๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Ekim 2010, 17:40:37



Konu Başlığı: O nun getirdiklerinden her varlık istifade etti
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Ekim 2010, 17:40:37
O’nun Getirdiklerinden Her Varlık İstifade Etti


Sabahleyin bahçesine giderken yaşlı devesine yükünü yükledi, üzerine bindi, yola çıktı. Bahçeye varınca sabanı taktı, çifte koştu. Bahçesini sürecekti. Fakat zavallı deve yükle birlikte sahibini taşırken de zorlanmıştı, sabanı çekerken de... Son aylarda iyice yorgun tü hayvancık...
Artık sahibinin de canına tak etmişti. İş görmeyen bu vanı bir an önce kesmek gerekti. Adam bu düşüncesini daha önce de birkaç defa seslendirmişti. Yaşlı deve bu sözleri duydukça iyice takatten kesiliyor, güçten düşüyor, dizleri tutmaz oluyordu.
Adam kararını vermişti bu sefer. Deve ne yük taşıyabiliyor, ne de saban çekebiliyordu. Sabanı üzerinden sıyırdı, bir ağaca bağladı, gitti, heybesinden bıçağını aldı getirdi, tam kesecekti ki, deve yuları koparır koparmaz kaçmaya başladı. Adam peşinden koştuysa da yakalaması mümkün değildi.
Kim tutmaya çalıştıysa başaramıyordu. Hayvan iyice vahşileşti. Kimseyi yanına yaklaştırmıyordu. Gördüğüne saldırıyordu. Sonunda soluğu Medine'de aldı, şehre girdi, doğru Mescid-i Nebevînin önüne geldi, durdu. İçeride Peygamber Efendimizi görür görmez yere çöktü, secde eder gibi bir vaziyete girdi, eğildi, başını yere koydu, bekledi.
Deveyi bu halde gören Peygamberimiz ayağa kalktı, yanına vardı, bir yular istedi, götürdü, devenin boynuna taktı. Deve dile geldi, başından geçenleri anlatmaya başladı: “Beni çok ağır işlerde çalıştırdılar, şimdi de kesmek istiyorlar. Bunun için kaçtım.”
Devenin sahibi de deveyi takip etmiş, o da gelmişti. Peygamber Efendimiz devenin sahibine sordu:
“Devenin söyledikleri doğru mu?”
“Evet, doğru söylüyor yâ Resulallah.”
Peygamberimiz deveyi sahibine teslim etti.
Kesmeyeceğine dair de söz aldı. Ona sadece insanlar değil, hayvanlar da sığınıyor, dertlerini açıyorlardı.
Çoban Medine'nin dışında, dağlık bir kesimde sürüsünü otlatıyordu. Bir ara sürünün dağılmaya başladığını gördü. Keçiler, koyunlar sağa sola kaçışıyorlar, zapt olmuyorlardı. Dikkat etti, baktı ki, sürüye bir kurt dalmış, keçinin birisini de kapmış, götürmeye çalışıyor. Hemen koştu, keçiyi kurdun ağzından aldı, kurtardı.
Kurt çobana saldırmadı, birden bire çıkıştı, başladı konuşmaya:
“Allah'tan korkmadın da mı, rızkımı elimden aldın?”
Çoban şaşırdı: “Hayret doğrusu” dedi, “Bu kurt, tıpkı insan gibi konuşuyor?”
Kurt konuşmaya devam etti, çobana karşılık verdi: “Asıl hayret edilecek olan sensin. Sürünün başında duruyorsun da Allah'ın gönderdiği peygamberden haberin yok. O öyle bir peygamber ki, Allah ondan daha büyük ve şerefli bir peygamber göndermemiştir. Cennet kapıları ona açılmıştır. Cennet ehli onun sahabilerini seyrediyor. Nasıl savaştıklarını ibretle izliyorlar. Seninle onun aranda sadece bir vadi var. Haydi git sen de onların arasına katıl.”
Kurt doğru söylüyordu, ama sürüyü dağ başında bırakıp nasıl gidecekti?
Üstelik kurt da oradaydı, nasıl itimat edecekti? Kurda dedi ki: “Tamam, ben gideceğim, ancak benim keçilerime kim bakacak?”
Kurt, “Ben bakarım” dedi, “Sen dönünceye kadar onları gözetlerim.”
Artık yapacak bir şey yoktu. Kurdu Allah konuşturuyordu. Çobanlığı kurda devretti, şehre indi, doğruca Peygamberimizin huzuruna gitti. Durumu anlattı ve iman etti.
Tekrar sürüsünün başına döndü. Bir de baktı ki, kurt çobanlığa devam ediyor. Sürüde bir kayıp yok. Gitti, sürüden bir keçi tuttu, getirdi, kurda ikram etti. Çünkü kurt kendisine hem rehberlik yapmış, hem de sürüsünü korumuştu.
Evet, onu evcil hayvanlar değil, canavarlar, yırtıcı hayvanlar da seviyordu. Davasını insanlara ulaştırıyordu. Kurt kurtluğunu bırakmış, insanları imana ve İslâm'a davet ediyordu. Kurtlar da onun getirdiği hidâyet, barış ve huzur ortamından istifade etmişler, dağdaki insanları Efendimizin huzuruna göndermişlerdi.
Efendimiz bütün âlemlere rahmetti. Her varlık onun getirdiklerinden istifade etti ve ediyor.

Onun sayesinde gelen rahmete, merhamete, barışa ve şefkate her zamandan çok daha muhtacız.



Mehmet PAKSU