๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2010, 16:39:55



Konu Başlığı: Rahmet Peygamberi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2010, 16:39:55
Rahmet Peygamberi

Zât-ı Kibriyâ'nın mahbûbu, ilâhî kelimâtın maksadı, kâinâtın hülâsası, cennet bahçelerinin bülbülü Peygamber (s.a.) Efendimizin doğum günü kutlu olsun. Ol ki gözlerimizin nuru, kalblerimizin cilâsı, gönüllerimizin ilâcıdır. Zikri dilimize tad olan mübârek ismi cennet kapılarına, Arş-ı âlâ'nın üzerine yazılmıştır. Âlemlerin Rabbi O'nu sevmekle kalmamış, semâvat ve arz ehline, bütün mahlukâta da sevdirmiştir. Dünyanın her tarafında âşıkların niyâzıyla, okunan ezanlarla her an ve daima anılmakta. Duaların kabulü, güçlüklerin hali, rahmet yağmurları yüzü suyu hürmetine zuhur eder. Çünkü O, "Rahmeten lil âlemin" dir.

Ümmeti olmakla şeref duyduğumuz sevgili Peygamberimiz (s.a.)'in doğum günü, Mevlîd Kandili İslâm âlemine, bütün insanlığa ve mahlûkâta hayırlar, uğurlar getirsin. Bu dileğimi alel umum bütün insanlık için istiyorum. Çünkü Ebu Hureyre (r.a.) buyuruyor ki: Bir harpte, kâfirlerin yok olması için dua buyurmasını söyledik. Buyurdu ki: "Ben lânet etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben rahmet için (herkese iyilik için, insanların huzuru ve kurtuluşu için) gönderildim." Peygamber Efendimizin rahmeti ve merhameti böylesine âlem şümûl idi.

Rasûl-i Ekrem insanların en halîmi ve ârifi idi. Efendimizin, hayatının sonuna doğru İslâm'a düşmanlıkları hiç bitmeyen Yahudî bilginlerinin haksız itirazlarını, mesnedsiz sözlerini boşa çıkarması buna güzel bir örnektir.

İslâm'ın getirdiği yenilikleri tenkid eden, yüksek fazîletlerin, ulvi hakikatlerin önünde susmaya veya kabule mecbur kalan Yahudî bilginleri son defa yeni bir dedikodu çıkardılar. Kur'an-ı Kerim'in Hud Sûresi 31. âyetinde geçen "Tezderi", Nûh Sûresi 21. âyette "Kübbâr", Sâd Sûresi 5. âyetteki "Ucâb" kelimeleri bugün Arap dilinde terkedilmiş, unutulmuştur. Bunlara bedel zamanımızda yaşayan sözler kullanılsaydı daha uygun değil miydi? şeklindeki itirazlarını, Cenâb-ı Peygamber'in huzuruna topluca gelerek bildirdiler. Hz. Peygamber (s.a.) onların sözlerini dinledikten sonra:

- Kuru (delilsiz) iddia olmaz. Bu hususta halk içinde yaşlı birisini seçin, getirin, konuşalım. Onun sözleriyle gerçek ne ise bilelim, buyurdu.

Yahûdî bilginleri Arabistan'ın birçok yerlerini gezen, şiirleriyle Mekke ve Medine ahâlisi arasında ün kazanan çok yaşlı bir kimseyi yanlarına alarak tekrar huzura girdiler. Bir süre sessiz kalındıktan sonra Peygamberimiz (s.a) ihtiyara hitap etti:

- Ya şeyh, ayağa kalk!

Kalktı.

- Otur

Oturdu. Bu hareketi üç defa yaptırması üzerine ihtiyar son derece kızdı. Kendini tutamadı, sinirli bir halde hey'et tarafından çekiştirilen, fakat gelirken kendisine bildirilmeyen o üç kelime ile şöyle karşılık verdi:

- Etezderî ya Resûlallah, ene min Kübbari-l Arab, hazâ şey'ün ucâb. (Ya Resûlallah, bana hakaret mi ediyorsun? Ben Arabın ulularındanım, bu tuhaf şeydir.)

Bilginler, Hz. Peygamber'in doğrudan doğruya gerçeği söyletmesi karşısında şaşırdılar. Hayranlıklarını gizleyemediler. Aralarında fısıldaştılar. Artık açıklama istemeye lüzum görmeyerek hepsi de Kelime-i Şehâdet getirip müslüman oldular. İhtiyar adam da maksadı anladı ve Resûlullah Efendimizden özür diledi.1

Peygamber Efendimizin en önemli sıfatlarından biri "sıdk" sıfatıdır. Bu, sözünde doru olmak, hiç yalan söylememektir. Aynı zamanda emin ve güvenilir olma vasfı bulunur ki, buna da "emânet" sıfatı denir. Allah'dan kendisine indirilen buyrukları, "tebliğ" sıfatı gereği noksansız, indirildiği şekilde ümmetine ulaştırmıştır. Ayrıca insanlar arasında "ismet" sıfatı ile temâyüz etmiştir. Evet, O ismet sahibidir, bilerek ve bilmeyerek günah işlememek, masum olmak ve şüpheyi gerektiren şeylerden kaçınmak güzel ahlâkının çırpıcı özelliklerindendir. Ashâb-ı kirâm da Efendimizin doğruluğuna, güvenilirliğine tam bir iman ve teslimiyet göstermişlerdir:

Resûl-i Ekrem Efendimiz bir gün Medine çarşısında geziyordu. Gözüne satılık bir at ilişti. Sahibiyle pazarlık etti. Mutabık kaldıkları fiyat üzerinden parasını evden alıp getirmek üzere sahibinin biraz beklemesini söyledi. Bu sırada at sahibi daha fazla bir bedel bulunca atı Hz. Peygambere satmaktan vazgeçti. Parayı alıp getiren Efendimize satışı inkâr etti. Hz. Peygamber satış esnasında kimse bulunmadığı için satışı isbat edemedi. Müteessirdi, herkes verdiği sözde durmalı, yapılan alış-verişi başkası araya girmek suretiyle bozmamalı idi.

O esnada ashab-ı kirâmdan Sâbit oğlu Huzeyme oradan geçiyordu. Karşılıklı konuşmaya o da katıldı: "Ben şahidim sen yalan söylüyorsun, atını Rasûlullah'a sattın." dedi. Huzeyme'nin bu kesin beyânı karşısında daha fazla ısrar etmeye imkân bulamayan at sahibi, bedelini alıp atını Hz. Peygambere teslim etmeye mecbur oldu.

Yolda Hz. Peygamberle Huzeyme arasında şöyle bir konuşma geçti:

- Ya Huzeyme, satış esnasında sen hazır değildin, mahiyetini bilmediğin bir hâdise hakkında nasıl şahâdet ettin?

- Ya Rasûlallah, atın sana satıldığını senden işittim. O halde bu satış doğrudur ve vakidir. Çünkü sen ancak doğru söylersin, Allah'ın Rasûlüsün. (Peygamberin sıfatlarından biri de sıdk: doğru sözlü olmaktır.)

Hz. Peygamber (s.a.) Huzeyme'nin anlayış seviyesini biraz daha ölçmek için sordu:

- Bu nasıl olur?

- Sen her gün bize Melek Cebrâil'in getirdiği âyetleri tebliğ ediyorsun ve biz getireni gözümüzle görmediğimiz halde verdiğin ilâhî haberlere ancak sen söylüyorsun diye doğrudur, gerçektir diye tereddüt etmeden inanıyoruz. Şimdi bu sözüne mi inanmıayacağız?

Deyince Peygamber Efendimiz, "Huzeyme'nin şahadeti bundan sonra bir hakkı isbat hususunda iki şâhidin şehadeti mesabesinde tutulsun." buyurdu.2

Peygamber Efendimiz (s.a.) vefâ, cömertlik, tevazu ve hayâda insanların en üstünüdür. En seçkin vasıflar ona aittir. Allah'ın buyruğunda, Resûlullah'ın sünnetinde öyle hikmetler vardır ki, insanların çoğu bunu anlıyamazlar.

İslâm fütuhatı devam ediyor, ganimetler Rasûlhullah'ın huzuruna getiriliyordu. Peygamber Efendimiz, "sizin ganimet dediğiniz şey, benim nazarımda şu kıldan farksızdır. Bunun beşte birini ayırıyorsam da, onu yine size dağıtıyorum." sözleriyle ganimetin hedef ve gaye olmadığını, ancak savaşın zorunlu sonucu olduğunu ifade ediyordu. Toplanan ganimetlerin çoğunluğunu yeni müslüman olmuş (müellefetü'l-kulub) lara vermesi, daha düne kadar Hz. Peygambere amansız düşman olanları memnun ederken, Medineli müslümanlardan (ensârdan) bazıları sızlanmaya başladılar. "Artık Peygamber (s.a.) kendi kavmine kavuştu." dediler. Bu durum kendisine anlatıldığında, Efendimiz onlara şöyle hitap etti:

- Ey Ensâr! Sizden sâdır olduğunu işittiğim, içinizde bir iz bıraktığını öğrendiğim birtakım sözler var. Bunlar ne? Ben sizi dalâlet (sapıklık) te bulup Allah'ın hidâyetine erdirmedim mi? Sizi fakir ve yoksul bulup, Allah'ın lûtuf ve keremiyle refaha kavuşturmadım mı? Birbirinize düşman vaziyette bulup, Allah'ın yardımıyla kalblerinizi birlirine bağlamadım mı?

Ensâr cevap verdiler:

- Evet, ya Resûlallah.

Hz. Peygamber (s.a.) sordu:

- Niçin söz söylemiyorsunuz, ey Ensâr?

Ensâr cevap verdiler:

- Ne diyelim ya Resûlallah? Sizden ancak lûtuf ve iyilik gördük.

Hz. Peygamber (s.a.) anlattı:

- Hüdâ bilir ki, isterseniz diyebilirsiniz ki: Herkes sana yalancı diyerek reddettiği zaman, biz sana inandık. Yurdundan kovulduğun zaman biz seni barındırdık. Yoksuldun, biz sana baktık ve yardım ettik.

Bütün bunları söylerseniz doğru söylemiş olursunuz ve herkes sizin doğru söylediğinizi doğrular. Fakat ey Ensâr! Bir takım insanları (yani müslüman olanları) kazanmak için verdiğim dünyalık yüzünden bana içerlediniz mi? Başkaları deve ve keçi alıp gidiyorken sizin beni alıp yurdunuza götürmeniz sizi hoşnut etmez mi? Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, hicret etmemiş olsaydım, sizden bir kişi olurdum. Herkes bir yola dökülse de, Ensâr bir yola dökülse, muhakkak ki Ensârın tuttuğu yolu tutardım.

Ya Rabbî! Ensâra merhamet et!... Ensârın oğullarını ve oğullarının oğullarını esirge!

Hepsi bir ağızdan: "Bize Hz. Peygamber yeter!" diye bağırdılar.3

Peygamber Efendimiz (s.a.) vefâkârlığının bir başka örneğini yengesi Ebu Tâlib'in hanımı Fatıma'ya göstermiştir. Rasûlullah (s.a.) amcası Ebû Tâlib'in himayesinde bulunduğu yıllarda yengesi Fatıma (r.anha) onu bir evlâd gibi bağrına basmış, anne yokluğunu hissettirmemeye çalışmıştı. Sofra kurulunca önce Hz. Muhammed (s.a.)'in gelmesini bekler, o gelinceye kadar kendi çocuklarının sofraya el uzatmasını hoş görmezdi. Kıtlık yıllarında bile kendisi aç kalsa da, fakat Efendimizi doyurmaya gayret ederdi.

İşte Peygamber Efendimiz bu muhterem yengesini hiç unutmadı. Sık sık ziyâretine gitmek suretiyle vefakârlığını gösterdi. Fatıma'nın ölüm hastalığını günü gününe takip etti. Onu en içli dualarıyla bahtiyar kıldı. Ölüm haberini aldığı zaman Efendimiz, "Bugün sevgili annem vefât etti!" buyurdu. Üzerindeki gömleğini çıkarıp kefen olarak Fatıma'ya sarılmasını emretti. Cenazesini kabre kadar takib etti. Yengesi için hazırlanan kabre inip uzandı, bir kaç dakika toprağı nurlandırdıktan sonra kalkıp çıktı. Ashab-ı Kirâm:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Yengenize yaptığınızı başkasına yapmadınız. Ona olan içli sevgi ve saygınızı başkasına gösterdiğinizi görmedik, dediler.

- Amcam Ebû Talib'den sonra bu muhterem kadından daha çok bana iyilikte bulunan bir kimse tasavvur edemiyorum. Beni öz evlâdından daha çok korudu, bir anne şefkatiyle beni çatısı altında barındırdı. Ona ne yapsam yine azdır. Kıyâmet günü cennet elbiselerine nâil olsun diye gömleğimi ona kefen olarak sardırdım. Kabrini nurlandırıp ona bir cennet yapmak için önce ben uzandım. Evet, o benim annemdi! Hem karnımı doyurur, hem de saçlarımı tarardı. Çocuklarından ziyâde bana iltifat ederdi.4

Peygamber Efendimiz, amcası Ebu Tâlib'in vefatından sonra, onun oğlu Hz. Ali'yi (r.a.) himayesine almak suretiyle akrabalara iyiliği de bize sünnet olarak bırakmıştır.

İmam-ı Gazâlî (r.a.) Kimya-ı Saadet isimli kitabında şöyle buyuruyor: "Ebu Said El Hudrî (r.a.) buyuruyor ki:

Rasûlullah (s.a.) hizmetçisi ile birlikte yemek yerdi, hizmetçisi yorulunca yardım ederdi. Fakir zengin, büyük küçük kiminle karşılaşırsa önce selam verir, musafaha yapmak için mübarek elini önce uzatırdı, köleyi-efendiyi, zengini-fakir; siyahı-beyazı bir tutardı. Herkesle iyi geçinir, iyilik etmesini severdi. Güler yüzlü, tatlı sözlüydü. Söylerken gülmezdi, üzüntülü görünürdü. Nazikti, cömertti, israf etmezdi. Herkese acırdı. Kimseden bir şey beklemezdi."

Enes (r.a.) buyuruyor ki:

Râsul (s.a.)'den bir şey istenip de, yok dediği işitilmedi."

İstekleri, dilekleri geri çevirmeyen, kimseyi kapısından boş göndermeyen, ganî ve cömertlikte benzersiz olan Peygamber Efendimiz (s.a.)'e gönül diliyle biz de dileklerimizi arzedelim. Bizlere şefaat buyurmasını, dünyadaki herşeyden daha üstün ve güzel olan aşkını kalplerimize nakşetmesini niyâz edelim.

Allahım! Peygamber Efendimiz Muhammed (s.a.)'e, onun ailesine, evlâdlarına ve ashâbına sonsuz derecede salât ve selâm eyle ve onları Mübârek kıl!

Dipnotlar: l. İslâm-Türk Tarihinin Altın Sahifeleri, Celâl Yıldırım. Sobe Gazete ve Matbaası, İzmir, 1970. 2. İslâm-Türk Tarihinin Altın Sahifeleri, Celâl Yıldırım. Sobe Gazete ve Matbaası, İzmir, 1970. 3. İslâm-Türk Tarihinin Altın Sahifeleri, Celâl Yıldırım. Sobe Gazete ve Matbaası, İzmir, 1970. 4. İslâm-Türk Tarihinin Altın Sahifeleri, Celâl Yıldırım. Sobe Gazete ve Matbaası, İzmir, 1970.


Konu Başlığı: Ynt: Rahmet Peygamberi
Gönderen: Ceren üzerinde 23 Kasım 2016, 22:12:28
Esselamu aleykum.Rabbim bizleri peygamber efendimizin yolunda giden ve onun emrine uyup onun rahmetine kavusan ve kurtulusa eren kullardan eylesin inşallah....