๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Tasavvuf) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 23 Temmuz 2010, 14:45:59



Konu Başlığı: El ibriz 3
Gönderen: Sümeyye üzerinde 23 Temmuz 2010, 14:45:59
El-İbriz 3

37. Seyyid Mansur Hazretleri kutup olduğu için onun levh-i mahfuzdaki akibetini gördü yalanı. (S.354-55)

İşte onun için fark perdededir. Velilerde perde yok-tur. Allah'ın emri ile alıyor, belki ona faydası vardır. Hırsız ise perdelidir. Sırf kendi menfaati için alır. Seyyidi Mansur Mevlâna îkiz Hz.lerinin yanına girdi. Seyyid Beyazıd Bekâri'yi ziyafet ediyordu. Onun malını alıp çıktı. Seyyid Mansur Hz.leri kutup olduğu için onun Levhi Mahfuzdaki akıbetini gördü, Hak Teâlâdan emri telakki etti. Onun üzerine malını alması helaldir. Nasıl mümkün olursa alır. Hırsız ise mahcubdur. Rabbından gafildir. Onun için onun alışı suçtur. Seyyid Abdurrahman Terzuk Hz.lerinin talebeleri bir gün bir öküz bulup getirmişler. O da "kesin öküzü" dedi ve yedi. Yanında Seyyid Yusuf Fâsi Hz.leri vardı. O yemedi. Biraz sonra öküzün sahibi olan kimse geldi ki, o da Abdurrahman Merzuk Hz.leri-nin müridlerindendi; "Efendim, onu zaten size sadaka olarak ayırmıştım" dedi. Seyyid Beyazıd Hz.leri de Seyyid Mansur Hz.leri ona "Etinden kes, ver" dese, keser verirdi. Hiç çekinmezdi.



38. a) Resulullah Efendimizle uyanıkken alameti nedir bilelim yalanı. (S.359-61)

b) Müşahede makamına yükselince önce dünya ve onda olanları, sonra denizlerde olanları, 7. kat arza kadar görür; ruhlerı ahirette olan işleri görür yalanı. (S.361-364)

c) Allah fetih nasip eder, keşfini açarsa her cihetten ona yardım eder, onun etini de kemiğini de yakar yalanı. (S. 364-659)

O zahir hocası A. Debbağ Hz.lerinden yine sordu ki:

-Öyle Şeyhler görüyoruz ki, Resulullah Efendimiz'i yakazada uyanıkken görüyorum. Sorduklarımıza cevap veriyor diyorlar. Halbuki ârif-i billâhlar demişler ki: Böyle bir idiya yapanın iddiası kabul olunmaz. Ancak beyyine getirmesi lâzımdır. Onun da isbatı 3000 makamı geçmiş olmaktır. Efendim, Allah seyyidliğinizi idame ettirsin, bunları bize hiç değilse remizle olsun beyan edin de, Resulullah Efendimizle uyanıkken konuşanların alâmeti nedir, bilelim.

A. Debbağ Hz.leri cevap verdi:

-Herkesin vücudunda 366 damar, sinir vardır. Herbir sinir Cenab-ı Hak ne için yaratmışsa o hassayı hâmildir. Basirt sahibi arif ise bu 366 siniri ziyalı, ışık ve-ren bir nur olarak görür. Yalanın da, hasedin de, riyanın da, ücûb, kibir v.s. nin de her birinin birer damarı ve ışığı vardır. Arif olan bir kimse insanlara baktığı vakit her bi-rini, üzerinde 366 fener asılmış, ışıklandırılmış bir âlem gibi görür. Her bir lâmbanın kendine has rengi vardır.

Sonra bu hassaların her birinin de kısımları vardır. Sonra bu hassaların her birinin de kışından vardır. Meselâ, mal şehvetinin aynbir kısmı vardır. Mansıb, mevki şehvetinin de ayrı birer kısımları vardır. Bir kimsenin bütün bu damarlardan, kısımlarıyla birlikte ilgisi kesilmedikçe keşfi açılmaz. Allah bir kuluna hayır murad ettikçe, onu keşfe ehil görürse, o kulunu yavaş yavaş bunlardan keser. Meselâ, yalan söylemek hassasını kesince, o zaman doğruluk makamına erer. Ondan sonra daha ilerliyerek tasdik makamına gelir. Mal şehveti hassasını kestiği vakitte zühd, zahidlik makamına girer. Günah şehvetini kesince tövbe makamında yer tutar, işte böylece Cenab-ı Hak bu kötü hassalardan kurtarıp, ona fetih nasib edip, zatine sırrı da koyunca, o zaman âlemleri müşahede makamlarında yükselir. İlk göreceği şey toprağa mensub olan ecramdır. Ondan sonra ulvi, yüce cürümleri görür. Sonra mura-ni cürümleri görür. Sonra nurani cürümleri görür. Sonra Cenab-ı Hakk'ın ef’ali mahlûkata nasıl nüfuz ediyor, onları görür. Toprağa ait müşahede de derece derece olur. Evvela arz ve onda olanları, sonra ikinci arzı, sonra 3. cü kat arzı, sonra ilâ 7. ci kat arza kadar görür. Ondan sonra birinci kat gök ile kendi arasındaki boşluğu, semayı görür. Sonra 1. ci kat semayı, sonra hakeza yerdeki tertip üzere böylece göklerde yükselir. Ondan sonra berzahı görür ve oradaki ruhları görür. Sonra melekleri, hafaza meleklerini ve âhirette olan işleri görür. Kulun bu gördüğü müşahedelerde rabubbiyet haklarından bir hakkı müşahede vardır. Ubudiyet edeplerinden edep de vardır. Bu müşahedelerde türlü manialar ona arız olur. Allahü Teâlâ'nın bu zayıf kullara rahmeti olmasa en ahmaklar derecesine rücû eder, şaşırır. Bu müşahede makamlarını, onların korkulu yerlerini geçmek, nefislerin hassaları makamlarını geçmekten daha zordur. Çünkü böyle havas, nefsin hassaları makamatının geçilmesi batınidir. Onun için ancak fetihten sonra bilir. Daha önce göremez. Halbuki bu müşahede makamları zahirdir, gözü ile görür. Eğer görüşü safi, basiret nuru tamam olmuş ise, sonunda şekavet olmayan bir rahmetle Allah ona rahmet etmişse, o zaman Cenab-ı Hak ona Seyyidil evvelin vel ahirin olan Resulullah (s.a.s.) Efendimizin rü'yetini nasib eder. Resulullah Efendimizi açıkça görür, uyanıkken müşahede eder. Resulullah Efendimizi gördükte Allah'tan ona öyle imdat, ruhani feyiz gelir ki, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal edemiyeceği nimetlere, saadetlere erer. Resulullah Efendimizi görmek saadetine erdiği vakitte sevinç ve afiyet makamına erer, ona müjdeler olsun. İşte bütün bunlar o nefis hassalan ve bütün müşahede makamlarının hepsini geçtikten sonra olur. Resulullah Efendimizin şemaili mutahharesi ümmeti mütahharesine gizli değildir. Nitekim ulema yazmışlardır. Her kim uyanıkken Re

364 ncü sayfa MEVCUT DEĞİL !!!!









defalar yıkar, suvarır. Resulullah Efendimizden gelen bu nurların bir şubesi de rahmet şubesidir ki, o zulmeti yakar. Böyle olunca o kimse Resulullah Efendimizin zatı şerifini görmek imkânını elde eder. Kulun vücudunda kara noktalar kaldıkça zatı kara olur. O zaman Resulullah Efendimizin zatı şerifini görmeğe takat getiremez, göremez. Bununla, yâni o zatı şerifeden suvarılmak, o kimse zatı şerife gibi kemal bulur, demek istemiyoruz. Aslî hilkatinde kabiliyeti ne kadar ise o kadar alır. Resulullah Efendimizin o nurlu şubelerinden sulanmakla Resulullah Efendimizdeki nurlar boşalır da o kimseye geçer demek değildir. İşte bu müşahede mertebesine erene kadar sayı-lamayacak makamları geçer. Öyleyse 2000 veya daha fazla mertebeyi geçerse Resullah Efendimizi görür, diyen kimse kendi halinden haber vermiştir. Kendinde daha ha-lan kalmıştır. Çünkü daha bir şube kalmış da müşahede hasıl olmuşsa kemal mertebesini bulmamıştır. Vallahü âlem









39. Şeyh öldükten sonra müridine yardım eder iddiası . (S.366)

A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

-Şeyhi kâmilin himmeti onun Allahü Teâlâ'ya iman nurudur. O iman nuru ile müridini terbiye eder, müridini bir halden diğer hale terakki ettirir. Eğer mürid Şeyhini iman nurundan dolayı seviyorsa o zaman Şeyh ister hazır olsun, ister olmasın, hattâ ölmüş olsun, hatta ölümünden seneler geçmiş olsun, yine o himmet eder, fayda verir. Onun için bütün asırların bütün velîleri Resulullah Efendimizin iman nurundan medet alır, fayda görür. Resulullah Efendimiz bütün velileri terakki ettirir. Çünkü o velilerin Resulullah Efendimize olan sevgileri saf, halis iman nurundandır. Şayet müridin şeyhini sevmesi vücudundan olur da, iman nurundan olmazsa o zaman huzurda olduğu vakit istifade eder, olmayınca da imdat kesilir. O zaman kusur müriddedir. Vallahü âlem.







40. Muhyiddin-i Arabi dedi ki: “ Şeytan Sehl İbni Abdullah-i Tusteri Hz.’ne hocalık yaptı yalanı. (S.373)

Benim rahmetim her şeyi kaplamıştır. Bu âyet-i ke rime umumidir. Allah takyid etmemiştir, takyid eden kullardır, dedi. Şeyh Muhiddini Arabi Hz.leri dedi ki, "Şeytan Sehl İbni Abdullah-i Tusterî Hz.lerine hocalık yaptı. Bu hususta onun muallimi oldu" Ben bunu anlayamadım. Allah sizi me'cur etsin, bana bunu izah edin?

(Ahmed İbni Mübarek Hz.leri suali biraz daha şöyle açılıyor): İblis lânetullahialeyh ile Sehl (r.a.) arasındaki bu muhavere şöyle geçti: İblis dedi ki: "Allahü Tâlâ Kur'an'ında benim rahmetim her şeyi kapladı" diyor. Ben de bir şey'im. Öyleyse ben de rahmete dahilim. Sehl Bin Abdullahi Tusteri cevap verdi ki: "Be lâinj dedi. CE-nab-ı Hak bu âyetin hemen altında şöyle buyuruyor:

Ben bu rahmetimi müttekilere yazacağım.







41. Bu konuya Debbağ’ın verdiği indi teviller. (S.373-375)

Sen o müttekilerden değilsin. Her şeyi diye umumi olan rahmetini, altında, müttekiler diye takyid etmiştir. O zaman İblis de: "Oradaki takyid sizin sıfahmzdır, Allahü Teâlâ'nın sıfatı değildir" dedi. O zaman Sehl durdu. Bu suale cevap vermedi. Muhiddini Arabî Hz.leri buyurdu ki: "Selh'e İblis Şeyhlik yaptı." Şeyh Şarani Hzleri bu hikayeyi zikretti. Fakat cevap vermedi. Bu usmadan, suali soran, şeytanın söylediği doğrudur zannetti. Onun için müşkilâta düştü. Halbuki takyid Allah'tandır, Sehl'den değildir.

A. Debbağ Hz.leri cevap verdi. Buyurdu ki:

- Âyetteki takyid Allah'tandır, halktan değildir. Şeytan ise bu sualiyle bâtıl bir delil irad etti. Doğrusu Sehl'in cevabındadır. iblisinki doğru değildir, îblis lânetullaha rahmet nasib olmayacaktır. Şeytanın diliyle söylenilen bu sözde gerek Sehl Hz.leri, gerekse îbni Arabi Hz.leri şeytanın anlamadığı birtakım incelikler sezdiler. Bu sırlar şeytanın hatırına bile gelmedi. Şeytan bu sözü söylemekle Abdullahi Tusteri Hz.lerinde sakin olan bir noktayı herekete getirdi. Uyuyan bir damarını uyandırdı. Allahü Teâlâ'nın marifetinden büyük bir müşahedeyi anladı. Şeytanın bu sözü onlara daha büyük bir ders, hocalık oldu. Çünkü sofiler keşif nasib olduktan sonra Allah'ı hakikiyle bilirler. Fakat keşiften önceki hallerine baktıkları vakitte, nefislerini sayılamayacak kadar takyidat ile bağlı bulurlar. Allah'ı hakkıyle bilemediklerini görürler. Şeytanın, takyid senin sıfatındandır. Allah'ın sıfatından değildir, sözünden Sehl'e iki halde de ittifat hasıl oldu. Her ne kadar şeytan bu mânâyı murad etmemişti. Böyle olacağını bilse hiç onu söylemezdi, İşte bu, meşayihin işitmelerinin ince bir noktasıdır. Nitekim bir Şeyh müridinin evine gelir, kapıyı çalar, durur. Müridden başka da evde kimse yoktur. Mürid o zaman der ki: "kim o kapıyı çalan? Evde benden başka kimse yok." Bunu Şeyh işitince, bağırarak yere düştü. Mürid bundan bir şey anlamadı. Şimdi bir kimse dese ki, bu mürid "Evde benden başka kimse yok" sözüyle Şeyhine ustalık, hocalık yaptı; bunda bir darlık yoktur, şeyhine hizmet etmiştir, işte bundan şeytanın sözünün bâtıl olduğu, meşayihin de böyle sözlerden işaretler almasının doğru olduğu anlaşıldı.



42. Şeyh evinde kızına “kızım Fatma” dese, mürid de evinde “ ya Fatma “ diye bağırırdı yalanı. (S.380)

Yine Şeyh Hz.leri buyurdu ki:

- Böyle bir muhabbet mürid ile şeyh arasında olması lâzımdır. Çünkü bunun çok faydası vardır. Bu muhabbet bazen fayda, bazen zarar verir. Çünkü muhabbet ateşi parladığı zaman onu bir şey red edemez, mâni olamaz. Bazı şeyhlerin müridi şeyhini çok severdi. Şayh müridin düşüncesinden hiç çıkmazdı. Öyle ki, Şeyh evinde bir iş işlese mürid onu hikâye ederdi, onları görürdü. Meselâ Şeyh evinde kızına kızım Fatma dese, mürid de evinde ya Fatma diye çağırırdı. Şeyh evinde şunu yapın dese, mürid de evinde şunu yapın diye aynen tekrar ederdi. Şu muhabbet sebebiyle bu mertebeye erişen onun mânevi mirasına konar.



43. Mürid gebe kadınlar gibi Şeyhine hamile olur yalanı. (S.382)

Ben(Ibni Mübarek) dedim ki:

-Şeyh müridi ile beraber, müridin zatında olur,
orada yerleşir diyorlar?

A. Debbağ Hz.leri buyur du ki:

-Bu doğrudur. Mürid şeyhini sevdi mi, Şeyh müridinin kalbine yerleşir. Çünkü müridin muhabbeti kuvvetlendiği vakitte şeyhi cezbeder. Ö zaman şeyh onun vücuduna yerleşmiş mertebesine gelir, müridin vücudu şeyhine mesken olur. Herkes meskenini süsler, ziynetlendirir. Mürid şeyhini kâmil bir muhabbetle severse, şeyh mürid ile beraber, müridin zatında yerleşir. O zaman mürid gebe kadınlar gibi şeyhine hamile kalır.

44. Bütün sevgini Şeyhe hasredeceksin iddiası. (S.384-85)

Yine A. Debbağ Hz.lerinden işittim. Buyurdu ki:

-Müridin vücudundan sır talep eden kısmı, onun toprak olan zatıdır. Şeyhten de sırrı veren onun toprak olan zatıdır. Fakat müridin vücudu, şeyhinin bütün esrarını severse o zaman muhabbetli yalnız turabi olan vücuda inhisar etmez, bütün esrarına muhabeti gider. Onun için bir mürid bütün cehdini bir kısma hasretmemeli, şey hinin bütün varlığına muhabbet etmeli ki, o zaman çok feyiz alır.

Bir gün Fas'ın İbni Amr denilen yerinde Şeyh Hz.leri ile beraberdik. Bana dedi ki:

-Bu, kutup olan Seyyid Mansur Hz.leriyle konuşup tanışmak ister misin?

-Evet, dedim. Sevgiyle, kerametle isterim. Kutup ile tanışmağı nasıl istemem?

O zaman buyurdu ki:

-Peki, sen bana ne dersin? Farzedelim ki, senin baban ve annen senin gibi yüz tane daha sana benzer evlâd doğursa ben bu yüz evlâddan bir tek seni seviyorum. Diğer 99 unu halk gibi telâkki ederim, gözümde yoktur.

Deyince, o zaman gafletimden uyandım. Bütün muhabbetini bana hasredeceksin demek istediğini anladım. Bildim ki, ben bir şey yapmamışım, muhabbet şerik kabul etmez!



45. Şeyh 20 sene kötü yollarda devam etse mürid şeyhini sevmeye devam etmelidir iddiası. (S.387-88)

Bir gün A. Debbağ Hz.leriyle Fas'ın Halid kapısı yakınında beraberdik. Yanımızda bazı kimseler de vardı. Onlar şeyhe çok hizmet ediyorlar, adeta musahhar olmuş gibiydiler. Şeyh Hz.leri onlardan birine dedi ki:

-Beni ihlâs ile, Allah rızası için seviyor musun?

-Evet, seni Allah'ın vechi rızası için halis muhabbetle seviyorum, ne riya, ne gösteriş vardır, dedi.

-Beni bu kadar sevdiğini zannediyorsun. Şayet Cenab-ı Hak şimdi beni selbetse, verdiği feyizleri alsa, sükut etsem yine bu muhabbette devam eder misin?

-Evet, devam ederim, dedi o kimse.

-Yine deseler ki, ben bir çöpçü oldum, düştüm. Yine muhabbetinde daim kalır mısın?

-Evet, dedi.

-Yine işitsen ki, ben iyi halimi bırakmışım da kötü yollara düşmüşüm, boyuna günah işliyorum. Bu halde de muhabbetinde devam eder misin?

O kimse yine. Evet, dedi.

-Peki bu kötü halde 20 sene devam etsem, yine sevmekte devam eder misin?

-Evet, muhabbetime şek ve şüphe girmez,devam ederim,dedi. Bunun üzerine Şeyh Hz.leri o kimseye "Şu halde ben seni imtihan edeyim" dedi. Ben ise o adama



"Sakın imtihana girişme, mahvolursun" dedim. Şeyh Hz.lerine de imtihan etmemesi için yalvardık. Allah'ın sırrına herkes takat getiremez.





46. Şeyh müridinin anası ile bir Yahudi’nin ilişki kurduğunu biliyordu yalanı . (S.391-93)

Diğer bir vak'a olarak A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

-Bir şeyhin sadık bir müridi vardır. Bir gün o müridi imtihan etmek istedi ve ona sordu:

-Beni sever misin?

-Evet severim, dedi müridi.

-Beni mi çok severdin, yoksa babanı mı çok seversin?

-Efendim, seni çok severim, dedi.

-Peki sana desem ki, git babanın kellesini kes getir,



itaat eder misin?

-Efendim, nasıl itaat etmem, derhal yaparım, emredersen bu saatte keser getiririm.

O zaman şeyhi tekrar:

-Peki hemen git babanın başını kes getir, dedi. Herkes uykuya varmıştı. Evin duvarından çıktı.Anası ile babasının yattığı odaya girdi ve gördü ki, babası anasının üstündedir. Babası işini bitirsin diye beklemedi. Hemen o halde iken babasının başını kesti, başı alıp şeyhinin huzuruna getirdi önüne attı. Şeyhi dedi ki:

-Allah, Allah, hakikatse başını mı getirdin? Ben inanamıyorum!

-Evet, efendim, işte bu babamın başı değil mi, babam anamın üstünde iken kestim getirdim.

-Beni aldatıyor, lâtife ediyorsun. Herhalde başka bir başı aldın getirdin, dedi. Mürid o zaman:

-Efendim, dedi. Ben sizin bütün emirlerinizi ciddiye alırım. Lâtife etmem. Bunun üzerine şeyh:

-Bak bakalım babanın başı mıdır? dedi.

Mürid başı alıp baktı, bir de ne görsün, babasının başı değildir! Dikkatle baktı ve:

-Efendim, bu bizim mahallemizdeki bir gavur var dır, onun başıdır,dedi.

Hakikaten o gün müridin babası başka bir yere yolculuğa gitmiş, annesi kocasına ihanet etmiş, bu gâvuru yatağına almış, zina ediyordu. Şeyh efendi bunu keşfen anlıyor ve ona meydan vermeden, hadi babanın başını kes getir, diyor. O zaman mürid anladı ki, şeyhi dağlardan büyük bir dağdır. O zaman şeyhinin sırrına, bu sadakatından dolayı vâris oldu. (v.â.)









47. Yarın kıyamette bana şefaat etmen için sizi süzüyorum iddiası. (S.398)

Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

-Bir kimse bir velinin yanına geldi ve onu şöyle baştan aşağıya bir süzdü. O zaman velî dedi ki: "Nedir oğlum muradın, isteğin nedir?" O Şahıs da dedi ki: "Efendim seni ben ganimet biliyorum. Yarın Kıyamet'e Cenab-ı Hakk'ın huzurunda bana şefaat etmen için sizi süzüyorum." Şeyh Hz.leri bunun üzerine "Bu adam büyük kazanç kazandı" dedi. Bu hikâyeyi zikretti de ihvanlar dediler ki, bu ümmette bunlar var mıdır? Elhamdülillah.





48. Bir velinin keşfi açılırsa kendisini hiçbir mezheple bağlamaz iddiası. (S.408-409)

Sen bil ki: Cenab-ı Hak bir velinin keşfini açmışsa O, hak nedir, bâtıl nedir, sevap nedir, bilir. Kendini hiçbir mezheple bağlamaz. Bütün mezhepler hepsi iptal edilse o velîler tekrar şeriatı ihya eder, bütün kitaplan yazarlar. Nasıl yazmasın ki, Resulullah Efendimiz'i göz açıp yumana kadar kendisinden kaybetmez. Hiçbir an Cenab-ı Hakk'ı müşahededen dışarı çıkmaz. O halde böyle kâmil bir veli başka mü'minlere hüccettir. Fakat başkaları ona hüccet olamaz. O halde keşfi açık bir velinin yaptığı bir hareketi kabul etmeyip inkâr eden ya şeriatı bilmiyor; (Nitekim şimdiki münkirler hep cahildir, kördür. Körler gözü açık olana hiçbir zaman itiraz edemez.) yahut da kendi mezhebini biliyor, diğer mezheplerden haberi yoktur. Böyle bir kimse de öyleyse inkâr etmemeli. Ancak bütün mezhepleri biliyor da hakikat kendi mezhebindedir diye itikad ediyorsa o zaman, eh tenkid etsin. Hiçbir tasvip eden kimse de bu itikatte olamaz. Tasvip edenler her mezhebi hak bilir. Fakat dört mezhebi bilmekle beraber diğer mezhepleri bilmiyorsa o da inkâr edebilir. Çünkü o da cahildir. Nitekim dört mezhepten başka taraftan kalmayan daha çok mezhepler vardır: Süryani Sevri Hz.lerinin mezhebi, Evzai, ata, îbni Cüreye, Ikrime, Buharî, Mücahid hep hak mezheplerdir. Binaenaleyh keşfi açılmış velilerin yaptığı hareketleri inkâr edip, onları tenkid ile meşgul olacağına kendini düzeltsin.





49. Mürşid şeyhine aşırı derecede bağlanınca Şeyh zina ederek müridin aşırılığını önler iddiası. (S.410-411)

Yine Abdülaziz Debbağ Hz.lerinden işittim. Buyurdu:

- Velinin zahirine bakmak ve ölçüyü ona göre yapmak lâyık değildir. Çünkü bu ölçüyle dünya ve âhirette aldanılır. Zira velilerin bâtın yüzünde çok acaip ve garip haller vardır. Sadık bir velinin sadık bir müridi vardı. Şeyhini çok severdi. Cenab-ı Hak onu şeyhinin velayet sırlarına da muttali kıldı. O zaman şeyhine muhabbeti ifrad dereceye vardı. O kadar ki, nerede ise şeyhini peygamberlik derecesine çıkaracak! O zaman Cenab-ı Hak o şeyhi zahiren, sureten bir zina günahını irtikap eder gösterdi. Mürid bunu görünce, itikadındaki ifraddan döndü ve şeyhini tekrar kulluk mertebesine indirdi. O zaman Cenab-ı Hak müridin keşfini açtı. Mürid eğer bu zina suretini görmeseydi, Hak yoldan sapan kâfirlerden olurdu. Resulullah(s.a.s.) Efendimiz'e zahir olan bir çok işlerin sırlarından birisi budur. Hurmaların aşılanması hadisesi gibi. Yine Resulullah Efendimiz bir gün bu gece rüyamda mescidi harama saçımızı sakalımızı traş ederek giriyoruz müjdesini vermişti. Fakat müşrikler mâni oldular, o sene giremediler, ertesi sene girdiler. Rüya gecikti. Bunun gibi. Cenab-ı Hak bunu niçin geciktirdi? Sebebi, eshabın resulullah Efendimiz'i ulûhiyet mertebesine çıkartmama-sı içindi



50. Bir veli kedinin önünde secdeye varması iftirası. (S.417-18)

Hattâ birinde şu hal vâki oldu ki, bir kediyi görmüş kaşınıyor. O zaman veli sel gibi göz yaşı dökmeğe başlamış, kedinin önünde secdeye kapanmış.

A. Debbağ Hz.lerine bunun sırrı nedir? diye sordum. Buyurdu ki: -Ruh Cenab-ı Hakk'ı müşahede eder ve kedideki hareketi yapanın Cenab-ı Hak olduğunu görür, ef'al onundur. Onun için Cenab-ı Hakk'ın huzurunda tevazu ediyor, secdeye kapanıyor, ağlıyor. Zat ruhun yaptığını yapıyor. Halbuki insanlar zannederler ki, bu velî kediye secde ediyor! Bu büyük velîere daima hasıl olur. Aklından kayıp olduğu vakitte ruh dalgalanır. Fakat aklını kaybetmezse akıl ruhun bu taşkınlığına zahirini muhafaza için mâni olur. Onun için büyükler derler ki: Beni efendim taşla dövse, o benim için meyvadan daha azizdir.

Yine buyurdu ki:

-Allah bir kulun keşfini açtığı vakitte, o keşfi açıldığı anda ne halde ise o halde kalır. Keşfi açıldığı vakitte, beğenilmeyen bir halde ise, yine o beğenilmeyen hal ve sanatta kalır. Çünkü o hali, o san'atı terk etmek, halka iyi görünmek hoş görünmektir. Bu ise keşfi açılmış olanlar yanında rakı içmekten kötüdür. Şam civarında Remle şehrinde idim. Orada birini tanıyorum ki, keşfi açıldığı anda halkın ona bakıp güldüğü bir halde idi. Keşfi açıldıktan sonra da o halde baki kaldı. Vaziyetini değiştirmedi. Yine bir kimse biliyorm ki, keşfi açılmadan evvel davulcu idi. Keşfi açıldıktan sonra yine davulculukta kaldı.

Bu bahiste Abdülaziz Debbağ Hz.lerinden çok azîm, kesir esrar işittim. Bu esran bu kitaba emanet etmek lâyık değildir. Vallahü âlem.







51. Debbağ, talebelerinin bütün hallerine vakıftı yalanı. (S.431-33)

Şeyh Abdülaziz Debbağ Hz.lerinin talebelerinin talebeleri ise, A. Debbağ Hz.lerini tanıdıklarından beri başkalarından kalpleri söğüdü ve başkalarını ziyaret etmez oldular. Hattâ bazıları kendilerinin bu ziyaretlerden men edildiklerini hissettiler. Bir müridi anlatıyor:

Bir gün şeyhim A. Debbağ Hz.lerini ziyarete geliyordum. Yolda bazı arkadaşlara rastladım. Bana dediler ki, meşhur Seyyidi Kasım'ın türbesine gidiyoruz, sen de gel. Onlara gitmem demeğe utandım. Birlikte gittik. O zatın türbesine gelince benim karnıma bir ağrı geldi, içeri girdik. Karnımın ağrısı gittikçe arttı. Arkadaşlar sabaha kadar orada kaldılar. Ben de yanlamadım ve sabaha kadar bu sancıyı çektim. Ne vakit ki, sabahleyin türbeden çıktık, sanki hiçbir şey yokmuş gibi sancım kalmadı, hemen kesildi. O zaman bir kaç tecrübemle de anladım ki, bütün bunlar Abdülaziz Debbağ Hz.lerinin tasarrufudur. Ben (A. Ibni Mübarek) derim ki: A. Debbağ Hz.leri-nin âdeti idi ki, talebeleri kendine geldiği vakit, yolda başlarından neler geçti, neler konuştular, ne gibi hadiselerle karşılaştılar, hepsini söylemeden kendilerine haber verirdi. Hattâ onların içinden geçenleri bile boylerdi. A. Dabbağ Hz.lerinin bazı müridlerine bunlardan daha büyük bazı kerametleri görüldü. Şeyh Hz.lerinin o kadar kuvvetli tasarrufu vardı ki, bazı kerre kendisine intisab edecek müridlerini, daha intisablanndan yedi sene evvel onu başkalanna gitmekten men ederdi. Bu hususta A. Debbağ Hz.leri dedi ki:

- Şu vazodaki gülü görüyor musun? Bu gülün sahibi her önüne gelene verip koklatır mı? Çünkü o koklar, o koklarca gül sorar, porsur, atılır.

işte bana intisab edecekleri bildiğim için başkalarına bırakmadım, koklatmadım, dedi.







52. Gördüğün bütün bu adem benim göğsümün içindedir yalanı. (S.434-435)

(Ahmed Ibni Mübarek Hz.leri diyor ki): Şeyh Hz.leri vefat ettikten sonra kabrini ziyarete gitmek isterdim, fakat fırsat bulamazdım. Bir gün rüyamda gördüm. Bana dedi ki:

Benim ruhum kabirde hapis değildir. Belki bütün âlemleri dolaşırım, gezerim. Sen beni nerede istersen bulursun. Hattâ bir mescidin; direğine yaslanıp da Cenab-ı Hakk'a tevessül etmek istersen, beni yanında bulursun, Cenab-ı Hakk'ın huzuruna beraber gideriz. Sonra bütün âleme işaret etti ve ben bütün âlemle beraberim, beni nerede ararsan, nerede istersen bulursun dedi ve ilâve etti. Fakat sakın beni Rabbın zannetme! Cenab-ı Hak gayri mahsurdur. O bütün âlemleri ihata eder. Onu kimse takyid edemez. Ben ise onun bir mahlûkuyum ve ben mahsurum dedi. îşte rüyada da Abdülaziz Debbağ Hz.lerinden işittiğim budur. Yine A. Debbağ Hz.leri haya tında buyurmuştu ki: Gördüğün bütün bu âlem benim göğsümün içindedir. Bazı kerre derdi ki: Bu gördüğün yedi kat gökler ve yerlerin mü'min kulun nazarında ne kıymeti var? Bunların hepsi ovaya atılmış çocukların çenberi gibidir.



53. Yavru kuşun yuvaya sığındı gibi , müritler de Şeyhin meclisine sığınır iddiası. (S.440-41)

Yine kaside sahibi diyor ki: Ey Mürid! Şeyhin huzurunda seccadeni serip de oturma. Çünkü bunda maksadına münafi bir hâl vardır. Zira senin maksudun şeyhe hizmettir. Fakat seccadeni serip oturdun mu, bu senin rahat istediğini iktiza eder. Şeyhinle derecede müsavi olduğunu zannettirir. Halbuki müridin seccade mahalli oturduğu evdir, şeyhinin meclisi değildir. Yavru kuşun yuvaya sığındığı gibi, müridler de şeyhin meclisine sığınırlar. Şeyhin meclisinde nasıl seccadeni serip oturamazsan, onun yanında senin ayrıca meclisin de olmayacaktır. Çünkü bunda da sui edeb vardır. Şeyhe âsi olmak vardır. Ancak senin de terbiyen kemal bulmuş, sana icazet zama-nı yetişmiş ve şeyhin sana diğerlerini terbiye etmek için izin ve istiklâl vermişse işte ancak o zaman sen de ayn bir meclis kurabilirsin. Lâkin bunu da şeyhinden ayrıldıktan, başka bir yere gittikten sonra yapabilirsin. Çünkü kasidede (yuvadan uçmuşsa) diye kinaye ile söylemesi buna delâlet eder. Avârifi Maarif sahibi Şeyh Sühreverdi Hz.le-ri buyurdu ki: Müridlerin zahir edeblerindendir ki, şeyhinin bulunduğu yerde mürid seccadesini açıp oturamaz.





54. Divan ehlinden olan Ebul Hasan Ali Sadra Cenab-ı Hakk bana mahlukatın kaza ve kudretini de, mahlukatdaki fiilin esrarını da beni mutlak kıldı iftirası. (S.446-448)

Bu mevzuda Şeyh Hz.lerinden garip bir vak'a da işittim. Buyurdu ki'.

- Mekke'de Hindistanlı Ebu'l Hasan Ali Sadra ile konuştum. Onu garip bir halde buldum. Yürürken adımını atacağı vakitte ayağı havada titrer, tekrar olduğu yere bırakır. Sonra yine kaldırır, tekrar iade eder. Bunu böyle gören zanneder ki, bu delidir! Keza ağzına bir lokma koymak istese götürür, getirir, eli titrer, lokmayı bir türlü ağzına sokamaz. Onun bu halini görenler acır. Yatarken de bu halde tereddütler geçirir. Her halinde, hattâ göz kapağını açıp kapamasında bile bu hal vardır. Ben de bu haline çok acıdım, sordum: Ey Ebu'l Hasan, nedir bu halin? Halbuki Allah seni has kullarından bir velî kılmış. Büyük sâri kullarından, ehli divandansın. Vücudun da sağ ve sıhhatli! Dedi ki: Anlatayım. Allahü Teâlâ mahlûkatında fiilinin müşahedesine beni muttali kıldı. Allah'ın mahlûkatındaki fiilinin sâri olduğunu açıkça görüyorum. Hiçbir şey benden kaybolmuyor. Bundan daha ileri derecede Cenab-ı Hak bana mahlûkatının kaza ve kaderini de, mahlûkatındaki fiilinin esrarına da beni muttali kıldı. Bunları görüyorum ve niçin bunları böyle yapıyor, kaza ve kaderini de biliyorum. Bundaki kader sırlarını da biliyorum. O esrardan bir şey bana gizli kalmıyor! Ondan sonra da bendeki fiiline bakıyorum. Bendeki fiilindeki esrarını Cenab-ı Hak benden gizliyor, perdeliyor. O zaman bende şu zan nasıl oluyor ki Cenab-ı Hak, benim bir şerrim var ki, bana bir gadap edecek ki, bu fiiline gadabını mukarrin kılacak diye bundan sakınıyorum. Acaba benim hangi fiilimde helakim olacak diye şaşıp kalıyorum! Onun için adım atarken acaba bunda mı, diye çekmiyorum, bana mensub olan ihtiyari fiillerimden hepsin korkar oldum. Onun içinden bâtın ve zahirimle Allah'a tazarru eder ve diyorum ki: Ya Rabbi, bu yaptığım fiiller helakime sebep olmasın.





55. Debbağ müridine beni bir dakika hatırından çıkarırsan işte en büyük günah odur. Dinine ve dünyana zarar verecek günah budur iftirası. (S.456-58)

Yine Şeyh Hz.lerinden işittim. Şeyp, müridi için ( La ilahe illallah Muhammedün resulûllah ) kelime-i tevhidi derecesinde mühimdir. İmanı ona bağlıdır. Basireti, keşfi açık olan zevat bunu açıkça müşahede eder. Şeyh Hz.leriyle çok kerre beraber dolaşırdık. Ben onun derecesini bilemezdim. Bana dedi ki:

-Senin benzerin, şehrin surlarının en yükek yerlerinde yürüyen gölgelenmiş kişi gibidir.

Ben bu sözün mânâsını anlayamazdım. Ancak nice zaman sonra anladım da bu sözü hatırıma geldiği zaman beni büyük bir korku ve titreme tutardı. Bir gün kendisi-ne dedim ki:

-İşlediğim işlerden dolayı Allah'tan korkuyorum.

-Nedir o işlediğin işler, dedi.

Ben de o sözünü ve ondan korkarak ürpetiye tutulduğumu anlattım. O zaman A. Debbağ Hz.leri bana dedi ki:

- Bunlardan korkma. Fakat senin hakkında en büyük günah nedir biliyor musun? Beni bir dakika hatırından çıkanrsan işte en büyük günahın odur. Dinine ve
dünyana zarar verecek günah budur.

Bir gün ben de kendisine: Efendim, ben hayırdan uzağım dedim. Bana cevaben:

- Bunu kalbinden at. Sen benim yanımdaki menziline bak. Sen ona göre taşınırsın, dedi.

Hakikaten bize ehemmiyetli, ehemmiyetsiz ne arız olursa onu A. Debbağ Hz.lerine anlatırdım. Aynen onu bizden yüklenirdi ve hatırımız hoş olurdu.

Yine A. Debbağ Hz.leri bizimle lâtife eder, gülüşür,

bizden utanmağı giderirdi. Kalbimize gelip sormak istediğimiz şeyleri, daha biz ona sormadan o bize açardı. Bizeder ki:

- Beni şeyh makamında tutmayın, ben sizinle kardeş menzilesindeyim. Çünkü şeyh olarak kabul ederseniz şeyhin edeblerini yerine getirmeğe takat getiremezsiniz. Ben size müsamaha ediyorum. Ben size bütün haklarımı helâl ediyorum. Beni kardeş mesabesinde tutun ki, aramızda sohbet devam etsin. Allah A. Debbağ Hz.lerini en büyük mükafatla mükâfatlandırsın. Vallahü âlem.



56. Türbelerden beklenen şifaların yalanı. (S.462-64)

Abdülaziz Debbağ Hazretleri buyurdu ki:

-On velîden feyiz aldım. Seyyid Ömer ibni Muhammed-ül Havari Hz.leri birincisidir ki, Seyyid Ali ibni Harzem Hz.lerinin kabrinin türbedan idi. Diğeri Abdullahi Bernavi idi ki, kutuplardandır. (Bu zata nasıl mülâki olduğu kitabın baştarafında anlatılmıştı.)

A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

-Benim şeyhim Abdullahi Bernavi Hz.leri 70 küsur Esma-i Hüsna'dan, onların nurlanndan uvanldı.

Diğer bir şeyhi de yine kutup olan Seyyid Yahya Hz.leridir ki, gerek zahirinde, gerek bâtınında, Resulullah Efendimiz'in şeriatına şiddetle tâbi idi. Bütün salih mevtaları ziyaret edenlerin hepsinde tasarruf eder, tevelli eder, ziyaret edenlerin ihtiyaçlanna dikkat ederdi. Allah onların hacetlerinden neyi kaza ederse onlan yerine getirirdi.

A. Debbağ Hz.leri buyuruyor ki:

-Seyyid Yahya Hz.leriyle bazı ölmüş büyüklerin hali, sânı hakkında konuştuk. Çünkü insanlar onlan ziyaret ediyor ve faydalan zahir oluyor. Ziyaret edenlerin hastalan şifa buluyor.

Seyyid Yahya Hz.leri bana dedi ki:

- Ümmeti Muhammed'in Allahü Teâlâ yanında büyük kıymeti vardır. Bunun için bu ümmet, hiç kimse defnedilmemiş bir türbede toplansa, orada büyük bir zatın yattığı kanaati olsa, Cenab-ı Hak sür'atle icabet eder ve onların duasını kabul eder.

Seyyid Yahya Hz.leri bunu söylediği vakitte onun tasarrufu tecelli ediyordu. Ölüler hakkında olduğu gibi, diri velîler hakkında da bu vâki olur. Bir kimsenin halk indinde veliliği meşhur olsa, bu diri velîyle Allah'a tevessü edenin Allah ihtiyaçlarını yerine getirir. Halbuki o kimsenin velayette hiç nasibi olmasa bile. O dua eden halktan kişinin haceti, zamanın kutbu olan, tasarruf ehli olan velîler, o velî olmayan kimseyi velî suretine ikame ederler. Sebebi de bütün zulmet ehli onun etrafına toplansın, duaları kabul ediliyor diye ibadet ve dua etsinler, kurtulsunlar, diye. Misali şu ki: O kimseyi, yâni velî olmayan kimseyi, tasarruf ehli velîler korkuluk kabul ederler. Bir bostan tarlasındaki korkuluktan kaçan kargalar gibi, hakikatte bostan sahibinin yaptığı fiilinden kaçtıkları gibi, oraya dikerlerse zulmet ehlini oraya toplarlar. Orada tasarruf edeni, halk o kimse zannederler, esası bilmezler Onlara bunun esası bildirilemez, çünkü buna takat getiremezler.





57. Debbağ’ın şeyhi Seyyid Mansur denizleri yönetirdi yalanı. (S.464)

Onlara bunun esası bildirilemez, çünkü buna takat getire-mezler.

A. Debbağ Hz.lerinden işittim. Buyurdu ki:

-Böyle hakiki kıymeti olmayan bir kimeyi kendineşeyh edinen bir kimse geldi. Gece kendisine tuzak kurulan bir yerden geçmek istiyordu. Şeyhine dedi ki: Efendim, Resulullah (s.a.s.) Efendimiz hürmetine sana geldim. Bu yoldaki tehlikeden beni kurtar. Beni kurtarırsan sana bir hediye de yapmağı vaad ediyorum. A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

-Bu adamın bu yalvarmasını bazı tasarruf ehli velîler işittiler. Resulullah Efendimiz'in ismi şerifine tazim ettiler. Buna hürmeten bize muhakkak bunun isteğini yerine getirmek borçtur dediler ve tasarruf sahibi velî, o adamla bizzat gitti ve onun kalbine ünsiyet verdi, o yoluberaber katettiler. Adam o tasarruf sahibi velîyi görmüyordu. O eşkiyaların da kalbine Allah korku ve uyku ver di, ona bir şey yapamadılar. Bu hal üzerine müridin şüp hesi kalmadı ki, onu kurtaran şeyhi zannetti. Vaktaki yoldan döndü ve şeyhine vaad ettiği dört miskal altını da hediye etti.

A. Debbağ Hz.lerinin şeyhinin birisi de CebaK Ha-did ehlinden ve kutuplarından olan Seyyid Manur İbni Ahmed idi. Deniz işlerinde tasarruf ederdi.



58. Her velinin müridi de kendi bayrağı altında toplanacaktır yalanı. (S.468-9)

A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

- Evliyaullahtan ehli irfan olan zatlar, mahcup olan halka baktıkları vakit onlann içinde zatı tahir ve verilecek sırrı taşımağa kabiliyetli olan birini görünce ona devamlı terbiye ve zikir telkin eder ve ona teveccühten hiç geri kalmazlar. Yüzlerce müridi ona yine yalnız o sim taşıyacak olanı kasdeder. Diğerlerine kulak asmaz. Şeyhe böyle sırra takat getiremeyecekleri biri gelip de ders istese şeyh ondan da imtina etmez. Çünkü kimseyi kafi olarak kestirip atamaz. Binaenaleyh şeyhler her gelene telkin verir. Bu ders verme ve almanın başka bir faydası daha vardır ki, o da âhirette meydana çıkacaktır. Âhiretteki faydası da âhirette Resulullah (s.a.s.) Efendimiz'in elinde (iman nuru) olan Livail Hamd olacaktır. Bütün mahlûkatta Resulullah Efendimiz'in arkasındadır. Keza diğer peyhamber-ler de hep arkasındadır. Diğer ümmetler kendi peygamberlerinin bayrağı altındadır. Diğer peygamberlerin bayrakları da hep Resulullah Efendimiz'in Liva-i Hamd'in-den yardım ve imdad alır. Bu, bütün diğer peygamberlerin ümmetleri Resulullah Efendimiz'in bir omuzunun arkasında ve ümmeti mutahhare olan ümmeti Muhammed de diğer omuzu arkasında dururlar. Resulullah Efendimiz'in arkasında bulunan ümmetinin velîleri, diğer peygamberler adedincedir. O velîlerin de bayrakları vardır. Her velînin müridi de kendi bayrağı altında toplanmıştır. Hepsi de imdadı Resululluh Efendimiz'den alırlar. Keza müridleri de diğer peygamberler gibi imdadı ondan alırlar. Şimdi mürid, intisabtan hilâfet alamayacak dahi olsa kendine telkin yapan şeyhi sebebiyle âhirette dehşetli fayda görür.





59. Debbağ Allah’ı müşahede için bir veliye müracaatı. (S.474-76)

A. Debbağ Hz.leri müşahede hakkında konuştu ve müşahedenin hali, emri çok büyüktür, dedi. Mahlûkatın çoğu müşahededen acizdir. Sebepleri şunlardır diye zikretti ve buna ait kendi nefsinden bir hikâye anlattı. Buyurdu ki:

- Yirmi yedinci sene sonunda Allah'ın bazı velîlerine mülâki oldum. Dedim ki: Efendim, bana dua et Is Allah müşahedesini bana nasip etsin. O veli dedi ki: Onu bırak, Allah'tan bunu isteme, tâ ki Allah sen istemeden versin. Çünkü bu takdirde Allah sana yardım eder, müşahedeye takat getirecek hale getirir ve sana öyle verir. Fakat sen daha olgunlaşmadan bunu istersen ve ısrarla dua edersen, Cenab-ı Hak dua edeni mahrum etmez, senin istediğini verir, fakat korkarım ki, o müşahededen aciz kalırsın. Dedim ki: Sen bana iste, ben takat getiririm. O zaman velî bana dedi ki: O halde insanlar âlemine bak. Bütün bu insanların hepsini iki gözünün arasına topla, oraya sığsın. Evet, dedim; topladım. Şimdi de keza bütün cinleri aynı yere topla. Evet, topladım dedim. O zaman velî bütün âlemleri saymağa başladı. Sonra cennet âlemini, oradaki bütün mahlûkatı zikretti ve keza cehennem âlemini ve mahlûkatını zikretti. Bunları da iki gözünün arasına topla, dedi. Onları da topladım. Ondan onra dedi ki: Şimdi iki gözünün arasına topladığın bu mecmua bak. Şimdi gayret et, bir bakışta bu topladığın mahlûkatın hepsini teker teker görebiliyor musun? Buna kadir olamadım. O zaman bana dedi ki: Sen şimdi bütün bu mahlûkatı müşahedeye takat getiremedin. O hal de buhlan halk eden Halik Sübhane ve Teâlâ'yı nasıl müşahede edeceksin? Bunun üzerine hakikati anladım. Kalp gözüyle ağladım.



60. Bütün alemler ona keşf olursa o zaman ruhun hakikatını anlar yalanı. (S.476-7)

Abdülaziz Debbağ Hz.leriyle, kendisiyle ilk mülâki olduğum zamanlarda Ruh hakkında konuşmuştuk da demişti ki:

-Ruhu akıllı bir kimse ihata edemez. Mahiyetini bilemez. Ancak bütün âlemler ona keşfolursa o zaman ruhun hakikatim anlar. Fakat bazı âlemleri keşfetti de bazılarını keşfetmemiş olursa yine fitneye düşer. Necib bir âlimle otursam ve bana ruh'tan sual etse, ben de onun suallerine cevap versem böyle 4 sene otururuz da ruh hakkında ne suali biter, ne.de benim cevabım biter. Çünkü ruhun şekilleri o kadar çok, o kadar incelikleri vardır ki, bitmez.

Yine A. Debbağ Hz.lerinden işittim:

-Kul Allah'ın kibriya ve azametiyle nasıl olduğuna dair marifetine takat getiremez. (Bunun sebebini bir misalle bize anlattı) : Topraktan yapılmış bir testiye Allah akıl verse de konuşsa ve ona "Seni bu hale getiren, yapan kimdir, onun aklı, idraki, işitmesi, görmesi nasıldır?" denilse o testi buna cevap verebilir mi? Onun için hiçbir mahlûk da asla kendi sânii olan Cenab-ı Hakk'ı zatı üzerine bilemez. Bu acizlik bir hadisin diğer bir hadis hakkın-dadır. O halde biz hadisiz. Cenab-ı Hak kadîmdir ve sânimizdir. Onu nasıl bilebiliriz! Ne dünyada, ne ahirette hiçbir mahlûk Cenab-ı Hakk'ı hakkıyle ebeden bilemez. Vallahü âlem.





61. Bir velinin Esma-i Hüsna’nın nurları suvandığı iddiası. (S.479-80)

Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

-Bir velîye en güçken çetin olan zaman, Esma-i Hüsna'nın nurlarıyle suvarıldığı zamandır. Çünkü onun vücudu, Esma-i Hüsna'nın tesiriyle müzdarip olur. Zira her isim diğerinin hilafını iktiza eder. Bazı velîler vardır ki, yalnız bir esmanın nuru ile suvarılır ve o isim ağlatıcı ise daima ağlar. Güldürücü ise daima güler. Bazı velîler de vardır ki, iki isimle suvarılır. Bazıları da daha çok esmanın nuru ile.

-Efendim, siz ne kadar esmanın nurlarıyle suvarıldınız? diye sordum. Buyurdu ki:

-Ben 97 Esma ile suvarıldım.

-Şu halde 99 Esma-i Hüsna!

-Çünkü 99'u 100'e tamamlayan ise Esma-i Hüsna'dan sayılmaz. Çünkü insanlar o ism-i Azîm-i Azama dayanamazlar. Bu sebeple ALLAH ismi, esaslara dahil değildir. İsm-i Azîm-i Âzam olan ALLAH ismi ile dua edilirse Cenab-ı Hak icabet eder. O isim hakkıyle istenirse, Cenab-ı Hak verir.

Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

-Benim suvarıldığım Esma adediyle kimse suvarılamaz. Ancak bir kişi müstesna!

-O halde, o da Gavs'tır, dedim.

-Bu esmanın nurlanyle suvarılmak iki kısımdır. Birisi ruh makamında suvarılır. Velîlerin bir kısmı bir esma ile bir kısmı daha fazla esma ile suvarılır. Ruh makamın-da 100 Esma ile suvarılmak ancak Gavs'a mahsustur. İkinci kısım suvarılmak ise sır makamında olur. Sır makamın-da 100 Esma ile suvarılmayı mahlûkattan kimse ikmal edemez. Ancak seyyid'ül vücud Resulullah (s.a.s.) Efendimiz suvanlmıştır.





62. Cezbeler, hareketler 4. asırda zuhura geldi iddiası. (S.482-4)

Yine Abdülaziz Debbağ Hz.leri cezbenin sebebi hakkında da buyurdu ki: -Eshabı kiram (r.a.) zamanında bu cezbeler, sallanmalar yoktu. Tabiin ve tebe-i tabiin zamanında da yoktu. Bu üç karin asırların en hayırlısıdır. Hadis-i şerif de buna şehadet eder.

Şeyh Hz.leri dedi ki: Ben bunu açık bir surette söylemi doğru bulmadım. Çünkü ben ümmiyim, dedi. Fakat ben sordum:

-Efendim, bu meseleyi bu günün ulemâsı da soruyor. Resulullah Efendimiz de bunu yaptı mı? Yapmadı derseniz Hz. Ebu Bekir (r.a.) yaptı mı? O da yapmadı ise Hz. Ömer (r.a.) yaptı mı? O da yapmadı ise Hz. Osman (r.a.) yaptı mı? Yapmadı ise Hz. Ali (k.v.) yaptı mı? O da yapmadı ise eshabı kiramdan biri yaptı mı? Onlar da yapmadı ise tabiinden, tebe-i tabiinden yapan var mı? Onlar da yapmadı ise o halde bu üç karinin yapmadığında hayır yoktur, deyip çıkacağız, diye sordum.

O zaman buyurdu ki:

-Bu cezbeler, hareketler dördüncü karinde zuhura geldi. Bunun da sebebi keşfi açılmış dördü veya beş velî, müridleri ile birlikte idiler. Bu velîler bazı kere Allah'ın melek ve cinlerini görüyorlardı ki, o esnada hem dilleriyle zikrediyor, hem de vücutlarıyla sağa sola, öne arkaya sal lanarak zikrediyorlardı. Meleklerin halleri bu velîlerin hayretini mucip oluyor ve meleğin zati hareket ettiği gibi o velîlerin de zatleri harekete başlıyor, taklid ediyor. Me leği böyle gören velî Cenab-ı Hakk'ın müşahadesînde kendinden fani oluyor, şuursuz olarak melek gibi hareket ediyor. Müşahedeleri zayıf olan müridleri de şeyhlerinin bu hallerini görerek ona tâbi oluyor ve taklid ediyorlar. Sonra bu beş şeyh vefat ediyorlar. Fakat diğer ehli olanlar bu hallerini devam ettiriyorlar. İşte böylece kuşaktan kuşağa zamanımıza kadar intikal edip gelmiştir. Şimdi bildin ki, bu iş zikredilen şeyhlerin zâfıdır. Vallahü âlem.





63. a) Kalp gözüyle bakışta 366.000 cüz vardır yalanı. (S.484-6)

b) Kutup 360.000 göz ile bakar yalanı. (S.484-6)

c) Abdulkadir Geylani, Ahmet Rufai, İbrahim Dussuki melekut aleminde toplantı yaptılar yalanı. (S.484-6)

d) Ben daha büyük veliler gördüm ki bütün mahlukat, hayvanlar, haşarat, yıldızlar ve mahlukları, bütün alem küresinin hepsi o veliden imdat alırlar yalanı.

e) Bu veli kainattaki bütün mahlukatın sesini işitir. Bir anda hepsini anlar, hepsine de muhtaç oldukları imdadı verir yalanı.

f) Debbağ gavstır yedi kutup debbağın altlarındadır yalanı.

g) Yedi kat gökleri , yedi kat yerleri, arşı bu vücudumun bir tarafında görüyorum yalanı.

Yine Abdulaziz Debbağ Hz.leri buyurdu ki: - Kalp gözüyle bakışta 366.000 cüz vardır. Bu cüzlerden birisi zahir görüşünün bakışındadır. Diğer cüzler arif vâris-i peygamber olan arifin zatındadır. Arifler olan zat, bu 360 bin küsur gözü ile sanki bizim bu bir gözümüzle baktığımız gibi bu kadar kuvvetli görür. Bu bakış ancak Gavs'a mahsustur ki, onun altında yeti kutup vardır. Abdülvehhab Şarani Hz.leri zikrediyor ki, bir kerre melekût âleminde Abdülkadir Geylani Hz.leri, Ahmed Hüseyin Rufai Hz.leri, Seyyid ibrahim Dussuki Hz.leri toplanmışlar. Oradan dönüşte ibrahim Dussukî Hz.leri Mısır'da kendi meclisinde bunu anlattı. Hazır olanlar buna itiraz ettiler. O da (Beraber bulunduğum bu iki zat şeha-det ederler, öyle değil mi?) deyince Bağdat'ta bulunan Geylâni ile Rufai Hz.leri hemen orada hazır bulunuyorlar; evet dediği doğrudur. Biz melekût âleminde toplantı yaptık diyorlar ve tekrar" kayboluyorlar. O zaman teslim ediyorlar ki doğrudur.

-A. Debbağ Hz.leri bu hikâyeyi anlatarak buyurdu ki:

-Bu hikâyeyi velîlerin en zayıfı yapar. Ben daha öyle büyük velîler gördüm ki, bütün mahlûkat; hayvanlar, haşerat, yıldızlar ve mahlûkları, bütün bu âlem küresinin hepsi o velîden imdad alırlar. Bu velî kainattaki bütün mahlûkatın seslerini işitir. Bir anda da hepsini anlar. Hep sine de muhtaç oldukları imdadı verir. Sonra Cenab-ı Hak o velîye rahmet eder, bir de bakar ki, kendinden bütün mahlûkata dağılan imdad kendinden değil de Resulullah Efendimiz'den geliyormuş! Onu görür. Bunu müteakiben de görür ki, Resulullah Efendimiz'e gelen imdad da Cenab-ı Hak'tan geliyor. Bunu anlayınca o büyük velî nefsini sanki bir kurbağacık görür.

(Ibni Mübarek diyor diyor ki) îşte bu sıfat şeyhimin (k.s.) sıfatıdır. Zamanın Gavs'idir. Yedi kutup A. Debbağ Hz.lerinin altındadır. Bir kerre yalnızken bana söyledi: Yedi kat gökleri, yedi kat yerleri, arşı bu vücudumun ortasında görüyorum. Arşın üstündeki 70 hicabı ve her bir hicabda 70 bin âlem, her iki hicab arabında da 70 bin âlemin üstünde de âlemi bek'a vardır. Bütün bu muaz zam âlemlerdeki mahlûkat hepsi şeyhimin fikrinde bir yeri işgal etmez. Nerede kaldı ki, azalarını teşkil etsin! Allah ona rahmet etsin. Allahü Teâlâ bu velîlerin rızasını bize de rızıklandırsın, bizi de onların zümresinden kilsin. Âmin. Yâ Rabbel Âlemin.

Abdülaziz Debbağ Hz.lerine sordum:

-Resulullah Efendimiz'in mevrusu olan 124 bin zatvardır ki, böyle olunca Gavs hakkında ne olacağını anlatır mısınız? dedim.

Şeyh Hz.leri buyurdu ki:

-Resulullah (s.a.s.) efendimiz'in takat getirdiğine hiçbir kimse, Gavs dahi dayanamaz. Gavs'liğin Resulullah Efendimiz'in vârisi olmasının mânâsı, Resulullah Efendimizde ne fazl-ı kemal var ise aynen ona intikâl etmiştir, demek değildir. Yani Resulullah Efendimiz'den aldığı imdada kadar, kimse Gavs kadar, onun gibi imdada alamaz demektir. Vallahü âlem.



64. Resulullah Efendimizin isminin zikri bereketiyle bu kainat vücuda geldi yalanı. (S.487-88)



(Abdülaziz Debbağ Hz.lerinin, evliyaullahın bize müşkil

olan kelâmlarından bazılarının tefsiri hakkandadır.)

Bu sebeple Şeyh (r.a.) Hz.leri kutb-u kâmil-i vâris-i vasıl olan Mevlâna Abdüsselâm îbni Meşiş (r.a.) Hazretleri'nin salâvatı şerifesinden bize şerh etti:

Allahümme salli âlâ men minhü inşakkatil esrar.

-Allahım! Sol zate salâvat et ki, ondan bütün sırlar inşikak etti demektir. (Şeyh Hz.leri salâvat-ı şerifenin böyle-sini şAbdülkerim Basravi Hz.lerinden naklen şerh etti.) Ce-nab-ı Hak vaktaki yerdeki bereket ve sırlan meydana çı-karmak istedi. Nasıl ki, pınarlar, kuyular, ağaçlar, meyva lar, çiçekleri meydana çıkardığı gibi. Bunun gibi 3 kerre 70 bin melâikeyi arza indirdi. Bu melekler arzı tavaf ettiler. Birinci 70 bin dolaşırken Resulullah Efendimiz'in ismi şerifini zikrederek dolaşıyorlardı. İkinci 70 bin ise Resulullah Efendimiz'in Cenab-ı Hak indinde yakınlığını, yüceliğini zikrediyorlardı. Resulullah Efendimiz'in isminin zikri beretiyle bu kainat vücuda geldi. Arz istikrar peyda etti, göklere zikrettiler, gökler de yükseldi. Âdem oğlunun mafsalları üzerine Resulullah Efendinizin ismini okudular. O zaman Cenab-ı Hakk'ın izniyle mafsallar vücuda geldi. Göz mevzilerine zikerttiler, göz çıktı açıldı, işte Abdüsselam İbni Meşiş Hazretlerinin Inşakkatil esrar lâfzının mânâsı budur.

Ben dedim ki:

- Bu mânâ, delâil-i hayratta geçen şu salâvatlann da mânâlarının aynıdır. Delâil-i hayratta, Ya Rabbi, gece üzerine va'z ettiğin isim sebebi hakkı için ki, o ismi gece üzerine va'z ettiğin zaman gece sükûnet buldu. Yine şol isim hakkı için ki, o ismi gündüz üzerine koyduğun zaman gündüz nurlandı. O ismi gökler üzerine va'z ettin, gökler yükseldi. Arz üzerine va'z ettin, arz istikrar buldu. Dağlar üzerine koydun, sıra dağlar teşekkül etti. O ismi denizler üzerine koydun, denizler kaynadı. Pınarlar üzerine koydun, pınarlar patladı. O ismi bulutlar üzerine vaz ettin, yağmur yağdı diyor.



65. Resulullah’ın nuru, Mart ayında 3 defa hububat üzerine estiği için mahsul verir iddiası. (S.489-490)



A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:

-Evet, işte O isim Resulullah, Muhammed (s.a.s.)Efendimiz'in ismidir. Bü^isim bereketiyledir ki, kâinat meydana geldi. Vallahü âlem.

Gavs olan Seyyid Ahmed İbni Abdullah Hz.leri müridine buyurdu ki: Ey evlâdım, seyyidimiz Muhammed (s.a.s.)'m nuru olmasaydı, arzın sırlarımdan bir sır meyda-na çıkmazdı. Bir pınar yeryüzüne çıkıp akmazdı. Ey evlâdım, Resulullah Efendimiz'in nur, Mart ayında üç defa hububat üzerine estiği için mahsul verir. Bu nur olmasa hiç bir mahsul meyva vermez. Evlâdım, iman itibarıyle insanların en azı sol kimse ki, imanını zatı üzerine dağlar gibi büyük görür. Diğerlerini buna kıyas et. İşte iman yü-kü ağır olduğundan imanı taşımaktan yorgun düşer. Bu sebaple imanı tamamen sırtından atmak ister. Resulullah Efendimiz'in nuru şerifi imdada yetişir, ona üfler, kuvvet bulur ve iman onu süsler, güzelleştirir. Vallahü âlem.

Yine bir kerre A. Debbağ (r.a) buyurdu ki:

-Resulullah Efendimiz olmasaydı, cennet ve cehennemde insanlar derece derece olmazlardı. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın ilmi ezelisinde sebkat etti ki, insanlar Resulullah Efendimiz'in nurunu kabulde tefavüt edecekler. Onların üzerine de bu zuhur etti. İşte mertebelerin böyle değişik alması ve birbirine mübayin olması, Resulullah Efendimiz'den esrarın inşikak etmesinin mânâsıdır. Vallahü âlem.