๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 11 Ekim 2010, 14:49:26



Konu Başlığı: Onu yer gök tanır
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 11 Ekim 2010, 14:49:26
Onu yer gök tanır



Hâtemü’l-Enbiyâ Efendimiz’i geçtiği yollardaki taşlar bile selâmlarlardı. Üzerinde hutbe îrad ettikleri hurma kütüğü, ihtiyaç dolayısıyla bir minber yapılması neticesinde O Varlık Nûru’ndan ayrı düştüğü için ashâb-ı kirâmın işiteceği şekilde inlemişti.  (Bkz. Buhârî, Cuma, 26) Ayrıca O Peygamberler Sultanı çağırdığı vakit ağaçlar da yürüyerek yanına gelmiş ve emr-i şeriflerine icabet etmişti.

Bu ve daha nice mûcizelerin mazharı ALLAH Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:
“Cinlerin ve insanların âsîleri hâriç, yer ile gök arasında var olan her şey, Ben’im Allâh’ın Rasûlü olduğumu bilir.” (Ahmed, III, 310)

O’nu inkâr eden münkirler dahî O hidayet güneşini el-Emîn sıfatıyla zikrettiler. Hiç yalan söylemediğini tasdik ettiler. O’nunla mücadele ederken bile eşyalarını O’na emanet ettiler. O’nun şefkat ve şahsiyet kanatları altına sığındılar. Çünkü O, her nefes onlar için hem hidayet vesilesi hem de bir sığınaktı. Bu meyanda Cenâb-ı Hak O’nu şöyle vasfetmektedir;


RAÛF ve RAHÎM / ÇOK ACIYAN VE ÇOK MERHAMETLİ PEYGAMBER




Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Size kendi içinizden öyle bir Peygamber geldi ki, sizin hüsranınıza üzülüyor, saadetinizi cidden istiyor; mü’minler için yüreği rikkatle ve merhametle çarpıyor!..” (Tevbe, 128 )

Cenâb-ı Hak bu âyette geçen ve kendisinin iki ilâhî vasfı olan Raûf ve Rahîm / acıma ve merhamet sıfatlarını kâmil mânâda yalnız Peygamber Efendimiz’de tecellî ettirmiştir. Bu tecellî, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, ümmetine karşı devamlı dua hâlinde olmasına vesile olmuştur.



Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in fıtratı ümmetine merhametle yoğrulmuştu. Hayatta iken bir ömür «ümmetî» diyen Fahr-i Âlem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor ki:
“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin için bir emniyet vesilesiyim. Vefat ettiğimde ise, kabrimde: «Yâ Rabbî, ümmetî ümmetî!..» diye ilk sûr üfleninceye kadar nida edeceğim…” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414) Yine Efendimiz’in «ümmetî, ümmetî» diye ifade ettiği, ümmetine olan muhabbet ve düşkünlüğünü şu hadîs-i şerif ne güzel beyan etmektedir.

“Hayatım sizin için hayırlıdır. Benimle konuşursunuz ve size (ilâhî vahiy ve hükümler) bildirilir. Vefatım da sizin için hayırlıdır. Amelleriniz Bana arz edilir. Güzel bir amel gördüğümde Allâh’a hamd ederim. Kötü bir şey gördüğümde de sizin için Allâh’a istiğfar ederim.”
(Heysemî, IX, 24)

Evet, Efendimiz öyle bereketli bir rahmettir ki, varlığı dünyada gazab-i ilâhî için bir kalkandır. Cenâb-ı Hak buyurur:
“(Ey Rasûlüm!) Sen onların içinde bulunduğun sürece ALLAH, onlara azap edecek değildir!..” (Enfâl, 33)Bulunduğu beldede rahmet, yaşadığı toplumda rahmet, bütün yeryüzünde rahmet, kat kat semalarda rahmet ve bilhassa muhabbeti ile dolu gönüllerde apayrı bir rahmettir.

Kıyâmet gününde de yalnızca O, «ümmetî, ümmetî» diyecektir. Bütün peygamberler, kendi tebliğ meselelerinin mes’ûliyet kaygısı ile meşgul iken O Rahmeten li’l-âlemin Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, secdeye kapanacak ve ümmeti için af ve mağfiret müjdesi alana dek; «Yâ Rabbî, ümmetî ümmetî!» diye yalvaracak.

Bizim bu nimet ve rahmete şükranla mukabelemiz acaba nasıl olmalı? Ashâb-ı kiram gibi aşk ve şevk ile biz de şöyle diyebiliyor muyuz:

LEBBEYK YÂ RASÛLÂLLAH!..



ALINTI