> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü K-Z > Yemek
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yemek  (Okunma Sayısı 1696 defa)
01 Şubat 2010, 12:38:40
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 01 Şubat 2010, 12:38:40 »



Yemek
Evliyânın büyüklerinden Âhmed bin Alevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden biri; "Efendim sizden yemek yeme arzusu nasıl gitti Siz gençliğinizde yerdiniz." diye sordu. O da; şöyle buyurdu­lar."Âlimler buyurdular ki: Yemenin yedi mertebesi vardır. Birincisi ya­şayacak kadar yemek; ikincisi, farz namazı kılacak ve farz olan orucu tutacak kadar yemek. Bu iki mertebe yemek farzdır. Üçüncüsü, nâfile olan namazı ve nafile orucu tutabilecek kadar yemek. Bu kadar yemek müstehabdır. İmâm-ı Gazâlî bu konuya dâir; "Akıl sâhiplerinin gâyesi Cennet´te Allahü teâlâya kavuşmaktır. Allahü teâlâya kavuşmak ise, ilim ve amel ile olur. Bunlara bedenin sıhhati ve selâmeti ile devâm edilebilir. Bedenin sıhhat ve selâmeti ise yiyeceklerden alınan gıdâlarla olur. An­cak gıdâlar ihtiyaç mikdârı alınmalıdır. Bu yüzden selef-i sâlihinden bâzı âlimler bedenin ihtiyacı olan gıdâyı almayı din işlerinden saymışlardır." Dördüncüsü, çalışıp kazanmaya kuvvet sağlamak için yemek. Bu dînin beğendiği tokluktur. Beşincisi, midenin üçte birini dolduracak kadar ye­mek. Altıncısı, midenin üçte birinden fazlasına doldurulan yemek olup, mekruhtur. Çok yiyince insanda ağırlık ve uyku meydana gelir. Lokman Hakîm buyurdu ki: "Mîde dolunca insanın düşüncesi, zekâsı uyur, durur. Öyle kimseden hikmet çıkmaz. Âzâları ibâdete karşı tenbel olur. İnsanla­rın ekserisi bu hâl üzeredir. Yedincisi, zarar verecek derecede çok ye­mek aşırı doymak. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her hastalığın aslı çok yemek yemedir." Bu haramdır."

Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhe­binden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı Ahmed bin Hanbel (rahme- tullahi teâlâ aleyh) sık sık talebesine buyururdu ki: "Yemeği, din kardeş- leriyle sürûr içinde, fakirlerle ikrâm ve cömertlikle, diğer insanlarla da mürüvvet içinde yemek lâzımdır."

Tâbiînin meşhurlarından ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kişinin, sevdiği yemeği terkede- bilmesi, ağırbaşlılık ve şahsiyet yüksekliğindendir."

Evliyânın büyüklerinden Ali Dede Bosnevî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretlerine, yemek yemenin âdâbı üzerine sorulunca cevaben;

"İmâm-ı Şâfiî hazretleri buyuruyor ki: "İnsanlar arasında yemek ye­mede şu haller vardır. Bir parmakla yemek yemek kerihliktir, hoş değildir. İki parmakla yemek kibirdendir. Üç parmakla yemek sünnettendir. Dört ve beş parmakla yemek, aceleciliktendir." dediler.

"Edirne evliyâsından olan Aşçı Yahyâ Baba (rahmetullahi teâlâ a- leyh) on beşinci asırda yaşamıştır. Tunca kenarında Sultan Külliye­sinde aşçı başılık yapardı. Pişirdiği güzel yemekleri yiyip, yüce Allahü teâlâya şükreder; "Devâmı devlet nasîbi Cennet" diye duâ ederdi. Ye­mekten sonra sohbet ettiği zaman; "Vücudunu gıdâyla besleyen, şeklen pehlivan olur. Rûhunu Allahü teâlânın aşkı ile dolduran, gönülden evliyâ olur. He- lâl lokma ibâdet ettirir, haram lokma kötü yola sevk ettirir. Sizin karnınız toksa, hüner başka açları görmektir." buyururdu.

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen bü­yük âlim ve velîlerin on beşincisi olan Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Bu- hârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin en başta gelen talebele­rin- den Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: Zamânında âlim ve sâlih kim­seler ziyâretine gelip, hâlis ve helâl yemek yiyelim diye onun yemeklerini yerlerdi. Her zaman ve her işte sünnet-i seniyyeye uyar ve bilhassa ye­mek husûsunda Peygamber efendimize uymaya çok dikkat ederdi. Çoğu zaman ekmeği kendi pişirir ve sofra hizmetini kendi yapardı. Yemek yer­ken; "Sofra başında kendinizi Allahü teâlânın huzûrunda biliniz. O´nun verdiği nîmeti yediğimizi unutmayınız." buyururdu. Cemâat ile toplu hâlde yemek yerken, içlerinden biri gaflet ile ağzına bir lokma alsa; "Önündeki yemeği, Allahü teâlânın huzûrunda olduğunu unutmadan ye! Allahü teâlâyı hatırla, başka şeyler düşünme. Allahü teâlâ, sana senden yakındır. O´nu düşün." buyururdu. Bir yemek gafletle, öfkeyle veya zorla pişirilse, o yemekten kendisi yemez, yedirmezdi.

Rivâyet edilir ki, bir zaman Şâh-ı Nakşibend hazretleri Gazyut deni­len bir yere gitti. Orada talebelerinden birisi onlara yemek getirdi. Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurdu ki: "Bu hamuru yoğuran ve yemekleri pişi­ren kimse, başlamasından bitirmesine kadar gadab hâlinde idi, kızmış hâlde idi. Biz ondan hiçbir şey yiyemeyiz. Zîrâ böyle yapılan yemeklerde hiçbir hayır ve hiçbir bereket yoktur. Belki de şeytan yemek yaparken hep onunla bulunmuştur. Bizler böyle bir yemeği nasıl yiyebiliriz?"

Buyurdu ki: "Yenilecek bir gıdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaf- let içinde, gadabla veya kerâhatle hazırlansa, tedârik edilse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytan karışmışdır. Böyle bir yiyece- ği yiyen kimsede, mutlaka bir çirkin netice meydana gelir. Gaflete dal- madan yapılan ve Allahü teâlâyı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiye­ceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerinden ve ihtiyatsızlıktandır. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû´ ve hudû´ hâlinde bulunmak, zevkle ve göz yaşı dökerek namaz kılabilmek, helâl lokma yemeye, Allahü teâlâyı hâtırlıyarak ye­me- ği pişirmek ve yemeği Allahü teâlânın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağ- lıdır. Vücûduna haram lokma karışmış bir kimse, namazdan tad duy- maz."

Hindistan´da yetişen büyük velîlerden Behâeddîn Zekeriyyâ (rah- metullahi teâlâ aleyh) mutfağında çeşitli ve lezzetli yemekleri hazır­lattırır, kalabalık bir sofrada talebeleri ile birlikte yemek yerdi. Herkese il­tifat e- der, yemek esnâsında, etrâfında bulunanlara lokma ikrâm ederdi. Tale- beler böyle iltifatlardan çok hoşlanırlar, böylece hocalarına olan mu­habbet ve bağlılıkları daha da artardı. Yemek esnâsında, bâzan faydalı güzel şeyler anlatırdı. Bir akşam sofrasında, birlikte yemek yerlerken, ta- lebenin birisi, aldığı bir lokma ekmeği çorbanın içine batırıp yedi. Hâce hazretleri bunu beğenip, sünnet olduğunu bildirdi ve; "Resûlullah efen­dimiz çorba tasına, lokmanın batırıldığı yemeğin üstünlüğünü, kendisinin diğer peygamberlere ve hazret-i Âişe´nin diğer kadınlara olan üstünlük­leri gibi olduğunu bildirmişlerdir." buyurdu.

Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Yediğin neredendir?" diye soranlara şöyle cevap verirdi: "Siz benim ne­reden yediğimi ne yapacaksınız. Kendinizin ne sûretle yediğinize bakı­nız. Çünkü gülerek yiyenle ağlayarak yiyen bir olmaz. Az yiyen el, çok yi- yene denk olmaz. Yediğiniz ekmeğin nereden olduğuna, çoluk çocu­ğu- nun oturduğu evin hangi yoldan kazanıldığına dikkat ediniz." buyu­rurdu.

Bağdât´ın büyük velîlerinden Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Yediği yemeği, Allahü teâlâya ibâdet etmek ve O´nun dî­nine hizmet etmek niyeti ile yemeyen kimse, şu üç zarara birden yaka­lanmıştır. 1. Yemek yerken geçen zamânı zâyi etti, 2. İçinde bulunduğu vakti zâyi etmeye devam ediyor, 3. Gelecek zamânı karşılamak fırsatını kaçırdı."

Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Malı ve evlâdı çok olmasını is­teyen, nebâtî, sebze yemek çok yesin!"

Evliyânın büyüklerinden Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ferkad es-Sebîhî´den naklederek buyurdular ki: "Sizden sonra şiddetli zamanlar gelecek. O zaman karınlarınız üzerine gömlekle­rinizi sıkıca bağlayınız ve lokmalarınızı küçültünüz, lokmalarınızı iyi çiğ­neyiniz, suyu süzünüz. Sizden biriniz yemek yeyince, gömleğinizi gev­şetmeyin. Çünkü bağırsaklarınız genişler. Yemek yiyeceğiniz zaman iki kalçanızın üstüne oturunuz ve sağ uyluğunuzu karnınıza bitiştiriniz. Ye­mekten sonra oturmayarak gidip geliniz yâni yürüyerek hareket ediniz."

İslâm âlimlerinin ve velîlerin büyüklerinden Celâleddîn-i Devânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) yemek yeme âdâbıyla ilgili şöyle anlatır:

"Önce elini, ağzını, burnunu yıkamalıdır. Peygamber efendimiz bu­yurdu ki: "Yemekten önce elini yıkayan, fakirlikten kurtulur."

İlk lokmayı alırken Besmele ile yemeğe başlamalı, yemeği bitirince "Elhamdülillah!" demelidir. Ev sâhibi ise, en önce yemeğe o başlamalı­dır.

Elini, elbisesini, sofrayı, örtüyü kirletmemeli, elle yenilecek şeyleri üç parmakla yemeli, yerken ağzını açmamalı, büyük lokma almamalı, lok­mayı ağzına alır almaz, çiğnemeden yutmamalı, normalden fazla da ağ­zında tutmamalıdır. Bir lokmayı yutmadan, ikinci bir lokmaya el uzatma­malı, dökülen kırıntıları toplamalıdır. Yemek esnâsında parmağını yala­mamalıdır. Ama yemek bitince yalayabilir. Hattâ o zaman yalamak sün­nettir.

Yemeğin rengine bakmamalı, yemeği koklamamalı, yemeğin hep bi­rinden yiyip, diğerlerinden yememezlik etmemelidir.

Eğer sofrada iyi bir yemekten az bulunursa, diğerlerini bırakıp hep onu yememeli, diğer arkadaşlarını kendine tercih etmelidir.

Önünden yemelidir. Ancak meyve tabağının diğer tarafından da alı­nabilir. Ağzına götürmüş olduğu kemik ve benzeri şeyleri, ekmeğin ve sofranın üzerine koymamalı, eğer yediği et veya lokmadan kemik çı­kar- sa, yavaşca ağzından çıkarmalıdır. Yemek yerken tiksindirici hare­ketler- den, sözlerden, hikâyelerden sakınmalıdır. Ağzından çıkardığı bir şeyi kâseye, tabağa atmamalı, kısaca; öyle yemek yemelidir ki, taba­ğında ye- mek artsa, bir başkası tiksinmeden yiyebilmelidir. Misâfir ise, ev sâhibin- den önce yememeli, ama başkaları yemeğe başlamışsa, onlara uyup ye- melidir. Aç da olsa, buna riâyet etmelidir. Ama evinde ve mah­remlerinin olduğu yerde hemen başlayabilir.

Ev sâhibi ise, misâfirler yemekten el çektikten sonra, yemekten el çekmelidir. Yavaş yavaş yemeli, eğer kimse yemeğe devâm etmiyorsa, yalnız kalıp, utancından bırakmamalı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yemek
« Posted on: 28 Mart 2024, 21:14:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yemek rüya tabiri,Yemek mekke canlı, Yemek kabe canlı yayın, Yemek Üç boyutlu kuran oku Yemek kuran ı kerim, Yemek peygamber kıssaları,Yemek ilitam ders soruları, Yemekönlisans arapça,
Logged
01 Şubat 2010, 12:40:18
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 01 Şubat 2010, 12:40:18 »

Velî ve Hanbelî mezhebî fıkıh âlimi Muhammed Kudâme (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hakkında Muhammed bin Ebî Bekr bin Amr şöyle anlatmıştır: Bir defâsında, beni yanına çağırdı. Rahatsızlığımdan perhiz yapıyordum. Beni yemeğe başlattı ve bir kimse yemekten önce; Şe- hidallahü ennehü lâ ilâhe illâhü (Âl-i İmrân: 18) âyet-i kerîmesini ve Kureyş sûresini okursa ve sonra yerse, o yemek ona zarar vermez. buyurdu.

Aklî ve naklî ilimlerde derin âlim, tasavvuf ehli ve velî Muhammed Kudsî Bozkırî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini imtihân için, ye­mekleri helâlden olmayan bir ziyâfete çağırdılar. Yemekleri görünce, Allahü teâlânın izniyle helâlden olmadıklarını anladı. Ev sâhibinden özür dileyip, yemeklerden yemedi. Ev sâhibi, onun büyüklüğünü anlayıp, tövbe etti. Hâlis talebesi oldu.

Mısır´da yetişen büyük velîlerden Muhammed Şâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelere, toprak kab içerisinde az yemek verdiğinden, bir yaşlı kadın Muhammed Şâzilî´ye kızdı. Onu inkâr ederek; "Yemeğin az­lığı, onun velî olmadığını gösterir." dedi. Sonra gitti. İçinde kuzu ve ördek eti bulunan yemek yaptı, dergâha getirdi. Muhammed Şâzilî, Yûsuf Kutû- rî hazretlerine; "Ye!" buyurdu. Yemeğin hepsini tek başına yedi ve yine açlıktan şikâyet etti. Kadın onu evine götürdü. Orada yediğinden daha fazla yemek yediği hâlde, yine şikayet ediyordu. Muhammed Şâzilî, ka- dına buyurdu ki: "Bereket, çokluğunda değil, evliyânın yemeklerinde­dir." Bunun üzerine kadın istigfâr etti ve tövbekâr oldu.

Yûsuf isimli bir şahıs, büyük velîlerden Muhammed Şâzilî hazretle­ri- ni sık sık ziyârete gelirdi. "Yemekte sofraya çok az ekmek konuyor, kar- nım doymuyor." derdi. Bir defâsında ziyâretine gelirken, iki de ekmek a- lıp, bunları koynuna saklamıştı. Her zaman olduğu gibi, yine sofra ku­rul- du. Yine her zamanki kadar ekmek ve yemek kondu. Fakat o zât, ne ka- dar yediyse ekmeği bir türlü bitiremedi. Bitmediği gibi, hiç de eksil­medi. Muhammed Şâzilî hazretleri kendisine; "İyi ye sofradan aç kalkma ki, iki ekmeğe ihtiyâcın kalmasın." buyurdu. O kimse çok mahcub oldu. Ek- mekleri çıkarıp sofraya bıraktı. Tövbe istigfâr etti.

Muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi hazretleri, Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretlerini çok severdi. Onun evine gider, Nûr sûresindeki; ?Sâ­dık dostlarınızın evlerinde yemenizde size bir günah yoktur.? meâlindeki â- yet-i kerîmesine uygun hareket ederdi. Hasan-ı Basrî de Muhammed bin Vâsi?nin bu hâline çok sevinirdi, dostlarının evinde serbest hareket etme- sinden memnun olurdu.

Tâbiîn devrinin yüksek âlimlerinden ve velîlerin büyüklerinden İmâm Mûsâ Kâzım (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Hadîs-i şerîf ilminde sika, güvenilir bir râvidir. Büyük bir hadîs imâmıdır. Oğulları Ali Rızâ ve İbrâhim, İsmâil, Hüseyin ile kardeşleri Ali ve Muhammed, ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Resûlullah´a kadar varan bir rivâyet ile bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Yemekten önce el yıkamak, fakirliği yok eder. Yemekten sonra yıkamak da, üzüntüyü giderir..."

Tabiînden hadîs ve fıkıh âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri çok az yer ve şehvetlerden kaçı­nırdı. Herkese de böyle yapmasını buyururdu. Hatta kendisi hiçbir şey yemiyor denecek kadar az yerdi. ?Şehvetlerini ve yeme içmeyi terkeden kimse kerâmet sahibi olur? buyurmuşlardır. Her işinde orta yolda idi. ?İş­lerin en hayırlısı vasat (orta) yolda olmaktır.? buyurmuştur.

Hindistan´da yetişen evliyâdan ve Çeştiyye yolunun büyüklerinden Nizâmeddîn Evliyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) genelde bir parça arpa ekmeği ile, biraz sebze çorbası yerlerdi. Bâzan çok mikdarda pirinç pilavı da alırlardı. Yemeklerini hazır olanlarla birlikte yerler, kendileri çok az yemelerine rağmen, âdâb-ı muâşerete riâyet ve diğerlerine refâkat et­mek için, yemeye devâm ediyormuş gibi görünürlerdi. Böylece, sofrada bulunanlar yemeğe devâm ederlerdi. Yemek yerken, sık sık fakirlerin hâ­lini düşünür ve onların durumuna ağlamaya başlardı. Onun mutfağında, fakir, zengin, herkes için lezzetli yemeklerin her çeşidi hazırlanırdı. Fakat kendisi aslâ bunlardan yemezdi. Akşam namazından sonra talebelerin­den bâzıları, her gün ona çeşitli yiyecekler gönderirlerdi. Fakat Nizâmed- dîn Evliyâ, bunların hepsini fakirlere dağıttırırdı. Nizâmeddîn Evliyâ´nın hayırseverliği çok ve mükemmeldi. Bu da ho­casının duâsı bereketiyle idi. Hocası Ferîdeddîn-i Genc-i Şeker, bir gün Nizâmeddîn Evliyâ´ya şöyle duâ etmişti: "Ey Nizâmeddîn! Bugün sevdi­ğimiz sebze yemeğini çok güzel pişirmişsin. Tuzu da uygun olmuş. Alla- hü teâlâ, dergâhında çok tuz harcamaya seni muvaffak kılsın." Allahü teâlânın ihsânıyla ve bu duânın bereketiyle, tenceresi devâmlı kaynadı ve binlerce fakir, hergün onun mutfağından yemek yedi. Kendi­sine gelen bütün hediyeleri, hergün güneş batmadan önce muhakkak fa­kirlere dağıtırdı. Cuma namazına gitmeden önce, Nizâmeddîn Evliyâ, dergâhın ve mutfağın her köşesine, hiç bir şeyin kalmadığı ve hepsinin sadaka olarak verildiğinden emin olmak için bakardı. Yolcular, misâfirler ve onun dergâhına gelen her çeşit insan, tam bir misâfirperverlikle kar­şılanır ve ihtiyaçları giderilirdi.

Evliyânın büyüklerinden Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu ki:

YEMEKTE ZULMET VAR



Hindistan?ın Bedâyûn, şehrinde doğan bu zât,

Yine bu memlekette; Delhi de etti vefât.



Seyfeddîn Fârûkî?nin, bulunup sohbetinde,

Bir Kâmil-i mükemmil, oldu nihâyetinde.



İnsanlar her taraftan, feyiz ve nûr almağa,

Artık onun yanında, başladı toplanmağa.



Teveccüh etse idi, talebeye bir kere,

Hemen o talebenin, başlardı kalbi zikre.



Helâlinden alırdı, ekmeğinin ununu,

Ve kendi yoğururdu, eliyle hamurunu.



Dînin emirlerine, eylerdi tam riâyet,

Haramdan kaçınmağa, ederdi hayli gayret.



Devamlı okuyarak, Resûl?ün hayatını,

Ona göre yapardı, her iş ve tâatını.



Helâya, sağ ayakla, girmişti bir gün sehven,

Tasavvufî hâlleri, bağlandı bu sebepten.



Üç gün tövbe ederek, yalvarınca Rabbine,

Önceki hâllerine, kavuştu aynen yine.



Dünya düşkünleriyle, görüşmezdi kat?iyyen,

Her gün yiyeceğini, seçerdi helâlinden

O kadar çok ibâdet, etmişti ki hayatta,

Çok ayakta durmakdan, büküldü beli hattâ.



Buyurdu: ?Otuz yıldır, her hangi bir yemeği,

Geçirmedim kalbimden, pişittirip yimeği.



Ne zaman yiyeceğe, gerek duysaydım bilfarz,

Yanımda ne bulduysam, o şeyden yerdim biraz.?



Bir günde, bir defa ve helâl yerdi muhakkak,

Bir yemek şüpheliyse, dururdu ondan uzak.



Yemek ikrâm etmişti, kendisine bir zengin,

Bir bahâne söyleyip, yemedi ondan lâkin.



O dedi ki: ?Efendim, helâldi yemeğimiz,

Çok üzüldüm, acaba, ne için yemediniz??



Yakın talebesine, buyurdu ki o hemen,

?Yemekte zulmet vardı, yemedim bu sebepten.?



Onlar araştırdılar, gizlice bunu derhâl,

Gördüler ki yemeğin, malzemesi hep helâl.



Sonra anladılar ki, o kimsenin niyyeti,

Hâlis değil, mâlesef, gösterişmiş meğer ki.



Dünyaya düşkün biri, bu zâttan emâneten,

Bir kitap isteseydi, verirdi onu hemen.



Lâkin geri gelince, iki-üç gün müddetle,

Alıp da okumazdı, onu umûmiyetle.



Sohbet?in tesîriyle, kitaptaki o zulmet,

Dağılınca alır ve okurdu en nihâyet.



En büyük talebesi, Mazhar-ı Cân-ı Cânân,

Ondan bahsettiğinde, ağlardı çoğu zaman



Derdi ki: ?Seyyid Nûr?a, siz yetişemediniz,

Eğer ona yetişip, bir defâ görseydiniz,



Derdiniz ki: ?Ne kudret sâhibidir ki Allah,

Böyle bir mübârek zât, yaratmış, sübhânallah.?

Herkesin baş gözüyle, göremediklerini,

O, kalb gözüyle görür, anlardı herbirini.



Talebesinden biri, yabancı bir kadına,

Bakıp da geldiğinde, hocasının yanına,



Buyurdu: ?Sende zinâ, zulmeti görüyorum,

Yabancı kadınlara, bir daha bakma yavrum.?



Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rah- metullahi teâlâ aleyhâ) hazretlerini, iki kişi bir gün ziyârete geldiler. İkisi de açtı. "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yimek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia hazretleri ev­deki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki: "Ekmekler yirmi olsa gerektir." Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular. "Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin." Cevâbında şöyle buyurdu: "Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ek­meği kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur´ân-ı kerîmde (En´âm sûresi 160. ayet-i kerîme­sinde) bire on vereceğini bildiriyor. Ben O´nun bu vâdine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim."

Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes