๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 20 Ekim 2012, 18:47:58



Konu Başlığı: Kalplerimizin aynası:Sevgilerimiz,öfkelerimiz
Gönderen: Ekvan üzerinde 20 Ekim 2012, 18:47:58
                Kalplerimizin aynası:Sevgilerimiz,öfkelerimiz

Hayatta asıl olan sevgi ve merhamettir. İnsanın hamuruna konulmuş en kıymetli cevherdir sevgi. Ve insana verilmiş en büyük emanet.
   Kainatın harcı sevgi ile yoğrulmuştur. Güneş o sevgi ile bize güler. Yağmur o sevgi ile iner. Meyveler o sevgi ile olgunlaşır. Yuvalar o sevgi ile
kurulur.
  Çilelere o sevgi ile sabredilir. Anne-babalar yavrularını o sevgi ile besler, büyütür. Canlı cansız her şeyin o sevgiden bir nasibi vardır.
   Bu sevginin kaynağı Yüce Allah’tır. Kainatı saran bu sevgi, Allah’ın rahmetidir.
   O rahmetin en billur haliyle tecelli ettiği yerlerden biri de müminin kalbidir. Mümin mevcudata o rahmetle bakar, sevdiğini Allah için sever.
   Kızgınlığına gelince; nefsi için değil, yine Allah için kızar.
   
   Sevmek ve kızmak, insanın gönül halini ve akıl seviyesini ortaya koyan iki özelliktir. Bir insanı tanımak için kimi sevdiğini ve neden nefret ettiğini sormalıdır. İnsanı gönlü temsil eder; gönlün içini davranışları dışa döker.
   Yüce Allah’ın sevdiği şeyleri seven gönül cennet yolundadır; meleklerin ahlâkını taşır. İlâhi nur ve nazar altındadır; bu gönül sahipleri Allah’ın dostlarıdır.
   Haram işleri seven, zulmü beğenen, zalime özenen, hak ve hayırdan nefret eden gönüller ise sevgiyi zayi etmiş, nefsin emrine girmiştir. Bu gönlün sahipleri şeytanın dostlarıdır.
   
   Allah İçin Seveni,  Allah da Sever

   Allah için sevenlerin hediyesi, Allah’ın sevgisi, cenneti ve cemalidir. Her şeyi sadece nefis, şehvet, şöhret, servet için sevenler, sevgi mücevherini ziyan etmişlerdir. Bunun cezası, sevdiklerinden bir fayda görememek, ebedi sevgiden ve Allah’ın cemalini seyretmekten mahrum kalmaktır. Bu ne büyük bir azap!..
   
   İmanın Gerçek Ölçüsü

   Gerçek bir müminin en temel özelliği, Allah için sevmek ve Allah için kızmaktır. Fakat pek çok mümin Allah için sevmenin ve kızmanın ölçüsünü bilmemektedir. Pek çoğumuz nefsin keyfi ile Allah’ın rızasını karıştırmaktadır. Din adına yapıyorum, Allah için kızıyorum diye yapılan işlerin çoğu, Allah’ın rızasına uymamaktadır. İyilik yapayım derken kötü davranılmaktadır.

   Birçok müminin de dini adına hiçbir gayreti ve hassasiyeti yoktur. Öyle ki, biraz işi bozulup kazancı azalınca derin derin düşünürken, ahlâkının bozukluğuna, ibadetlerinin aksamasına hiç aldırış etmemektedir. Malına saldırana karşı aslan kesilirken, imanına saldırana karşı korkak bir kedi gibi kenara çekilmektedir.

   Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, Allah için sevmede ve kızmada, bizlere en güzel örnek olmuştur. O’nu tanımadan bu işte muvaffak olmak mümkün değildir.

   Efendimiz s.a.v., sırf Allah için sevmeyi ve Allah için kızmayı, bir müslümanın imanını gösteren, Allah ile irtibatını ortaya koyan en önemli amel ve en belirleyici sıfat olarak görmüştür. Bunu, namazın, orucun ve cihadın önüne almıştır (Ahmed b. Hanbel, Beyhakî, Heysemî). Bir kimsenin, sevdiğini Allah için sevmeden, kızdığına da Allah için kızmadan imanın tadını tadamayacağını belirtmiştir. Kâmil iman için bunu şart görmüştür. (Ebu Davud, Tirmizî, vd.)

   Efendimiz s.a.v., Allah için sevmenin nasıl olacağını şöyle açıklamıştır:
   “Kendin için sevdiğin ve istediğin bir şeyi, insanlar için de sevmeli ve istemelisin. Kendin için kötü gördüğün ve istemediğin şeyleri insanlar için de kötü görüp istememelisin. İşte Allah için sevgi böyle olur.” (Ahmed b. Hanbel, Heysemî)

   Allah için sevmek, Onun sevdiği şeyleri sevmektir. Allah için kızmak da, Onun sevmediği, gazap ettiği ve lânetlediği fikir ve fiillerden kaçmaktır. Kalbinde bu hale ulaşan insan, geçek imanı elde etmiştir. Çünkü bu hal gerçek muhabbet ve ihlâsın meyvesidir.
   
   Din, Allah İçin Sevmek, O’nun İçin Kızmaktır

   Burada bahsettiğimiz sevmek, bir şeyi akıldan geçirmek, bir anlık düşünmek, aniden göz önüne getirmek türünden bir şey değildir. Bir meyilden öte, muhabbetin ileri derecesidir. Onda kalbin tercihi, yönelmesi, kararı ve tadı vardır. İnsanın asıl ameli budur. Çünkü, zahiri amellerde gösteriş bulunabilir. Bizler, bir insanın ameline bakıp aldanabiliriz. Asıl olan kalpteki saklı durumdur.

   Bu nedenle, kalbin ameli olan sevmek ve kızmak, iman seviyesini gösteren en önemli ölçü sayılmıştır. Bu sevgide biraz kayma bile tehlikeli görülmüştür. Allahu Tealâ, her mümine sevginin hakkını vermesi için Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz’e uymasını emretmiştir. Şu hadis-i şerif bu konuda mühim bir uyarı içermektedir:
   “Şirk, gece karanlığında taş üzerinde yürüyen bir karıncanın ayak izinden daha gizlidir. Şirkin en basiti, bir kimsenin zulüm olan bir işe muhabbet beslemesi ve adalet olan bir şeye kızmasıdır. Dikkat edin, din Allah için sevmek ve Allah için kızmaktan başka bir şey değildir. Bunun için Allah şöyle buyurmuştur: Rasulüm de ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (Hakim, Ebu Nuaym, vd.)

   Sahabeden Abdullah b. Ömer r.a.’ın şu sözü de bu konuda çok dikkat çekicidir:
   “Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uymadan geceyi ibadetle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda harcasam ve bu hal üzere ölsem; fakat gönlümde Allah’a itaat edenlere karşı bir sevgi, O’na isyan edenlere karşı da bir kızgınlık olmasa, bütün bu yaptıklarımdan bir fayda göremem.” (Gazalî, İhya)
   
   Ya Sevgi Ya Edep

   Allah için seven mümin, nefsinin keyfini değil, dinin ölçüsünü esas alır. Din, kimi ve neyi sevmeyi emrediyorsa, mümin de onları sever, sevmelidir. Buradaki sevgiden maksat, o şeyin sevilmesi ve hürmet edilmesi gerektiğini kabul edip, ona karşı gereken edebi korumaktır. Allah için sevmek, Allah vergisidir; onu Allah’tan istemelidir. Muhabbet müdahele istemez, zorlamakla sevgi artmaz. Fakat her halde edep ve hukuk korunmalıdır.

   Mesela, her mümini sevmemiz ve üzerimize düşen hizmetlerini görmemiz emredilmiştir. Biz bazı müminleri sıcak bir sevgi ile sevemesek, kendisiyle muhabbet edemesek bile, ona karşı edepli davranmamız gerekir. Mümin kardeşlerimizi nefsimiz kadar sevemesek de, onları kendimizden kötü görmemeliyiz. Beğenmesek de saygılı olmak zorundayız. Muhabbet olmasa da adalet bulunmalı, edep korunmalıdır.

   Bir insan hanımını ve çocuklarını Allah için sevmelidir. Diyelim ki kalbinde onlara karşı bir sevgi kalmadı. Bu durumda yapılacak iş, onlara karşı davranışlarında adaletli olmak ve haklarına dikkat etmektir. Kalbimde bir sevgi yok diye onlara soğuk tavırlarla zulüm ve haksızlık yapmak, sert davranmak, hatır yıkmak, haklarını ihmal etmek helal değildir. Böyle yaparsa zulüm yapmış olur, vebale girer. Bir hanım için de aynı şey söz konusudur.

   Bir mümin, manevi terbiyesine girdiği mürşidini Allah için çok sevmelidir. Sevilmesi gerektiğini bilmelidir. Fakat kalbinde ona karşı sıcak bir sevgi bulmazsa, bu durumda vesveseye düşmeye gerek yoktur. Hak yolcusu zahirî edebini korur ve ameline sarılırsa, terbiyesi devam eder, feyzi kesilmez.

   Kâmil mürşidler muhabbetin Allah vergisi olduğunu bilirler. Onlar zoraki muhabbet beklemezler. Zahirî edeplere dikkat edilmesini yeterli bulurlar. Edebe dikkat edene feyz ve terbiye vermeye devam ederler. Çünkü doktor hastasından kendisini sevmesini değil, tavsiye ve talimatlarına uymasını ister. Talimata uyan şifa bulur. Ancak insan kusuru kendinde arar, tevazu gösterir, boynunu büker ve Allah’tan yardım isterse, Allahu Tealâ ona dostlarını sevdirir.
   
   Sertlik İçine Gizlenen Sevgi

   Allah’ı sevenlerin kızgınlığı da farklıdır. Nefsanî öfkeye asla benzemez. Onlar nefislerinin keyfi için kızmazlar. Zira kızmanın edebini de Efendimiz s.a.v.’den öğrenmişlerdir. Allah için kızmak bir ibadet çeşididir. Onu da Yüce Allah’ın öğrettiği gibi yapmalıdır. Yoksa ibadet bozulur, kızmak bir ihanete dönüşür.

   Mümin, kötülüğe bulanmış, nefsin esiri olmuş bir kula acımalı, onun günahla kirlenen kalbine üzülmelidir. Aynı zamanda ona bu kötülüğü süslü gösteren şeytana kızmalı ve işlediği kötülükten nefret etmelidir. Bu nefretini de o kötü işleri tamamen terk ederek, onları kalbinden ve hayatından söküp atarak göstermelidir. İnsanın başkasında görünce kızdığı işleri kendisinin yapması ve nefsine hiç kızmaması, münafıklık alametidir.

   Kâmil insanlar, şahıslarına karşı yapılan kötülükleri, haksızlıkları sakince karşılarlar, yapanı mazur görür, bağışlar, intikam derdine düşmez, onun ıslahı için hayır dua ederler. Fakat, dine ait bir hakaret yapıldığı, yüksek değerler incitildiği, başkasına zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman, gayrete gelir, kızar, sertlik gösterir, bir şekilde müdahele ederler. Bu konuda Allah Rasulü s.a.v.’i örnek alırlar. O, kendisini taş yağmuruna tutanlar için: “Allahım bunları affet, onlar bilmiyorlar” diye hayır dua ederken; başkasının malını çalan birisinin cezasının hafifletilmesi için aracı olanlara: “Bu suçu kızım Fatıma da yapsa affetmem, cezasını veririm” diyerek kızmış ve adaleti çiğnetmemiştir.

   Bir mümin, kendisine karşı kusur işleyen kardeşine kızarken, “niçin canımı yaktın, malımı zarara uğrattın” diye nefsi adına değil; neden bu günahla kalp cevherini kirlettin, edebini bozdun, şeytana esir oldun, değerini düşürdün diye iman ve insanlık adına kızmalıdır. Bunda ona karşı gizli bir sevgi vardır.

   Nefs terbiyesi ile meşgul olan kâmil mürşidler, sorumlu oldukları kimselere karşı bazen sert davranırlar. Fakat bu sertlik içinde gizli bir sevgi ve merhamet vardır. Kamil mürşidlerin halleri çok değişiktir. Bazı velilerde ilâhi bir heybet, ciddiyet ve vakar hali hakimdir. Onları görenler, kendilerini sert zannederler. Kendileriyle muhabbet kurmanın zor olduğunu düşünürler. Şeytan vesvese verip, bu edep ve feyz hazinesinden gönlü soğutmak ister.

   Fakat durum hiç de göründüğü gibi değildir. Ariflerin gönlü, sevgi ummanıdır. Kâmil veliler bütün müminleri ve özellikle terbiyesine girenleri Allah için çok severler, onları Yüce Allah’ın bir emaneti görürler. Kendileri için istedikleri bütün hayırları onlar için de isterler. Onlara anne babalarından ve kendi nefislerinden daha yakın, daha şefkatli, daha sıcak, daha hayırlı ve daha faydalıdırlar. Ama terbiye ve maslahat gereği bazen zahirde ciddi dururlar. Bunu bilmeyenler üzülür, kırılır, tavır alır, zarar görür. Şu örneği iyi düşünelim:

   Hz. Ömer r.a. heybet ve ciddiyeti ile tanınırdı. Halife olunca insanlar kendisinden daha fazla çekinmeye başladılar. Bir ara kendisine Abdurrahman b. Avf r.a.’ı gönderdiler. Kendisini sevdiklerini, fakat ondan korktuklarını, biraz yumuşak olmasını istediler. Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer’e durumu açınca, şu cevabı aldı:
   “Ben onların iyiliği için bundan daha iyi bir davranış bulamıyorum. Eğer onlar benim kendilerini ne kadar sevdiğimi, içimdeki şefkat ve merhameti bilselerdi, değil benden çekinmek, üzerime saldırır, omuzumdaki elbiseyi çekip alırlardı.” (Kandehlevî, Hayatu’s-Sahabe)

   İşte Allah için seven insan böyle olur. Onun sertliği de yumuşaklığı da insanlara ilaçtır. Çünkü onun gönlü, Allah sevgisi ile ilacını bulmuştur. Artık Allah’ın kullarına bu ilaçtan başka vereceği bir şeyi yoktur. Doktor, hastanın keyfine göre değil, tedavinin gereğine göre davranır. Sonuçta, hem hasta hem doktor kazanır.
   
   Kızgınlıklarımız ve Ölçüler

   Aşırı kızgınlık sahibini yakar. Haddi aşan herkes hak yer, zulüm yapar. Sevmek de kızmak da ayarını kaybettiği zaman ihanete dönüşür. Mümin kime, niçin, ne kadar kızılacağını bilmelidir. Çünkü Allahu Tealâ çok adaletlidir. Haddini aşıp zalime bile haksızlık edern, kendisi de zalim olur.

   Adamın biri, tarihte zulmü ile meşhur Haccac-ı Zalim’e beddua ediyor, hakkında kötü konuşuyor ve kendisine lanet okuyup duruyordu. Bunu gören bir alim, adamı şöyle uyardı:
   “Arkadaş dikkat et, haddini aşma. Allahu Tealâ öyle adalet sahibidir ki, Haccac’a, halka yaptığı bütün zulümlerin hesabını sorduğu gibi; Haccac’ın hak etmediği hakaretleri yapanlardan da onun hesabını sorar.”

   Allah için kızılacak bir işe nefsimizin intikam duygularını karıştırırsak, buna Allah için kızma denmez. Allah için başlanan bir işe nefsin hesapları karışsa bu, bütün ameli bozar.

   Kötülüğe kızılır, fakat kötülüğe düşmüş mümine acınır. Açıkça kötülük işleyenler uyarılır. Burada bir ölçüyü hatırlamakta fayda var. Yanlışı cezalandırmak devletin ve yetkililerin işidir. Bizim vazifemiz en uygun yollarla uyarmaktır. Sonuç alamıyor ve böyle insanlarla aynı çevreyi paylaşmak zorunda kalıyorsak, yaptıklarına rıza göstermemeli, sözlerimiz ve halimizle kötü işlerine yardımcı olmamalıyız.

   İnsanın kime nasıl düşmanlık edeceğini Üstad Bediüzzaman rh.a. şöyle tarif eder:
   
    Düşmanlık Etmek İstersen...

   “Düşmanlık etmek istersen, kalbindeki düşmanlık duygusuna düşman ol. Onu içinden defetmeye çalış. Sana en fazla zarar veren, senin devamlı kötülüğü emreden nefsin ve kötü arzularındır. Sen onların ıslahına yönel. Bu zararlı nefsin hatırı için müminlere düşmanlık etme. Eğer düşmanlık etmek istersen kâfirler, zındıklar çoktur, onlara düşman ol. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı sevilmeye layık ise, düşmanlık sıfatı da nefret edilmeye layıktır.

   Eğer hasmını mağlup etmek istersen, fenalığa karşı iyilikle karşılık ver. Çünkü eğer kötülüğe kötülükle karşılık verirsen, aradaki düşmanlık artar. Karşı tarafı zahiren mağlup etmiş olsan bile, kalbinde sana kin bağlar, düşmanlığı devam ettirir. Eğer sana kötülük yapan kimseye iyilikle karşılık verirsen, yaptığı kötülüğe pişmanlık duyar, sana dost olur.

   Müminin aslî hali kerim, yani cömert olmaktır. Senin ona yapacağın ikramlar onu sana bağlar. Sana kötülük yapan bir müminin aslını düşün. Bil ki o mümin iman yönünden büyük bir şerefe sahiptir. Fakat şu yaptığı kötü iş yüzünden kınanacak bir hale düşmüştür. Öyle ise:
   ‘İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şeyle (af ve iyilikle) sav. O zaman bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.’  (Fussilet 34.) ayeti ve Kur’an-ı Hakim’in benzeri mübarek düsturlarına kulak ver. Saadet ve selamet ondadır.” (Mektubat)

   Bütün mevzuyu özetleyen son söz Hz. Ömer r.a.’a ait:
   “Ben yeri gelince Allah için kaymaktan daha yumuşak olurum. Yeri gelince de Allah için demirden daha daha sert olurum.”
   ----------------------------------------------------------------------------------------------------------

   Allah İçin mi, Kendisi İçin mi?

   Bir vakit, Hz. Ali r.a. bir müşrikle savaşıyordu. Adamı yakalayıp bastırmış, kılıcını boynuna dayamıştı. Tam bu esnada adam Hz. Ali r.a.’ın yüzüne tükürdü. Hz. Ali r.a. hemen adamı bıraktı, geri çekildi. Müşrik hayretle:
   - Neden beni öldürmedin? deyince, Hz. Ali:
   - Seninle Allah için dövüşüyordum. Fakat bana tükürdün hiddetlendim. İşime nefsim karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için öldürmedim, dedi. Adam:
   - Yüzüne tükürmem, seni kızdırıp beni çabuk öldürmen içindi. Mademki dininiz bu derece safi ve halistir, o din haktır, dedi ve müslüman oldu.
   
    Engellemeye Çalışıyoruz Ama…

   İmam Gazalî k.s. İhya’da şu hadiseyi nakleder:
   Velilerden Abdullah b. Muhammed  k.s., bir akşam mescidden çıkmış evine gidiyordu. Yolda Kureyşli bir genci gördü. Genç sarhoş olmuş, yolda bir kadının üzerine düşmüştü. Kadının elbisesi sıyrılınca etraftan yardım istemiş, insanlar gelip genci dövmeye başlamışlardı. Hazret genci tanıdı. Dedi ki: “Bunu bana bırakın, bu benim yeğenimdir.” Sonra gence dönerek “yanıma gel” diye seslendi. Delikanlı utanarak geldi. Hazret kolunu omuzuna attı ve kendisiyle eve gelmesini söyledi. Eve varınca, çocuklarından birisine: “Bu genci gece bekle, kendine gelip ayıkınca yanıma getir. Beni görmeden gitmesin.” dedi. Oğlu, genç ayıkınca durumu anlattı. Genç utandı ve ağlamaya başladı. Sonra Hazret’in yanına gittiler. Buyurdu ki: “Bu hale düşmekten, kendin ve şerefin için utanmıyor musun? Allah’tan kork, bu işten elini çek!” Genç boyunu büktü: “Söz veriyorum, bir daha hiçbir içki içmeyeceğim, tevbe ettim.” dedi. Hazret genci alnından öptü. Bu genç daha sonra bu alimin talebesi oldu, yanından hiç ayrılmadı, kendisinden hadis ilmi aldı. Bu, onun sevgi ve yumuşaklığının bereketine olmuştu. Bu zat şöyle demiştir:

   “İnsanlar iyiliği emrediyorlar, kötülükten alıkoymaya çalışıyorlar. Fakat bu işi Allah için edebine uygun yapmadıklarından iyilikleri kötülük gibi oluyor, fayda vermiyor. Siz bütün işlerinizde yumuşak davranın; bu sayede istediğinize ulaşırsınız.” (Gazalî, İhya)




Dilaver selvi


Konu Başlığı: Ynt: Kalplerimizin aynası:Sevgilerimiz,öfkelerimiz
Gönderen: Ceren üzerinde 18 Ekim 2015, 19:26:08
Esselamu aleykum.Kalpler sevgiyi buldukça,sevgi ile beslendikçe aydınlanır.Kalpler kötülük ile,öfke ile kararır.Kalbini sevgi ile özellikle Allah aşkı,peygamber sevgisi ile besleyen ve aydınlatan kullardan olalım inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Kalplerimizin aynası:Sevgilerimiz,öfkelerimiz
Gönderen: Damla üzerinde 18 Ekim 2015, 21:40:22
Aleykumusselam.
Bununla ilgili bir kıssa okudum.''Öfke koca bir dağ gibi görünür ama yuttuğunda çok tatlıdır.'' yazıyordu. Kuran kursunda kapanışta okumuşlardı.Ama çok manalı ve güzeldi.


Konu Başlığı: Ynt: Kalplerimizin aynası:Sevgilerimiz,öfkelerimiz
Gönderen: İkraNuR üzerinde 18 Ekim 2015, 21:45:53
bizler karşımızdaki kişiye karşı sevgi ile yaklaşımki karşımızdaki kişide bize sevgiyle yaklaşsın biz ona öfkeli olursak o kişide bize öfkeli olur.
Paylaşım için Allah (c.c.) razı olsun.


Konu Başlığı: Ynt: Kalplerimizin aynası:Sevgilerimiz,öfkelerimiz
Gönderen: Rüveyha üzerinde 18 Ekim 2015, 21:54:01
Ve aleykumusselam.Âmin ecmain İnşaAllah.Çok güzel bir paylaşımdı.Rabbim hakkıyla anlamayı,yaşamayı nasip eylesin İnşaAllah.