Konu Başlığı: Kalbini İhya Eden Ölmez Gönderen: imam hatiplim üzerinde 24 Haziran 2009, 18:21:56 Kalbini İhya Eden Ölmez
Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.S) Büyük mürşid, büyük insan Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (k.s.)'nun İstanbul'a ilk teşriflerinde biz de talebe idik. Bayezid'de Soğanağa mıntıkasında Dr. Ali Kemal Belviranlı'nın hanesinde misafir olmuşlardı. Kendilerini ilk görüyordum. İlk sohbetlerinde bulunuyordum. Sohbetleri kalb ihyası ile ilgiliydi. O günlerde Soğanağa camiinde sabah namazlarında görüşüyor, akşamları da sohbetlerine iştirak ediyorduk. Bir gün gönlümde iki isteğim vardı. Biri, imtihan için dua biri de intisab etmek arzusu idi. O günün akşamı huzurlarına girdim. Benim gönlümden soracağım ve halledilmesini istediğim intisabımla birlikte olan altı meseleme ben daha hiç bir şey söylemeden şu işler şöyle olur, bu böyledir. Bugünlerde imtihanınızda var. ALLAH muvaffak etsin diye dua ettiler ve bizim dersimizi de o gün tarif ettiler. O tarihten itibaren 35 seneye yakın bir zamanda bu sultanla ne münasebetler olmuştur bunlar anlatmakla bitmez. Bu büyük zatın varisi Feyz-i Muhammed-î oluşunu her türlü davranışlarında görmüşüzdür. Karşıdan görenler dahi onun bu halini tesbit etmişlerdir. Mesela: Umûmiyetle yazılarını kurşun kalemle yazarlardı. Kalemi açtıkları zaman o kalem parçalarını katiyyen bizim gibi yere atmazlardı. Bir kağıdın içine güzelce toparlarlar ve onları "yazı mukaddestir, yazıya vasıta olan kalem de hürmete layıktır." diye ayak değmedik bir yere bırakırlardı. Hakeza yazdıkları yazılarda herhangi bir silinti yapmak icab ederse o silintilerin içinde dahi belki dîni mefhumlar, mukaddes mefhumlar, kelimeler diye bu yazı silintilerini de bizlerin yaptığı gibi üfleyerek sağa sola dağıtmak yerine bir kağıdın içine toplarlar onu da yine münasib bir yere koyarlardı. İşte bu İslâmî edebin, Rasûlullah 'a uyum halinin en güzel örneklerindendir. * Bir defacık olsun bağdaş kurduğunu görmedik. Tek başına kaldığı zaman da, binlerce insanın karşısında sohbet ederken de hep iki dizi üzerinde otururdu. Neden? Çünkü onlar her alıp verdikleri nefeste ALLAH-ü Zülcelâl'in huzurunda bulunuşunun idraki içinde olduklarından, halleri şahıslara ve insanlara göre değişmiyordu. Ama biz insanlara göre tavırlarımızı değiştiriyoruz. Oturmamız, davranışımız tek başına kaldığımız zaman başka, insanların karşısında başka. Ama bu sultanda gördüğümüz Sünneti Seniyye, adâbı İslamiyye sebebiyle yüz bin kişinin karşısında hali neyse, tek başına bir odada, münzevî bir halde de davranışı, tavrı, hali hiçbir zaman değişmiyordu. Daima abdestli olduklarını müşahede ederdik. Konya'da evimize bir sohbet dönüşü gelmişlerdi. Yatsı namazı kılacaktık. Namaz için abdest aldılar. Sonra istirahata çekilirken tekrar abdest aldılar. Çünkü "abdest üzerine" abdest nur üzerine nurdur? buyurulmuş hadisde. Bu sultanın yaşantısında sünnet-i seniyyenin tam tatbik edilişini ve hakikaten Rasûlullah (s.a.) efendimizin bu asırda yaşayan canlı bir misali olduğunu bu şekilde görüyorduk. Hakeza yemek yerlerken her lokmayı ağızlarına götürürler. Besmele-i Şerifi ve her lokmanın yutumunu müteakip elhamdülillah dediklerini yanında oturanlar aşikâr görürlerdi. Kalb eğitimi ile ilgili olarak; "İnsanın bir sureti, bir de sîreti vardır. İnsan sîretiyle, kalbiyle insandır, kalıbıyla değil. Kalıp olarak ahseni takvim olarak halk edilmiştir. Ama bu ahsen-i takvim oluşu, kalbinin ihyasına bağlıdır. Kalbinin Mevla'ya ve oradaki iman neşesinin tam mânâsıyla yerleşmesine bağlıdır." buyururlardı. Kalbin tedavisi için beş şey vardır: 1- Kur'an'ı mânâsını düşünerek okumak. 2- Açlığa riâyet etmek. 3- ALLAH'ı çok zikretmek. 4- Seher vaktinde ALLAH'a tazarru' ve niyazda bulunmak, Gece ibâdet etmek. 5- Salihlerle oturmak. * İlk haccımızda Ârif Hikmet kütüphanesinde kalıyorlardı. Öğlenin sıcağında orada sohbet buyururlardı. Sohbetleri o zaman çok daha dinç, enerjik, heyecanlı oluyordu. Bir sohbetinde iki dizi üzerine gelerek ayağa dikilip: "İnsan ölmez, insan ölmez, insan ölmez. Ölen hayvandır. Ehli Zikir ölmez. Kalbini ihya eden ölmez." buyurmuşlardı. O sohbet bugünkü gibi hala kulağımda çınlar. * Babamızdan, annemizden göremediğimiz şefkati gördük bu sultandan. Ama bu şefkat iki şeye bağlı. Malum ya bu yolun iki esası var. Biri teslimiyet, biri de muhabbettir. Mürid teslimiyette ne kadar ileri giderse o teslimiyeti nisbetinde muhabbeti olur. Muhabbette ne kadar zirveye ulaşırsa o nisbette teslimiyet olur. Bu teslimiyet ve muhabbeti nisbetinde de o ALLAH dostlarının evlatlarına karşı büyük bir şefkat ve merhamet, büyük bir kucaklayışı aşikar olarak hissedilir. Bunu anlatmak mümkün değil, yaşamak lâzım. M.Hulusi Baybal - Altinoluk dergisi |