> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Diğer Yazılar > Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde  (Okunma Sayısı 831 defa)
27 Temmuz 2011, 17:10:27
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 27 Temmuz 2011, 17:10:27 »



Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde


Ekim 2009 - 130.sayı


Hasan AKÇAY kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Şehirler çelikten, betondan elini ruhumuza bastırdıkça bunalıyoruz derinden. Farkına varmadan yaralanıyor, yaralıyoruz. Güneşi özleyen yüzümüzü gökyüzüne çevirdiğimizde beton bloklar kesiyor yönümüzü.

Pencere önlerinde, demir parmaklıklar arkasına hapsedilmiş mahzun yüzlü küpe çiçekleri içimize bir ışık düşürmeye yetmiyor. Sardunyaların, karanfillerin balkonlara kurulan tahtlarını rüzgâr savurmuş çoktan. Üzerine egzoz ve toz sinmiş bütün yeşilliklerin de her halinden şehirli oldukları belli oluyor. Bir kesret ırmağı içinde soluğumuzu tutarak yuvarlanıyoruz. Tut ki derin bir soluk alacağımız, ciğerlerimize temiz bir havayı dolduracağımız mekânlar bulana kadar nefessiz yaşıyoruz. Onun için benzimiz sarı, onun için bakışlarımız mermi, onun için yüzümüz yerde. Gün vurmamış yüzler ışıksız, selamsız geçilmiş kalabalıklar öylesine ıssız.

Çocukluğunuz yayla yollarında geçmişse

İlk adımlar atılmaya başlandığında, elinden tutulup yayla yollarına düşülmüş bir çocukluğunuz varsa, şehirler sizin için daha bir çekilmez olacak. Gökyüzünün maviliğinde, hareketsiz kanatlarını rüzgârın akışına bırakmış bir kartalı, ipi elinizdeki bir uçurtma gibi algılayarak ardından koştuğunuz günleri birer hatıra olarak anacaksınız. Oyuncakçı dükkânlarında bir türlü gönlü olmayan çocukları gördükçe çamurdan, ağaçtan, demir tellerden yaptığınız oyuncakları düşünüp, o uzak yılların dönülmez yollarında yeniden kaybolacaksınız. Annelerin, bir bakır bakraç içinde biriktirdiği kaymakları gizlice alarak, karlı dağlara doğru koşup kendi dondurmanızı kendiniz yaptığınız yaz günlerini özleyeceksiniz. Akşamın alaca karanlığı dağlardan aşağı bir tül gibi serilirken, o ıssızlığın içinde, ruhunuzun derinlerine çekildiğiniz uzlet vakitlerinin serinliğini, her geçen gün duvarda isi büyüyen kandilin titreyen ışığına takılan gözlerinizdeki derin masumluğu, duruluğu hiçbir aynada bir daha göremeyeceksiniz. Çiçekleri soluncaya kadar süs diyerek saklanan; kuruduğunda tandırlarda ekmek, yemek için yakılan gevenlerin kokusunu, hangi şehre varsanız, hangi yaşta olsanız da annenizin elinize tutuşturduğu sıcak lavaş kokusuyla birlikte hissedeceksiniz.

Göklerin direği dağlar

Gönlün derinlerinde bir sevda gibi durması sebepsiz değildir dağların. Yükseğine çıkıldıkça genişleyen ufuklar, ruha da sonsuzluğa bakan pencereler açar. Öyle bir an gelir ki, yürek bir kuşun kanadına takılır, gökyüzünden ötelere doğru süzülür gider. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi, kendini sorgulaması kaçınılmazdır artık. Zirveye doğru atılan her bir adımda iç alem de yücelir, genişler. Bu yücelişte bakışlar, düşünceler değişir. Şeyh Galib’in: “Bir şu’lesi var ki şem’i cânın / Fânusuna sığmaz âsumânın”* söyleyişi işte tam o anda anlaşılır, yaşanır. Göz alabildiğinin daha uzağına doğru sıralanan dağların daha ötesine, ufukları aşarak öteler ötesine varmak duygusu bir alev gibi sarar bütün benliği. Kıyamete kadar kıyamını bozmayacak, derin bir huşu içinde göklere direk olmayı sürdürecek olan dağların tepesinde kimi zaman büyükannelerin başındaki ak yazma gibi duran bulutların içinden sıyrılan zirvelerin, başını göklere çevirmiş bir derviş edasıyla sonsuzluğun sesini dinleyişi sessizliğin içinde bir ressamın fırçasıyla nakşedilir gönül tuvaline.

Hayata dağdan bakınca

Gece ve gündüz hep yalnızdır dağlar. Onun için uzleti en iyi bilendir onlar. Dağla hemhal olunca bu duygu yürekte daha bir derinden hissedilir. Çobanların kepenekleri içinde bilge duruşları bundandır belki de. Dağ dağa kavuşmaz ise de insanlar dağa kavuşur. Her ne kadar dağların söylediklerini tam anlamıyla anlamasa da insan, çok şeylerin değiştiğini hisseder duygularında. Hangi gönül ağırlığını bırakmadı dağ başlarında? Pişmanlıkların, siyah ve karmaşık bir yumak olduğu yaşanmışlıklar, çözülüp yamaçlardan aşağı kayalara çarpa çarpa gider, kaybolur. Yüreğimizi yakan keşkeler bir toz gibi uçup uzaklara savrulur tertemiz yayla rüzgârının nefesinde. Bir arınmışlık, yunmuşluk duygusu kaplar gönül göğünün maviliklerini. Büyüklerin durduğu ve insana baktığı yer anlaşılır biraz sonra yine “aşağı” inecek olanlar tarafından.

Demek onlar böyle bir gönül yüceliğinden bakmışlar, insana, insanlığa. Onun için arada sınır görmemişler, fark gözetmemişler. Yücelerden bakınca sınır görünmez ne şehirler ne de ülkeler arasında. O bakışta biri diğerinden farklı değildir insanların. Gönül yücelerde olunca bütün varlıklar aynıdır onun nazarında. O nazarladır ki, zahirde çirkin gibi görünenler bir anda güzelliklere boyanır, değişir.

Sorular

Ayaklar toprak üzerindeyken bulutları yukardan seyretmek nasıl bir duygu? Vadi içlerine, atılmış pamuk gibi serilmiş bu güzelliği hangi ressam çizebilir ki tuvaline? Çizse bile, rüzgârın serinliğini, çiçeklerin kokusunu, bir taşa bile dokunuştaki huzuru nasıl hissettirebilir ki? Beyaz sisler içinde siyah kalem gibi göğe bakan çam ağaçları ne yazarlar rüzgârın uçup giden kâğıtlarına, ne söylerler gecelerin gök tavanında birer avize olan yıldızlarına? Ay sarısı gecelerin derinliğinde hangi sonsuzluk masalını dinlerler ki topraktan, her daim yeni bir silkinişle daha yukarıya doğru atılır uçlarındaki tomurcuklar? Ne fısıldarlar kuru bir yaprağı taşıyan karıncanın yürüyüşündeki sesi duyduklarında, eğilip o karıncanın kulağına? Her bir ağacın “hû hû” larıyla inleyen bir yaprağın sesinde, o sular da ürperir mi acaba? Yumuşacık köklerinin bir kılıç gibi yalçın kayaları ikiye bölerek, derinlere doğru inişlerini nasıl anlamlandırırlar acaba?

Bunca yükseklikte suyu nasıl tutmuş ki dağlar bağrında, gözelerle, ince kıvrım kıvrım yollarla akıp gitmede aşağıdaki sarı, mor, beyaz çiçeklere, yeşil çimenlere. O vakur duruşuyla dağlar, alnından terler sızan bir adam gibi güneş ışığında daha bir parlayan sularıyla, sonra vadilerde birleşip kesrete sırtını dönerek vahdete koşar gibi uzak denizlere doğru çağlayıp gidiyorlar. Bu nasıl bir koşudur ki yıllardır ne o akan sular tükeniyor, ne de onları üzerinde taşıyan toprak yoruluyor? Ve suların başını taştan taşa vurarak, o sonsuzluk denizine doğru büyük bir aşkla çağlayarak akışı her şeyi bir yana bırakıp, gönlü köpükler arasına katıp sürüklüyor.

Dağa veda ederken

Orman derin, sular serin… Hissedilen bir tek şey, huzur. O kadar yakın ki saadet, ellerinde ellerin. Şehirlerde hiçbir zaman yaşanmayacak, duyulmayacak olan en yakınında duruyor, dokunuluyor gibi elleri var bütün güzelliklerin. İşte Yunus’un: “Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut/ Saçın çözüp benim için yaşın yaşın ağlar mısın” diye seslendiği bulutların gözyaşları. Yağmur değil, gözyaşı… Patika yoldaki toprak kuru fakat; çimenlerin ucuna tutunmuş, birer boncuk iriliğinde duran damlacıklar, bulutların gözyaşından başka bir şey değil. Damlacıkların her biri bir çayırın ucuna tutunmuş, çayırların boynunu biraz daha toprağa eğdirmiş öylesine, Yunus’un gelip onlarla halleşeceği günü bekliyor gibi.

Yazdan sonra ne fırtınalar esecek kim bilir bu dağlarda. Biz onları yaşamadan ineceğiz zirvelerinden, kopacağız eteklerinden dağların. Bembeyaz bir örtüyle kaplanacak her yer. Bir sonraki baharda yeniden dirilmek üzere toprağa çekilecek tohumlar. Aynı çiçeklermiş gibi gülümseyecekler yeniden güneşe, gökyüzüne, gözlerine değen gözlere. Fakat, geçen yazki çiçekler olmayacak o dağların yamacına kök salıp, rüzgâra karşı sevda ile salınanlar. Belki de bunun içindir ki, her yayla dönüşünde, son kez dağlara dönüp baktığında hasretlerle buğulanan gözler, dağları örten duman içinde bir beyaz çiçeğin ardından bakarak ağladığını hisseder. Ve insan hüznü bu kadar derin hissetmez, bir insana değil de, ederken dağa veda.

Not: * “Öyle bir şulesi var ki gönül mumunun, gökyüzü fanus olsa, ona sığmaz.”

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde
« Posted on: 24 Nisan 2024, 14:54:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde rüya tabiri,Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde mekke canlı, Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde kabe canlı yayın, Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde Üç boyutlu kuran oku Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde kuran ı kerim, Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde peygamber kıssaları,Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisinde ilitam ders soruları, Dağlar Beyaz Çiçek Yayla Sisindeönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes