๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 28 Eylül 2010, 16:53:33



Konu Başlığı: Efendimiz in hanımları ve evliliklerindeki hikmetler 2
Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Eylül 2010, 16:53:33
Peygamberimizin Hanımları ve Evliliklerindeki Hikmetler-2

Geçen sayıda belirtilen "Bazı müfessirler tefsirlerinde akıl-nakil itibarıyla sağlam olmayan, uydurma bir rivayet söylemişler, bazı kimseler de bu rivayetlere sarılarak ileri-geri birtakım uygunsuz sözler sarf etmişlerdir. Güya Resulullah (s.a.s) Zeyneb (r.h)'i Zeyd'e nikahladıktan bir zaman sonra onların evine gitmiş, tesadüfen gözü ona ilişmiş, birdenbire güzelliği gönlünde yer etmiş de "Gönülleri çeviren Allah'ı teşbih ederim." demiş. Zeynep de bunu işitmiş ve Zeyd'e söylemiş. Zeyd de bu durum karşısında Resulullah'a gelerek hanımını boşamayı istemiştir."26 akıl-mantık dışı ve aynı zamanda uydurma olan bu haber pek çok yönden çelişkili görünmektedir. Bunları özetle şöyle sıralayabiliriz:

1. Rivayet açısından bu haber geçersizdir. Çünkü muteber hiçbir hadis kitabında yer almamaktadır. Sadece bazı tefsir kitaplarında malumat nevinden söylenmiş ancak sağlam bir senet ve rivayet zincirine bağlanamamıştır.

2. Dirayet noktasında pek çok yönden çürüktür.


Bunlar:

a. Evvela Allah Resulü (s.a.s) Hz. Zeyneb'i (r.h) ilk defa görüyor değildi ki hemen görür görmez ona aşık olsun. Küçüklüğünden beri gözünün önünde büyümüş, onun her haline şahit olmuştur. Çünkü Zeynep (r.h), halasının kızıdır. Resulullah'ın o eve girmesinde hiçbir sakınca yoktur. Henüz tesettür emri de gelmediği için, onu gayet iyi tanımaktadır. Durum böyleyken, kalkıp "bir defa gördü de hemen ona aşık oldu!" şeklinde anlatmak mantıken tutarsızdır. Üstelik gerçeğe de uygun değildir.

b. Şayet Allah Resulü'nün ona karşı en küçük bir meyli olsaydı, muhtemelen evlilik teklif ederdi. Bir insan düşünün ki, kendisi evlenmek istediği bir hanımı, önce başkasına versin, sonra da tutup kendisi alsın. Bu akıllı bir kişinin kabul edebileceği bir durum değildir.

c. Zeyneb (r.h)'in ailesi kızlarını Resulullah'a vermek istiyorlardı. Nitekim ilk istemeye gittiğinde de,kendisine istiyor sanmış ve sevinmişlerdi. Çünkü öteden beri adeta Resulullah'ın gelip talep etmesini bekliyorlardı. Ancak Hz.Peygamber onu, oğulluğu Zeyd'e istemişti. Şimdi bütün aile böyle bir evliliği can u gönülden isterken, Resulullah'ın da onunla evlenmek gibi bir niyeti olsaydı evlenirdi.

d. Hz. Peygamberin Zeyneb'i boşatıp kendine alması da mümkün değildi. Zira o gün için hakim olan örfe göre Zeynep (r.h), Resulullah'm oğulluğundan boşanmış bir kadın sıfatıyla Peygambere düşmezdi. Hatta evlatlık edinme adeti iptal edildikten sonra dahi hüküm değişmemişti. Zira o sırada evlatlıklardan boşanmış olan kadınlarla evlenmeyi helal kılan hüküm henüz gelmemişti.

Bütün bunlardan açıkça anlaşılmaktadır ki, bu rivayetin aslı yoktur. Tamamen uydurma bir haberdir. Kendi içinde bir sürü tezat bulunmaktadır.

"Zeyd, o kadından ilişiğini kesince, Biz onu sana nikahladık ki, (bundan böyle) evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. "(Ahzab, 33/36).

Demek ki Allah Resulü'nün, Zeynep Validemizle (r.h) evlenmesi tamamen bir emir gereğidir. Allah (c.c) emretmiştir. Elçisi de bu emre boyun eğmiştir. Bu evlilik vesilesiyle, topluma yeni birtakım prensipler getirilmiş, öteden beri süregelen birtakım telakkiler kaldırılmış oluyordu. Ve böyle bir evliliğin pek çok hikmeti vardı. Bunları şu şekilde sıralamamız mümkündür:

1. Her şeyden önce böyle bir evlilikte, insanların iradeleri söz konusu değildi. Bu, doğrudan doğruya Kainatın Yaratıcısı tarafından emrediliyordu. Yani bir emr-i semaviyle, nikah akdedilmiş oluyordu.

Genel olarak bu bilgilerden de anlaşılmaktadır ki, bu evliliklerin amacı, -bir kısım kimselerin dediği gibi- şehveti tatmin değildir. Şehevi arzular, insanların gençliklerinde, doruk noktadadır. Hz. Peygamber'in işte bu gençlik yıllarına bir göz gezdirdiğimizde O'nun, herkes tarafından iffetli, namuslu, sağlam bir şahsiyet olarak tanındığına şahit oluruz. 25 yaşında Hz. Hatice ile evlenmiştir. Arabistan gibi sıcak bir iklimde erkekler, 13-14 yaşlarında baliğ olurlar. Hz. Peygamber 25 yaşına kadar nefsine hakim olmuş, sonra da kendisinden 15 yaş büyük olan, iki kocaya varmış bir kadınla evlenmiş, onunla 25 sene yaşamış ve bu müddet içerisinde başka bir kadınla evlenmemiştir. O'nun tek kadınla beraberliği 50 yaşma kadar sürmüştür ki, bu yaş, insanın güç ve kuvvetinin çökmeye başladığı, şehevi arzuların azaldığı bir yaştır.

Şehvet hayatı için, zevk ve eğlenceye düşkün olmak lazımdır. Halbuki Hz. Muhammed (s.a.s), bütün bir Arabistan'ın lideri ve reisi olup, her türlü yaşam lüksünü elde etme imkanlarına sahip olmasına rağmen, O'nun hayatı gayet sade ve fakircedir. Bütün malı, bir hasır, bir yatak ve bir de ibrikten ibarettir. O ve ailesi, hayatlarında arpa ekmeğini dahi doyuncaya kadar yeme noktasına ulaşamamışlardır.27 Vefatları esnasında bile, fakirliğinden dolayı zırhı, bir Yahudinin yanında rehin olarak kalmıştır.28

Allah Resulü, fetihler dolayısıyla gelen ganimetlere ve maddi refaha çok önem vermemiş, Mekke'de iken Kureyş'in yaptığı birtakım cazip tekliflere asla iltifat etmemiştir. Bir insanın bütün bir servetini, bulunduğu birtakım makam ve mevkileri bir kenara iterek, münzevi bir hayatı tercih edip öyle yaşaması mümkündür. Ancak, elinde hiçbir şey yokken, makam ve mevkiden mahrumken, şöhretin doruğuna ulaşıp, her şeyin kontrolü kendisine geçtikten sonra, bu iktidar ve zenginliğin nimetlerinden istifadeyi düşünmemek çok zordur, hatta mümkün de değildir. İşte Hz. Muhammed (s.a.s) yegane insandır ki, en çok sevilen ve en çok itaat edilen bir insan olduğu halde, en basit, en sade ve en kanaatkar bir hayatı tercih etmiş, bu istikamette yaşantısını sonuna kadar sürdürmüştür.

Buradan itibaren, Allah Resulü'nün çok kadınla evlenmesindeki hikmetlere bir göz atalım. Bunları birkaç kategoride incelememiz mümkündür.

2. Öteden beri cahiliye döneminde, esir olan insanlara, ikinci sınıf insan olarak, hor ve hakir nazarıyla bakılırdı. Bu kişiler her ne kadar daha sonradan hürriyete kavuşturulsa da, topluma yerleşen yanlış telakkiden dolayı, konulan bu sınıf farkı engelini aşamazlardı. Ancak eşitlikle gelen İslam'ın, böyle bir şeyi kabul etmesi beklenemezdi. Onun nazarında bir insanın üstünlük veya aşağılık ölçüsü köle veya hür olması değildi. Üstünlük ölçüsü, sadece ve sadece iyi kul olma noktasıdır: "Ey İnsanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır."'(Hucurat, 49/13) Allah Resulü de bu durumu başlangıçta şu sözleriyle vurgulamıştır: "Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat kalplerinize ve amellerinize bakar."29 Diğer bir bayanında ise: "Ey İnsanlar! Rabbiniz bir, babanız birdir. Arabın yabancıya, yabancının Araba, kırmızının siyaha, siyahın kırmızıya herhangi bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. "30 buyurmuştur.

Ancak onların ruhuna kadar işlemiş olan bu meseleyi bir iki sözle çıkarıp atmak mümkün değildi. Efendimiz esirleri hürriyete kavuşturmak, onları aşağılanma duygusundan kurtarmak, halkın kafasında esirin hor ve hakir görülme meselesini silmek istiyordu. İşte bu noktada Allah Resulü kendi yakın akrabasından başlamak üzere meseleye el attı. Halasının kızı Zeyneb'i, azadlısı Zeyd'le evlendirdi. Bununla o, esaretten kurtulan bir insanla, hür ve asil birinin eşit olduğunu, dolayısıyla evlenmelerinde hiçbir sakıncanın olmadığını göstermek istemişti. Nitekim gösterdi de.

3. O dönemde evlatlık olarak alınan kimseler, gerçek evlat olarak telakki ediliyor, aralarında kan bağı akrabalığı hükümleri cereyan ediyordu. Resulullah, Zeynep (r.h) ile evlenmek suretiyle, böyle bir şeyin olamayacağını, oğulluğun boşadığı hanımla evlenilebileceğini ortaya koyuyor ve yerleşmiş olan bu cahiliye geleneğini kökünden kaldırmış oluyordu.

4. Aynı zamanda bununla, evlilikte denkliğin önemi gösterilmiş oluyordu. Yani evlenen hanımla erkek arasında, birtakım eşitlik veya eşitliğe yakın özelliklerin olması ki -bunlar; güzellik, asalet, zenginlik, neseb yönü vs.- bunlar gözetilmeden yapılan bir evlilikten, güzel bir netice beklemek zordur. Zeynep Validemiz, her yönüyle Resulullah'a denk sayılırdı. Denklik yönüyle belki Zeyd ile aralarında farklılıklar vardı. İşte bununla gösterildi ki, evlenme hadiselerinde gözden ırak edilmemesi gerekli bir husus da, eşler arasındaki bu denkliktir.

5. Zeyneb (r.h)'in zedelenen itibarı iade edilmiş oluyordu. Cenab-ı Hak, Hz. Peygamberi Zeynep'le tekrar evlendirmek suretiyle azatlı bir köle, soylu bir aileden gelen Hz. Zeyneb'i onurlandırmış oluyordu.

6. Yine bu evlilikte, İslam'ın temayüz ettiği eşitlik örneklerinden en yücesini de görmüş oluyoruz. Bu da, soylu bir aile kızı olan Zeyneb'i, azatlı bir köleyle evlendirip, boşandıktan sonra da onunla bizzat kendisinin evlenmesidir. Yani dünkü kölelerinden birinin eşi olan, bir hanımla evlenme.

7. Resulullah'ın hanımları arasında bazıları vardır ki,bunlar ilim erbabı kimselerdir. Hz. aişe, Ümmü Seleme, Zeynep binti Cahş, Hafsa (r.h) gibi. Kadınlık alemine ait pek çok mesele daha çok bu hanımlar vasıtasıyla gelmiştir. İşte Zeynep Validemiz de bu yönüyle temayüz etmiş olanlardandır. Şayet Zeyd (r.h)'in evinde olsaydı, belki pek çok mesele bizlere intikal etmiş olmayacaktı. Ancak Resulullah'm (s.a.s) zevcesi olmasıyladır ki, bu istidatlı şahsiyet, kadınlara ait meselelerin öğretiminde önemli bir rol almıştır.

---------------------
Öteden beri cahiliye döneminde, esir olan insanlara, ikinci sınıf insan olarak, hor ve hakir nazarıyla bakılırdı. Bu kişiler her ne kadar daha sonradan hürriyete kavuşturulursa da, topluma yerleşen yanlış telakkiden dolayı, konulan bu sınıf farkı engelini aşamazlardı. Ancak eşitlikle gelen İslam'ın, böyle bir şeyi kabul etmesi beklenemezdi. Onun nazarında bir insanın üstünlük veya aşağılık ölçüsü köle veya hür olması değildi. Üstünlük ölçüsü, sadece ve sadece iyi kul olma noktasını yakalamaktı.
---------------------

B. HZ. PEYGAMBERİN EVLİLİKLERİNİN HİKMETLERİ

1. Eğitim ve Öğretime Yönelik Maksatlar:

a. islam dini, en son dindir. Dolayısıyla evrensel olup, bütün insanların ihtiyaçlarına cevap verecek kapasiteye sahip olması lazımdır. Bunun için de, hayatın bütün yönlerine dair bir kısım prensipler getirmelidir. Ev hayatı, aile hayatı, gece hayatı, evdeki münasebetler vs. hepsi açık bir şekilde ortaya konmalıdır ki, insanlar sorularına cevap bulabilsinler. Aksi takdirde, pek çok yönü bilinmeyen, muğlak kalan bir din olur ki, bu takdirde evrensel olması düşünülemez.

Böyle olabilmesi için de, bu dini tebliğ eden peygamberin hayatı, uygulamaları, sözleri, evde tek başına kaldığı zaman ki tutumları, en ince noktasına kadar bilinmeli ve daha sonra gelecek olan insanlara aktarılmalıdır.

Yukarıda dile getirdiğimiz şeyin tahakkuk edebilmesi için, peygamber hanesinde bir değil, birkaç kişinin bulunması zarureti ortaya çıkmaktadır. İşte bunlar da ancak ve ancak O'na en çok yakın olma avantajına sahip olan, hanımları olabilir. İşte Allah Resulü bu ihtiyaçları göz önüne alarak birden fazla kadınla evlenmeyi tercih etmiştir.

b. Kadınlar alemine dair hükümleri öğrenmek için, çoğu zaman Peygamberin hanımları vasıtalık yapıyorlardı. Sayılarının fazla oluşu, vasıtanın genişlemesine, Peygamberle daha fazla görüşmeyi ve kadınların kolayca İslam'ı öğrenmelerine vesile oluyordu. Akraba ve yaş münasebetiyle onların her biriyle ülfet eden bir topluluk vardı. Birkaç kadın olmasaydı, bütün kadınların hususiyetlerini kavramak mümkün olmayacaktı. Böyle olmasaydı ümmet, zevceleri vasıtasıyla peygamberden rivayet edilen binlerce hadisi işitemezdi. Böylece binlerce hüküm, çözümsüz kalacak ve bilinmeyecekti.

c. İslam dininde birçok nokta vardır ki, Peygamberimizin (s.a.s) bunları doğrudan doğruya kadınlara izah etmesine imkan yoktu. Bunlar kadınların harimine ait idi. Onun için Hz. Peygamber'in hanımları tarafından izah olunuyordu. Pek çok hadis, kadınlar tarafından Peygamberimize yöneltilen birçok sualin, Allah Resulü tarafından zevcelerine havale olunduğunu göstermektedir.

d. Sünnet, İslam Peygamberinin sadece sözlerinden ibaret değildir. Bunun yanında O'nun hal ve hareketleri, bazı durumlardaki takrirleri de sünnet sayılmaktadır. Ve bunlar da sözlü sünnet gibi sayılıp, inananlar tarafından birer hayat düsturu olarak kabul edilme mükellefiyeti vardır. İşte burada da devreye yine O'nun zevceleri girmektedir.

e. Zevceler arasında yaşlılar, orta yaşlılar ve gençler bulunması itibarıyla, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli ahkam vaz'ediliyor. Ve bizzat Peygamber (s.a.s) hanesi içinde bulunan bu pakize zevceler sayesinde tatbik imkanı buluyordu.31

f. Her kabileden aldığı kadın, O'nun hayatında ve irtihalinden sonra, kendi cemaati arasında çok ciddi dini hizmete vesile olabiliyor; uzak yakın bütün akrabalarına, zahir ve batın-ı Ahmediye (sav) hususunda tercümanlık yapıyordu. Bu sayede O'nun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur'an'ı, tefsiri, hadisi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu.32

g. Allah Resulü, yaşlı, genç ve orta yaşlı kadınlarla evlendi. Çünkü her yaşın kendisine has problemleri vardır. Resulullah'ın yaşayış tarzını, her yaşa uygun cevabını ümmete nakletmek ve insan için gerekli olan her şeyi onlara aktarmak, nübüvvetin asil bir görevidir ki, bu da yine hanımları vesilesiyle yerine getirebilmiştir.

2. Topluma Yönelik maksatlar:

a. Hz. Peygamberin evlendiği kadınların pek çoğu dul, kimsesiz ve yetimlerle baş başa kalmış kimselerden ibaretti. Kocası ölen, çocuklarıyla baş başa kalan bir hanımın durumunu birazcık hayal edecek olursak, meselenin ne denli önemli olduğunu anlarız. Toplumu meydana getiren bu fertlerin yardımına koşulmalı, ellerinden tutulmalıydı. Onlar da bir kısım mahrumiyetlerden kurtarılmalıydı. İşte bu noktada, Hz. Peygamber devreye giriyor, bu kimsesizlerin kimsesi oluyor ve onların ellerinden tutuyordu.

b. Toplumda, kimsesiz ve dul kadınların yardımına koşmak suretiyle, daha sonra gelen ve aynı şartlarla yüz yüze kalacak olan insanlara, bu mevzuda nasıl davranılması gerektiğini, cemiyetteki böyle bir problemin nasıl çözülebileceğini, bizzat uygulayarak göstermiş oluyordu.

c. Allah Resulü'nün, bazı hanımlarla evlenmesinde, cemiyete ait gözettiği bazı hususlar vardır. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in kızlarıyla evliliğinde, Kureyş ile daha yakın bir bağ kurulmuş oluyordu. Böylece Kureyş'in yakınlaşması sağlanmış oluyor, o dönemde güçlü olan akrabalık hisleri devreye sokularak, İslam'a ısınmaları sağlanıyor, kalplerin, bu davet etrafında çarpması yeğleniyordu.

d. Hz. aişe, Resulullah'ın insanlar arasında en çok sevdiği, İslam'a hiç tereddütsüz giren, vefatından sonra da yerine geçecek olan Hz. Ebubekir'in biricik kızıydı. Ebubekr (r.a)'in yaptığı bir sürü fedakarlık karşısında, O'nun kızını almak suretiyle O'na en güzel bir mükafat vermiş oluyordu. Yine aynı düşünceyi, Hz. Ömer (r.a)'in kızı Hafsa (r.h)'da da görmemiz mümkündür.

----------------
Resulullah'ın çok evlilik hikmetlerinden birisi de, yeni bir kısım hükümlerin konmasına yöneliktir. Öteden beri cahiliye toplumunda yerleşmiş bazı yersiz adetler vardı. Bunların ortadan kaldırılması, yenilerinin ortaya konması gerekiyordu. Bunu da ancak Allah Resulü yapabilirdi. Çünkü böyle bir şeye başkalarının kalkışması mümkün değildi.
----------------

3. Teşrii (kanun koyma noktasında) Maksatlar:

a. Resulullah'ın çok evlilik hikmetlerinden birisi de, yeni bir kısım hükümlerin konmasına yöneliktir. Öteden beri cahiliye toplumunda yerleşmiş bazı yersiz adetler vardı. Bunların ortadan kaldırılması, yenilerinin ortaya konması gerekiyordu. Bunu da ancak Allah Resulü yapabilirdi. Çünkü böyle bir şeye başkalarının kalkışması mümkün değildi.

Buna misal olarak, başkasını oğul edinmeyi verebiliriz. İslam öncesi Arap adetlerinden birisi de, evlatlık edinmeydi. Onlara göre bu adet, öteden beri tevarüs eden örfi bir uygulama olarak telakki ediliyordu. Birisi başkasının çocuğunu evlatlık alıyor, kendi öz evladıymış gibi kabul ederek, miras, talak, evlenme yasağı vs. pek çok konuda onu, öz evlat muamelesine tabi tutuyordu. Resulullah da İslam'dan önce Zeyd b. Harise'yi evlatlık edinmişti. Herkes onu, Zeyd b. Muhammed diye çağırıyordu. Ancak aslı astarı olmayan bu geleneğin kaldırılması gerekiyordu. İşte Zeyd'in boşadığı Hz. Zeynep ile yapılan evlilikle, bu batıl adet ortadan kaldırılmış oluyordu.

b. Bunun yanında bir de, azatlı köleden boşanmış bir hanımla evlenilerek, kölelerin de birer insan olduğu, her yönden diğer insanlara eşit olabileceği, şayet boşanmışlarsa, onların boşamlan bu hammlanyla evlenmede hiçbir sakıncanın olmadığı gösterilmiş oluyordu.

c. Bunun yanında bir de, azatlı köleden boşanmış bir hanımla evlenilerek, kölelerin de birer insan olduğu, her yönden diğer insanlara eşit olabileceği, şayet boşanmışlarsa, onların boşamlan bu hammlanyla evlenmede hiçbir sakıncanın olmadığı gösterilmiş oluyordu.

4. Siyasi Maksatlar:

a. İslam Peygamberinin bazı evlilikleri ise, siyasi amaçlıdır. Bu evliliklerle pek çok kabilenin İslam etrafında bir araya gelmesi sağlanmıştır. Yaratılış gereği olarak şu bir gerçektir ki; kişi, bir kabile veya aileyle evlilik bağı kurduğunda, o kabile veya aileyle aralarında ister istemez bir yakınlaşma ve sevgi meydana geliyor. Aradaki düşmanlıklar kalkıyor, kin ve nefretler siliniyor, yerini sevgi ve hoşgörü alıyor.

Bu gerçeği çok iyi bir şekilde bilen, insan sarrafı Hz. Peygamber, bu vesileyle onları İslam'a yaklaştırmayı yeğlemiştir. Mesela Cüveyriye binti Haris, Safiyye binti Huyeyy ve Remle binti Ebi Süfyan (r.a) ile evlilikleri bu kabildendir. Bu üç annemiz de, toplumda ağırlığı olan kişilerin kızlarıdır. Cüveyriye ile Safiyye (r.h)'nin babaları, Yahudilerin reisleri durumundadırlar. Bunlarla evlenince Yahudilerle arada akrabalık bağı kurulmuş, onlarla daha yakın temas sağlanmış ve bu vesileyle pek çoğunun İslam'la şereflenmesine sebep olunmuştur.

Yine Ebu Süfyan'ın kızı Remle ile olan evlilikte de aynı durum söz konusudur. Bununla taş yürekli, Müslümanların azılı düşmanı Ebu Süfyan yumuşamış, Müslümanlık karşısında teslim-i silah ederek, İslam dinine girmiş ve Emevilerle yakınlık kurulmuş oldu.

b. Bazı kimselerin kalbinde peygambere karşı öyle bir kin ve nefret yerleşmişti ki, evlilik bağı olmasaydı, bu kinin gitmesine imkan yoktu. Böylece evlilik bağı sayesinde, Allah'ın farz kıldığı peygamber sevgisi doğmuştur.

c. Daha sonraki dönemlerde de bu metod, çoğu kimse tarafından kullanılmıştır. Osmanlı tarihine baktığımızda bunun pek çok örneğini bulmamız mümkündür. Padişah hanımlarını incelersek görürüz ki, onlardan bir kısmı, yabancı milletlere mensuptur. Ancak diğer devletlerle daha yakın ilişki kurmak, oralarda aleyhimize olacak bazı durumlardan doğru ve hızlı bir şekilde haber almak vs. gibi düşüncelerle padişahlar, bu hanımlarla evlenmiş böylece devlet ve milletçe büyük faydalar elde edilmiştir.

d. Müslümanların zayıf olduğu dönemlerde ise bu silah, tam tersine kullanılmıştır. Düşmanlarımız, verdikleri hanımlarla, içimizdeki en gizli devlet sırlarını, stratejilerini öğrenmiş hedeflerine kısa yoldan varmayı başarmışlardır.

e. Bugün bile, Müslüman diyeceğimiz devletlerdeki, devleti teşkil eden üst tabakanın, hatta devlet başkanlarının hayatlarına bakacak olursak, pek çoğunun hanımının İngiliz, Fransız, Alman vs. asıllı olduğunu görürüz ki, bu da güçlü devletlerin zayıflara uyguladıkları bir tür elde etme stratejisidir.

Ancak Allah Resulü, bunu her zaman için müsbet yönde kullanmış, bu vesileyle onların İslam'a girmelerini, dolayısıyla dünya ve ukba saadetlerini sağlamıştır.

Bu mevzu ile ilgili olarak Akkad'ın değerlendirmesini de vererek, konuya son verelim: "Bazı müsteşriklerin 'Muhammed (s.a.s)'in dokuz kadınla bir anda evlenmesi, cinsel arzusunun aşırılığına bir delildir.' demelerine karşılık şöyle deriz:

Sizler, hiç evlenmeyen İsa (a.s)'yı, cinsel arzusunun yetersizliğiyle nitelemediğiniz gibi, Muhammed (s.a.s), dokuz kadınla evli olduğundan onu, cinsi arzusunun aşırılığı ile nitelememeniz lazımdır. Biz, her şeyden önce büyük bir insanın, kadını sevip, ondan faydalanmasında bir sakınca görmüyoruz. Bu fıtri bir ihtiyaç olup, ayıp sayılmaz. Canlı mahlukatın fıtratında en köklü his, erkek ile dişinin bir araya gelip birleşmeleridir. Bu his, canlı yaratıkların hepsinde mevcuttur.

Ancak sevgi mecrasını değiştirerek, haddini aşması ve insanı işinden alıkoyup, uğrunda, manası olmayan birtakım şeyleri teklif etmesi, fıtratın değişmesine vesile olur. Her huyun aşırılığı ayıp sayıldığı gibi, bu aşırılık da ayıp sayılır.

Peygamberin (s.a.s) yaptığı şeyleri bilen kimse, kadının, büyük veya küçük herhangi bir işten alıkoyduğunu diyebilir mi?

Hayatında ve ölümünden sonra, Hz. Muhammed (s.a.s)'in daveti ve İslam Devleti tarihinden daha büyük bir tarih yapan kim vardır? Kim diyebilir ki, bu, meşgul olan bir kimsenin işidir. Büyük bir işe kendini verip, Resulullah'ın ulaştığı seviyeye kim yetişebilmiştir?

Çocuk iken hissine mağlup olmadığı gibi, gençliğinde de cahiliyetin her şeyi mübah gördüğü bir zamanda diğer gençler gibi şehvetine ayak uydurmadı.

Belki temizlik, emniyet, ciddiyet ve vakar ile şöhret bulmuştu. Sonra İslam'a davet ettikten sonra O'nu sevmeyenler ve aleyhinde propaganda yapanlar ve ayıbını araştıranlar dahi bu hususta onu ayıplayacak bir şey söylemediler. Ey cemaat! Gelin şu gence bakın, düne kadar kadınlarla şöyle oturup kalkıyor, şunu bunu yapıyordu, bugün de, temizliğe iffete ve şehveti terk etmeğe davet ediyor. Sayılmayacak kadar düşmanı olduğu halde, asla böyle bir söz söylemediler. Böyle bir sözün yeri olsaydı, binlerce kişi bunu, ağzına dolay acaktı.

Hakkında propaganda yapıp, iftiraya yeltenenler, bütün incelikleriyle bize açıklanan evlilik hayatının bütün gerçeklerini unutmuşlardı. Sadece O'na iftira etmek için, mana ve maksadını değiştirecek bir tek şey söylediler. Çok kadınla neden evlendi?

Fakat gençliğinde temizlik ve iffet ile meşgul olduğunu, cahiliyet devrinde, gençlerin mubah ve normal saydıkları bütün lezzet ve şehvetlere hiçbir zaman yanaşmadığını unuttular.

Yirmi beş yaşma gelinceye kadar, mubah olan evliliğe dahi istekli olmadığını, halbuki evlilik, sevimli, soylu aile ve kızlar arasında yeri olan her genç için, kolay olduğu gibi, kendisi için de kolay olduğunu unuttular.

Yirmi beş yaşındayken evlendiği zaman, kırk yaşındaki bir hanımla evlendiğini, elli küsur yaşına gelinceye kadar bir tek hanımla, yani Hz. Hatice ile yetindiğini unuttular.

Bazı soyları bağdaştırmak veya himaye etmek için evlendiğini, güzellik ve şehvetin asla söz konusu olmadığını unuttular.

"Şehvet hissine mağluptur" diye niteledikleri Zatın, birçok günlerinde arpa ekmeğine dahi doyamadığını ve birçok imkanlara sahip olduğu ve onları memnun etmek gayet kolay ve ağır birşey olmadığı halde, zevcelerini memnun etmek için kanaat ve iktisatın ötesine gitmediğini unuttular.

Bir arada bulundurduğu zevcelerin sayısı,tarihçe sabit olduğu gibi,bu gerçeklerin de tarihçe sabit olduğunu unuttular.

Peygamberi lekelemek,O'na iftira etmek ve gerçekten ayrılmak için,bütün bunları unuttular. Halbuki gerçeği arayıp,söylemek ve hatıra getirmek isteselerdi,bunları görmeleri,görmezlikten gelmelerinden daha kolaydı." 33

Buraya kadar söylediklerimizden anlaşılmaktadır ki, Hz.Peygamberin evliliklerinin herbirisi,ayrı bir gayeye mebnidir. O,asla bir kadın düşkünü değildir.

Pek çok kadınla evlenmesi ve bu evliliklerin hepsini gayet arızasız bir şekilde götürmesi dahi, O'nun peygamberlik delillerinden bir tanesini teşkil etmektedir.*


* Bu konuyla ilgili bakılabilecek kitapların kısa bir listesini vermeyi uygun gördük:

AKKAD, Abbas Mahmud, Abkariyyetü Muhammed s.85-112.
BİNTÜŞ-ŞaTi, aişe Abdurrahman, Teracimu Seyidati Beytin-Nübüvve.
DERVEZE, Muhammed İzzet, Siretü'r-Resul, 1:68-88.
EBu ŞEHBE, Muhammed b. Muhammed, es-Siretü'n-Nebeviyye fi Dav'i'l-Kur'an Ves-Sünne, 2:294-316.
EL-CEBRi, Abdulmüteal Muhamed, es-Siretü'n-Nebeviyye ve Evhamü'l-Müsteşrikin, s. 153-156.
EL-MEVLa, Ahmed Cad, Muhammed el-Meselü'1-Kamil, s. 262-273.
ELMALILI, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili,6:314-321.
HASAN, H. İbrahim, İslam Tarihi, 1:242-249.
HEYKEL, Muhammed Hüseyn, Hayat-u Muhammed, s.352-360.
KAL'ACI, Muhammed Ravvas, Dirasetün Tahliliyyetün Li Şahsiyyetü'r-Resul Muhammed, s. 171-186.
MEVDuDi, Ebul Ala Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, 1:209.
NURSi, Bediüzzaman Said, Sözler, (25. Söz, 3. Şua, 2.cilve, 2. esas);
- Mektubat, (7. Mektup).
RIZa, Muhammed Reşid, Tefsiru'l-Fatiha, s. 145-158.
SaBuNi, Muhammed Ali, Ravaiu'l-Beyan Tefsir-u ayati'1-Ahkam, 2:298-338.
M. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler 1/84-97.
- Sonsuz Nur, 1:347-360.
SAiD HAVVA, er-Resul, s. 149-171.
ŞİBLİ,Mevlana,Asr-ı Saadet,2:137-169
TABBARA;Afif Abdülfettah,Meal Enbiya Fi'l-Kur'an,s.435-443

*Yard.Doç.Dr.Muhittin Akgül,Sa. Ün. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi



DİPNOTLAR

26- Bu asılsız rivayet için bkz:Taberi, a.g.e, 22:18;Zemahşeri, el-Keşşaf, 3:540-541; Kurtubi, a.g.e, 14:189-190
27- Buhari, İman 22,E'time 23-27; Müslim, Zühd 20-25, 33; Nesai, Dahaya 37; İbn Mace, E'time 48,49; Ahmet b.Hanbel,2:98
28- Buhari,Cihad 89, Tirmizi,Buyu'7;Nesa'i,Buyu'58,Darimi,Buyu'44;Ahmet b.Hanbel, 1:236.
29- Müslim, Birr 33; ;İbn Mace, Zühd 9, Ahmet b.Hanbel,2:285.
30- Ahmet b.Hanbel, 5:411
31- Gülen, M.Fethullah,Asrın Getirdiği Tereddütler-1,s.87.
32- Gülen, -Asrın Getirdiği Tereddütler-1,s.87.
33- Akkad,Abbas Mahmud,Abkariyyetü Muhammed, s:98 vd.



Doç. Dr. Muhittin Akgül