๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 31 Temmuz 2011, 11:33:00



Konu Başlığı: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: Ekvan üzerinde 31 Temmuz 2011, 11:33:00
                      Mürşid Hak'kın Kapısıdır..  

Şeyh Abdülgani Nablusî k.s. hz. şöyle der:

Bir kimse, Allah a giden yolda kendisine yol gösterecek olan mürşidini
Cenab-ı Hakk ın kapılarından bir kapı olarak görmelidir.Yani mürid,
'benim mürşidim Hakk a giden kapılardan bir kapı, babullahtır' demelidir.

Şeyh Muhammed     Bedrî k.s. hz. de bu manayı şu mısralarla dile getirir:

Sen babullahsın Ya Rasulallah..
Sen Hakkın kapısısın Ya Rasulallah..
Kim o kapıya varır ise
Sen olmadan huzura giremez.

Nasıl Rasul-i Ekrem s.a.v. efendimiz Allah a ulaşmada bir nuranî kapı vazifesi görüyorsa,
alimler peygamberlerin varisleridir sırrına göre, mürşid de Allah ın kapılarından bir kapı olmaktadır.

Mevlâna Celaleddin Rumî k.s. hz., kendisinin irşadına vesile olan üstadı Şems-i Tebrizî ks. Hz. için şöyle buyurur:

"Mürşidim Hakk ın kapısıdır. Çünkü Hakka onunla vasıl oldum."

Mürid, mürşidinden gelen iyiliği Allah ın hidayeti, şer gibi görünen
ve nefsini sıkıntıya düşüren şeyleri Allah ın bir imtihanı olarak bilmelidir.
Bundan başka, mürid mürşidini Allah-u Teala nın esma ve sıfatlarının mazharı olarak görmelidir.

Şunu da bilmelidir ki, mürşid insanı hidayete erdiremez.
Rasulullah da dilediğini hidayete erdiremez. İnsanı ancak Allah-u Teala hidayete erdirir.
Kuran-ı Azimüşşan ın birçok ayetinde bizzat Cenab-ı Rabbülalemin
hidayetin ancak kendisinden olacağını açıklıyor.
Başka türlü bir tasavvuf anlayışı, yanlış ve haram bir yol olacağından buna dikkat etmek gerekir.

Abdulkadir Geylani ks.z. hz.nin  Mektubat ını şerh eden
Seyyid Hüseyin Fevzi Paşa şöyle der:
Abd (kul), Rabb olmaz. Rabb de abd olmaz. Bu, ilahi bir tecellidir.
Nasıl ki Tur da Cenab-ı Hakk bir ağaca tecelli etti, ondan Musa a.s. a hitab etti ve
ben senin rabbinim ya Musa dedi; burada ağaç Rabb olmadı.
Rabbin ağaç üstündeki tecelliyatı oldu.

Bunun gibi Rabb Teala , insan-ı kamile de tecelli eder.
Ağaca tecelli eden Allah, peygambere tecelli etmez mi? Ay ın yarılması mucizesinde etti,
Davud a.s.ın attığı taşlar Calut u öldürürken tecelli etti:

"Habibim, o taşı Calut�a Davud atmadı. Biz attık."

Allah-u Teala ağaca tecelli ederde, ağaçtan daha kamil olan insana etmez mi?
İşte tasavvuf ehli, mürşidini bu çerçevede düşünmeli,
kulu Rabb gibi görme tuzağına düşüp, imanını ve amelini zayî etmemelidir.




Mehmet ILDIRAR_


Konu Başlığı: Ynt: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 15 Eylül 2011, 18:37:50
Veli, Şeyh Nedir? Allah’ın El-Veliyyü Güzel İsmi Ne Anlama Gelir?

Allah’ı (c.c.) duyu organları ile algılayamıyoruz. Çünkü O yüce ve uludur. Ama O yarattığı varlıklardan, dolayısıyla insanlardan uzak değildir.

Bazı zengin insanlar vardır. Varlıkları onları toplumdan ve insanlardan uzaklaştırır. Kendi bencil dünyalarında onları yalnız kılar. Allah (c.c.) böyle değildir. O sonsuz zenginliği, gücü ve kudretiyle insanlardan uzaklaşmıyor. Bazı insanları kendisine yakın kılıyor.

Kelime-i şahadet getiren, yani Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini kabul edip de Hz. Muhammed’in (s.a.s) peygamberliğini onaylayan herkes Müslüman’dır. Allah’ın (c.c.) emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçınan birisi ise mümin sınıfına girer. Müminler içerisinde bazıları bu konuda daha duyarlı hale gelirler. Yaşamlarında ibadetlere daha bir ağırlık verirler, yasaklardan daha bir özenle kaçınmaya çalışırlar. Allah’ın (c.c.) rızasına talip olup her işi Allah (c.c.) için yapmaya başlarlar. İşte velilik yolu bu noktada başlar. Allah (c.c.) böyle bir kulunu kendisine yol gösterip ulaştıracak veli kullarıyla tanıştırır. Zira yol çok tehlikelidir. Bir kılavuz olmadan yürünemez. Bu yolda daha önceden yürümüş olan birisinin rehberliğine ihtiyaç vardır. Nefis ve şeytan her an ayakları kaydırmak için fırsat gözetir. Bu yolda ibadetler kalbe, göğse gelen cezbeyle kolaylaştırılır. Onun için farz ibadetler dışında nafilelerle de Allah’a (c.c.) yaklaşılmaya çalışılır. Özellikle bu yolda Allah’ın (c.c.) zikrinden zevk alınmaya başlanır. Sürekli bir tövbe hali ile geçmiş hatalar telafi edilmeye, eksik ibadetler tamamlanmaya çalışılır. Bu sırada nur adeta Allah’la (c.c.) alış verişin ücreti olarak insanın ellerini ve yüzünü güzelleştirir.

Yol gösterici velinin (mürşidin) en belirgin özelliği görüldüğünde Allah’ı (c.c.) ve peygamberini (s.a.s)  anımsatmasıdır. Öyle bir mübarek zatın siması, giyim kuşamı, tavrı, hareketleri, konuşması Allah Resulünden s.a.s. izler taşır. Allah (c.c.) ve peygamber sevgisi o mübarek zat görüldüğünde gönülde canlanır. Bunun içindir ki Kuran-ı Kerim Allah (c.c.) sevgisine ulaşmanın yolunu peygambere uymaya bağlamıştır: “De ki eğer siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr, Rahîm’dir (Âl-i İmran suresi, ayet 31).”

Allah’ın (c.c.) el-Veliyyü güzel ismi (Allah [c.c.] müminlerin dostudur, seçtiği kulları Kendi’sine dost edinir.) içimizde Allah’a (c.c.) yakın olma konusunda bir arzuyu uyandırmalıdır. Çünkü Allah’a (c.c.) yakın olmak evrendeki en büyük lütuftur. Yaratılış amacıdır. Ondan daha büyük bir nimet olamaz. İnsanı, evreni, her şeyi yoktan yaratan Allah’a (c.c.) biraz daha yakın olmaktan, Allah’ın (c.c.) veli kulları arasında yer almaktan daha güzel başka bir şey var mıdır?

Peygamberimiz Aleyhissâlatu Vesselâm Efendimiz bir kutsi hadis-i şeriflerinde Allah’ın (c.c.) bu yakınlığını şöyle bildirmişlerdir: “Kulum Bana farz ibadetlerle yaklaşır. Nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. O kadar yaklaşır ki, onun gören gözü olurum Benimle görür, işiten kulağı olurum Benimle işitir, tutan eli olurum Benimle tutar, yürüyen ayağı olurum Benimle yürür.”

İşte velilikteki sır, keşf ve keramet de böylece başlar. Çünkü Allah (c.c.) bir kulun gören gözü, işten kulağı oldu mu onun için gizli hiçbir bilgi kalmaz. Dilediğini Allah’ın izni ile görür ve işitir. Yine yapamayacağı hiçbir iş kalmaz. Çünkü tutan eli Allah (c.c.) olmuştur. Yürüyen ayağı, Allah (c.c.) oldu mu istediği yerde hazır ve nazır olur. Çünkü Allah (c.c.) her yerde hazır ve nazırdır. Mesafeler, zaman ortadan kalkar.

Kuşkusuz hiçbir veli keşf ve kerameti amaç olarak görmez. Velilerin tek amaçladıkları şey Allah’ın (c.c.) rızasıdır. Hatta veliler keşf ve kerameti erkeklerin aybaşı hali olarak kabul ederler. Nasıl böyle bir durumda olan bir kadın ibadetlerden geçici olarak uzak durursa veliler de keşf ve kerametlerinden utanarak sıkılırlar. Bunu kendileri ile Allah (c.c.) arasında bir perde olarak görürler. Allah’ın (c.c.) kendilerini imtihan ettiğini düşünürler: Kendilerinin keşf ve keramete mi güvenip dayandığının yoksa bununla Allah’ın (c.c.) rızasına ermeye mi çalıştığının ölçüldüğünü düşünürler.

İster diri ister ölü olsun, Allah’ın (c.c.) veli kullarından en güzel şekilde yararlanmak gerekir. Bu yararlanma biçimlerinden birisi de veli kulu dualarda vesile kılmaktır. Bu sırada şuna azami derecede dikkat göstermek gerekir: Veli kulu duasında vesile kılan kişi, o veli kuldan değil Allah’tan (c.c.) istekte bulunmalıdır. Bazı cahil insanların velilerin mezarına çaput bağlamaları, velinin ruhundan yardım talepleri Allah’a (c.c.) birer şirktir. Şirk ise en büyük günahtır. Ama o velinin yüzü suyu hürmetine veya Allah (c.c.) indindeki derecesinden yararlanarak Allah’a (c.c.) duada bulunma dinde yeri olan bir durumdur. Duaların da kabulünde etkilidir.

Kuşkusuz Allah’a (c.c.) doğrudan yapılan dualar da kabul edilebilir. Ama duanın mahiyeti gereği kabulünün bir kısım koşulları üzerimizde bulunmayabilir. Bazı günahların ağırlığı, beddualar, haklar üzerimizde olabilir. Bu yüzden duamız da kabul görmeyebilir. Bu durumda bir Allah (c.c.) dostunun duasını almak veya dualarımızda onun ismini anmak bu olumsuz durumu ortadan kaldırabilir. Nasıl hayatta bazı meşru işlerimizi araya adam koyarak -başkaların hakkını yemeyi, torpili kastetmiyorum- veya uzmanına başvurarak yaptırabiliyorsak ahiret işlerinde de durum böyledir. Gücümüzün yetmediği dualarda Allah’ın (c.c.) veli kulları dualarımızın kabulünde büyük bir yarar sağlayabilirler.

Her gerçek şeyh mutlaka velidir. Veli olmadan şeyh olmak mümkün değildir. Gerçek şeyh diye bilerek yazdım, çünkü memleketimizdeki şeyhlerin bir kısmının silsilesi kopuktur. Yani gerçek şeyh değillerdir. Bunlar genellikle iyi niyetli insanlardır. İslam’a çeşitli açılardan hizmet de ederler. Ama tarikat yolunda şeyhin rabıtasından da yararlanılır. Rabıta demek, nur kaynağı ile bağlantıya geçmektir, şeytanı tabiri caizse elektrikli sandalyeye oturtmaktır. Yine rabıta demek, ruhu da en gıdalı besinle yani nurla güçlendirmektir. Rabıta olmayınca sofilik de olmaz. Şeyh gerçek şeyh değilse rabıtasıyla müritlerini şeytanın kucağına atar, hem kendisi hem de bağlıları büyük zarar görürler.

Her veli şeyh olacak diye bir kural yoktur. Şeyhlik izinle olur. Şeyhliğe karar veren organ silsiledeki şeyhlerin ervahları (sadatlar) ile Peygamber Efendimizin s.a.s. ruhudur. Yaşayan şeyh sadece kendi reyi ile oğlunu veya herhangi birisini şeyh olarak uzak bir beldedeki ihtiyacı karşılamak üzere atayabilir. Fakat bu kişi gerçek şeyh olmadığı için, yani teberrüken şeyh olduğu için müritlerine rabıtasını yaptırmaz. Teberrüken şeyh olan kişi müritleri ile birlikte ancak kendi gerçek şeyhini rabıta edebilir. Teberrüken şeyh olanlar, belli bir zaman sonra şayet zincirdeki sadatlar ve Rasulullah (s.a.s.) gerçek şeyhliğe onay verirlerse o zaman müritlerine kendi rabıtasını yaptırabilirler. Böyle bir kişinin şeyhi vefat ederse teberrüken şeyh olan kişinin hemen yeni bir şeyh bulması gerekir. Fakat işte tam bu noktada nefisleri devreye girerek böyle kişiler, yeni bir şeyh bulmak yerine ölen şeyhlerinin varisleri olarak mevkilerini daha da sağlamlaştırıp gerçek şeyhliğe soyunabilirler. İşte şeyh arayan kişiler özellikle bu duruma dikkat etmelidirler. Zira bunlar gerçek şeyh olmadığı için rabıtalarında nur, feyz, nisbet olmaz. Bu durum veliler için de böyledir. Veli de şeyh olmadan irşat faaliyetlerinde şeyh gibi davranıp rabıtasını yaptırırsa büyük bir hataya düşmüş olur.  Gerçi onun rabıtası insanlara fayda verir ama izinsiz işler faydadan daha çok zarar da getirebilir. Tabii üveysi olarak yetişen ve gerekli yerlerden irşat izni alıp gerçek şeyh olanların da varlığını inkâr etmek doğru değildir. Fakat bunlar çok azdır ve istisna nevindendirler.

Velilik ancak nefs-i  mutmainnede (tatmin olmuş, huzura ermiş nefis) mümkündür. Velilik kolay bir yol değildir. Nefis ve şeytanla savaştan sonra ulaşılan bir makamdır. Bu makama kadar kişi nefs-i emmare (kötülüğü emreden nefis), nefs-i levvame (kendisini kınayan nefis), nefs-i mülhime (ilham alan nefis) makamlarını tek tek geçer. Bu makamları tek tek aşmak zihinsel işlemlerle, hayallerle, düşünce boyutlarıyla olmamaktadır. Bunlar yaşamsal olarak gerçekleşmektedir. Bu makama yani velilik makamına ulaşan kişilerin bütün letaifleri açıldığı, yani değişik renkteki bütün nurları gördükleri gibi sadatların ervahları ile de peygamberimizin s.a.s. ruhu ile de istedikleri vakit görüşüp konuşabilirler.

Her insan tarikata girmeden önce genellikle nefsi emmare düzeyindedir. Yani bu insan için nefsi adeta ilahtır. Onu mutlu etmek için çalışır. Yaşam amacı budur. Nefsanî arzularını gerçekleştirmektir.  Allah’ın emir ve yasakları onu pek ilgilendirmez. Tarikata girip gerçek manada tövbe edince yani tövbe-i nasuh kılınca nefsi levvame makamına yükselir. O zaman haramlara karşı duyarlı olup emirleri yerine getirmeye başlar. Geçmişte işlediği günahlara pişmanlık duyup eksiklerini gidermeye çalışır. Bunlar için her zaman gözyaşı döker. Daima mahzundur. Kılamadığı namazları, tutamadığı oruçları varsa kaza eder, her türlü hatasını telafi yoluna girer. Tarikata girmeyip de hal ve yaşayışı ile Allah’ın emir ve yasakları içerisinde olan Müslümanların da nefisleri genellikle bu makamdadır. Bu tür Müslümanlar en çok nefislerini mülhime makamına kadar çıkarabilirler. Şeyhin rabıta nuru olmadan bir insanın nefsini mutmainne makamına kadar çıkarması imkânsızdır. Yani bir insan tarikata girmeden, şeyhsiz veli olamaz. Bunun istisnaları demin de söz ettiğim üveysilerdir ki bunlar da pek azdırlar. Yüzyılda belki bir iki tane ya çıkar ya da çıkmaz. Bunları da Hz. Hızır Aleyhisselam veya ölmüş bir veli zatın ruhu terbiye eder. Yani bir insanın terbiye ve irşat olmadan Allah’ın veli kulu olması mümkün değildir. 

Velilik yolunda en zorlu adımlar ise nefsin mülhime makamında atılır. Zira bu makamda sofi şeytanlarla karşılaşır. Şeytanlar adeta onun önüne dikilirler. Onların seslerini duymaya başlar, dokunmalarını da hisseder. Letaifleri de açılmaya başladığı için görüntülerini de görür. Şeytanlar kalp gözünde insan suretinde görünürler. Özellikle dişi şeytanlar sofinin ayağını kaydırmaya çalışırlar. Bunların görüntüleri aynı dünyadaki en güzel kadınlar gibidir. Sofiyi zina yapmaya zorlarlar. Bu çok zorlu bir imtihandır. Çünkü bu dişi cinler hem akıl almaz bir güzelliktedirler hem de cinsel tacizde bulunurlar, daha doğrusu her an tecavüze yeltenirler. İşte Allah sofiyi nefsinin arzusuna mı uyacak yoksa benim yoluma mı devam edecek diye böyle bir imtihana tabi tutar.

Medyumlar dişi şeytanları böyle görmezler. Onlar şeytanların seslerini ve dokunmalarını hissederler ama gözleri açık veya kapalı iken şeytanları sadece insan görünümlü duman olarak veya belli belirsiz bir saydamlık halinde görebilirler. Medyumlar dişi şeytanları letaifleri açılmış, nurları gören mülhime sofisi gibi görselerdi akılları başlarından gider, o âlemden çıkamazlardı. Ama Allah (c.c.) dağına göre kar vermektedir. Kimseyi kaldıramayacağı imtihana tabi tutmamaktadır. 

Mülhime yolundaki kişiler her an sapıtabilir. Çünkü şeytan onlara çoğu kez hak suretinde gelir. Özellikle cinni şeytanlarla evlenme gibi bir saçmalığa bulaştı mı sofi mahvolur. Biter. Manevi ilerlemesi durduğu gibi yavaş yavaş gerilemeye de başlar ve ruh sağlığı da buna paralel olarak bozulur.

Yalancı mehdiler, yalancı kutuplar, yalancı veliler hep mülhime makamındaki kişilerden çıkar. Bunun en başlıca sebebi şeytanların hak suretinde yaklaşmalarıdır. Şeytanlar bu makamdaki sofilere genellikle ermişlerin, peygamberlerin ruhu olarak yaklaşırlar. Sofilerin ayaklarını da genellikle bu yolla kaydırırlar. Sofilerin de en büyük kusurları hallerini mürşid-i kâmillerden gizlemeleridir. Çünkü şeytanlar tarafından övülmek, yücelmek hoşlarına gider, şeytanlar ayrıca sürekli olarak şeyhlerini sofilerin gözlerinde düşürmeye çalışırlar.  O zaman kolayca sofileri kucaklarına alırlar. Onları yalan dolanlarla evirip çevirmeye başlarlar. Tabii bir de şeyh gerçek şey değilse, o da mülhime makamında şeytanların oyuncağı ise, bu hadiseler daha bir hızlı ve katmerli yaşanır.

Mülhime makamını geçen ve artık veli olan şahsın nefsi mutmainneye erdiğinde adeta erir ve yok olur. Yani bu kişinin gözünde nefsi kâfirden bile alçaktır. Onun gözünde nefsinin hiçbir kıymeti yoktur. Ama bunu yanlış da anlamamak gerekir. Yani bu kişilerin cinsel istekleri kesinlikle azalmadığı gibi daha da bir güçlenmiştir. Allah (c.c.) kendisine veli seçecek zatları nefsi levvamede iken bu dünya kadınları ile mülhimede iken de dişi şeytanlarla imtihan eder. Bu sınavlarda ise nefsani isteklerini kat kat da artırır. Gerekli koşulları da yaratır. Bilindiği üzere cinsel arzu bastırma mekanizması ile gelişir ve artar. İnsanoğlu süfli yolu mu tercih edecek yoksa Allah’ın (c.c.) rızasına mı yönelecek diye en çok bu konularda imtihan edilir. Cinni dişileri ret eden bir velinin dünya kadınlarıyla zinaya yönelmemesinin nedeni, nefsindeki cinsel arzunun sönmesinden değil nefsinin mutmainne makamında kazandığı manevi doygunlukladır.

Allah’ın veli kullarının tek bir amacı vardır. Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaktır. Dünya onlar için bu rızaya ermede sadece bir araç olur. Allah (c.c.) bizleri veli kulları yapmasa da bizlere onları inkar etmeyi veya onlara karşı gelmeyi nasip eylemesin. Bizlere ebedi kazancı sağlayacak hayır dualarını almayı nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi


Konu Başlığı: Ynt: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: Ekvan üzerinde 15 Eylül 2011, 19:16:02


       Değerli Kardeşim..Yorumlarınız tecrübelere mi dayanıyor yoksa kitaplardan mı alıntı yapıyorsunuz..Kaynak belirtirseniz sevinirim..Ben yazının altında kendi isminizi gördüğüm için,bu konuda karar veremedim..


Konu Başlığı: Ynt: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 18 Eylül 2011, 09:19:23
yazılarım kalemimden çıkıyor. alıntı değillerdir. tasavvufi hallere değindiğim için de riya veya sadatlaradan tokat yeme korkusuyla gerçek ismimi değil de muhsin iyi nickini kullanıyorum. gerçek hayatta tabii böyle sohbetler insana zarar verir.


Konu Başlığı: Ynt: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: Ekvan üzerinde 21 Eylül 2011, 12:50:04



       Gerçek hayatta böyle sohbetler insana zarar verir derken neyi kastettiğinizi açıklar mısınız?Ayrıca levvameden öteye çok az kişinin( şeyhe intisab etmeden )geçebildiği gibi bir sonuca vardım yazdıklarınızdan..Bu durumda  o kişilerin letaifleri de açılmıyordur muhtemelen..Bu bilgi ,genel itibarıyla ümit kırıcı bir bilgi..Bunu söylerken neye dayanıyorsunuz..Kur'an-ı Kerim'de ya da Hadis-i Şeriflerde bu konuyla ilgili bir bilgi var mı?Açıklama getirirseniz sevinirim..


Konu Başlığı: Ynt: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 23 Eylül 2011, 15:23:16
maalesef öyle. ama levvamedeki insan da sınavı kazanabilir. mülhimedeki ise ebedi cehenneme düşebilir. bu nefis makamları bellidir. şeyhler anlar. iki kere iki dört gibi kesinlik arz eder. yani letaifler var. onların nuru var. açıldı mı kişi bunları görür. kısacası kuran ve hadiste işaretler var. tasavvuf ve tarikatler bu yol üzere kurulu. tasavvuf yolu mecburi değil, meşreb meselesi. günde en az iki saatin zikre ve rabıtaya gidiyor. bir gün fire versen her şey sanki yıkılıyor. kolay değil. haram şurada dursun şüpheli şeylerden de kaçınacaksın. onun için insanlara tarikati değil cemaati tavsiye ediyorum. zaten tarikatler genellikle böyle bir iman hizmeti yapıyorlar. ama cemaat sanki bu devirde çok gerekli gibi. onun için tasavvuftaki bu hallere kafayı takmamak lazım. şeriati yaşayıp ve yaymak gerekiyor. Allahın rızası burada. tarikate girip böyle hallere kavuşayım diyenler şeytani hallere boğulup imandan bile oluyorlar. onun için bunu özendirmek doğru değil.


Konu Başlığı: Ynt: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: Ekvan üzerinde 23 Eylül 2011, 15:29:50


     Allah razı olsun..Yaklaşımınız,bu işin içinde olan biri için çok ılımlı..Genelde ''olmazsa olmaz'' tarzında bir yaklaşım gördüm ben bugüne kadar..Rabbim rızasını kazanmamıza vesile olacak hizmetlerde daim eylesin,cümleten inşaallah..


Konu Başlığı: Ynt: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 25 Eylül 2011, 15:04:52
şeyhsiz mülhimeden yukarı geçilmez. bunu ben hakkal yakin biliyorum. cünkü rabıtanın nuru dışında başka bir nurla şeytanlar aşılmaz. onlar o sınırda yani her makamın elli bin perdesi olduğu söyleniyor. beklerler. mutmainne makamına ancak gerçek bir şeyhin rabıtası ile çıkılabilir.


Konu Başlığı: Ynt: Mürşid Hak'kın Kapısıdır..
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 25 Eylül 2011, 15:14:30
letaiflerin şeyhsiz de açılacağını sanıyorum. zikirle. ama eğer bu kişinin şeyhi yoksa yanar, başı belaya girer. çünkü ona rabıta gerekir. derhal şeytanlar musallat olur. ona eziyet ederler. yani letaiflerin açılması bu şeytani cinler için de velilerin ruhları için de kapının açılması demek. işte burada en çok telebbüsü rabıta sofinin bu şeytani cinlere karşı silah gibi iş görür. tek başına gerçekten onların eziyetleri karşısında insan delirir. Allah korusun. letaifler açıldı mı değişik renkteki nurlar müşahade edilir. yani nimetin büyüklüğü ile düşmanları da büyüyor. ama korkamamak lazım. Allah dağına göre kar veriyor. sofilerin binde birinin bile lataifleri açılmıyor. onu için şeytanların musallatı vesvese düzeyindedir. letaifler açılsa da korkmayın şeytanlar insanlara göre çok güçsüz yaratılmıştı. ben bu sitede şeytan ve cin musallatı isimli yazımda bunu işledim.