๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz ) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 27 Temmuz 2012, 20:00:22



Konu Başlığı: Ashâb-ı Uhdûd
Gönderen: Sefil üzerinde 27 Temmuz 2012, 20:00:22
    

Süleyman Sargın
   
Ashâb-ı Uhdûd


Geçen hafta naklettiğimiz "Ashab-ı Uhdûd" hadisini bu hafta Muhterem Fethullah Gülen Hoca-efendi'nin perspektifinden anlamaya çalışalım: Bu hadise günümüz insanlarına da irşat ve tebliğ adına önemli mesajlar ihtiva ediyor.

Hadiseden anladığımız kadarıyla günümüzde olduğu gibi, o dönemde de bir çocuğa el atılmış, onunla meşgul olunmuş, sinelerde olgunlaştırılan ilhamlar onun ruhuna boşaltılarak yeni bir toplum ve yeni bir nesle doğru ilk adım atılmış. Rahibin çocuktaki cevheri sezip her şeye rağmen onunla meşgul olup ilgilenmesi bunu gösteriyor. Demek ki bir tek çocuk bazen bir topluluğun imanına vesile olabilecek potansiyeli barındırabiliyor.

Ayrıca çocuğun kral karşısındaki tavrı bize Hz. Musa'nın Firavun karşısındaki tavrını hatırlatıyor. Hz. Musa (as) da Firavun'la randevulaşırken yer olarak, bütün halkın toplanacağı bir meydanı, vakit olarak da kuşluk vaktini seçmişti. Bu iki tercih de çok önemlidir. Hz. Musa (as) bu tercihiyle Cenâb-ı Hakk'a güvenip dayandığını, O'na mutlak mânâda itimat ettiğini göstermek istemişti. Elindeki âsâsının O'nun güç ve kuvvetiyle bir yılan haline gelip sihirbazların bütün oyunlarını bozacağını bildiğinden Firavun ve etrafındaki birkaç kişiyle yetinmedi. Bütün halkın toplanabileceği ve izhar etmek istediği hakikatleri herkese duyurabileceği bir ortamın hazırlanmasını talep etti. O bu önemli işi, öyle bir yerde yapmalıydı ki, bütün sihirbazlar çaresiz kalıp pes etmeliydiler ve aynı zamanda ma'şerî vicdan da buna şahit olmalıydı. İhtimal hadisedeki çocuk da aynı düşünmüştü.

İkinci bir taktik de Hz. Musa'nın (as) insanların toplanma zamanı olarak bayram günü kuşluk vaktini seçmesiydi. Yani etraftan sihirbazların geldiğini ve bir düello yapılacağını duyan herkes oraya uykusunu almış, dinlenmiş bir şekilde gelecekti. İhtimal Firavun, Hz. Musa'yı yine dinlemeyecek ve O'na karşı bazı taşkınlıklar yapacaktı ama önemli değildi. Zira bu hâdise, geniş çapta bir fethe sebep olacak ve bir yâd-ı cemil olarak kalacaktı. Firavun kendi halkı önünde acze düşecek ve Hz. Musa'nın mazhar olduğu inayetler gönüllerin yumuşamasına ve bazılarında iman meş'alesinin tutuşmasına vesile olacaktı.

Bir üçüncü husus da sihirbazlar, o dönemin entel sınıfını teşkil ediyorlardı. Dolayısıyla Hz. Musa (as), kendi döneminin elit sınıfını yenmekle işe başlıyordu ki, gerisi gelecekti. Bu tıpkı Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) şairleri yenmesi gibi bir şeydi. Hz. Musa'nın elindeki âsâ, herkesin gözü önünde bir mucize ifadesi olarak kocaman bir ejderha halini aldı ve sihirbazların büyülü ip ve sopalarını bir anda yutuverdi. Bunun üzerine bütün sihirbazlar, kendilerini secdeye atıp, 'Biz Harun'un ve Musa'nın Rabb'ine iman ettik.' (Tâhâ, 20/70) dediler. Onlar bu şekilde secde edince oradaki insanlarda da bir intibah hali hâsıl oldu. En azından bir tereddüt ve şüphe kapısı aralandı. Artık Hz. Musa rahatlıkla o kalbleri eline alacak, bal mumu gibi yoğurup şekillendirecekti. Çünkü artık küfr-ü mutlak kırılmıştı.

Buradaki kıssanın kahramanı o rahibin yanında yetişen çocukta da bir peygamber mantığı seziliyor. İhtimal o da peygamberlik mânâsına ait bir hakikati temsil ediyordu ve Allah da onu şer cepheye karşı koruyordu. Öyle ki, teslim edildiği adamların kimisi dağdan aşağı düşüp ölüyor, kimisi de denizde boğulup gidiyordu. Tabii bütün bunlar Cenâb-ı Hakk'ın ona vermiş olduğu kudsî bir kuvvet sayesinde oluyordu. Ne yapıp yapıp onu öldürmeyi düşünüyorlardı ama Allah fırsat vermiyordu. İhtimal biraz da demokratik davranıyor ve çocuğun toplum içinde uyarmış olduğu teveccüh veya -kendilerince- fitneden ötürü hemen tepesine binip öldüremiyorlardı. Belki de onu öldürmenin bir kısım içtimaî komplikasyonları olabileceği endişesini de taşıyorlardı. Bu konuda açık bir ifade yok ama bütün bunları satır aralarından çıkarabilmek de mümkün.

Çocuk da tıpkı Hz. Musa'nın yaptığı gibi, bütün halkı meydana topladıktan sonra krala şartlarını söylemişti. Kendi sadağından bir ok alınacak ve "Çocuğun Rabb'inin adıyla" denerek atılacaktı. Ancak o zaman kendisini öldürebilirlerdi. Nitekim öyle de oldu. Çocuk bütün halkın önünde şehit olup gitti. Gitti ama değerini bularak gitti. Geride bıraktığı ses, arkadakilere yetip arttı. O toplulukta madde temelinden sarsıldı ve Allah'ın varlığı bütün vicdanlarda duyulur hale geldi. Sonu hendeğe atılmak olsa da iman cevheri gönülleri tutuşturunca hendeğin ateşi ne ifade ederdi ki! Allah bir topluluğu imanla ve hemen peşi sıra şehadetle serfiraz kılmıştı. Ahiretteki mükâfatı ise hayale bile güç yetmezdi.

Hadiseden anladığımız üzere, günümüzde biz de Allah'ın bize vermiş olduğu krediyi çok iyi kullanmalıyız. Bir ölüp bin dirilme esprisi içinde herhangi bir hizmetten bazen iki, bazen üç netice alınıyorsa, onu daha rantabl şekilde değerlendirip daha fazlasını almaya çalışmalıyız. Toprağa atılan her tohumdan yedi yüz dâne devşirmeyi hedeflemeliyiz.

Kur'ân ve Sünnet'in bu kabil işaret ve remizleri birer tükenmez hazinedir ve mutlaka çok iyi değerlendirilmelidir.


Konu Başlığı: Ynt: Ashâb-ı Uhdûd
Gönderen: Ekvan üzerinde 03 Ocak 2013, 15:06:29


    Hadiseden anladığımız üzere, günümüzde biz de ALLAH'ın bize vermiş olduğu krediyi çok iyi kullanmalıyız. Bir ölüp bin dirilme esprisi içinde herhangi bir hizmetten bazen iki, bazen üç netice alınıyorsa, onu daha rantabl şekilde değerlendirip daha fazlasını almaya çalışmalıyız. Toprağa atılan her tohumdan yedi yüz dâne devşirmeyi hedeflemeliyiz.

      İnşaallah Rabbim acizane gayretlerimizi bereketlendirsin..