๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 18 Aralık 2011, 22:17:23



Konu Başlığı: Minhâcü’l Âbidîn’den
Gönderen: Ekvan üzerinde 18 Aralık 2011, 22:17:23
                     İlim-Amel, Zâhir-Bâtın Arasındaki İlişki

Zâhirî amellerle bâtınî ameller arasında ihlâs, riya, kendini beğenme, başa kakma gibi, zâhirî amellerin geçerli veya geçersiz olmasına sebep olan ilişkiler vardır. Her kim bu bâtınî amellerin zâhirî ibadetleri etkilediği yönleri, kaçınma yollarını ve işlediği amelleri ondan korumayı bilmezse, sahih olan zâhirî amelleri çok az olacağı gibi, zâhirî ve bâtınî ibadetleri kaybedecek, elinde onca zahmet ve sıkıntıdan başka bir şey kalmayacaktır. Bu apaçık bir hüsrandır. Bunun için Rasulullah s.a.v. buyurdu:

“Alim olarak uyumak, cahil olarak namaz kılmaktan hayırlıdır. Çünkü bilgisizce amel eden kimse, ıslah ettiğinden daha çok ifsad eder.” (Ebu Nuaym IV/385; Kedîrî, I/9; Suyûtî, II/585, Hadis no: 9294; Münâvî, VI/391)

Bunun manası şudur: İlim Allah Tealâ katındadır. İnsanın iki talihsizliğinden biri öğrenmemesi, diğeri ise nasipsizliği ve boşa giden ibadet için yorulup zahmete katlanmasıdır. Zira o ibadetlerden eline geçecek olan kuru zahmetten başka bir şey değildir. Fayda vermeyen bilgiden, katına yükselmeyen amelden Allah Tealâ’ya sığınırız.

Bu yüzden, insanlar içinde ilmiyle âmil zâhid alimler, Allah onlardan razı olsun, özellikle ilme büyük bir ihtimam gösterirlerdi. Çünkü ibadetin ekseni, kulluğun özü ve Rabbülalemin’e hizmet ancak bilmekle mümkündür. Basiret ehlinin, ilahî yardıma ve tevfike mazhar kişilerin görüşleri de böyledir.

Bu ifadelerden, kulun taatinin ancak bilmekle elde edilip hatalardan korunabildiği açıkça ortaya çıktığına göre, ibadet konusunda bilgiyi mutlaka öne alman gerektiğini anlamışsındır.

Şüphesiz, faydalı ilim insanda Allah korkusu ve heybetini sağlar. Allah Tealâ şöyle buyurur: “Allah’tan kulları içinde ancak alimler korkar.” (Fâtır, 28)

Evet, gerçekten öyledir. Zira O’nu hakkıyla tanımayan gerçek manada saygı duymaz, gerekli tazim ve hürmeti göstermez. Demek ki bilmek, Allah Tealâ’nın yardımı ile tam manasıyla ibadetin yapılmasını ve bütün günahlardan sakınmayı temin etmektedir. Zaten kulun da ibadetten maksadı bu iki hususu elde etmektir. O halde ey ahiret yoluna girmiş kişi, Allah seni doğru yola iletsin, senin üzerine düşen bilgiye sarılmaktır. Yardımıyla başarıya ulaştıracak olan Allah Tealâ’dır.


Şeytanı Düşman Bilmek

Ey kardeşim!

İbadet ve kulluk yolunda insanın önüne çıkan dünyalıklar ve dünya ehli kimselerden oluşan engelleri aştıktan sonra üzerine düşen, şeytanla savaşmak ve onu mağlup etmektir. İki sebeple bunu başarmak zorundasın:

1. Sebep: Şeytan apaçık bir düşman ve saptırıcıdır. Onunla asla barış yapılamaz, hiç ummadığın anda seni gafil avlamaya çalışır. Şeytan ancak tam anlamıyla seni felakete sürüklediğinde rahat eder. Öyleyse bu kadar tehlikeli ve uzlaşmaz düşmana karşı asla güven duyulamaz. Allah Tealâ’nın kitabındaki şu iki ayeti iyice düşünmelisin:

“Ey Ademoğulları! Ben size şeytana tapmayın, o size apaçık düşman­dır, diye emretmedim mi?” (Yâsin, 60)

“Şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman belleyin!” (Fâtır, 6)

Bu ayetler insanı şeytana karşı son derece sakındırmakta ve uyanık olmaya çağırmaktadır.

2. Sebep: Şeytan yaratılışı gereği sana düşman ve seninle savaşacak yapıdadır. O, gecenin her anında, gündüzün her saniyesinde düşmanlık oklarını sana fırlatmakta olduğu halde, sen bunlardan gafil olursan acaba halin ne olur?
Sonra senin şöyle özel bir durumun da var: Sen Allah’a ibadet etmekte, davranış ve sözlerinle de insanları Allah’ın kapısına davet etmektesin. Bu ise şeytanın çabasına, arzusuna ve mesleğinin zıddına bir faaliyettir. Sen böyle yapmakla şeytanı hedef tahtasına koymaktasın. Şeytanı öfkelendirmekte, oyununu bozmakta ve yaptıklarını boşa çıkarmaktasın.

Buna karşılık elbette o da seni hedef tahtasına koyacak ve sana karşı tuzaklar kuracaktır. Seni saptırmaya çalışacak, hatta seni tamamen helâk edinceye kadar devam edecektir. Yaptıkların sebebiyle şeytan senden rahatsızlık duymakta, kendini güvende görmemektedir.

Kendisine karşı düşmanlık yapmayan, zıddına hareket etmeyen hatta kendisini tasdik eden kâfirlere, sapıklara ve arzusuna uyanlara bile kötülük yaparak felakete sürüklemeye çalışan şeytanın; kendisine savaş açmış, onunla mücadele eden, onu öfkelendiren birine karşı nasıl davranmasını bekliyorsun? Onun diğer insanlara karşı genel bir düşmanlığı var.

Ey ibadet ve ilim yoluna girmiş kişi, sana karşı şeytanın özel bir düşmanlığı var! Senin durumun şeytan için önemli. Ayrıca şeytanın sana karşı nefs ve heva gibi yardımcıları da var. Sana yaklaşacakları değişik sebepler, yollar ve kapıları var. Sen ise bunlardan gafilsin!


Şeytanla Mücadelenin Yolu

Şeytana karşı ne ile savaşmalı, onu ne ile yenip alt etmeliyim? Tasavvuf ehlinin bu konuda iki görüşü vardır:

Birinci görüş: Şeytanı defetmenin tek yolu Allah’a sığınmaktır, başka yolu yoktur. Çünkü şeytan Allah Tealâ’nın sana musallat ettiği bir köpektir. Eğer onunla savaşmakla ve çözüm yolları aramakla meşgul olursan yorulur, vakit kaybedersin. Belki seni alt eder, ısırır veya yaralar. Halbuki köpeğin sahibine müracaat edip köpeği susturmasını istemek daha doğru bir yoldur.

İkinci görüş: Şeytanla savaşma yolu. Şeytana karşı harekete geçip ona muhalefet etmeli, onu reddederek baştan defetmelidir.

Bana göre en doğru yol bu iki görüşü birleştirmektir. Yani, Cenab-ı Hakk’ın bize emir buyurduğu gibi öncelikle şeytanın şerrinden Allah’a sığınmalı. Şeytanın şerrine karşı Allah kâfidir. Buna rağmen şeytan bize musallat oluyorsa, bunun Allah Tealâ’nın bir imtihanı olduğunu bilmeliyiz. Allah Tealâ şeytana karşı savaşımızdaki samimiyetimizi, emirlerine bağlılığımızın gücünü ve sabrımızı denemektedir. Nitekim Allah Tealâ kâfirleri müminlere musallat etmektedir. Halbuki onların işlerini ve şerlerini bitirmeye kudreti kâfidir. Bunu cihad, sabır, deneme ve şehitlikten müminlerin nasipleri olsun diye yapmaktadır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Allah müminleri ortaya çıkarmak, sizden şehitler edinmek için (zamanı kâh lehinize kâh aleyhinize çevirmektedir).” (Âl-i İmrân, 140)

“Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri sınayıp bilmeden, sabredenleri sınayıp bilmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran, 142)

Meselenin özü bundan ibarettir.   



Ali KAYA, Kasım 2011 155.SAYI