๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 13 Ekim 2011, 17:14:21



Konu Başlığı: Sünnet algısının kırılması mı?
Gönderen: Sefil üzerinde 13 Ekim 2011, 17:14:21
   

Ahmet Kurucan
   
Sünnet algısının kırılması mı?

Sünnet, Efendimiz'den (sas) bize intikal eden kavli, fiili ve takriri davranışların bütünü. Anlaşılması alabildiğine kolay, sınırları belli, çerçevesi çok net bir tanım bu. Ama bu tanım sünnet kavramını tarihî serüveni ile birlikte ele aldığımızda nerede duruyor? Okuyucumuz bunu soruyor.

Bu sorunun cevabı net; net zira tedvin döneminden itibaren konuşulan, yazılan ve tartışılan bir mevzu bu. Yapılan tartışmalara hiç girmeyip kestirmeden sonucu söyleyeyim ben size: Mezkur tanım İmamı Şafiî Hazretleri'nin sünnet kavramına getirdiği yaklaşımdan sonra netleşmiş ve İslam dünyasına hakim olmuştur. Siz de dikkatlice okur ve üzerinde düşünecek olursanız anlarsınız ki bu tanım Efendimiz'in hayatının bütününü sünnet kapsamı içine almaktadır.

Burada can alıcı soru şu. Madem öyle, mezkur söz, fiil ve takrirler hangi ölçüde bizleri bağlayıcıdır? Cevabı kolay bu sorunun mezkur sünnet tanımını yapanlara göre; bunların hepsi sünnettir ama bazılarının bağlayıcılık değeri vardır, bazılarının yoktur. Bununla beraber bütüne uymak insana sevap kazandırır. Âdetin ibadet haline gelmesi tabiri ile anlatılmak istenen tam da budur.

İmamı Şafii'nin öncülüğünü ettiği bu yaklaşımda ne sahabe davranışları ne de Medine ehlinin ameli kendine yer bulamaz. Halbuki kelimenin lügat manasından tutun, cahiliyye dönemi, Efendimiz dönemi ve sonrasındaki kullanım şekline baktığınızda daha geniş perspektife sahip bir sünnet kavramı ile karşılaşırız. Burada bağlayıcılık değeri sünnet kavramının omurgasını oluşturmuştur. Yalnız haksızlık etmeyelim; İmamı Şafii'nin mezkur yaklaşımı etrafında yapılan uzun müzakereler literatürümüze çok büyük zenginlik katmıştır. Sünnetin teşri/yaşama bağlamındaki yeri ve değerinden başlayıp haber-i vahidlerin kabul ve ret şartları bunun başta gelen örnekleridir.

Buraya kadar okuduğunuz üç paragraf sorunun cevabını özet bir şekilde veriyor. Ama daha ötesi var; ötesi benden. Böyle bir sünnet algısının bize faydası mı olur zararı mı? Özellikle Müslümanlığı sadece ibadetten ibaret gördüğümüz, muamelattan ukubata ahkamını çoklarımız itibarıyla bilmediğimiz, uygulamadığımız bir dönemde sünnetin tanımı çerçevesi deyip ancak ehl-i ilim arasında müzakere mevzuu olacak şeyleri gündeme getirmenin hayatımıza ne getirisi olabilir? Asıl cevaplanması gereken soru bu bence.

İsterseniz bu soruya cevap vereyim ben ve diyeyim ki; böyle bir algının bize faydadan başka zararı olmaz. Sorunun mantukundan çıkarttığım tartışmaların ise getirisinden çok götürüsü olur. Bu Ramazan'da yapılan "teravih namazı vardır-yoktur" tartışmalarını hatırlarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Benim acizane kanaatime göre, şimdilerde İmamı Şafiî Hazretleri'nin belirlediği çerçevedeki sünnet anlayışını kabule, onu fert ve toplum hayatımızda diriltmeye ihtiyacımız var.

Urve b. Mes'ud'un; "Şu ana kadar çok kral gördüm ama hiçbirinin Hz. Muhammed'e gösterilen ölçüde saygı gösteren ashabı olduğunu görmedim." sözlerinde açık olan saygıya ihtiyacımız var.

Ayakkabı giymesi çıkarmasından, aynaya bakarken söylediği sözlerden kulağı çınladığında ettiği duaya kadar her şeyi kayıt ve zapt altına alıp onları hayatlarına taşıyan sahabi ruhuna ihtiyacımız var.

Hz. Ömer'in Hacerü'l Es'ad karşısına geçip, "Ey taş! Biliyorum ki sen bir taşsın. Ne faydan dokunur ne de zararın. Eğer Allah Rasulü'nün seni öptüğünü görmeseydim vallahi seni öpmezdim." sözünün altında yatan teslimiyet mantığına ihtiyacımız var.

Hz. Ali'nin "Eğer din, re'ye dayalı olsaydı mestlerin üstü değil altına mesh edilmesi gerekirdi. Ama ben Rasulullah'ı mestlerin üzerine meshederken gördüm." anlayışının kabulüne ihtiyacımız var.

Dinî hayatımız adına yaşadığımız laubaliliği, tel tel dökülen dindarlığımızı önleyecek yaklaşım budur. Keşke topyekûn bir seferberlikle bu anlayışı ihya edebilsek.