๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 19 Mayıs 2011, 14:27:09



Konu Başlığı: Sohbet-i Rasul Farkı
Gönderen: Ekvan üzerinde 19 Mayıs 2011, 14:27:09
                     Sohbet-i Rasul Farkı  

Sahâbe kıvamında hemen hemen tartışmaya ve farklı görüş beyanına hiç yer olmayan etken, onların sohbet-i Resûl gibi bir eğitim imkanına sahip bulunmalarıdır. Bu ilâhî ikrâm ve tarihî fırsat sadece sahâbe nesline özgüdür.

Hayatında Allah Resûlü Hz. Muhammed    sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte olmak, İslâm’ı onunla onun önderliğinde yaşamak, günü onunla paylaşmak, onunla sevinmek, onunla üzülmek, onunla gülmek, onunla ağlamak, gerçekleri ondan öğrenmek, onu izlemek, ona uymak ve ona doymak..  Allah Teâlâ’nın son kez ve evrensel çapta kendisine elçi seçtiği Hz. Muhammed    Mustafa’yı yakından izleme imtiyazı, onunla birlikte İslâm’ı inşa cihadı, en yetkili ağızdan ve birinci elden vahyi ve uygulamasını öğrenme imkanı ilk kez ve en özgün haliyle Kur’an ve Sünnet müslümanı olma şansı..Ve tabiî ilk hizmeti sunma, ilk faturaları ödeme fedâkârlığı ve şerefi… Süleyman Çelebi’nin:

“Ümmetin olduğumuz devlet yeter

Hizmetin kıldığımız izzet yeter”

beytindeki devleti de izzeti de herkesten önce yakalamış olma bahtiyarlığı…

“Sadr-ı İslâm”ı, İslâm’ın ilk günlerini idrak etmek, ilk İslâm Medine’sini, cemiyetini, devletini ve medeniyetini arı-duru tevhid inancı üzerine kurmak ve devamı için gerekli hizmetleri başlatmak… Bunları tamamen insâni zemin ve şartlarda yapmak..Kelimenin tam anlamıyla dünyayı dönüştürmek.. İslâm gerçeğini uygulamalı olarak insanlığa hediye etmek… Bütün bunlar sahâbe nesline ait imtiyaz, hizmet ve mutluluklardır.

Evet bütün bunlar, sonraki müslüman nesiller için ulaşılabilecek değil, olsa olsa ancak imrenilecek, gıbta edilecek meziyet ve ayrıcalıklardır. Biz bunu “Sohbet-i Resûl farkı” diye nitelemek istiyoruz.


Sohbet-i Resûl

“Sohbet-i Resûl”, Bediuzzaman Said Nursî merhumun ifade ettiği gibi, ashâb-ı kirâm için Hz. Peygamber’in nübüvvet şahsiyeti /peygamberlik kişiliğiyle sohbet etmek demektir. Bu sebeple hem mahiyet/nitelik hem de etki ve netice bakımından başkalarıyla sohbet etmekten  çok farklıdır. Çünkü Hz. Peygamber’in nübüvvet şahsiyetiyle sohbet çok kısa süreli de olsa, parmak ısırttıracak gelişmelere  vesile olur.  Başta  Hz. Ömer olmak üzere müslüman olan hemen her sahâbî bunun canlı bir örneğidir.

Allah’a yakınlıkla kemâlini bulmuş olan Hz. Peygamber, bu yakınlık/akrebiyyet nurunun yayılmasını sağlayan biricik kanal olup çevresindekileri çok kısa sürede geliştirmektedir. Buna peygamberlik nurunun, sahâbilerin ruhundaki yansıması olarak da bakılabilir. Bu sebeple sohbet-i Resûl, ashâbın ruhunda tam bir arınma(tathir) ve berraklık(tezkiye) oluşturmaktadır. Böyle bir sonuç da yüksek tecellileri dâvet etmektedir. Sahâbe kıvamının gerçek temelini, işte bu imkan ve  gelişme teşkil etmektedir. Çünkü söz konusu yakınlığın açılımı ve yaygınlaşması (akrebiyyetin inkışâfı), belli aşamalardan geçme (kat-ı merâtib) yöntemiyle asla  kıyas kabul etmeyen  bir gelişme ve olgunlaşma yoludur.


Mucize Nesil

Hiç kuşkusuz her peygamberin olduğu gibi Peygamber Efendimizin de bir çok mucizesi vardır. Mâlikî fakihi ve usul-ı fıkıh âlimi Mağribli Şihâbüddin Ahmed b. İdris el-Karâfî (ö.684/1285)(1) Hz. Peygamber’in toplum planındaki bir mücizesine dikkat çekmekte ve ismini vermediği bir usul âlimine atfen  şöyle demektedir:

 “Hz. Peygamber’in ashâbından başka hiçbir mucizesi olmasaydı, ashâbı yine de onun peygamberliğini ispat için yeterdi (Ve kâle ba’zu’l-usûliyyin, lev lem yekün li Resûlillahi sallallahu aleyhi ve selleme mü’cizetün illâ ashâbehü le kefevhü fî isbâti nübüvvetihi)."(2)

Bu tespitin anlamı, çok açık olarak sahâbîlerin “mucize nesil” olduğudur. Bir başka ifade ile, Hz. Peygamber’in toplum planındaki mücizesini sahâbe nesli teşkil etmektedir. Hz. Peygamber’in mücizeleri konusu işlenirken pek dikkat çekilmeyen bu nokta, şöyle biraz düşünülünce fevkalâde önemli ve doğru bir tespit olarak görülecektir.

Karâfî’den alıntıladığımız bu tespit işaret etmektedir ki, “Allah’ın yeryüzündeki şâhitleri" (şühedâullahi fi’l-arz)(3) olan sahâbilerin kıvamı, yetişmelerini sağlayan vahy-i ilâhî merkezli sohbet-i Resûl’ün, irşâd-ı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ürünü ve bereketidir.


Hidâyet Öncüleri

İslâm adına ortaya konulan her güzelliğin nesil planında ilk gerçekleştiricileri olarak sahâbiler, sonraki müslüman toplumların hidâyet bulmalarına öncülük etmişlerdir. Bu da onların ümmet-i Muhammed   ’in müslümanlığında pay sahibi olmaları anlamına gelir. Bu açıdan da onların durum ve kıvamları gerçekten çok farklı ve üstündür.

Takdir edileceği gibi  bu çapta yaygın bir hayra ve sevâba nâil olmak hiçbir müslüman nesil için söz konusu değildir.

Öte yandan Nasr sûresi nâzil olduğu zaman Hz. Peygamber, sûreyi sahâbilerine okuduktan sonra “İnsanlar bir taraf, ben ve ashâbım bir taraftır (en-Nâsu hayyizün ve ene ve ashâbi hayyizün)”(4) buyurmuştur. Bu, bir anlamda Peygamber Efendimizin, sahâbe-i kirâm’ı kendisiyle özdeşleştirmesi, onları maiyyeti/yakın çevresi olarak takdim etmesi demektir. İşte bu yakın ve sıcak ilişki ve birliktelik yani sohbet-i Resûl, o mucize neslin asıl farkını oluşturan etken ve kıvamını sağlayan temel unsurdur.

Söz buraya gelmişken açıkça ifade etmek gerekir ki, böyle farklı bir öncü, örnek  ve önder nesle sahip olmak da tüm müslüman birey ve toplumlar için büyük bir onur, övünç, şükür, gıbta/imrenme  vesilesi ve en nitelikli özlem konusudur.

O halde bu çok farklı konuma sahip kılınmış olmaları gerçeğini dikkate alarak ashâb-ı kirâma saygı duymak ve imrenmek her müslüman için hem bir görev ve hakşinaslık hem de yücelme, olgunlaşma ve kıvamlaşma yoludur. Böyle bir yoldan yürüme bilincine sahip olmak ise, ayrıca bir nasip ve basirettir.




Dipnotlar:
1) Hayatı, görüşleri ve eserleri hakkında bilgi için bk, DİA, XXIV, 394-401.
2) Karâfî, el-Furûk, IV, 1305, Kahire, 1421/2001 (242. fark’ın sonunda).
3) Bk. Buhârî, Cenâiz  86, Şehâdât 6; Müslim, Cenâiz 6.
4) Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 22; V, 187; Hakim, Müstedrek,  II, 257; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, V, 250.


Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan