๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2009, 07:39:50



Konu Başlığı: İçimizdeki Düşmanla Başa Çıkmak
Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2009, 07:39:50
İçimizdeki Düşmanla Başa Çıkmak

İnsan kâinatın en mükerrem varlığıdır. Allah tarafından çok ihtimamla yaratıldığımız, diğer canlılardan üstün kılındığımız ve buna karşılık olarak da sorumlu tutulduğumuz inkâr edilemez bir gerçektir. Sorumluluk da hesap vermeyi gerektirir.


İnsanın asıl vazifesi, şuurlu bir hayat sürmek, ülfet/alışkanlık ve gaflet tuzağına düşmeden şükür ve tefekkür çizgisinde Allah'ın güzel isim ve sıfatlarına ayinedârlık yapmaktır.


İnsanın kendi mahiyetini keşfetmesi, iç gözlem ve sorgulamalar yaparak üstün ve eksik taraflarının farkına varması, bunları şuurlu bir şekilde kontrol etmesi gerekir. İnsanda bulunan nefsin, en alt mertebesi olan nefis-i emmare (1) daima kötülükleri ister ve sahibini şeytanın âdî bir hizmetçisi durumuna düşürür. Bu nedenle nefsin, en azından, akıl ve vicdanın sözünü dinleyerek iyiliklere meyilli olacak seviyede İslam terbiyesinden geçirilmesi gerekir.


Günahların, kötülüklerin ve belaların sağanak halinde üzerine hücum ettiği bu ahir zamanda, insanın nefsiyle olan büyük cihadında muvaffak olabilmesinin ve bütün bunlara karşı dayanmasının güç olduğu nasıl bir gerçekse, son derece zor şartlarda yapılan iyilik ve ibadetlerin mükâfatının da o derece yüksek olduğu bir gerçektir. Böyle şartlarda Peygamberimizin (asm) bir sünnetine uymak yüz şehit mükâfatı getirmektedir.(2)

Yapılan bir iyiliğe karşılık; kişinin ihlâsına, samimiyetine, yapıldığı zamana ve mekâna göre bereketi binleri bulan sevaplar verilmektedir. Akıllı bir insanın, günahlardan kaçınılması için verilen bu büyük teşvikleri göz ardı etmesi mümkün değildir.


İnsan, sınırsız kabiliyet ve duygulara sahiptir. Bu kabiliyetler ve duygular, bir eğitime tâbi tutulmazsa gelişmesi, bedeviyet derecesinden medeniyet derecesine yükselemesi mümkün olmaz. Sürekli kötülüğü emreden nefis ve ene/benlik de eğitilmesi gereken duygulardan sadece ikisidir. Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye’de bu iki duygunu nasıl terbiye edileceği en ince ayrıntılarına kadar belirtilmektedir.


Günlük hayatta her şeyin en iyisini, en güzelini ve en adaletlisini aramak ve bulmak için çaba göstermek insaniyetin bir gereğidir. Bu gerekliliği hissetmeyen bir insan, başkalarını düşünmeden hep kendisi için yaşayacak, yaptığı yanlışlar ve işlediği günahlar, sıradan davranışlar haline gelecek, bu sefer de inandığı gibi yaşamadığı için, zamanla yaşadıklarına inanmaya başlayacaktır. (3)


Yaşadığına inanma hastalığına engel olmak için, olayı tersine çevirmek ve insanın takva sahibi olması gerekir. Takva da günahlardan kaçınmakla elde edilir. Günlük hayatımızda ehemmiyet vermediğimiz birçok günah, kalbimize siyah noktacıklar bırakmakta ve iyice karartarak bizi iflah olmaz bir vaziyete düşürebilmektedir.


Yapılan her bir iyilikte manevî lezzet olduğu gibi, her bir günahta da manevî bir elem ve vicdan azabı vardır. İyilik yapmak zordur ve gayret ister. Kötülük de zahmetsiz ve kolaydır. Kötülüğün zor tarafı, elem ve azap kısmıdır. Bu azaptan kurtulmak isteyen insanlar, akıl ve düşüncelerini lüzumsuz şeylerle meşgul ederek uyutmanın yollarını aramaktadırlar. Bu da, azap üzerine azap eklemekten ve dünyada dahi cehennem azabı çekmekten başka bir işe yaramamaktadır. (4)


Nefis, şeytanın insana hâkim olabileceği bir merkezdir. Şeytan, nefsin isteklerini kullanarak insanın kalbine fısıldar ve ona fesatlık tohumları eker. İyilik ve kötülüğü, doğru ve yanlışı, faydalı ve zararlıyı ayırt edebilen akıl ise; nefse de, kalbe de hizmet edebilmektedir. İnsanda üç temel his olan öfke, şehvet ve akıl; nefsin elinden alınıp kalp ve vicdanın kontrolünde verilirse, insanın kötülüğe meyli azalır ve öfke, yiğitliğe; şehvet, iffete; akıl da hikmete yönelir. (5) Kâmil insan aklı, nefsin emrinden çıkarıp kalbin emrine veren insandır. Nefis terbiyesini de; az konuşma, az yeme, az uyuma, çok zikir, çok fikir ve çok şükürle formüle etmek mümkündür. (6)


Şeytanın kendi tarafında olanlarla yani, günah işlemeyi sıradan bir iş haline getirenlerle ve gaflet içinde olanlarla uğraşmadığının idraki içinde olunması gerekir. İnsanların makamı, hayvanların ve meleklerin makamları gibi sabit değildir. Bu nedenle insan, nefis ve şeytanla olan mücadelesinde muvaffak olması halinde en yüksek mertebelere erişebilecektir.


İnsan kendisini yaratıp şefkatle besleyen ve koruyan Rabbine iman ettikten sonra, O’nu daha iyi tanıma yolunu tutarak isim ve sıfatlarının tecellileri olan şu kâinat kitabını okumalı ve Marifetullah (7) mertebesine yükselmelidir. İç gözlem yaparak kendini bilmeli ve iyi tanımalıdır. Çünkü kendini bilen Rabbini bilir. Muhabbetullah mertebesiyle devam eden manevî yükselme, insanı Rabbine sonsuz bir sevgi beslemekten ve sadece O’nun isteklerini yerine getirmekten başka bir şey yapamaz hâle getirecek ve lezzet-i ruhaniyeye eriştirecektir.


Sefih medeniyetin kalınlaştırdığı ve bir nevi uyku hali olan gaflet perdesini tefekkür ile yırtmak, bol bol Kur’an ve Kur’an tefsiri okuyarak sorumluluklarımızı öğrenmek, ilmihal ve hadis kitaplarından Peygamber Efendimizin (asm) uygulamalarını öğrenmek, yapılması ve yapılmaması gereken davranışları ayırt etmek, dünyaya vazifeli olarak gelindiğinin bilincinde olmak, bütün hal ve davranışların kaydedildiğini ve ileride bundan dolayı hesap sorulacağını bilinmek, mümin kişiyi kirli ve sıradan bir hayat sürmekten kurtaracaktır.


Bu gayretlerin neticesinde nefis, büyük bir direnç göstereceği ve şeytan da desiseleri (8) ile insanı baştan çıkartmaya çalışacağı için bütün bunlara karşı; oruç ve sair ibadetlere yönelerek sabırla dayanmak gerekecektir. İbadet maksadıyla ve sevabını Allah’tan umarak meşru dairedeki sıradan her bir davranış bile çok hükmünde olacağından ve ayrıca bu davranışlar manevî birer lezzet de bırakacağından, bu lezzetler de birer teşvik ikramiyesi hükmünde olacaktır.


Allah’ın rızası dairesinde bir ömür geçirmek kuvvetli bir iman ve Muhabbetullahla mümkündür. Kişi ancak inandığı ve sevdiği kimsenin isteklerini yerine getirme gayretinde olur.


Bediüzzaman’ın başucuna astığı ve her sabah-akşam dersini aldığı levhadaki sözlerle konuyu bitirmek yerinde olacaktır:


“Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.


Yârân istersen Kur’ân yeter. Evet, ondaki enbiya ve melâike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder.


Mal istersen kanaat yeter. Evet, kanaat eden iktisat eder; iktisat eden bereket bulur.


Düşman istersen nefis yeter. Evet, kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer; kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider.


Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-ı dünyadan (dünya sevgisinden) kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır.” (9)

Dipnotlar:


1-"Kur'an'da nefsin yedi mertebesinden bahsedilir. Nefs-i emmare, levvame, mülhime cismanî merkezli hayata hâkim olan nefis çeşitleri iken; nefs-i mutmainne, zekiyye, raziyye, safiyye ise, ruhî hayata hâkim nefis çeşitleridir. Bazı İslâm âlimleri nefsi, üçlü motif üzerinde de gruplamışlardır. Bu perspektiften insandaki nefis, nefs-i emmare (arka beynin ve limbik sistemin kumandasında olan nefis); nefs-i levvame (önbeynin devreye girdiği ve arka beyni ve limbik sistemi kontrol edebildiği ve şuurî farkındalığın oluştuğu nefis) ve nefs-i mutmainne (gelişimini tamamlamış, kendini kontrol edebilen ve hakka teslim olmuş nefis) şeklinde üçe ayrılır." (Dr. Selim AYDIN- Benlik-Nefis-Ruh Münasebeti ve Kamil İnsan Üzerine Bazı Düşünceler- Sızıntı-Ekim 2002 Yıl :24 Sayı :285)

2- El-Bağavi, Hüseyin b. Muhammed eş-Şafi, Mesabihu’s-Sunne, I-II, Beyrut, ty. I, 40, no: 130; el-Munavi, Abdurra‘uf, Feyzu’l-Kadir, I-VI, Beyrut, ty. VI, 261. (no: 9171-9172

3-Hazret-i Ömer; “Dininizi doğru öğrenip, buna uygun yaşayın. Yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz.” buyurmaktadır.


Âriflerden biri, çamurlu kaygan bir yolda, eteklerini toplayarak, dikkatli adımlarla yürüyordu. Fakat bütün çabasına rağmen düştü. Her tarafı çamur olduğu için, artık serbestçe yürümeye başladı. Bir taraftan ağlıyor ve: "İşte, günaha düşmeden önce günahlardan sakınan adamın hali budur. Bir defa, iki defa... Günaha düştükten sonra, artık aldırış etmeden onun ortasında yürümeye başlar!" diyordu.

4- Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, s; 15, Y.A.N. İstanbul


5-Allah’ım bizleri ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olan ve lezzeti şükür için isteyen kullarından eyle! Yemek Duası. (Nursi, Lem’alar, s: 145, Y.A.N.)


6- Yediğin zaman az ye. Yedikten sonra 4-5 saat daha yeme. Çünki şifa hazımdadır. (İbn-i Sina) Allah Resûlü, asırlar öncesinden; "Ümmetim hakkında en çok korktuğum şeyler: Göbek bağlamak, çok uyku, tembellik ve yakîn (iman) azlığıdır." (Feyzü’l-Kadir, 1/278) buyuruyor.


7- 1. Tevhid: İmânda ilk derece, insanın sâdece dili ile tevhîd kelimesini söyleyip, ma’nâsını bilmemesi, hakîkatinden gâfil olmasıdır. 2. Tasdîk: İnsan dili ile bu kelimeyi her söylediğinde, kalbinden de ma’nâsını tasdîk etmesidir. 3. Marifetullah: Allah'ı tanıma, anlama ve bilmektir. 4. Muhabbetullah: Cenâb-ı Hakk’a karşı duyulan sevgidir. 5. Lezzet-i ruhaniye: Cismanî olmayan Rûhani olan lezzet ve zevktir.


“Katiyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-ı beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.” (Nursi, Mektubat, s: 218, Y.A.N.)


8-1.Hubb-ı cah (makam mevki sevgisi), 2. korku, 3. tamah, 4. aldatmak ve asabiyet-i milliyeleri tahrik etmek, 5. enaniyet, 6. tembellik ve tenperverlik ve vazifedarlık damarı. (Nursi, Mektubat, 401-414, Y.A.N. İstanbul)


9- Nursi,  Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 273, Y.A.N. İstanbul