebep olan bu şirazeden çıkmış, dalalete düşmüş, yolunu şaşırmış anlayış, son kırk elli senedir içinde yaşadığımız toplumları da bir başka açıdan etkisi altına almaktadır.

Artık insanlar birbirlerini sevmiyor. Herkes ötekini, yolunacak kaz gibi görüyor. Evlilikler menfaat evliliğine, arkadaşlıklar menfaat arkadaşlığına dönüşmüş durumda. Özellikle de Kilisenin yanlış tutumlarından dolayı Hıristiyanlığı hayatından çıkaran ve en son din olan İslamiyetin de hayatına girmesine müsaade etmeyen Batılı insan, medeniyetin sağladığı bunca avantajlara rağmen sevgisiz ve mutsuz bir şekilde yaşıyor. Bir başka ifadeyle, insanda hemcinslerine karşı olması gereken sevgi duygusu, yönünü araba, para, ev, lüks tüketim malları ve  güzel giyinme gibi cansız nesnelere çevirmiştir. Hayata yaklaşım gittikçe mekanikleşmekte, insan da kendisine cansız bir nesne gibi davranılan bir makine haline dönüştürülmektedir. (From, Erich, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, çev: Yurdanur Salman/Nalan içten, Payel Yayınları. İst. 1994, s. 48-54. Ayrıca bkz. Yargıcı, Atilla, Kur’an’ın Önerdiği İdeal  İnsan Modelinin Oluşmasında Sevginin Rolü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2002, s. 6)

u yüzden Batılı insan ve onların etkisinde kalan diğerleri kaybolan ve yerini hiçbir şeyin dolduramayacağı bir sevgi arayışındadır. Filimler, romanlar, televizyon dizileri, sevgisizliğin acı meyvelerini her geçen gün daha fazla ortaya koymaktadır. Sevginin insanın dışındaki nesnelere yönelmesi, en fazla da aileyi etkilemiş, Amerika başta olmak üzere birçok Batılı ülkede boşanma oranları yüzde yetmişlere dayanmıştır. Kimi aileler, sahte sevgilerden dolayı çocuk sahibi olmaktan uzak dururken, çocukları olanların çocukları da, artan boşanmaların kurbanı haline getirmiştir. İslam ülkelerinde boşanma nisbetleri diğer ülkelere göre düşüktür. Ama gittikçe artmaktadır. Bu da göstermektedir ki, Batı tipi yaşam tarzı İslam ülkelerindeki aileyi de olumsuz yönde etkilemektedir. İşte biz bu çalışmamızda insanların büyük ekseriyetinin içinde bulunduğu bu sevgisizlik bunalımına Kur’an perspektifinden çözümler önermeye çalışacağız.

A.Kur’an’ın Nazil Olduğu Ortamla Günümüz Toplumlarının Benzerliği

Kur’an’ın nazil olduğu ortamda insanların sevgi ilişkisi yozlaşmış bir ilişki idi. Yani insanın Allah ile, insanın diğer insanlar ile ve insanın çevresi ile ilişkisinde önemli bir role sahip olan sevgi yolunu şaşırmıştı. Her şeyden önce, Hz. İbrahim’in Haniflik dininden kalma çok az kırıntıları bir kenara bırakacak olursak, Cahiliye toplumunda insanın Allah ile sevgi ilişkisinde putlar ön plana çıkıyordu. Müşrikler, Allah’a inandıklarını söylemelerine rağmen, elleriyle yaptıkları putları, kendilerini Allah’a yakınlaştırma aracı olarak görüyorlardı. (Zümer, 39/3, 38) Kur’an’ın ifadesine göre onlar, elleriyle yaptıkları, cansız, duygusuz, ruhsuz putlara önem atfediyorlar ve onları Allah’ı sever gibi seviyorlardı. (Bakara, 2/165) Bir başka ayette ise; “Dünya hayatında Allah’ı bırakıp, aranızda putları muhabbet vesilesi yaptınız.” (Ankebut, 29/25) Bu yüzden diyebiliriz ki, onların sevgisinin yönü putlara döndüğünden, kendilerine put sevgisi merkezli bir dünya görüşü oluşturmuşlardı. Özellikle de Kabe’de bulunan putların kabileleri Mekke’ye çekmesi ve Mekkelilerin bundan büyük gelirler elde etmesi, bu put sevgisinde çok belirgin bir role sahipti. (Yargıcı, Atilla, Kur’an’ın Önerdiği İdeal İnsan Modelinin Oluşmasında Sevginin Rolü, Yayınlanmamış doktora Tezi, Ankara, 2002, s.34-40)

Diğer taraftan insanın insanla ilişkisi bakımdan sevgi yok denecek kadar azdı. Zulmü insani bir değer olarak gören, muruetin bir parçası olarak telakki eden ve; “İnsanlara zulmetmezsen sana zulmedilir.” düşüncesini şiirlerinde terennüm eden bu insanların, diğer kabilelerle ilişkilerinin sevgiye dayalı bir ilişki olduğu söylenemez. Nitekim ünlü muallaka şairlerinden Züheyir b. Ebi Sülma; “Kendi havzasını, yerini yurdunu silahı ile koruyamayan kimselerin yeri-yurdu harab edilir. İnsanlara zulmetmeyene zulmedilir.” demektedir. (Zevzânî, Ebu Abdullah b. El Huseyn, Şerhu Muallakü’s-Seb’, Daru’s-Sadr, Beyrut, tarihsiz, s. 60-61) Bu yüzden güçlü olanın istediği gibi haksızlık yaptığı bir ortam onlar için meşru bir ortam olarak kabul ediliyordu. Diğer taraftan kız çocuklarının diri diri gömülmesinin sıklıkla rastlandığı bir toplumda erkek-kız ayırımı yapıldığı ve kız çocuklarına gereken sevginin gösterilmediği bir realiteydi. (Nahl, 16/58-59; Zuhruf, 43/18; Tekvir, 81/8) Bunun yanında kadınların alınıp satılan bir metadan farkı yoktu. Kadınların neredeyse hiçbir hakları yoktu demek mümkündür. (Emin, Ahmed, Fecrü’l-İslam, Matbaatü’l-İtimad, Mısır, 1928. s. 4)

Bütün bunlara bakarak Cahiliye toplumunda hâkim olan atmosferde sevgi değil, nefret, düşmanlık ve zulüm solunduğunu, erkek-kadın arasındaki ilişkinin bir “sömürü ilişkisi” olduğunu söyleyebiliriz. (Yargıcı Atilla, Kur’an’ın Önerdiği İdeal İnsan Modelinin Oluşmasında Sevginin Rolü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2002, s. 42)

Günümüze geldiğimizde cahiliye toplumundaki putlara gösterilen sevginin yerini yine cansız olan, insana karşılık vermeyen nesnelerin aldığını görüyoruz. Bir başka ifadeyle nefislerini adeta ilah haline getiren bir kısım insanlar, kendi menfaatlerini ve konforlarını sağlayacak araçları putlaştırmışlar, bunlar da ötekiler gibi Allah’ı sever gibi putlaştırdıkları nesneleri sevmeye başlamışlardır. Diğer taraftan günümüz insanı hem erkek, hem de kız çocuklarının nazarlarını sadece dünyaya ve maddi şeylere çevirdiğinden dolayı onlara gerçek şefkat ve sevgiyi gösterememektedir. Bugünün materyalist insanı dünün cahiliye toplumundan daha fazla çocuklarına zarar vermektedir. Çünkü, dünkü çocuğunu öldüren aileler, onların bu dünya hayatını mahvediyorlardı. Elbette bu da büyük bir zulümdür ve Kur’an’da bildirildiği gibi bunun da hesabı sorulacaktır. Ama günümüz insanı çocuğunu sadece dünyaya, iyi bir mevkiye, iyi bir işe sahip olması için maddi yönünü düşünerek eğitip manevi yönünü ihmal ettiğinden bu onların ebedi hayatlarını mahvetmek anlamına gelmektedir. Buna said Nursi 24. Lem’a’da; “şefkatin suistimali” demektedir.

Toplumlar ve insanlar arasındaki ilişkilere baktığımızda, aradan bunca zaman geçmesine rağmen, sevginin değil, nefretin ve zulmün ön plana çıktığını görüyoruz. Ancak arada şöyle bir farkı da göz ardı edemeyiz: Cahiliyede zulüm, zulüm olarak alkışlanırken, günümüzde Said Nursi’nin Mektubat isimli eserinde Hakikat Çekirdekleri bölümünde dikkat çektiği gibi “zulüm” başına “adalet külahı”nı giyerek karşımıza çıkıyor. Adalet dağıtıyoruz diyen insanların, her türlü zulmü irtikap ederken kıllarının bile kıpırdamadığı vahşiyane bir davranış görüyoruz.

Diğer taraftan cahiliye döneminde kadın birçok haktan mahrum iken ve bir meta gibi alınıp satılırken, günümüz Batı toplumlarında da kadının özgürlük adı altında hem maddi, hem de cinsel anlamda sömürüldüğünü müşahede ediyoruz. Bu sömürülmenin sadece Batı toplumlarında değil, onları körü körüne taklit etme cüretini gösteren doğu toplumlarında giderek arttığı da gözlerden kaçmamaktadır.

B.Sevgi Odaklı İnsanın Oluşumu: İman ve Marifet Temeli
Çağımızın içinde bulunduğu durum, Kur’an’ın insanlığın sevgi konusundaki sıkıntılarına sunduğu önerilerin bulunmasını ve insanlığa sunulmasını gerekli kılıyor. Bu da Kur’an’ın bu soruna sunduğu çözümleri arama gözüyle dikkatli bir şekilde okunmasını gerektiriyor.

Günümüz insanın Allah ile olan sevgi münasebetindeki sapmaların altında yatan en büyük sebeplerden birisi kalplerdeki iman ateşinin sönmesidir, ya da küllenmesidir. Bu ateşin yeniden yakılmasıyla işe başlanmalıdır. Aydınlanma felsefesinin hediye ettiği inanç temelinden mahrum pozitivist bakış, insanların zihinlerinde aşılması zor engeller oluşturmuştur. İnsanların Allah ile, insan ve toplum ile ilişkilerinde sevgiden mahrum olmalarının altında yatan en büyük sebep, Allah’a iman eksikliği, O’nu hakkıyla tanımamak ve aynı zamannda Ahirete inanmamaktır.

Cenab-ı Hak insanı, Kendisini isim ve sıfatlarıyla tanıyacak ve iman edecek kabiliyet ve cihazlarla donatmıştır. İnsana düşen, bu kabiliyet ve cihazları irademizin yardımıyla Allah’a iman etmekte ve tanımakta kullanmaktır. Bunun için her şeyden önce düşünmek gerekecektir. İnsan aklı, hiçbir şeyin kendi kendine, tesadüfen olmayacağını kabul etmektedir. Bir arabanın, kendi kendine bir araba haline gelemeyeceğini akıllı hiçbir insan söyleyemez. Önümüzdeki bir bilgisayar da tesadüfün eseri değildir. Oturduğumuz masa, elimizdeki kalem, üzerimizdeki elbise hep bir ustanın eseridir. Bunu bilmeyen insan yoktur. İşte bizim bunu bilmemiz, biraz daha tefekkürümüzü derinleştirerek insan yapımı olmayan varlıklar üzerinde de düşünmemize sebep olmalıdır. Birçok fonksiyona sahip olan bir bilgisayar, tesadüfen meydana gelmediğine göre, onu yapan insan nasıl tesadüfen meydana gelecektir? Masayı yapan birisi varsa, masanın yapıldığı ağaçları da yapan birisi vardır. Üstelik dünyada yaratılan her şey, insanın istifade etmesine uygun bir şekilde dizayn edilmiştir. Güneş ve dünya arasındaki mesafe, ay ile dünya ve güneş arasındaki mesafe hep insanın menfaatini düşünen Birisi tarafından hassas bir mizanla ayarlanmıştır. Dünyamızı saran atmosferin Şefkatli ve Sonsuz bir sevgiye sahip olan Bir Zat tarafından yapılmadığını düşünmek akıldan istifade etmek demektir. O halde bütün bunları düşünen ve yapma kudretine sahip olan bir Zat olmalıdır. İnsanın sınırlı gücüyle bunlara yapabilmesi imkânsızdır. İnsanın dışındaki varlıklar ise, bunu düşünme melekesine bile sahip değildir. Bu yüzden bunların hepsine güç yetirebilen, insanın ihtiyaçlarını en güzel şekilde bilen bir Yaratıcı vardır. Üstelik O tekdir. Çünkü kâinattaki nizam, intizam, karışıklık olmaması O’nun Bir olduğunu gösteriyor. (Enbiya, 21/22)

C.Allah Sevgisi

Allah’a imanın yerleşmesi ve marifetullah boyutunun tefekkürle oluşmasından sonra meydana gelecek olan Allah sevgisi iki şekilde ele alınabilir. Bunlardan birincisi, Allah’ın mahlûkatı ve insanları sevmesi, diğeri de insanın Allah’ı sevmesidir.

1.Allah’ın Mahlûkatı ve İnsanı Sevmesi

Kâinata, dünyaya, insanlara ve diğer canlılara baktığımız zaman Yaratıcımızın sonsuz bir sevgi ve merhamet sahibi olduğunu görüyoruz. O yarattığı mahlûkatı seviyor. Allah’ın bütün mahlûkatı yaratması ve ihtiyaç duydukları her şeyi ummadıkları yerden vermesi, O’nun mahkukatı sevgisinin eseri olarak yarattığını gösteriyor. 24. Sözde; “Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur.” (Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001, s. 322) denirken bu anlamın kastedilmesi kuvvetle muhtemeldir. Diğer taraftan insanın yaşamasına elverişli bir ortamı hazırlamakla, ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılamakla, dünyada ve ahirette mutlu olmasını sağlamak için peygamberler ve kutsal kitaplar göndermekle, en son Hz. Muhammed (s.a.v.)’i ve Kur’an’ı göndermekle bize sonsuz sevgi ve şefkatini gösteriyor.

Bütün canlılara rızıklarını Allah’ın verdiğini bildiren ayetler (Hud,11/6;Nahl: 16/71) O’nun sevgisini ihsan ederek tezahür ettirdiğini göstermektedir. Ayrıca; “Biz insanı ahsen-i takvim suretinde yarattık.” (Tin, 95/4) ayeti ve; “Ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi” (Beled, 90/8) ayeti, insanın mükemmel bir şekilde yaratılmasıyla, ona nimetlerden istifade edebilecek cihazlar verilmesiyle onda ilahi sevginin yansıdığını ifade etmektedir.

Peygamberimize hitaben; “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107) ayeti de insanların manevi ihtiyaçlarını karşılamak için gönderilen Hz. Muhammed’in O’nun şefkat ve sevgisinin bir göstergesini olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Kur’an’ın kendisinin de âlemlere bir şifa ve rahmet olarak (İsra, 17/82) gönderilmesi de yine Cenab-ı Hakk’ın insanların da içinde bulunduğu bütün âlemlere sonsuz sevgi ve şefkatinin yansımasıdır. O’nun sonsuz bir sevgiye sahip olduğunun en önemli delillerinden birisi de insanlardaki bulunan sevgi, şefkat ve merhamet duygusudur. Kendisini Kur’an’da Vedud olarak isimlendiren Cenab-ı Hak, (Hud, 11/90; Buruc, 85/14) insanların içerisine sevgi ve şefkati koyduğunu da beyan etmektedir. (Rum, 230/21) Bizde bu duygular olduğuna göre, kendisine bunların kusursuz ve mükemmel tarzları bulunmayan Bir Zat, insanda sevgi ve şefkati yaratamaz. Zaten Kur’an’da Cenab-ı Hakk’ın, yüze yakın ayette, fiil sigasıyla kendisini seven olarak nitelendirmesi, Rahmet sahibi olduğunu bildirmesi ve Seven-Sevilen anlamına gelen Vedud ismiyle kendisini nitelendirmesi, Kendi Zatında kusursuz ve sonsuz bir sevginin olduğunu göstermektedir.

2.İnsanın Allah’ı Sevmesi

Cenab-ı Hak sonsuz sevgi şefkatini tezahür ettirdiğine göre, insanın da bunun anlamını çözmesi gerekiyor. Niçin bizi seviyor, niçin sevgi ve şefkati en güzel şekilde tezahür ettiriyor? Bu sorunun cevabı şu şekilde verilebilir: O bize kendisini tanıttırmak ve sevdirmek istiyor. Cemal, İhsan ve Kemal gibi sevginin sebepleri en mükemmel şekilde Allah da var. İnsanlarda bu özellikler olsa da noksandır. O halde O noksansız mükemmel sıfatlara sahip olduğundan, sonsuz ihsan ve ikramlarda bulunmasından ve yarattığı her şeyi güzel yaratmakla gösterdiği sonsuz bir Cemale sahip olmasından O, sevilmeye en çok layık olandır.

Dünyada güzellik sahibi olan varlıkları, kemalatı bulunanları ve ihsanda bulunanları seven bir insan, kendisinde bunların en mükemmelleri bulunan Allah’ı da hepsinden daha fazla sevmesi gerekmektedir. Bu yüzden Kur’an’da müminlerin Allah’ı sevmesinin çok fazla olduğu beyan edilmektedir. (Bakara, 2/165) Bazı ayetlerde ve hadislerde müminlerin Allah sevgisinin her şeyin üzerinde olması gerektiği bildirilmektedir. Nitekim, “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/24) ayeti bu manaya işaret etmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi’nin  ifade ettiği gibi, “Zaten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, O’nun zatına karşı muhabbet-i zatiyedir ki, sen sû-i istimal edip kendi zatına sarf ediyorsun. Öyle ise nefsindeki eneyi yırt, hüve’yi göster. Ve kainata dağınık bütün muhabbetlerin, onun esma ve sıfatına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sû-i istimal etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünki: Yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir. Rahmanürrahîm ismiyle, hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi' bir meskeni, senin cismanî hevesâtına ihzâr eden ve sâir Esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanatını o Cennet'te sana müheyya eden ve her bir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelî'nin, elbette bir zerre muhabbeti, kâinata bedel olabilir. Kâinat Onun bir cüz'î tecelli-i muhabbetine bedel olamaz.”(Nursi, Said, Sözler,Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001, s.323.) O’nu isim ve sıfatlarıyla tanıyan bir insan ise O’nu sever. O’nu seven bir kimse O’na kulluk eder. O’nu sevmenin ve O’na kulluk etmenin en kısa, en güzel yolu da Hz. Muhammed (s.a.v.)’e uymaktır.

Allah’ı sevmek ise O’na ibadet etmeyi gerektirir. O’na olan sevgimizin fiil ve davranışlarımıza yansımazsa soyut bir sevgi olur ve hiçbir anlamı olmaz. Bunun içinde  fiil ve davranışlarımızı, Allah’ın Resulü ve Habibi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e benzetmek için gayret göstermeliyiz. Bu yüzden Cenab-ı Hak, “Habibim de ki, eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin.” buyurmaktadır. (Al-i İmran, 3/31) Yani, Allah sevgisinin peygamberimiz (s.a.v.)’e uymayı netice vermesi gerektiğini ifade etmektedir. O halde Allah’ı sevmemizin fiili yansıması peygamberimize tabi olmaktır. Ki ona tabi olmak, Allah’a itaat etmek anlamına gelmektedir.

Önemli olan Nursi’nin ifade ettiği gibi sevgiyi sû-i istimal etmemektir. Bu demek değildir ki, Allah’tan başka hiçbir varlığı sevmeyeceğiz. Elbette seveceğiz. Ancak onları tıpkı cahiliye Araplarının yaptığı gibi Allah’ı sever gibi sevmeyeceğiz, Allah’tan fazla sevmeyeceğiz. Eğer öyle yaparsak, bu meşru olmayan Allah’ın izin vermediği bir sevgi olur. Bunun cezası da merhametsiz bir musibete maruz kalmaktır.

Yine Nursi’nin ifadesiyle, “Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal Sahibine mahsustur; ne vakit hakiki sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı O’nun namıyla ve Onun aynası olduğu cihetle ızdırapsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet doğrudan doğruya kainata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elim bir nikmet olur.” (Nursi, Sözler, s. 322-323.)
O halde Allah’a imanı tam  ve tahkiki olan bir insan, O’nu isim ve sıfatlarıyla tanır. Fiil ve davranışlarıyla sevgisini gösterir ve Hz. Muhammed’e uyar. O’nu tanıyıp sevmeden kainattaki varlıkları, insanları, eşyayı, malı, mülkü, mevkiyi seven kimse büyük sıkıntılara, musibetlere, elemlere düşer. O’nu tanıdıktan ve sevdikten sonra diğer varlıkları seven bir insan ise dünyanın en mutlu bir insanı olur. Burada ölçü, varlıkları; “O’nun namıyla ve onun aynası olduğu cihetle sevmek.”tir. Zaten insan yaratılışı gereği dünyaya, yaşayabilmesi ve mutlu olabilmesi için bir çok canlı cansız varlıklara karşı bir sevgi ilişkisi içinde olmalıdır.
Kur’an insanda bütün nesnelere karşı bir sevgi duygusuyla donatıldığını beyan etmektedir. Bu konudaki ayette, “Kadınlardan oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere sevgi ve bağlılık insanlar için bezenip süslendi. Bunlar dünya hayatının metaıdır. Nihayet varılacak güzel yer, Allah’ın huzurudur.” (Al-i İmran, 3/14) buyrularak insanın fıtratında nelere karşı sevgi olduğu açık bir şekilde beyan edilmiştir. İşte bu ayette ve diğer ayetlerde bazıları sayılan nesnelere karşı insanın bir sevgisinin, bir alakasının olması kadar normal olan bir şey yoktur. Çünkü insan bu dünyada yaşamakta ve hayatını idame ettirmesi için sayılan şeylere ihtiyaç duymaktadır.

D.Allah İçin Sevmenin Alametleri

Sevgi objeleriyle insanın sevgi ilişkisi; “Allah için sevmek.” şeklinde özetlenen bir bakış açısıyla olmalıdır. O zaman insan bu nesnelere Allah’tan fazla değer vermez. Nitekim peygamberimiz (s.a.v.) Allah için sevmek konusunda şöyle buyurmuştur: Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir. ” (Ebu Davud, Sünnet 3, 4599). Allah için sevmek, aslında; “Yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek.” demektir. Sevdiğimiz her objeye, nesneye bu gözle baktığımız zaman, her şey Allah’ı daha çok sevmemize ve ona hakkıyla kulluk yapmamıza sebep olur.

Önce insanın insanla ilişkisinde önemli bir yere sahip olan eşler arasındaki sevgiye bu açıdan bakalım. Allah insanları bir erkek ve dişiden yaratmış ve aralarına ünsiyet etmeleri için “meveddet ve rahmet” i koymuştur. Meveddet sevgiyi, rahmet de şefkati ifade etmektedir. Buna göre bu sevgi fıtridir. Ancak bu fitri sevgiyi meşru nikah çerçevesi içinde yapmak, insan olma özelliğine en uygun davranıştır. Bu yüzden Cenab-ı Hak evlenmeye teşvik ediyor. (Nahl, 16/72; Rum, 30/21; Nisa, 4/24.)
Peygamberimiz (s.a.v.) de evlenmeyi özendiriyor. (Acluni, Keşfu’l-Hafa,I, 318) Evlilik hayatının mutlu bir yuvaya dönüşmesinde,  çocukları iyi yetiştirmede en iyi zemin olmasında kadın-erkek arasındaki ilişkinin sağlam, daimi, sevgiye ve şefkate dayalı olmasının büyük rolü vardır. Kadın ile erkek birbirlerini Allah’ın birer emaneti ve ebedi bir arkadaş olarak görürse, sevgilerini geçici güzellikler ve menfaatler üzerine kurmazlarsa, o aile hayatı cennetten bir köşe olur. Bir kişinin eşini Allah için sevmesi, Said Nursi’nin ifadesiyle, hayat arkadaşını ilahi rahmetin ünsiyet edilir, latif bir hediyesi olarak sevmesiyle mümkündür. Bu da eşini, çabuk bozulan fizikî güzelliğine ve dış güzelliğine sevgisini bağlamamasıyla gerçekleşir. “Çünkü kadının en cazibedâr güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki güzel ahlakadır.” (Nursi, Said, Sözler, Sözler Yayınevi, İst. 1980, s. 597-598.)
Güzel huyun bedeli olmaz. Güzel ahlaka denk olacak başka bir şey yoktur. Güzel ahlak arttıkça insanın güzel ahlak sahibine sevgisi de artar. Eşler birbirlerini bu şekilde Allah için severse, bu evlilik devam eder. Sevgi ömür boyu sürer. Ama işin içine başka şeyler girerse, evliliklerin ömrü uzun olmaz. Ayrıca Kur’an’ın bildirdiğine göre insanlar, salih iseler, cennette eşleriyle birlikte olacaklar ve ebedi olarak orada birlikte yaşayacaklar. (Zuhruf, 43/70) İşte böyle bir ahiret inancı dünyadaki ömür boyu sevgi ve mutluluğun da kaynağını oluşturur.

İnsanın en çok sevmesi ve saygı göstermesi, şefkat etmesi gereken kişilerin başında anne ve babası gelir. Onlara gerçek sevgi ancak Allah için olduğunda mümkündür. Allah için sevgi olmazsa, basit bir menfaat için kişi babasını, annesini öldürebilir. Bunun bir çok örnekleri görülmektedir. Anne ve babalarımızı Allah için sevdiğimizin ölçüsü, onlar yaşlandıklarında, artık bize hiçbir faydalarının kalmadığı, hatta bizi zahmet ve meşakkatlere attıkları zaman, onları daha fazla sevmemiz ve şefkat etmemizdir. (Nursi, Sözler,s.597)

Kur’an, insanları anne babalarına karşı şefkatli olmaya davet ediyor. Konuyla ilgili ayette, “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yayında yaşlanırsa, kendilerine ‘off’ bile deme, onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek üzerlerine kanat ger ve , ‘Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, sen de onlara merhamet et.’ diye dua et.” (İsra, 17/23-24) Ayet gösteriyor ki, ana-baba sevgisinin Allah için olduğunun en büyük alameti, onların yaşamalarını ciddi arzulamak, onların dünya ve ahiret mutlulukları için dua etmek, onlara iyilik yapmaktır.

İnsanın lezzetli yiyeceklere karşı da bir alakası ve sevgisi vardır. Bunlara karşı sevgisinin Allah için olmasının alameti, onları Allah’ın nimeti olarak kabul etmek, meşru dairede kazanmak, kanaat etmek, nimetleri Allah’ın verdiğini düşünmek ve onları verene O’nun istediği gibi teşekkür etmektir. (Nursi, Sözler, s. 597) Yoksa, haram yoldan kazanmak, kanaat etmemek, nimetleri sebeplerden bilmek ve Allah’a bu nimetleri ihsan ettiğinden dolayı teşekkür etmemek Allah için değil, nefsimiz için sevmektir.
Diğer taraftan bizim içimizde çocuklarımıza karşı da bir sevgi ve şefkat vardır .Bu sevginin de Allah için olması, evlatperest olmamamıza bağlıdır.

Çocuklarımızı Allah için sevmenin alameti, vefat ettiklerinde sabır ile şükretmek, ümitsizcesine feryat etmemektir. (Nursi, Sözler, s. 597) ve onların ebedi hayatlarının kurtulması için çalışmaktır. Nursi bu konuda şöyle der: “O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakarlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder: ‘Oğlum paşa olsun.’ Diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtri şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu, ahirette şefaatçi olmak lazım gelirken davacı ediyor. O çocuk, ‘Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helaketime sebebiyet verdin?’ diye şekva edecek. Dünyada da terbiye-i İslamiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı layıkıyla  mukabele edemez, belki de çok kusur eder.” (Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, 2001, s. 259-260)

Enbiya ve evliyayı Allah için sevmenin ölçüsü de, onları Allah’ın makbul kulları olduğu için sever. (Nursi, Sözler, s. 598)
Hayatı, ebedi hayatı kazanmak için bize verilmiş bir define ve sermaye olarak sevmek, Allah yolunda sarf etmek Allah için sevmektir. Gençliği, güzelliği, Cenab-ı Hakk’ın latif, güzel bir nimeti olarak sevmek, onu güzel, hayırlı, iffetli bir şekilde kullanmak, meşru ve Allah için bir sevgidir. Bahara, Cenab-ı Hakk’ın nurani isimlerinin aynası olarak bakıp sevmek, dünyayı ahiretin tarlası ve  ilahi isimlerin bir aynası, Cenab-ı Hakk’ın mektupları ve geçici bir misafirhanesi olarak sevmek yine Allah için sevmektir. (Nursi, Sözler, s. 598)

E. Sevginin Sosyal Boyutu ve Bu Sevginin Allah İçin Olmasının Alameti

Sevgi, sosyal yönü ağır basan bir kavramdır. Seven insan, sevgisinin objesi olarak sadece kendi zatını seçerse bu, sevginin narsisizme dönüşmesi anlamına gelir. Sevgi, önce insanın kendisine yönelmekle birlikte, onu aşmaya ve başka insanları ve diğer varlıkları sevmeye yöneldiği zaman bir mânâ kazanır. Bu yüzden sevgi ile ilgili yapılan çalışmalarda, sevginin bu toplumsal ve sosyal yönüne vurgu yapılır.

Amerika’lı sevgi uzmanı Scott Peck, “Sevgi, insanın, kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekamülünü desteklemek amacıyla benliğini genişletme arzusudur.” (Peck, Scott, Az Seçilen Yol, çev: Rengin Özer, Akaşa Yayınları, İstanbul, 1998, s. 81) derken, sevginin objesinin insanın kendi zatını aşarak başkasına yönelmesi gerektiğine dikkat çekmektedir.

Pitirim Sorokin, varlık bakımından sevginin, gerçek ve güzellikle yan yana, birleştirici, ahenkleştirici, yaratıcı enerji ya da gücün en yüksek biçimlerinden birisi olduğunu bildirir ve sevginin “düşmanlıkla ayrılma” biçimindeki çekişme fonksiyonlarının karşısında olduğuna vurgu yapar. Buna göre sevgi, karmaşıklığın, çekişmenin bölücü ve ayırıcı güçlerine yılmadan karşı koyar. Yazara göre psikolojik yaşantı olarak sevgi, niteliği gereği “özgeci”dir. Oysa karşıtı olan nefret, doğuştan bencildir. Gerçek bir sevgide ya da arkadaşlıkta arkadaş; “iyi olanı başkası için yapan ve arkadaşının kendi varlığı için yaşamasını isteyen”dir.

Yalnızlığımızı yok edip bizi soylu bağlarla başkalarına bağlayan sevgi, hayat verici bir güçtür. İntihar istatistiklerinin gösterdiğine göre, intiharın başlıca nedeni boş bir yalnızlıktır. Sevgi, bizim başkalarının hayatlarına katılmamızı sağlayarak kendi hayatlarımızı insanlığın en büyük ve en soylu değerleriyle ölçüsüz derecede zenginleştirmektedir. Sorokin’e göre sevginin toplumsal görünümü de vardır. Toplumsal alanda sevgi, bir insanın amaçlarının gerçekleşmesi sırasında, başkaları tarafından paylaşıldığı ve yardım gördüğü, iki ya da daha çok insan arasındaki anlamlı ilişkidir. Seven bir insan, sevilenin akla uygun amaçlarını engellememekle kalmayıp onları gerçekleştirmesine yardım eder.  Yardım ettiği sürece, sevilen için bir acı ve ıstırap kaynağı olmaz, onun mutluluğunu artırır. Bu, vermek ve almak zevkidir; kendini başkalarında ve başkalarıyla tatmindir. “Dayanışma”, “karşılıklı yardım”, “işbirliği”, “iyi komşuluk”, “aile ilişkisi” ve bunlar gibi deyimler, toplumsal ilişki olarak sevginin çeşitli biçimlerini belirtmektedir. (Sorokin, Pitirim, “Özgeci Sevgi”, Aşkın Anotomisi, çev: Mehmet Harmancı, Say Yayınları, İstanbul, 1996, s.221-233)

M. C. D’arcy, arkadaşlığın sevginin tabii bir belirtisi olduğunu söyleyerek, sevginin üçlü tasnifi içinde en düşük sevginin bencil sevgi olduğunu, bunun üstünde saf zevk olan sevgi geldiğini, en üste ise bir insanın başkasına duyduğu sevginin yer aldığını dile getirmektedir. (D’arcy, M: C, “Sevginin Ruhu ve Yüreği”, Aşkın Anatomisi, s. 236)

Erich Fromm ise, insanın kendisini dünya ile özdeşleştirme ihtiyacını tatmin eden ve aynı zamanda bir bütünlük ve bireysellik duygusu veren tek duygunun sevgi olduğunu, bunun da insanın kendi dışında bir şey veya birisiyle, kendi ayrılığını ve bütünlüğünü sağlama şartıyla birleşmesi olduğunu ifade etmektedir. Ona göre sevgi, “hemcinslerimiz”le dayanışmanın yaşantısıdır; bu kadınla erkeğin cinsel sevgilerinde, ananın çocuğuna duyduğu sevgide, insanın bir insan varlığı olarak kendine duyduğu sevgidedir. Tek bir insana karşı duyulan sevgi, kişiyi diğer insanlardan uzaklaştırıyorsa, bu o kişinin sevilmediği anlamına gelmektedir.  Eğer bir insan “seni seviyorum” diyorsa, bu, “Sende bütün insanlığı, bir anlamda canlı olan her şeyi ve de yine sende kendimi seviyorum.” demektir. Yazar, bunu bencillik olarak görmemektedir. Fromm, böyle bir sevgiye “üretici sevgi” derken, bununla sevginin toplumsal boyutuna dikkat çekmektedir. Ona göre, bu sevgi, İlgi duyma, sorumluluk, saygı ve bilme gibi davranış biçimlerini kapsar. İnsan seviyorsa, sevdiği insanın gelişmesi ve mutluğu ile ilgilenir, seyirci olmaz. Sevdiklerinin belirttiği ve belirtmediği ihtiyaçlarına karşılık verir, sorumluluk duyar. Aynı zamanda sevdiklerine saygı duyar. Son olarak da onu bilir. Üretici sevginin eşitlere yöneltilmesi de, “kardeşlik sevgisi” adını alır. (From, Erich, “Üretici Sevgi”, Aşkın Anatomisi, s.160-162)

Bütün bunlardan anlaşılan husus şudur: Sevgi, insanın kendisine ve sadece kendi dışındaki bir objeye odaklı-takıntılı kalmaması, diğer insanlara da yönelmesi ile ancak gerçek anlamını bulabilir. Bu da sevginin bireysel değil, toplumsal yönünün ağır bastığını gösterir. Bu açıdan Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda sevginin insanları birleştirici bir rolü olduğunu görürüz. İki cins arasındaki ilişkide ve çocuk sevgisinde olduğu gibi, diğer insanlara yönelen kardeşlik sevgisinde de bu birleştirici rolü görmemiz mümkündür. 22. Mektup bu kardeşlik sevgisinin birleştirici bir unsur olduğunu, kin, adavet, husumet gibi hususların da ayrıştırıcı olduğunu vurgulamaktadır. Mümin insanın kalbi sevgiyle dolu olduğundan dolayı mümin kardeşine kin beslemez. Düşmanlık etmez. Müslüman olmayan insanlara da barış ortamlarında hep sevgi ile yaklaşır. Çünkü İslamın amacı insanların ebedi hayatını kurtarmaktır. Bu da ancak sevgi ortamında olur. Bunun yanında Müslümanın sevdiği bir kardeşinde gördüğü bir hatadan dolayı ona düşmanlık etmesi mümkün değildir. Tam aksine o hatasını lütufla ıslah etmeye çalışır.

Nursi’nin orijinal ifadeleri şu şekildedir: “Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıddırlar. İkisi, mâna-yı hakikîsinde olarak beraber cem' olamazlar. Eğer muhabbet, kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecâzî olur; acımak sûretine inkılab eder. Evet mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: ‘Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-ı mükâleme etmeyecek.’ Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet hakikatıyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecâzî olur, tasannu' ve temelluk sûretine girer.”

Nursi’nin burada ifade ettiği hatalardan dolayı acımak ve hataları lutufla ıslah ancak Allah için sevmekle mümkündür. Birbirini Allah için seven insanlar, başkalarının da insan-ı kamil olmasına, Peck’in ifadesiyle tekamülüne çalışır. Bu da çok yüksek bir sevgi ve şefkat anlamına gelir. Nitekim Kur’an bu yüzden iyilikle kötülüğün bir olmadığını, kötülüğü en güzel şekilde savmak gerektiğini, bu durumda düşman olan kişilerin bile samimi bir dost olabileceğini bildirmektedir. (Fussilet, 41/ 34) Bu sevgi dolu mümin, Bediiüzzaman’ın da bildirdiği gibi, diğerlerinin hatalarını lütufla düzeltmeye çalışır. Bu durumda toplum da sevgi dolu bir toplum olur.

O halde, sevdiğimiz insanları ve varlıkları mânâ-ı harfiyle sevmeliyiz, mana-i ismiyle sevmemeliyiz. Çünkü birincisi varlıkları Allah hesabına sevmeyi, ikincisi varlıkları kendi nefisleri hesabına sevmeyi ifade ediyor .Ölçü Allah sevgisi olunca, insanın fertlerle, toplumla, çevreyle ilişkisinde hep sevgi vardır, saygı vardır, hoşgörü vardır. Başkalarını ve başka şeyleri incitmeme vardır.

Sonuç

Cenab-ı Hak insana, bütün kainatı kuşatacak güçte bir sevgi potansiyeli vermiştir. İnsan bu sevgisini diğer nesnelere yöneltmeden önce Allah’a yöneltmelidir. Sevginin sebepleri olan, ihsan, cemal, kemal  gibi sıfatların noksansız ve kamil olanları Cenab-ı Hak’ta bulunduğu için  önce O’nu sevmelidir. O’nu sevmek için de, elbette O’na hakkıyla iman etmek ve O’nu isim ve sıfatlarıyla tanımak gerekir. Kalbinde Allah sevgisi yerleşen bir insan, diğer bütün sevgi nesnelerini de Allah için sevebilir. Bu sevgi, fert olarak insanı, aileyi ve toplumu mutlu edecek bir sevgidir. Böyle bir sevgi ile anne babamıza gerçek saygı ve şefkati gösteririz, eşimizi ebedi bir hayat arkadaşı olarak sevebilir, ona bir güzel huri gibi muamele edebiliriz. Böyle bir sevgi ile çocuklarımıza Allah’ın bir emaneti olarak bakabilir ve onların ebedi hayatlarını kurtarmak için çaba sarf edebiliriz. Ve yine böyle bir sevgi ile kazandığımız malları meşru olarak kazanırız, kanaat ederiz ve meşru yollarda harcarız. Böyle bir sevgi aynı zamanda dünyayı bir oyun ve eğlence yeri olarak değil, ahiretin tarlası olarak görmemize sebep olur. Allah için olan böyle bir sevgi, müminlere düşmanlık etmemeyi, bizimle barış içinde yaşayan herkesi ise din ayırımı yapmaksızın insanlık kardeşliği içinde görmemizi ve sevmemizi sağlar. O halde Kur’an’ın bize anlattığı sevgi odaklı insan modeli Allah’a iman, Allah’ı tanımak ve Allah’ı sevmek merkezlidir. Bugün insanlığın ihtiyaç duyduğu sevgi işte böyle bir sevgidir. Her şeyi yaratan Cenab-ı Hakk’ın sevgisinin merkezde olmadığı toplumlarda fertlerin, ailelerin ve topyekün toplumun çöküntü içinde olduğu bir gerçektir.  Bunca sarsıntılara rağmen Müslüman toplumlarda boşana oranlarının Batıya göre çok düşük olmasının altında yatan sebeplerden birisi de bu olsa gerektir. Bizim Allah’a olan sevgimiz azaldıkça, ailemize, çocuklarımıza ve topluma olan sevgimiz de azalacaktır. Bu yüzden sahip olduğumuz bu değerlerden vazgeçmek değil, korumak ve bunu diğer insanların mutluluğu adına yaymak gerekir.

Özet

Cenab-ı Hak insana, bütün kainatı kuşatacak güçte bir sevgi potansiyeli vermiştir. İnsan bu sevgisini diğer nesnelere yöneltmeden önce Allah’a yöneltmelidir. Sevginin sebepleri olan, ihsan, cemal, kemal gibi sıfatların noksansız ve kamil olanları Cenab-ı Hak’ta bulunduğu için  önce O’nu sevmelidir. Onu sevmek için de, elbette O’na hakkıyla iman etmek ve O’nu isim ve sıfatlarıyla tanımak gerekir. Kalbinde Allah sevgisi yerleşen bir insan, diğer bütün sevgi nesnelerini de Allah için sevebilir. Bu sevgi, fert olarak insanı, aileyi ve toplumu mutlu edecek bir sevgidir. Böyle bir sevgi ile anne babamıza gerçek saygı ve şefkati gösteririz, eşimizi ebedi bir hayat arkadaşı olarak sevebilir, ona bir güzel huri gibi muamele edebiliriz. Böyle bir sevgi ile çocuklarımıza Allah’ın bir emaneti olarak bakabilir ve onların ebedi hayatlarını kurtarmak için çaba sarf edebiliriz. Ve yine böyle bir sevgi ile kazandığımız malları meşru olarak kazanırız, kanaat ederiz ve meşru yollarda harcarız. Böyle bir sevgi aynı zamanda dünyayı bir oyun ve eğlence yeri olarak değil, ahiretin tarlası olarak görmemize sebep olur. Allah için olan böyle bir sevgi, müminlere düşmanlık etmemeyi, bizimle barış içinde yaşayan herkesi ise din ayırımı yapmaksızın insanlık kardeşliği içinde görmemizi ve sevmemizi sağlar.

Atilla Yargıcı


Konu Başlığı: Ynt: Sevgi Odaklı İnsan Modeli
Gönderen: 123Orhan üzerinde 19 Nisan 2016, 14:54:04
Öncelikle Selamınaleykum.Çok güzel ve ibret verici bir yazı.Allah razı olsun.Batılılar 0 dan işi başlattılar.Sonra 40-50 sene  sonra İslam devletleri de Batının başladığı gibi başladı.Batılılar 2 kat hızla ilerliyor.Orası modern bir ülke olabilir.Ama burası da(İslam Devletleri) Kuran ı ve Peygamberi ile onlardan üstün.Onlar makine ile gelişiyor.İnsanlar makine gibi cansız varlığa dönüşüyor.İslam devletleri de geri olmasına rağmen Kurana sarılıp büyük bir  adım atabilir.Fakat biz bu adımı atmak yerine Batılılar gibi makineleşip cansız varlığa robota dönüşmeye başlıyoruz.Hayatımızı dizilere göre yaşıyoruz.Dizi bitince uyumak gibi mesela... TEŞEKKÜRLER


Konu Başlığı: Ynt: Sevgi Odaklı İnsan Modeli
Gönderen: Nur ERGÜN 8 üzerinde 20 Nisan 2016, 21:47:38
Aleykum selam Allah teala hazretleri razi olsun inşallah