> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Nedir ?  > Sizden Gelenler (Tasavvuf)  > Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud-
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud-  (Okunma Sayısı 781 defa)
30 Haziran 2009, 15:08:46
imam hatiplim

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 363


« : 30 Haziran 2009, 15:08:46 »



İnsanın mayası, ilâhî bilgiler ve lâhûtî hakîkatlerle donanmış; varlık hamuru, dînî neş’elerle yoğrulmuştur. Bu sebeple Hakk’a îman ve îtikad, Âdem -aleyhisselâm- ile başlamış ve ilk insan, ilk peygamber olarak gönderilmiştir. Hazret-i Âdem

-aleyhisselâm- ile başlayan îman nûru, peygamberlerin bereketli bir hidâyet şerâresi hâlindeki teselsülü netîcesinde, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile kemâle ulaşmıştır. O’nun kıyâmete kadar devâm edecek olan risâlet nûru, beşeriyeti aydınlatacak en büyük ilâhî nîmetlerden biridir. Birçok câhiliye insanı bile O’nun tebliğiyle hidâyete nâil olup, O’nun terbiye ve rûhâniyeti ile zirve şahsiyetler hâline gelmiş; fedâkârlık, şefkat, merhamet, rikkat, aşk ve diğergâmlığın eşsiz misâllerini sergilemiştir.

Allâh’ı tanımak; ulvî bir saâdet vesîlesidir. Cihan, bu saâdet lutufları ile açılmıştır. İlâhî azamet ve kudret akışları ile dolu olan kâinât, kullar için imtihân hikmetine binâen yaratılmıştır.

Mârifetullâh, yâni Cenâb-ı Hakk’ı kalbde tanıyabilmek, ancak ilâhî muhabbetle mümkündür. İnsanın gerçek saâdeti de; mârifetullâh ve ilâhî muhabbet neş’elerinde tezâhür eder.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“Kim Allâh’a kavuşmayı severse, Allâh da ona kavuşmayı sever. Kim de Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allâh da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!”

Bunun üzerine Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:

“–Yâ Rasûlallâh! Ölümden hoşlanmama hâli de buna dâhil mi? Hiçbirimiz ölmekten hoşlanmayız.” dedi.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Hayır böyle değil. Lâkin, mü’min (ölüm gelince) Allâh’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti ile müjdelendiğinde Allâh’a kavuşmayı çok ister ve sever. Allâh da ona kavuşmayı sever. Kâfir ise, ölüm kendisine gelince Allâh’ın azâbı ve cezâsıyla müjdelenir. Bu sebeple Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allâh da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.” buyurdular. (Buhârî, Rikâk, 41; Müslim, Zikr, 14)

İşte Allâh’a muhabbet netîcesinde seviyeli bir kul olup, bunun mukâbilinde Allâh’ın muhabbetine muhâtap olabilmek için, hayat imtihanları karşısında sabretmek, dengeyi ve Hakk’a bağlılığı bozmamak, kalbe mârifet ve tevhîdi yerleştirmek, yoğun bir şekilde tefekkür, tahassüs ve tecessüsü, vahyin feyizli iklîmi içinde gerçekleştirebilmek îcâb eder.

Hakk’a vuslatı arzulayan kâmil mü’minlerin, mârifetullâh yolunda Kur’ân ve Peygamber’in feyz ve rûhâniyet iklîminde “terbiye, tahsil, ibâdet, tezkiye, tasfiye, hayr u hasenât” gayretleri ile olgunlaşarak mesâfe almaları zarûrîdir.

Hakk’a yaklaşmanın en muhteşem tezâhürlerini ashâb-ı kirâmda müşâhede etmekteyiz. Zîrâ onlar bu zirve seviyeye Allâh Rasûlü’nden aldıkları müsbet enerji ile, yâni feyizli in’ikâslarla ve O’nun risâlet nûrunu kendi gönül âlemlerine aktarmakla nâil oldular. Bu in’ikâs neticesinde onlarda “Hakk’a akrabiyyet, yâni yakınlaşma ve vuslat” iştihâsı zirveleşti. 23 senelik nebevî saâdet devri içinde bu maddî ve mânevî heyecanın sergilendiği bereketli zeminlerden biri de Uhud oldu. Uhud’da sergilenen îman lezzet ve halâvetinin tezâhürlerinden birkaçı şöyledir:

Savaş sona erip müşrikler Uhud’u tamamen terk ettikten sonra, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, harp sahâsına inerek şehîdleri defnetti. Tam yetmiş şehîd verilmişti. Bunlar arasında

Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh- gibi cengâverler ve Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh- gibi yiğitler de vardı.

Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i mü­dâfaa ederken şehîd olmuştu. Bunun üzerine meleklerden biri Hazret-i Mus’ab’ın sûretine gi­rerek elinden sancağı almıştı. Peygamber Efendimiz ise henüz O’nun şehâdetinden haber­dar olmadığı için sancakdâra hitâben:

“–Tekaddem yâ Mus’ab! (İleri git yâ Mus’ab!)” buyurdu.

Bunun üzerine melek, dönüp Allâh Rasûlü’ne bakınca onun Mus’ab değil, bir melek oldu­ğunu fark eden Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz, mübârek sahâbînin şehîd ol­duğunu anladı. Daha sonra Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-’ın mübârek naaşı bulundu, ancak bu sefer de onu saracak bir kefen bulunamadı. (İbn-i Sa’d, III, 121-122)

Üzerindeki elbise ile baş tarafı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Vaziyet Allâh Rasûlü’ne bildirildi. Fahr-i Cihân Efendimiz, mübârek şehîdin başının elbisesi ile kapatılmasını, açıkta kalan ayaklarının da güzel kokulu otlarla örtülmesini emir buyurdu.

Hâlbuki Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-, Mekke’nin en imtiyazlı ve varlıklı âilelerinden birinin çocuğu idi. Bütün Mekke gençleri ona özeniyorlardı. Hattâ genç kızlar, onun geçtiği yollar üzerine gül serperlerdi. O ise müşrik âilesinin bütün zorlamalarına rağmen, Allâh Rasûlü’nün gönlünde olabilmeyi bütün fânî lezzetlere tercih etmişti. Âilesinin mahrum bırakmakla tehdit ettikleri büyük mîras serveti ve dünyevî imkânlar ise gözünde ve gönlünde değerini kaybetmişti. Zîrâ Allâh Rasûlü’ne o kadar büyük bir hayranlık ve muhabbetle bağlanmıştı ki, dünyâ ve içindekiler onun nazarında bir “hiç” hâline gelmişti.

Hakîkaten, insanoğlu en ağır bedeli, muhabbeti uğruna öder. Bu fânî âlemde ödenen en ağır bedel ise, ilâhî muhabbetin bedelidir. Bu sebeple

ashâb-ı kirâm ve onları tâkib eden Hak dostları, bir ömür boyu muhabbetlerinin bedelini ödeyebilme gayret ve heyecânı içinde yaşadılar. Böylece, Allâh -celle celâlühû- ve Rasûlü ile dost olabilmenin ulvî lezzetine gark oldular. İşte Allâh ve Rasûlullâh muhabbetinin ağır bedelini, bir îman lezzeti içinde ve zevkle ödeyebilen İslâm kahramanları içinde Hazret-i Mus’ab -radıyallâhu anh-, müstesnâ bir zirvedir. Nitekim Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- der ki:

“Biz Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte Mescid’de oturuyorduk. Mus’ab bin Umeyr çıkageldi. Üzerinde bulunan kürk parçalarıyla yamanmış hırkadan başka bir şeyi yoktu. Allâh Rasûlü Mus’ab’ı görünce, onun Mekke’de nîmetler içindeki hâliyle şimdiki hâlini düşünerek ağladı. (Tirmizî, Kıyâmet, 35/2476)

İşte böylesine bir fedâkârlıkla bütün varlığını Allâh ve Rasûlü uğruna cömertçe fedâ eden Mus’ab -radıyallâhu anh- şehâdet şerbetini içerken, bir melek onun sûretine girdi ve mübârek sahâbînin canından aziz bilip canı pahasına sadâkatle taşıdığı İslâm sancağını devraldı. Hazret-i Mus’ab’ın dîni uğruna katlandığı çileye ve gösterdiği fedâkârlığa, Cenâb-ı Hak meleklerini vazîfelendirmek sûretiyle ulvî bir mukâbelede bulundu.

Uhud Harbi’nde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ve bütün mü’minlerin en derin bir sûrette yüreklerini yakıp gönüllerini hüzne gark eden hâdise, şüphesiz ki İslâm ordusunun eşsiz kahramânı, Allâh’ın Arslanı Hazret-i Hamza

-radıyallâhu anh-’ın vahşî bir şekilde şehîd edilmesi olmuştur.

Harbin sonunda Hazret-i Safiye -radıyallâhu anhâ-, kardeşi Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh-’ı görmek istedi. Bu niyetle şehîdlerin bulunduğu tarafa yöneldi. Oğlu Zübeyr kendisini karşılayarak:

“–Rasûlullâh geri dönmeni emrediyor anneciğim.” dedi. O ise:

“–Niçin? Kardeşimi görmeyeyim diye mi? Ben onun ne fecî bir şekilde kesilip doğrandığını biliyorum. O, Allâh için bu musîbete dûçâr oldu. Zâten bizi de bundan başkası tesellî edemezdi. İnşâallâh sabredip ecrini Allâh’tan bekleyeceğim.” dedi.

Zübeyr, gidip annesinin söylediklerini Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e bildirdi. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Öyleyse bırak görsün.” buyurdu. Safiye

-radıyallâhu anhâ- da şehîdlerin efendisi olma şerefine eren kardeşinin cesedi yanına gelerek içli içli duâ etti. (Bkz. İbn-i Hişâm, III, 48; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 349)

Uhud’da yaşanan ka’bına varılmaz bir din kardeşliği manzarasını Zübeyr bin Avvâm -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Annem Safiye, yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp:

«–Bunları kardeşim Hamza’ya kefen yapasınız diye getirdim.» dedi.

Hırkaları alıp Hamza’nın yanına gittik. Yanında Ensâr’dan bir başka şehîd daha bulunuyordu ve henüz onu örtecek bir kefen bulunamamıştı. Hırkaların ikisini de Hamza’ya sarıp Ensârî’yi kefensiz bırakmaktan utandık. Hırkanın birisi Hamza’ya, öbürü de Ensârî’ye kefen olsun, dedik. Hırkalardan biri büyük diğeri küçük olduğu için de aralarında kura çektik.” (İbn-i Hanbel, I, 165)

Bu duygu dolu manzaranın da ifâde ettiği gibi artık akrabâlık asabiyeti, yerini îmân kardeşliğine terk ediyordu. Böylece ashâb tarafından, kıyâmete kadar gelecek bütün mü’minlere din kardeşliğini yaşama heyecânı sergileniyordu.

Şehîdlerin namazlarının kılınması için Hazret-i Hamza başta olmak üzere on şehîd getiriliyor, namazdan sonra dokuzu defnediliyordu. Hazret-i Hamza’nın yanına dokuz şehîd daha getiriliyor, tekrar cenâze namazı kılınıyordu. Böylece Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, amcası ve şehîdlerin efendisi olan Hazret-i Hamza’nın cenâze namazını defalarca tekrarlamıştır.


Uhud’daki bu hüzünlü manzaralar, gönüllere derinden işlemişti. Aradan uzun bir müddet geçmiş, İslâm’ın kuvvet kazandığı dönemler idrâk edilmişti. Sahâbenin ağniyâ-i şâkirîn’inden, yâni şükredici zenginlerinden olan Abdurrahmân bin Avf -radıyallâhu anh-’ın oruçlu olduğu birgün, önüne iftar etmesi için oğlu tarafından birkaç çeşit yemek konulunca, o bundan müteessir olarak, gözyaşları içinde şöyle demişti:


“–Mus’ab bin Umeyr, Uhud savaşında şehîd edildi. O benden daha fazîletli idi. Ama kefen olarak bir hırkadan başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açık kalıyordu. Şimdi ise bize dünyâlık olarak her şey verildi. Doğrusu hayırlarımızın karşılığının dünyâda verilmiş olmasından korkuyorum. (Acaba kazandığımız ecirler âhiretten tenkis edilip bu dünyâda mı veriliyor?!)”

Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud-
« Posted on: 26 Nisan 2024, 04:06:04 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud- rüya tabiri,Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud- mekke canlı, Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud- kabe canlı yayın, Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud- Üç boyutlu kuran oku Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud- kuran ı kerim, Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud- peygamber kıssaları,Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud- ilitam ders soruları, Saâdet Çağından Hâtıralar -Uhud-önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes