> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Nedir ?  > Sizden Gelenler (Tasavvuf)  > Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk  (Okunma Sayısı 889 defa)
24 Temmuz 2010, 16:41:20
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 24 Temmuz 2010, 16:41:20 »



SELİM KALBE İLÂHİ LÜTUF: HAKİKİ AŞK



Aşkı anlatan sözleri, aşık olanlardan başka kim anlar?
Kalpte olan, kalpte yaşayan, fakat bütün iç ve dışı kuşatan, kendisi kuşatılamayan, harfsiz ve kelimesiz, aklın ötesinde bir dille konuşanı, hangi kelimeler tarif eder, tarif edebilir? İşimiz aşkı tarif değil

Belki mecazî olanı, hakikisini tanımaya ipucu içindir Ama o kadarı bile insanı, hayatı, hatta tarihi değiştirme gücüne sahipken, gerçek olanı, hakikisi nasıldır, neler yapar?

Söz hakiki aşktan açılınca ayık olanlar susar, susmalıdır “Siz onları görseydiniz deli derdiniz” sırrına hürmet gerekir Onu yalnızca ehli bilir, ehli anlar

Fakat hedefe varan her yol Din-i Mübin sokağından geçer, bunu biliyoruz Gizli-açık şirkle, küfrle, isyanla malul olanların yolculuk iddiası bâtıl, aşıklık davası nefsin hilesidir

Birlikte hatırlayalım: İlâhi rızanın, cennetin, Cemâl'in, seyr u sülûkun ve hakikî aşkın, cümle hayrın yolu birdir: Sahih iman ve salih amel

Hayatı manalı olarak yaşayıp insana özgü kıymetlerle donatmak isteyenler, mütemadiyen “sevgi” milinin etrafında dönüp durmuşlardır Çünkü insanı insan yapan hasletlerin başında sevgi gelir

Sevgi, varlığın özü, sebebi ve birbirine bağlayan gücüdür Cenab-ı Hak, kainatı, mevcudata olan muhabbetinden dolayı yaratmıştır


Muhabbetin Mihrabı Hz Peygamber sav'dir

Muhabbetin mihrabı Hz Muhammed sav Efendimiz'dir O'na ve O'nunla Allah'a yönelmeyen sevgi, sevgi değildir Sevilen şeyin ucunda ancak Allah ve Rasulü varsa, o sevgide bir kıymet ve derinlik vardır Ruhu insanî semalara yükselten işte bu sevgidir Bunun ötesindeki bütün muhabbetler ya bütünüyle nefsanîdir veya nefsin heva ve arzuları karışmıştır Tamamen nefsani olan sevgiler, insanı aşağıların aşağısına indirmekten başka bir işe yaramazlar

Sevgiden mahrum sîneler yüzlerce sene yaşasalar dahi, hakiki olgunluk adına bir adım yol alamazlar Böyleleri kibir ve enaniyetin karanlık labirentlerinde dolaşıp durdukları için kimseyi sevemez, her şeye, herkese kuşkuyla bakmaktan kurtulamazlar Kin ve nefretle kavrulur, yapayalnız mahvolup giderler


Allah'ı Seveni Sevmek

İnanmış her gönül, derinlemesine sevmeyi bin can ile arzu eder Fakat çoğu kere buna muvaffak olamaz Çünkü Allah ve Peygamber sevgisini tahsil etmek için “seviyorum” demek ya da kitaplardan sevgi okumak kâfi gelmez Önce aşk boyasıyla boyayacak ustanın önüne varıp, mahviyetle yüzünü yere koymak gerekir Sonra da onu ölesiye sevmek…

Allah'ı seveni seven, Allah'ı sever Bu bir kanundur Ateşe atılan siyah kömür nasıl ateş rengini alırsa, Allah dostunun muhabbetiyle yanan gönül de sevgilisinin rengini alır Onun sevdiğini, yani Allah ve Rasulü'nü aşk derecesinde severMürşidini sevmeye başlayan her mürid, muhakkak eskisine nispetle Allah ve Rasulü'nü daha fazla sever Mürşidine sevgisi ne kadar çoğalırsa Allah ve Rasulü'ne muhabbeti de o kadar çoğalır

Şeyh Sadi Şirazî Hazretleri şöyle der:

Kokusu olmayan kil, gül ile kalırsa gül kokar,
Hak aşıkları ile dostluk da bizi onun aşkına iletir


Alemlerin Efendisi ise, yemin ederek şöyle buyurur:

“Allah Tealâ'nın en sevgili kulları, Allah'ı kullarına, kulları da Allah'a sevdiren kişidir”

Benlikten geçip teslim olduktan sonra, Allahu Tealâ gönlü dostuna açar Muhabbet nurları oluk oluk kalbe akmaya başlarKur'an-ı Keritm'de “İman edip salih amel işleyenler var ya; Rahman (olan Allah) onları sevdirecektir” (Meryem, 96) buyrularak, bu hakikate işaret edilmektedir Hadis-i Şerifte belirtildiği üzere, Allahu Tealâ, gök ehline filan kulunu sevdiğini söyler ve onların da sevmelerini ister Gök ehli melekler Allah'ın sevdiği zatı sevince, yer ehli insanlar da onu sever ve ona yönelirler (Buharî)

Asıl olarak evliyâyı bizlere sevdiren şey, Allah'ın kemalinden onlara yansıyan güzelliklerdir Bizler o kemali kimde veya nerede fazla görürsek, elimizde olmadan onu severiz Bu cihetledir ki, Allah dostlarının her zerresine yönelen sevgi, gerçekte Hakk'adır


Testinin İçindeki Şerbet

Evliyanın yüzüne akseden nur, görüldüğü yerde Allah'ı hatırlatır Fakat muhabbetten habersiz olanlar için o sırf bir cisimden ibarettir

Maddi bedenlerimiz, görünüş ve şekillerimiz birer testi gibidir Güzellik ise, içindeki ilâhi şerbettedir Yabancı kalanlar, yaban duranlar o şerbetten içemezler Testinin dışına bakarlar, içindekinden haberleri yoktur

Cenab-ı Hak ancak sadık aşıklara kâmil mürşidin testisinden ikram eder Onun içindeki ilâhi güzellik şerbeti, ruhaniyetten nasibi olmayanlara görünmez


O Ateş Bir Tutuşunca

Muhabbet ateşi bir tutuşmayagörsün, düştüğü yeri yakar Şems'ini arayan Mevlâna gibi, insanı kararsız bırakıp yollara salarSevgilinin hayalinden başka bir hayalin, ondan başka bir rüyanın gözüne girmesine asla izin vermez Sevgiliyi her anışında, onu rabıtayla hayal ederken lâtifeleri yanmaya başlar Bu yanışı fiziken de hisseder ve bundan derin, tarifi imkansız bir zevk alır Bazen olur ki, onun suretinden başka bütün suretleri, onun isminden başka bütün isimleri unutur Tam bir gaybet hali zuhur eder

Mecnun'a sordular:
- Adın ne?
- Leylâ, dedi
Çünkü kendi adı da dahil olmak üzere alemdeki bütün isimleri unutmuştu Bir tek ad biliyordu, o da Leylâ'nın adı


Fahr-i Kainat Efendimiz böyle bir istiğrak halinde iken, Hz Aişe validemiz:
- Ey Allah Rasulü, bu hal ne, diye sordu Efendimiz sav:
- Sen kimsin, buyurdu Hz Aişe ra:
- Ben Aişe'yim ey Allah'ın Rasulü, diye cevap verdi Efendimiz sav:
- Aişe kimdir?
- Karın Aişe, ya Rasulallah, diye açıklamak zorunda kaldı



ALINTI
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk
« Posted on: 19 Nisan 2024, 18:37:57 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk rüya tabiri,Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk mekke canlı, Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk kabe canlı yayın, Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk Üç boyutlu kuran oku Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk kuran ı kerim, Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk peygamber kıssaları,Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk ilitam ders soruları, Selim kalbe ilâhi lütuf hakiki aşk önlisans arapça,
Logged
24 Temmuz 2010, 16:41:53
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #1 : 24 Temmuz 2010, 16:41:53 »

Ondan Bir İze Can Feda


Aşık, yeri geldiği zaman sevgili uğruna malını ve canını vermekten çekinmez Hz Mevlâna Şam'a kadar gitmiş, ansızın ortadan kaybolan mürşidi Şems'i arıyordu Birisi gelip:
- Ben Şems'i gördüm, dedi
Bu söz üzerine Hz Mevlâna derhal sırtından cübbesini çıkarıp o adama giydirdi Etrafındakiler:
- Efendim, bu adam yalan söylüyor, dediler Hz Mevlâna:
- Biliyorum Ben o cübbeyi o sözün yalanını söyleyene giydirdim Doğrusunu söyleyene canımı verirdim, buyurdu

Hz Şems'in vefatından sonra Mevlâna dertli, nereye gideceğini bilmeden dolaşıyordu Şeyh Selahaddin Zerkubî Hazretleri'nin dükkanının önünden geçerken, Şeyh Selahaddin ona sordu:
- Ne dönüp duruyorsun?
- Şems'ini kaybeden gezegen, boğucu karanlıktan kurtulmak için onun etrafında döner durur, cevabını verdi (Şems, güneş manasına da gelmektedir) Şeyh Selahaddin Hazretleri:
- Senin Şems'in benim, dedi Mevlâna:
- Senin, benim Şems'im olduğun nereden belli, dedi Bunun üzerine Şems-i Tebrizî Hazretleri'nin onu çıkardığı makamları tek tek saydı Bu vaziyeti gören Mevlâna, hakiki istifade edeceği bir şeyh bulduğuna sevinerek:
- Şems'im bana önce dışını gösterdi Şimdi ise içini, diyerek onun sohbetine devam etti
Hz Şems'e olduğu gibi Şeyh Selahaddin'e de suikast plânı hazırlamışlardı Bunu haber alan Hz Mevlâna Şeyh Selahaddin Hazretleri'ne oğluyla haber göndererek tedbirli olmasını istedi Şeyh Selahaddin Hazretleri şöyle cevap verdi:
- Allahu Tealâ bana öyle bir izin vermiştir ki, O'na yemin ederim, eğer dua etseydim yerle gök yer değiştirirdi Fakat bize yaraşan onlara dua etmektir, buyurdu
Çok geçmeden suikastçılar tövbe edip, ondan af dilediler


Onu Gören Göz

Sevgilinin her şeyi bir başka sevilir Evladı, yakınları, eşyaları, hayvanları… her şeyi bir başkadır onun Yine Leylâ'sı uğrunda çöllere düşen Mecnun, bir gün salyaları akan, tüyleri dökülmüş bir köpeği seviyor, okşuyor ve gözlerinden öpüyordu Bu hali gören birisi dayanamadı, sordu:
-Ey cahil Mecnun! Yaptığın bu çılgınlık nedir?
Mecnun dedi ki:
-Sen baştan başa bir görüntü ve şekilden ibaretken, benim yaptığım işten ne anlarsın? Ruh alemine dal da ona benim gözümle bak! Bu köpeğin ne meziyeti var bilir misin? Bu köpekte senin çözemeyeceğin ilâhi bir sır var Allah onun gönlünde, sahibine duyduğu muhabbet ve vefa hazinesini gizlemiştir Hem baksana ki, bu kadar köyün içinde gitmiş de Leylâ'nın köyünü yurt edinmiş, o köye bekçi olmuş


Aşk İmiş, Her Ne Var Alemde

Aşk saltanat dinlemez, padişahları dahi kendine kul-köle eyler İbrahim Edhem Hazretleri gibi nice mühür sahipleri bu uğurda tâcını-tahtını terk etmiş, niceleri aşk şarabıyla sarhoş olmuşlardır

Üsküdar'da atıyla dolaşan cihan padişahı Sultan Ahmet, mürşidi Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri'yle karşılaşır Derhal atından inerek mürşidinin binmesini rica eder O da kıramayıp bir müddet bindikten sonra iner ve şöyle der:
- Şeyhim Üftâde Hazretleri, ‘evladım padişahlar ardınca yürüsün' diye dua etmişti Onun duası yerine gelsin diye bindim

Bu hadise üzerine padişah bir şiir kaleme alır Bir kıtası şöyledir:

Evliyanın himmeti yaktı beni kül eyledi
Sâfiyim, buldum safâyı, dû cihânım kalmadı
Ahmed ider yâ İlâhi sana şükrüm çokdurur
Hamdü lillâh, aşk-ı Hak'dan gayri vârım kalmadı

Bu şiirde, Sultan Ahmed'in mürşidi Hüdayî Hazretleri'nin himmet ve muhabbetiyle yanıp yakıldığı ve sonunda Allah aşkından başka sermayesinin kalmadığı terennüm edilir


Muhabbet Ehlinin Üç Hali

Aşkın vazgeçilmez şartı mahviyet, teslimiyet ve ihlâstır

Mahviyet, Hakk'ın varlığında nefsin erimesi, insanın teslimiyet ve itaatının önündeki engellerin kalkmasıdır ‘Ene (benlik)' yıkılınca, nefs ülkesinde Hak iktidar olur Mâsiva yok olur ve insan gerçek aşk ile dirilir

Teslimiyet, müridin mürşidine madde ve manasıyla teslim olmasıdır Varlığın her zerresinde mürşidini görmekle kendine ait bütün irade ve arzuların ortadan kalkmasıdır Mürşidin, dolayısıyla da Allah ve Rasulü'nün iradesinin onun iradesi yerine geçip, hükmünü icra etmesidir Büyüklerin ifadesiyle “yıkayıcının elindeki ölü gibi” olmaktır Neden ve niçin diyende teslimiyetten hakiki bahsedilemez Mürid önce, itikat ve istikameti fevkalâde düzgün, kâmil bir rehber bulur Öyle bir rehber ki, farz ve vacipler bir tarafa, sünnetin zerresini dahi ihmal etmeyen, irşad için yetiştirilip izin verilmiş bir mürşid Bunun aksi helâke sebeptir Rehberin itikadı-ameli bozuk, tam yetişmemiş olursa, ardındakileri de uçuruma yuvarlar

İhlâs ise, dünya evliya ile dolu olsa mürşidinden başkasına dönüp bakmamaktır “Bu yolda ya ölürüm ya da Hakk'a vasıl olurum” deyip, mürşidine bin can ile sarılmaktırMürşidi onu dövüp kovsa bile, gidip eşiğine baş koymaktır


Şâh-ı Nakşibend ks'nin Teslimiyet ve İhlâsı

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri bir gün sohbet dinlemek için şeyhi Emir Külâl Hazretleri'nin dergâhına gitti Fakat şeyhi onun kim olduğunu öğrenince meclisinden kovdu Mevsimlerden kış idi Hava da gayet soğuktu, lapa lapa kar yağıyordu Buna rağmen Şâh-ı Nakşibend Hazretleri bırakıp gitmedi Dönüp tekkenin eşiğine başını koydu ve sabaha kadar bekledi Bu sırada üzerini kar örtmüştü

Sabah namazı için çıkan Emir Külâl Hazretleri onun bu halini görünce, şefkat ve muhabbetle dergâhına kabul etti Hatta ayaklarını kucağına alıp dikenlerini ayıkladı

Yine Şah-ı Nakşibend Hazretleri bir gün yolda giderken karşısına Hızır Aleyhisselâm çıkmıştı Bir müddet yanında yürüdü, sağına-soluna geçti, fakat mürşidine olan muhabbetinden dolayı dönüp ona iltifat etmedi

Hakikat de budur Zira bir kalpte iki sevgi olmaz Çatal uçlu bir kazığın yere geçmesi ne kadar zorsa, himmeti dağılmış bir kalbin de mürşidinden feyz alması o kadar zordur Kur'an-ı Kerim'de: “Allah insanın göğsünde iki kalp yaratmamıştır” (el-Ahzab, 4) buyrulmaktadır

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

24 Temmuz 2010, 16:42:20
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #2 : 24 Temmuz 2010, 16:42:20 »


Hakiki Sevginin Dayanağı



Mürid mürşidine ait olan her şeyi, ona ait olduğu ve onun sevgisine mazhar olduğu için sever Aynı şekilde mürşidini Allah ve Rasulü'nün dostu olduğu için sever Diğer mahlukatı da yine Allah için sever Buna “mânâ-i harfî”yle sevmek denir Muteber olan sevgi de budur

Şayet bunların her birini Allahu Tealâ'dan ve mürşidinden bağımsız olarak müstakilen severse, böyle bir sevgiye “mânâ-i ismî”yle sevmek denir Fakat bu çeşit sevgi muteber değildir

Yukarıdaki ölçüler içerisinde bir mürid başka bir müridi ya da mürşidinin evladını mânâ-i ismî ile sevse ve bu sevgi mürşidinin sevgisine galebe etse zarar görür Muhtemelen tedip edilir O yüzden kâmil sıfatlarla donanmış mübarek zatlar ile karşılaşıldığında, velev ki bu mürşidin evladı dahi olsa, rabıtalı olmalı, mânâ-i harfî ile sevmenin ötesine geçmemelidir Özel olarak kendi mürşidini bırakıp başka mürşidlerin ziyaretine gitmemelidir Şayet bir zaruret varsa muhakkak izin almalıdırMürşide karşı ihlâs budur, aksi adapsızlıktır

Gavs-ı Kasrevî Hazretleri'nin ziyaretine varan bir müridi, ziyaret ettikten sonra şöyle der:
- Efendim, izin verirseniz, şu anda filan köyde bulunan, birlikte tahsil yaptığımız mübarek evladınızı ziyaret etmek istiyorum
Bu söze celâllenen Gavs Hazretleri şöyle der:
- Evlâdım Şâh-ı Hazne bir tanedir O da buradadır (Şâh-ı Hazne ifadesiyle kendisini kastetmektedir)

Evet, bütün nisbet ve feyzin kaynağı mürşiddir Evlatları zamanın kutbu bile olsa, feyz onlardan gelmez Üstelik kalpte muhabbet ikileşir, kendi mürşidinden istifade etmeye dahi engel olur


O ve Ben

Yukarıda anlatılan şartlarıyla muhabbet eden mürid, mürşidinin irade ve muhabbetinde yok olur Buna “fenâ fi'ş-şeyh” denilirAllah'a ulaşma yolunun ilk basamağıdır Bir üst makama yükselmek için bu menzilden geçmek şarttır

Fenâ fi'ş-şeyh öyle bir haldir ki, nasıl damlayı ummandan ayırmak mümkün değilse, müridi de mürşidinin varlığından ayırmak mümkün değildir Ona olan şiddetli muhabbet, itaat ve sadakati ile adeta şeyhinin minyatürü haline gelir Hz Mevlâna bir beytinde “Ben o! O ben” der

Hikayeye göre Leylâ, Mecnun'un kolunu ister O da: “Kimin kolunu kesip göndereyim?” diye sorar Çünkü onun için alemdeki her varlık birer Leylâ'dır


Nefs, mürşid-i kâmilin nezaretinde terbiye oldukça, Hakk'a vuslat yolunda kademe kademe çıkılır Özellikle “nefs-i mutmainne” makamında Fahr-i Alem sav Efendimiz'e derin ve coşkun bir muhabbetle O'nun iradesinde yok olur (Fena fi'r-Rasul makamı) Mürşidiyle yaşadığı hallerin daha mükemmelini Hz Rasulullah sav Efendimiz'le yaşar Kâmil bir imana sahip olur Nitekim Hz Peygamber sav:

“Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizden birinize nefsinizden daha ziyade ben sevilmez isem iman etmiş olmazsınız” buyurmaktadır


‘Bir Ben Vardır Bende'

Nihayet adım adım ilerleyen terbiyenin bir semeresi olarak, Hz Rasulullah sav'in iletmesiyle mürid Allah'a vasıl olur Daha önce mevcudatta Hakk'ın fiil ve sıfatlarının tecellileri ile meşgul iken, Zât-ı Şerif'in tecellisiyle iradesi yok olur “Lâ ilâhe illallah” dediği zaman Allah'ın dışındaki bütün mevcudat gözünden silinir ve sadece O'nun tecellilerinin müşahedesi kalır

Bu hali mürid cennete bile değişmez Hadis-i kudsîde belirtildiği üzere, Allahu Tealâ onun tutan eli, konuşan dili, işiten kulağı ve gören gözü olur Müridin kendine özgü bir muradı kalmaz Allah'ın muradı ne ise, onu murad eder
Yunus'un:

Bana bende demen, bende değilim
Bir ben vardır bende, benden içeri
dediği hal işte budur

Fenâ fi'r-rasul makamında iken, fenâ fi'ş-şeyh haleti varlığını devam ettirir Fenâ fi'llah makamında da, fenâ fi'r-rasul ve fenâ fi'ş-şeyh makamları birer alt kademeler olarak o dervişin gönlünde mevcut bulunurlar Bu üç makamın birinden diğerine geçmek, öbürünü terketmek değildir

Görüldüğü gibi, kâmil bir mürşidi sevmekle başlayan yolculuk, Allahu Tealâ'da fâni olup velilerin arasına girmeye vesile olmaktadır Ayrıca muhabbetin kaynağı olan mürşid-i kâmilleri sevmemiz, milletin birbirini sevmesidir Onlar, milleti birbirine bağlayan harç mesabesindedirler



Ahmet Safa
 
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes