๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 12 Ekim 2010, 11:48:06



Konu Başlığı: Asrı Saadetin aile dersi
Gönderen: Zehibe üzerinde 12 Ekim 2010, 11:48:06
Asr-ı Saadetin aile dersi

(http://www.bizimaile.com/images/icerik/yysab.jpg)

Anne-babalı yetim ve öksüzler Dünyanın en eski, ama hiç eskimeyen ortaklığı aile hayatıdır. İnsanlık tarihinin her döneminde önemini koruyan bu müessese, kıyamet asrını yaşadığımız bu zamanlarda hayli yıpranmış bulunmaktadır.

Ailenin ihmale uğradığı ve sarsıntılar geçirdiği günümüz dünyasında gözümüze çarpan her dengesizlik, ailenin önemine ve önceliğine dair bir uyarı niteliğindedir. Sosyal hayatın dengesi aile ile kurulur. Aile, dengeli olmanın ve dengede kalmanın merkezidir. Bu açıdan bakıldığında bir insanın karakter, şahsiyet, itikat, iman ve ahlâk oluşumunda en önemli katkı, onun yetiştiği aile ortamı olduğu görülecektir. Fakat mahlûkatın merkezine yerleşen insanın, yetiştiği ortam olan ve kemalâtı merdivenlerinde en önemli temeli oluşturan ailenin, ciddi sarsıntılar geçirdiğini görmekteyiz. Zira sağlam bir kişilik ve ahlâk, sağlıklı ortamların meyvesidir. Aile kurmak en ciddi meselelerden birisidir ve birlikteliğin başlangıcında sağlam ölçülerin yer etmesi zaruridir.

Fizikî ve maddî temeller üzerine kurulan ailede, ahiret misyonu yıkılmış ve sadece dünyaya bakan ciheti esas alınmış demektir. Böyle başlangıçların sonu gelmeyecektir. Bu durum, dünya hayatını dahi zindan eden bir sürece atılan bir adımdır.
Modernlik rüzgârı ile bireyselleşmenin hızla artması, enaniyeti kamçılamış, emniyet ve sadakati zedelemiştir. Böylelikle evlenenlerin yarısı, hayatının geri kalan kısmını boşanmış olarak geçirmekte; olan, ortada kalan yürekleri iki parçaya bölünen çocuklara olmuştur. Evli kalabilenler de ise, birçoğunda, anne ve baba vakitlerinin büyük bir kısmını evden uzakta geçirmekte olup, çocukları da kendileri de bir yuva sıcaklığını teneffüsten uzak yaşamaktadırlar.

Aile tahassüngâhlarının bozulması, aile bireylerinin psikolojik çöküntüye uğramasına, sosyal boyutta da ahlâkî bir çöküntüye sebep olmaktadır. Ortada yarım erkekler, yarım kadınlar ve onların yetiştirdiği yarım kişilikli evlâtlar dolaşmaktadır. Bu umumi manzaranın en ağır darbesini çocuklar yemektedir. Anne ve babaları yanlarında ama yetim ve öksüzlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.
Çok çalışan ve bir türlü eve gelemeyen babaların artması, kadınların da bir eş ve anne olduklarını unutmalarına sebep olmuştur. Evlerin, eşlerin ve çocukların ihmali dengesizliklerin başlangıcıdır. Oysa hizmetin merkezine önce ev, eş ve çocuklar konmalıdır. Resul-i Ekrem (asm) tebliğine en başta ona iman eden Hazret-i Hatice ile başlamıştır.

Bugün bu ihmal ve dengesizlikler sadece ehl-i dünyanın problemi değildir. İman hizmetlerine koşturan dindar insanlarda da bu çeşit kaymalar mevcuttur. Başkalarını kurtarmak için evdekileri ihmal cevazı veren dindarlar aile hayatlarını bir bir kaybetmeye başlamıştır.
Aileye dair bütün ayet ve hadisler imanî bir hayatın öncelikle tesis edileceği adres, ev ortamları olduğuna işaret etmektedir.
Günümüzde aileler kendisine model ve örnek bulabilme sıkıntısı içerisindedir. Herkes kendine göre bazı doğrular tespit etmekte ve kendi bakış açılarıyla ailelerini şekillendirmektedir. Bu yüzden farklı farklı mülâhazalar ortaya çıkmıştır. Bu ise, gerek kişinin kendisinde, gerekse aile yapısında sapmaları ve huzursuzlukları netice vermiştir.

İnsanlık Allah’ı tanıyabildiği ölçüde ve Kur’ân’ın yaşayan modeli olan Resulullah’ı örnek aldığı ölçüde hakikî istikameti ve huzuru bulacaktır. Aksi uğraşlar boşa kürek çekmeye ve yıpranmalara sebeptir. Mahlûkatı yaratan ve mahlûkat içerisinde de en şerefli makamı insan olarak tayin eden Allah, onun ihtiyaçlarına uygun, ona yol gösterecek, problem ve hastalıklarını tedavi edecek ve her şeyden önce yaşayarak öğretecek peygamberler göndermiştir. İşte insan bu huzur ve kemalât reçetelerinden uzaklaştığı ölçüde mutsuz olacaktır.
Hazret-i Peygamber, 63 yıllık hayatı içinde 23 yılını evli bir resul olarak yaşamıştır. Öyle ki, gazvelere bile yanında bir eşini götüren resul, gazvelerin haricinde çocuklarına ve eşlerine yeterli vakit ayırmıştır. Tebliğ maksatlı iletişimin en temel noktası, anlatılanın en başta anlatan kimsede yaşanır olmasıdır. Çünkü karşısında güzel örnek görenler hakikati çabucak kabulleneceklerdir. Sözler ile davranışlar, iç ile dış arasındaki imtizaçsızlık muhatap tarafından hemen hissedilecektir. Bu yüzden örnek bir hayat, başlı başına bir değerdir ve büyük manalar ifade eder. Resulullah’ın hayatına bu açıdan bakıldığında, o, hayatının her karesinde üstad-ı külldür.

Resulullah, planlı ve programlı bir insandır. Gününü belli bir planla yaşar. Bu planının içerisinde kendine ayırdığı, ibadetle geçirdiği vakitler olduğu gibi, günün bir kısmını eşlerine, bir kısmını da Sahabelerine ayırırdı. Bugün birçok evlilikte problem olan noktalardan birisi de bu değil midir? Eşlerin, dünyanın cezibedar ve önemsiz meşgalelerinden birbirlerine ayıracak zamanlarının olmaması. Bu noktadan bakıldığında ailede, mütekabil hürmet ve sevgi ancak sağlıklı ve yeterli iletişimle mümkün olacaktır. Bu iletişimin kurulamaması bu gün birçok aile probleminin temelini teşkil etmektedir.

İslâmî bir aile hayatının nasıl yaşanacağına dair en güzel örnek, Peygamber Efendimizin hane-i saadetlerinde eşleriyle olan muameleleridir. 1500 yıl önce, insanî kemalâtın arşını yaşayan o asra, bugünün insanı ne çok muhtaçtır. Kendi aile hayatlarımız, bir de Asr-ı Saadete baktığımızda çok derin farkların ve uçurumların olduğunu göreceğiz.

Peygamberimiz, o zamana kadar insan sınıfına bile konulmaya lâyık görülmeyen, diri diri toprağa gömülen kadına lâyık olduğu konumu vermiştir. Bugün İslâmî toplumlarda kadın, yanlış uygulama ve âdetler neticesinde ihmallere, haksızlıklara, mağduriyetlere maruz kalmıştır. Bunun sebebi İslâm değil, tam tersi İslâmdan uzaklaşmadır.

Gergin günlük yaşam temposu ile ailede yaşanan iletişim problemleri birçok insanın hayatını olumsuz etkilemektedir. Çok çalışıp, çok kazanıp, çok mutlu olacağını düşünen insan, kaybettiği huzuru ve mutluluğu arama çabası içerisine girmiştir. Günlük hayatın keşmekeşliğine, günahların hücumuna maruz kalan insan için aile hayatı, birer tahassüngâh olması gerekmektedir. Fakat bugün tahassüngâhlarda da problem vardır.

Aile içinde huzuru yaşamak, aile bireylerinin birbirleriyle beşerî münasebetlerinin iyiliğine ve kalitesine bağlıdır. Risale-i Nur satırlarında, “Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, karı-koca mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimi bir hürmet ve muhabbetle devam eder” denmiştir. Bu tespitte dikkat çeken önemli nokta, huzur ve saadetin devamı için samimi hürmet, güven ve sevgidir.

Peygamber Efendimizin hayatına bakıldığında, bırakın yaşarken eşlerine olan saygıyı, vefatlarından sonra eşlerinin akrabalarına, arkadaşlarına dahi saygı göstermektedir. Vefanın doruğunu yaşayan Hazret-i Peygamber, Hazret-i Hatice’nin en yakın arkadaşı olan Havle binti Tüveyt’in -Hazret-i Hatice’nin vefatından sonra- Hazret-i Aişe’yi ziyarete geldiğinde ayağa kalkıp, hal ve hatırını sormuştur.
Sağlıklı iletişim, iki tarafında ortak adımları neticesinde oluşur. Resulullah güzel ahlâkın zirvesi iken, onunla evli bulunan hanımları da eşsiz ahlâka sahip, peygamber eşi olmaya müsait bir yapı sergilemektedirler. Meselâ Hazret-i Hatice, Peygamber Efendimiz için bütün malını, mülkünü feda etmiş; bir kez olsun vefasızlık göstermeyip, sıkıntı, ızdırap, yokluk ve işkenceye rağmen hep Resulullah’ın yanında olmuştur. Hazret-i Zeynep, yetimleri koruyup kollamayı, fakirlere yardım etmeyi ahlâk haline getirmiş bir eştir. Hazret-i Sevde takvayı mükemmel bir şekilde yaşayan bir eş olmuştur. Hatta Peygamber Efendimizi memnun etmek için elinden geleni yapan mü’minlerin annesi Peygamberimizin vefatından sonra hiç evinden dışarı çıkmamış, sürekli ibadetle meşgul olmuştur.

Kör düğüm gibi sevmek


Eşine karşı sevgiyi belirtmekte Peygamberimiz yine en güzel örnektir. Hazret-i Aişe Validemiz evlendiklerinde peygamberimize, “Beni seviyor musun?” diye sorar. Peygamberimiz, “Evet” deyince, Hazret-i Aişe, “Ne gibi?” der. Peygamberimiz, “Kör düğüm gibi” cevabını verir. Bu cevap Hazret-i Aişe Validemizi çok sevindirir ve zaman zaman Efendimizin yanında sevgisini test etmek için, “Kör düğüm ne âlemde?” diye sorar. Peygamberimiz, “İlk günkü gibi” diye karşılık verir. Yani buradan da anlaşılıyor ki, eşlerin birbirine sevgisini belirtmesi sünnettir. Günümüzün yoğun iş temposu, maalesef, bugün aile içi iletişimin azalmasına, bu da aile bireylerinin duygu paylaşımını ev içinde değil de dışarıda tatminlerine zemin hazırlamıştır. Baba, işyerindeki arkadaşlarıyla, anne kadın guruplarıyla, çocuklar kendi akranlarıyla iletişim kurmayı tercih etmektedir. Oysa tâ asırlar öncesinde hem bir eş, hem baba, hem devlet başkanı, hem de bütün insanlığa rehber olan Resulullah, hayatın nasıl tanzim edilmesi gerekliliğine dair dersler sunmuştur.

Aile içinde iletişimin ve saadetin diğer bir şartı da aile bireylerinin birbirlerini ahlâksızlığa teşvik etmemesidir. Saliha bir hanım, salih kocasının iyi yönünü taklit etmeli, koca da hanımının iyi yönlerini takdir etmelidir. Birbirlerini sefahatte taklit edenler, birbirini ateşe atılmasına yardımcı olur. Eşinden sadakatsizlik gören bir hanım, dua ile mukabele etmelidir. Aksi halde sadakatsizlikle mukabele kadını yıpratacak ve hukukunu kaybettirecektir.

Karı koca arasındaki sevgi sadece nefsanî bir sevgi değildir. Eğer öyle olursa, ihtiyarladığı zaman bu sevgi azalır. Bu mesele ile ilgili olarak, Ahmet bin Hanbel’in yaşadığı bir hadiseyi nakletmek gerekir. Ahmet bin Hanbel, evlenme niyetindedir. Ona yardımcı olmak isteyen yakınları, “Filan adamın iki kızı var. Hangisini isterseniz size alırız. Fakat birinin bir gözü sakattır” derler. Bu teklif üzerine büyük müçtehit, “İslâmiyeti hangisi daha iyi biliyor?” diye sorar. “Bir gözü sakat olanın hem ilmi var, İslâmiyeti biliyor, hem bildiğini yaşayanlardandır” derler. Ahmet bin Hanbel, “Öyleyse, bilgiliyi bana nikâh edin, o insanı mesut eder. Havaî ve şımarık cahillerden insana hayır gelmez” der.
Resulullah’ın hayatına baktığımızda onunla evlenen Ezvaç-ı Tahirat hemen eski alışkanlıklarını terk ederek, onun gibi yaşamaya başlamışlardır. Hazret-i Safiye, Yahudi bir aileye mensuptur. Resulullah ile evlendikten sonra eski âdet ve alışkanlıklarını bir anda terk etmiş, Resulullah’ın ahlâkıyla ahlâklanmıştır.

Sağlıklı bir aile iletişimi için bazı özgürlüklerin bulunması gerekir: Meselâ düşündüğünü ve hissettiğini olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü. Peygamber Efendimizin hanımlarında da bu özgürlüğün olduğu görülür. Bir gün Peygamberimiz Hazret-i Aişe’ye, Hazret-i Safiye ile evlendikten hemen sonra, “Nasıl buldun Safiye’yi?” diye sorunca, Hazret-i Aişe, özgürce, “Bir Yahudi gibi buldum” demiştir. Bunun üzerine Resulullah, “Yâ Aişe, böyle söyleme! O Müslüman oldu ve İslâmiyet onu güzelleştirdi” buyurmuştur. Sağlıklı bir iletişim için bir başka özgürlük alanı ise, kendi arzularına göre bir şeyi isteme ve reddetme özgürlüğüdür.

Bir diğeri de, olmak istediği yönde gelişerek, kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğüdür. Meselâ Peygamber Efendimizin eşlerinden Hazret-i Zeynep, el işleri, deri işleri yaparak kazanç sağlayan ve bu kazancını da fakirlere yardımda kullanan bir hanımdır. Hazret-i Aişe, küçük yaşta Resulullah ile evlendiği için onunla daha uzun vakit geçiren hanımı olduğundan en çok hadis rivayet etmiştir. Peygamber hanımlarının hemen hemen hepsi muhaddis, müfessir ve müçtehittirler. Ümmü Seleme bir fıkıh âlimesidir. Buradan çıkarılacak neticeye göre, aile fertleri meşru bir zeminde, duygu, düşünce, istidat ve kabiliyetlerini geliştirebilecek ortamlara sahip olmaları onları mutlu edecektir. Bu özgürlüklerde yapılacak kısıtlamalar ailede iletişim bozukluklarına sebep olur.

Aile içi iletişimin şartlarından bir diğeri de sadakattir. Sadakat kavramı, itaat manasında, tahammül, sabır, sıdk ve sorumluluk manalarında düşünülmelidir. İnsan hayatı hep güllük gülistanlık olmaz. İlkbaharlar yaşandığı gibi, evliliğin kışları da vardır. Allah Resulü, “Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir şey verilmemiştir” buyurmaktadır. Birçok kavgaların, gürültülerin temelinde müsamahasızlık ve aynı ile mukabelede bulunma hissi vardır. Aile hayatı içinde İslâmiyetin kadına yüklediği misyon, eşinin malına, evlâdına, her şeyine muhafaza memuru olmasıdır. Bu işleri lâyıkıyla yapabilme, sadakatli ve güvenilir olmasıyla mümkündür. Buna mukabil erkeğin vazifesi ile ailenin geçimini sağlamak, dışarıdan ve içerinden gelecek her türlü tehlikeye karşı korumak ve aile eğitimini sağlamak gibi vazifeleri vardır. Kadın, sadakatiyle erkeğe karşı sorumlu olduğu gibi, erkek de görevi itibarıyla kadına karşı sorumludur. Demek ki aileyi muhafaza eden, müşterek sorumluluk anlayışıdır. Bu sorumlulukları bir taraf yerine getirmezse, ailede problemler başlar ve hatta aile yıkılabilir.
Hazret-i Peygamber, aile fertlerinin eğlenme ve dinlenme gibi ihtiyaçlarını karşılar, meşru eğlencelerden onları mahrum etmezdi. Peygambere göre, kişinin ailesiyle geçirdiği vakit, boşa harcanmış bir zaman değildir.

Aile, sadece kadın ve erkekten oluşmaz. Bu birlikteliğin meyvelerin olan çocuklar, iletişimin en önemli ve hatta en zor olan unsurlarıdır. Bunun için de yine Resulullah’ı örnek almak gerekecektir. Onun hayatının her karesi, bugün pedegogların örnek alacağı ve talim edeceği inceliklerle doludur. Evlendikten sonra bile kızı Hazret-i Fatma’yı sık sık ziyaret eder ve onun hal ve hatırını sorardı. Hazret-i Fatma geldiği zaman, Resulullah, ayağa kalkarak onu karşılar, “Hoş geldin kızım!” der, öper, elinden tutarak yanına oturturdu. O sevgi peygamberidir. Öyle ki çocuklar, büyükleri tarafından gerçekten sevilip sevilmediklerinden endişe duyarlar. İşte Resulullah, torunlarının gözlerine bakarak, “Vallahi sizi çok seviyorum” diyerek, sevgisinden şüphe duymamaları için, yeminle pekiştirirdi.

Birçok hikmete binaen evlendiği eşleri onun sade hayatına hiç tereddütsüz ayak uydururlardı. Bazen şikâyetçi olurlar, bazen birbirlerini kıskanırlardı. Fakat Resul-i Ekrem (asm) onlardan şikâyetçi olmamış ve onlara karşı sertlik göstermemiştir.
Efendimizin eşleri arasındaki sürtüşmeler kalıcı olmazdı. Peygamber eğitiminden geçtikleri için, gönülleri temizlenmiş, kötü duyguları gelip geçici olmuştur. İftira hadisesinde Hazret-i Zeynep, Hazret-i Aişe lehinde şahitlik etmiştir. Bundan başka Hazret-i Aişe’nin Peygamberimizin ikazı üzerine, Hazret-i Safiye ve Hazret-i Hatice ile ilgili görüşlerini hemen değiştirip tövbe etmesi bunlara misaldir.
Himmet, hizmet ve infak konularında mü’minlerin annelerinden alınacak çok dersler vardır. Hizmet ve himmetin içerisinde denge insanı olan bu hanımlar, evlerini terk etmemiş, eşini ihmal etmemiş, çocuğu ile beraberliğini bozmamıştır. Asr-ı Saadet dönemi olmasına rağmen, sokaklarda Sahabelerin gezmesine ve bütün gayeleri Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik olan bir sosyal hayat içinde fitnelerin, günahların hemen hemen hiç olmadığı bir zamanda dahi aileyi, hayatlarının merkezine koymuşlardır.
Ahir zamanda ise, durum tamamen tersine dönmüştür. Etrafta Sahabe ruhluların değil, insan postuna girmiş canavar ruhluların dolaştığı sokaklarda geziyoruz. Çocuklarımızı sefih medeniyetin dadıları büyütüyor. İnsanların akıl ve kalpleri, rıza-i İlâhîden ziyade, rıza-i nefsî tahsil yolunda koşuyor. Hal böyle olunca, tahassüngâh olan evlere, sıcacık yuvalara; aşklarını, sevgilerini, hüzünlerini, mübadele edebilen eşlere, sevgi, saygı, sadakat ve güvenin sardığı evlere ne çok ihtiyaç vardır.
Bu güvensiz sokaklarda, meydanlarda ve hadisin belirttiği gibi, “uyuyanın uyanık olandan, oturanın ayakta durandan, evdekinin dışarıdakinden” daha hayırlı olacağı günler yaşanmaktadır. İşte umuma dalga dalga yayılan bozulmaların olduğu bugünlerde, aileyi bin kat daha önemsemek gerekecektir. Ailelerimiz, tekrar tahassüngâh olmalı. Aile fertleri bu kaleye sığınarak muhafaza olmalı ve teneffüs etmelidir. Fakat tahassüngâhların da korunmaya ihtiyacı vardır. İşte aile kalelerinin sağlamlığı ve muhafazası için de sünnet-i seniye kalesinde sığınmak gerekecektir.
Hasılı, Hazret-i Peygamberin hayatına, onun sünnet-i seniyesine ne kadar çok ihtiyacımız vardır. Bugün ailede yaşanan bütün problemlerin çözümü, onun örmek hayatında mevcuttur. Zaten yaşadığımız problemler de onun o geniş caddesinden ayrılmamızın birer tokatları değil midir?
Kuzularımızı kurtların kapmaya, gençlerimizin kuyulara atılmaya, eşlerimizin sefahat çukurlarına çekilmeye çalışıldığı bu asırda, öylece oturup beklememek gerekir. Aile içinde, “Bu erkeğin görevidir, bu kadının görevidir” diye kısır çekişmeleri, karşı tarafın adım atmasını beklemeden kim bu kötü gidişin farkına varıyorsa ve içi yanıyorsa, onun o adımları atması, tahassüngâh olan yuvaları sünnet-i seniye kalesiyle korumaya alması şarttır.


Yasemin Yaşar