๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Eylül 2010, 15:28:54



Konu Başlığı: Ebedi Risalette diplomatik misafirler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Eylül 2010, 15:28:54
EBEDİ RİSALETTE DİPLOMATİK MİSAFİRLER

GİRİŞ
Hazret-i Peygamber, hem ebedî risâletin sahibi, hem İslâm devletinin başkanı ve hem de İslâm orduları başkomutanı idi. Bu sebeple İslâm başkenti Medine'ye gelen her seviyeden ve her inançtan fertler ve topluluklar gibi elçiler yani diplomatik misafirler de öncelikle Hz. Peygamberin misafirleri idiler.
Kaynakların belirttiklerine göre, Araplar, harp-sulh gibi önemli konularda Kureyş kabilesini takip ediyorlardı. Çünkü Kureyş'i üstün kabul ediyor ve onların tavırlarına göre kendilerini ayarlıyorlardı. Kureyş'in düşman olduklarına düşman, dost olduklarına dost oluyorlardı. Kureyş'in kabullerini onlar da benimsiyorlardı İslâm karşısında da aynı şekilde davranıp Kureyş'i izliyorlardı.
Kureyş'in İslâm'a karşı verdiği amansız mücâdeleye rağmen, Mekke'nin, Müslümanlar tarafından fethi gerçekleştirildikten yani Kureyş'in tam anlamıyla İslâm ordusuna boyun eğdiği kesinleştikten sonra, çevredeki Arap kabileleri, artık zaman kaybetmenin anlamının kalmadığı düşüncesiyle Medine'ye elçiler ve heyetler göndermeye başladılar. İslâm Tarihinde "Âmu'l-Vüfûd (elçiler yılı) diye bilinen günler, Mekke fethi sonrasına rastlayan özellikle hicrî dokuzuncu yıldır. Tebük Seferi'nden dönüldükten ve Sakif kabilesi Müslüman olduktan sonra Medine çok yoğun bir diplomatik trafik yaşadı. Uzak-yakın yer ve yörelerden insanlar Hz. Peygamberle görüşmek, Müslüman olmak ya da bazı şartlarla antlaşmalar yapmak üzere Medine'ye akın ettiler. O günlerde Medine'de, Yüce Kitabimizin 110. Nasr sûresinde: "Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit..." diye bildirmiş olduğu günler ve olaylar yaşanıyordu.
A. DİPLOMATİK MİSAFİRLERİN AĞIRLANMASI
Biz burada sadece yabancı devlet elçilerini değil, geliş amaçlarına bakmadan, Arap kabilelerinin temsilcilerini ve değişik yörelerden muhtelif milletleri ve dinleri temsilen gelen kişi ve heyetleri "diplomatik misafir" olarak değerlendireceğiz. Çünkü yakın plândan tetkik edildiği zaman, bütün bu insanların o günün şartlarında bir çeşit diplomatik misyon üstlendikleri anlaşılmaktadır.
1. Ağırlama
Diplomatik misafirlerin ağırlanması ile diğer misafirlerin ağırlanması arasında, temelde hiçbir fark görülmemektedir. Elde mevcut ne varsa onunla ağırlanıyorlardı. Benî Hanife heyetinin ağırlanması anlatılırken kendilerine Remle binti Hâris'in evinde, sabah akşam bir defasında ekmek ve et, bir defasında ekmek ve süt, bir defasında ekmek ve yağ verildiği kaydedilmektedir. 1
Heyetlerin misafirlik süresi aynı değildi. Üç gün kalıp gidenler olduğu gibi 15-20 gün kalan heyetler de oluyordu. Kaç gün kalırlarsa kalsınlar elçiler tam bir din ve vicdan hürriyeti ve hareket serbestisi içinde bulunuyorlardı. Meselâ Necrân elçileri, geldikleri gibi Hristiyan olarak dönüp gitmişlerdir. Hiç bir diplomatik misafire baskı yapılmamış ve zarar verilmemiştir, yalancı peygamber Müseyleme'nin, mürted olduklarını itiraf eden iki elçisine bile dokunulmamıştır. Hz. Peygamber onlara: "Allah'a yemin ederim ki, elçilerin dokunulmazlığı olmasaydı sizin boyunlarınızı vurdururdum 2 demekle yetinmiştir. Bilindiği gibi bu durum, "elçiye zevâl olmaz" cümlesiyle kültürümüzdeki yerini almıştır.
2. Ağırlama Yerleri
İlk İslâm başkenti Medine'ye gelen elçiler ve heyetler, ya bu iş için tahsis edilmiş evlerde, ya Mescid'in avlusuna kurulan özellikli çadırlarda yada bazı sahâbilerin yanında misafir edilir ve ağırlanırlardı.
Yedi kişiden oluşan Selâmân kabilesi heyeti, Medine'ye geldiklerinde Hz. Peygamberi Mescidin önünde bir cenazeye gitmek üzereyken buldular. Kendilerini tanıtıp Müslüman olduklarını bildirmek için geldiklerini söylediler. Hz. Peygamber, hizmetçisi Sevbân'a: "Bunları, elçilerin ağırlandığı yerde ağırla!" buyurdu ve gitti. Sevbân onları, "Arap heyetlerinin bulunduğu, hurmalık içinde geniş bir eve götürdü." Bu ev, Remle binti Hârisin eviydi 3 Remle'nin evi, diplomatik misafirlerin çoğunun ağırlandığı "devlet konuk evi" konumundaydı. Remle'nin evinin, Hz. Ebû Bekir'in hilafetinde de aynı iş için kullanıldığı bilinmektedir.
Bunun yanında, muhacirlerden birinin Medine'de yaptığı ilk ev olması sebebiyle "büyük ev" diye anılan Abdurrahman İbni Avf'ın evi de "Resûlullahın misafirlerinin ağırlandığı" yerlerden biriydi. Hatta buraya "Misafirler evi"de denirdi.4 Ezd kabilesi elçileri de Ferve b. Amrin evinde ağırlanmıştı.5
Ondört kişiden oluşan meşhur Necran Hristiyanları temsilcilerini Hz. Peygamber, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde misafir etmiştir.6
Öte yandan bazı kabile heyetleri, akrabalarından Medine'de olanların yanına misafir oluyorlardı.7
Tebük Seferi dönüşünde Ramazan ayında, Medine'ye gelen Sakif Kabilesi elçileri, Kur'ân dinlemeleri ve müslümanları izlemeleri için Mescidin avlusuna kurulan çadırlarda ağırlandılar. Kendilerinin hizmetiyle Halid b. Said b. As ve Bilal el-Habeşî ilgileniyordu. Sakif elçilerinin, bu iki zat tarafından getirilen yiyecekleri, emniyet mülahazasıyla, önce getirenler tatmadıkça yemediklerine bilhassa işaret edilir.
Yine, Ahlaf boyu elçilerinin Benî Mâlik'ten olanları, mesciddeki bir çadırda ağırlanmışlardır.8
Hz. Peygamber Vail b. Hucr'u misafir etmesi için Muaviye b. Ebî Süfyân'a teslim etmiştir. O da onu Harre'de bir evde ağırlamıştır.9
Bazı elçilerin ya da misafirlerin ağırlanması işini kendiliklerinden üstlenmek isteyen sahâbiler de olurdu. Hz. Peygamber, uygun gördüklerinin isteklerini olumlu karşılardı.10 Bazılarına da müsaade etmezdi.11
3. Ağırlama İşiyle Görevliler
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bilhassa Mescidin yakınında ağırlanan misafirlerin hizmetleriyle Halid b. Said, Bilal el-Habeşî ve Hz. Peygamberin hizmetçisi Sevbân meşgul olurdu. Remle binti Hârisin evinde kimler bu hizmeti yürütüyordu; bu konuda herhangi bir isim kaydına muvaffak olamadık.
B. HZ. PEYGAMBERİN DİPLOMATİK MİSAFİRLERLE İLGİLENMESİ
Hz. Peygamber, Medine'ye gelen elçilerle yani diplomatik misafirlerle, sayıları ne olursa olsun ve nereden gelmiş olurlarsa olsunlar, Müslüman olsun veya olmasınlar, kimi temsil ederlerse etsinler, onlarla sade ve samimi bir şekilde ilgilenirdi. Burada hemen işaret edelim ki, gelen heyetler genellikle kabile başkanlarının riyasetindeki kişilerden oluşurdu. Bazan da elçiler sivil kimseler olurdu. Heyetler içinde din bilginleri, şair ve hatipler gibi kültürel seviyesi yüksek insanlar bulunurdu. Bu heyetler genellikle sözlü mesajlarla gelirlerdi. Ancak Hz. Peygamber'in dine davet mektubu gönderdiği devletlerin elçileri yazılı mesaj getirirlerdi.
Şimdi Efendimizin bu misafirleriyle nasıl ilgilendiğine dair kısa tesbitlerde bulunalım.
1. Güzel Giyinmesi
Hz. Peygamber, diplomatik misafirlerin gelişinden herhangi bir şekilde haberdâr olmuşsa, onları güzel elbiseler giymiş olarak karşılardı. Hatta yakın dostlarının da aynı şekilde güzel giyinmelerini isterdi. Cündeb b. Mekîsin bildirdiğine göre: "Kinde heyeti geldiğinde, Hz. Peygamberin üzerinde Yemenî bir elbise (hulle) vardı. Ebû Bekir ve Ömer de onun gibi giyinmişlerdi. 12 Hatta kendisi de bir elçilik heyetiyle gelip Müslüman olmuş olan nur yüzlü sahâbî Cerir b. Abdullah diyor ki: "Kendisine Arap heyetleri geldikçe Resûlullah aleyhisselâm bana haber gönderirdi. Ben de elbisemi giydikten sonra yanına varırdım..."13
Geldiklerini haber vermeyen heyetler, çoğunlukla Hz. Peygamberi Mescid'de bulurlardı. Onlarla tanıştıktan ve ne maksatla geldiklerini öğrendikten sonra, kendilerinin misafir edilmesini sağlardı. Daha sonra onlarla görüşmelerine devam ederdi.
İşaret edelim ki o günlerin âdeti olduğu halde 14 Hz. Peygamber, elçileri görkemli karşılama törenleri ile etkileme gibi sun'î hiçbir yola tevessül etmezdi.
2. Başlarını Okşaması
Hz. Peygamber, aşırı derecede heyecanlı, tereddütlü gördüğü bazı misafirlerinin başını mübârek eliyle şöyle bir sıvazlardı. Böyle bir iltifata mazhar olan kimsenin rahatladığı ve soyu için bu işlemin bir iftihar vesilesi olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.
3. Evine Davet Etmesi
Hz. Peygamber kendisine gelen Adiy b. Hâtem'in elini tutmuş, evine davet etmiş; evde içi hurma lifiyle doldurulmuş tek minderi Adiy'in altına sermiş, kendisi kuru yere oturmuştur. Adiy ile konuşmuş, tereddütlerini tek tek saymış, sorularını cevaplamış, İslâm'ın gelecek parlak günlerini haber vermiş, onu İslâm'a davet etmiştir. Bir ara Adiy'in bizzat kendi inancına göre haram olan uygulamasını ona hatırlatmış, böylece onun içinde bulunduğu asıl durumu bildiğini, ondan kurtulması gerektiğini belirtmiştir. Adiy, durumundan utandığını, fakat Hz. Peygamberin, kendisini utandıran bu durumunu bir daha söz konusu etmediğini de memnuniyetle nakletmiştir.
4. Geleceklerini Önceden Bildirmesi, Övmesi
Bütün bunların dışında ve sadece Hz. Peygamberin yapabileceği bir ilgi ve iltifat şeklini daha tesbit ediyoruz. O da Sevgili Peygamberimizin bazı zevat hakkında güzel sözler söyleyerek Medine'ye geleceklerini önceden ashabına haber vermesidir. Meselâ biraz yukarıda isminden söz ettiğimiz Cerir b. Abdullah ve Vâil b. Hucr bunlardandır.
Cerir diyor ki: Medine'ye varınca, devemi ıhtırdım, heybemi açıp altlı-üstlü elbisemi giydim ve Mescid'e girdim. O sırada Resûlullah hutbe irad ediyordu. Kendisine selâm verdim. Cemaat beni göz ucuyla süzüyordu.. Yanımdaki zâta, "Resûlullah beni andı mı, diye sordum." O da: "Evet, biraz önce, seni güzel bir şekilde andı.' 'Şu kapıdan, Yemenli, hayırlı bir kimse girecektir. Onun yüzünde melek, melik nişanı vardır' buyurdu, dedi. "Ben de Allah'a hamdettim.15
Vâil b. Hucr diyor ki: Medine'ye gelince Resûlullah ile buluşmadan önce onun ashâbı ile görüştüm. "Sen gelmeden üç gün önce Resûlullah aleyhisselâm seni, bize müjdeledi. 'Vâil size geliyor' buyurdu" dediler.16
5. Ridâsını Çıkarıp Üzerine Oturtması, Minberden Ashâbına Takdim Etmesi
Hz. Peygamber, Vâil b. Hucr ile karşılaşıp merhabalaştıktan sonra üzerinden ridâsını çıkarıp serdi birlikte üzerine oturdular. Müslümanların toplanmasını emretti. Sonra minbere çıktı, Vâil'i de minbere çıkarıp yanında durdurdu. Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:
"Ey Müslümanlar! Bu, Vâil b. Hucr'dur. Size uzaktan Hadramevt'ten, mecbur edilmeden, İslâm'ı özleyerek ve kabul ederek kendiliğinden gelmiştir. Kendisi Kral oğullarının bakiyyesidir."
Daha sonra; "Allah'ım, Vâil'e, Vâilin oğluna ve oğlunun oğluna mübarek kıl' diye dua etti. Vâil'in başını eliyle sıvadı.17
Cerir b. Abdullah, bir gün Hz. Peygamber ashâbıyla birlikte oturmakta iken yanlarına geldi. Kimse Cerir'e yer açmadı. Hz. Peygamber üzerindeki ridâsını çıkarıp Cerir'e attı ve "Ey Ebû Amr, al onu, üzerine otur!" buyurdu. Cerir alıp oturdu ve "Ey Allah'ın Resûlü! Senin bana ikram ettiğin gibi Allah da sana ikram buyursun" diyerek teşekkür etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, çevresindekilere: "Size bir topluluğun kerem ve şeref sahibi büyüğü geldiği zaman, ona ikramda bulunun ve saygı gösterin" buyurdu.18
6. Kaldıkları Yere Uğrayıp Hal-Hatır Sorması
Hz. Peygamber, misafirhaneye veya mescidin avlusundaki çadırlara yerleştirdiği diplomatik misafirleriyle yakından ilgilenirdi. Sakif elçileri içinde yer alan Evs b. Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Peygamber özellikle yatsı namazını kıldıktan sonra yanlarına gider, onlarla konuşur, Kureyş'ten ve Mekkeliler'den çektiklerini ve Medine'deki gelişmeleri onlara anlatırdı.
7. Misafirlerin Gündeme Getirdiği Her Konuyla İlgilenmesi
Hz. Peygamberin diplomatik misafirleri arasında çok değişik isteklerde bulunanlar oluyordu. Meselâ, kendisini imtihan etmek için gelenler19, şair ve hatiblerini getirip şiir ve hitabet yarışması yapmak ve yarışma sonucuna göre Müslüman olmaya veya olmamaya karar vermek isteyenler20, Sakif elçileri gibi, namazdan muaf tutulmaları, Lat putuna dokunulmaması gibi kabulü mümkün olmayan imtiyazlar peşinde koşanlar, Necran Hristiyanları heyeti gibi, işi karşılıklı lanetleşme noktasına kadar vardıran tartışmacılar, kuraklık ve kıtlıktan şikayet edip yağmur duası isteyenler oluyordu. Hz. Peygamber bütün bu isteklerle ilgileniyor, sorularını cevaplıyor, yarışıyor, tartışıyor, dua ediyor, onlara İslâm'ı anlatıyor, kendi kültürlerinde ya da kitaplarında bulunan esasları açıklıyor, böylece onların doğruyu görmelerini sağlamaya çalışıyordu.
Neticede duruma göre Müslüman olurlarsa, Kur'ân'ı okuma ve İslâm esasları öğretiliyor, kendilerine, arazî bağışları (ıktalar) veya imtiyaz fermanları yazdırılıyor, bazılarına başkan ve imam tayinleri yapılıyordu. Hatta bu yazılardan birinde Benî Bârık'lara verilen yazıda, konumuzla ilgili şu satırlara da rastlamaktayız: "Onlar, harp veya kıtlık sıralarında Müslümanlardan kendilerine uğrayacak kimseleri üç gün misafir etmekle yükümlüdürler.21 Müslüman olmayanlarla da hukukî anlaşmalar yapılıyor, yazılar yazılıyor, emannâmeler veriliyordu.
8. İsimlerini Değiştirmesi
Bu arada şu hususa da işaret edilmesi uygun olacaktır. Hz. Peygamber, tanışma sırasında öğrendiği isimlerden gerek gördüklerini güzelleriyle değiştirir, kişilere özel iltifatlarda bulunurdu. Meselâ Benî Nebhan'ın reisi olan Zeyd hakkında "Araplardan bana fazileti anılan hiçbir kimse yoktur ki, yanıma gelince onu, hakkında söylenilenlerin altında bulmuş olmayayım. Ancak Zeyd böyle değildir. Ondaki faziletler bana tam olarak ulaştırılmış değildir" diye iltifatta bulunmuş ve Zeydü'l-hayl olan adını Zeydu'l-Hayr'a çevirmiştir.22 Şirk kültürünün tezâhürü olan Abdü'l-uzzâ, Adü'l-lât gibi isimleri Abdullah ve Abdurrahman gibi tevhid inancına uygun mânâlı isimlerle değiştirirdi. Bu işlem, Müslüman olanlar için ayrıca bir ikram kabul edilirdi. Ancak çok nâdiren de olsa, atalarının koyduğu ismin değiştirilmesine sıcak bakmayan diplomatlar da çıkardı.
9. Yol Azığı ve Bahşişler Verilmesi
Elçilere dönüşlerinde yol azığı hazırlanır ve bahşişler verilirdi.. Elde mevcut imkânlara göre bu bahşişlerin miktarı az çok değişirdi.
Resûlullah (sav), kendi elçileri vasıtasıyla İslâm'a girmeye davet ettiği kabile başkanı ve hükümdarlara hediye göndermezdi. Onlardan gelen hediyeleri çoğunlukla kabul, nadiren red ederdi. Fakat kendisine gelen elçilere mutlaka hediyeler verirdi. Hatta Tebük'te kendisine gelen Bizans elçisine Hz. Peygamber, "asıl yerimizde (Medine'de) olsaydık sana hediye verirdim" diye üzüntüsünü iletti. Bunu işiten Hz. Osman, heybesinden kıymetli bir kumaşı çıkarıp elçiye hediye etmesi için Hz. Peygamber'e verdi. Hz. Peygamber Hz. Osman'ın bu ikramından son derece memnun kaldı.23
Burada hemen işaret edelim ki, elçilere hediye verme işini Hz. Peygamber ısrarla tatbik etmiş ve vefatından önce, Müslümanlara şu tavsiyede bulunmuştur: "Benim kendilerine hediye verdiğim gibi, siz de elçilik heyetlerine hediye verin!"24
SONUÇ
Hz. Peygamberin özellikle diplomatik misafirlerine karşı gösterdiği ilgi ve misafirperverlik, misafirlikte din, dil ve ırk ayrılığının asla neticeye tesir etmediğini göstermektedir. Onun bazı elçi gruplarını Mescide yakın bir yerde, bazılarını da Mescid'de ağırlaması, sırf imkânsızlık sebebine bağlanamaz. Kur'ân dinlemeleri ve Müslümanların ibâdetlerini, beşerî ilişkilerdeki kazandıkları seviyeyi bizzat görmelerini sağlamak, böylece dolaylı yoldan onlara tebliğde bulunmak gibi ulvî bir maksada dayalı olduğu muhakkaktır. Bu sebeple günümüzde de mabed ve mescidlerimizi ziyaret etmek isteyen gayr-i müslim devlet adamları, diplomatlar ve turistlere usûlü dairesinde kolaylık ve anlayış göstermek, hem vazgeçilemeyecek bir tebliğ imkânı ve görevi hem de -insanî bakımdan- misafirperverlik gereğidir. Kaydedildiğine göre, Sakif kabilesi elçileri, müşrik oldukları halde Mescid'e girmişlerdi. Müslümanlardan bu durumu yadırgayanlar oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "yer yüzü hiçbir şeyden kirlenmez" buyurdu.25 "Onları, Kur'ân dinleyebilecekleri bir yerde misafir edeceğim" diyerek26 maksadını duyurdu. Müslüman ülke yöneticilerinin böylesi bir amacı gözardı etmemeleri, diplomatik misafirlerini Kur'ân dinleyebilecekleri, Müslümanların ibadetlerini izleyebilecekleri saatlerde mabedleri ziyaret ettirmeleri, Sünnet-i Seniyye'ye uygun bir davranış olacaktır. Bu tür davranışın bir Müslüman için misafire ikram anlamı taşıdığı unutulmamalıdır.
Kendi ülkelerinde daha iyisini, daha kalitelisini bulduktan bir takım müzik, tiyatro ve dış kaynaklı gösterilerle iyi bir misafir ağırlama yapıldığı yanlışı artık terk edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, günümüzde siyasal bakımdan Osmanlı'yı kötüleyen dış mihraklar bile, o toplumdaki insanî davranışların ve gördükleri güzel İslâmî muamelenin hâlâ senâkârıdırlar. O halde sırf ticarî amaçlarla değil, Müslümanca düşüncelerle yabancılara gösterilecek Müslüman-Türk nezâket ve misafirperverliği birçok gönlün kazanılmasına, hiç değilse, düşmanlık duygularının ve peşin hükümlerinin değişmesine vesile olacaktır. Bu da Müslümanlar ve Müslümanlık adına bir kazançtır. Misafirperverliğin uluslararası boyutta böylesi bir "adam kazanma, ya da gönül yapma" fonksiyonu bulunmaktadır. Turistlere "yolunacak kazlar" diye değil, "kazanılacak kalbler" diye bakmak, ona göre muamele etmek gerektiği artık birilerince hem anlaşılmalı hem de halkımıza anlatılmalıdır. Kim bilir belki böylece, sırf ticârî amaçlı, ahlâkî içerikten yoksun turizm politikaları yüzünden uğradığımız büyük değer kayıplarını bir ölçüde telafi imkânını buluruz.
Yazımı bu hususun bir başka noktasına dikkat çeken bir olayı anlatarak bitirmek istiyorum: Hicretin onuncu yılında Medine'ye gelip Müslüman olan Benî Muhârib temsilcileri içinde bir kişi vardı. Hz. Peygamber ona dikkatle baktı.
Adam:
- Herhalde beni tanıdınız, ya Resûlallah? dedi.
Efendimiz:
"- Galiba ben seni görmüştüm" buyurdu.
Adam:
- Evet dedi. "Sen beni görmüş ve benimle konuşmuştun. Ben ise sana çirkin sözler söyleyerek karşı koymuştum. Olay Ukaz panayırında olmuştu. Sen o zaman Arap kabilelerini dolaşıp İslâm'a davet ediyordun. O zaman arkadaşlarım içinde sana benden daha katı ve kötü davranan olmamıştı. Hamdolsun Allah'a ki, sana inanacak kadar bana ömür verdi. Halbuki o gün benim yanımdaki arkadaşlarım, kendi dinleri üzerinde şirkleri içinde ölüp gittiler."
Efendimiz:
"- Kalbler, Allah'ın dileğine tâbidir, O'nun elindedir" buyurdu.
Adam:
- Ey Allah'ın Resûlü! Bağışlanmam için dua et! dedi.
Efendimiz:
"- Müslüman olmak, önceki günahları ortadan kaldırır!" buyurdu.27
Biz de yazımızın sonunda, şimdiye kadar Ebedî Risâlet Sahibi'nin davetine uymamış, karşı çıkmış olanların tümüne birden bir kez daha sesleniyor. "İslâmiyet, geçmiş günahlara keffârettir" diyor, daha fazla geç kalmanın kimseye bir yararı olmayacağını hatırlatıyoruz. Çağrımız, Ebedî Risâlet'in çağlar üstü diplomatik çağrısıdır: "İslâm ol, kurtul!"28


DİPNOTLAR:
1. İbn Sad, Tabakât, I, 316.
2. Ebû Dâvûd. Cıhâd 154.
3. İbn Sad. Tabakât I. 332.
4. Bkz. Kettânî, et-Terâtibu'l-İdâriyye (trc. A. Özel), II, 202.
5. İbn Sad, Tabakât, I, 338; Koksal, İslâm Tarihi, x. 115.
6. İbn Sad, Tabakât, I,357-8
7. Bkz. İbn Sâ'd, Tabakât, I, 328; Köksal, a.g.e., x, 134
8. İbn Sa'd. Tabakât. I,313.
9. İbn Sad, Tabakât, I,351
10. Bkz. İbn Hacer. el-İsâbe, II,421; III, 254
11. Koksal, a.g.e., ıx. 305.
12. İbn Sa'd. Tabakât, IV, 346; Kettâni, et-Terâtibu'i-İdâriyye. II, 209
13. Zehebî, Siyer, II. 382.
14. Bkz. S. Müneccıd, en-Nüzumu'd-Diplomasiyye fi'l-İslâm, s. 38, (Beyrut, 1403/1983)
15. Ahmed b. Hanbel, Müsned. IV. 359-360, 364; Zehebi, Siyer, II, 380-381; Koksal, a.g.e., x, 101.
16. Heysemî. Mecmeu'z-zevâid, ıx, 374 17.Kaynakları için bkz. Koksal, a.g.e., x, 146-147.
18. Zehebi, Siyer, II,381.
19. Kaynaklar için bk., Koksal, a.g.e., x, 137
20. Geniş bilgi ve kaynakları için bk., Köksal, a.g.e., ıx, 32-33.
21. İbn Sa'd, Tabakât, I, 352; Köksal, a.g.e., x, 159
22. İbn Sa'd, Tabakât, I, 321; Koksal a.g.e., x. 8.
23. Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 74-75.
24. Bkz. Buharî, Cihad 176-177; Kettanî, a.g.e., II, 207.
25. Köksal, a.g.e., IX, 303. (Vâkıdî, Meğâzî, III, 964'den naklen)
26. İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, III. 31; Köksal, a.g.e., ıx. 303-304.
27. Kaynaklar için bkz, Köksal, İslâm Tarihi, (Medine devri) x, 324-325,
28. Buharî, Bedu'l-Vahy 6; Cihad 102; Müslim, Cihâd 74; İbn Mâce, Mukaddime 10.



Doç.Dr. İsmail L.Çakan