๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler (Hadis- Şerif) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 14 Ekim 2010, 12:36:15



Konu Başlığı: Hadisler ışığında ahiret boyutlu dostluk
Gönderen: Sümeyye üzerinde 14 Ekim 2010, 12:36:15
Hadisler Işığında Âhiret Boyutlu Dostluk  


Gerçek dostluk ve kardeşlik, dost ve kardeşlerin dünyevî durumlarının parlak olmadığı günlerde dahi, onlarla münasebetini devam ettirdiği nispette belli olur. Kötü günlerde ve tehlike anında dostlarının yanında bulunmayan birinin, dostlukla alâkası yoktur.
 
Dost, "sevilen kimse, sevgili, halîl" mânâsında Farsça bir kelimedir. Sadakât ve dostluk gösteren, refakât eden kimseye de "arkadaş" denir. Dolayısıyla halîliyet, içten samimi bir dostluk, birbirine karşılıklı sadâkat gösterme ve kardeşliktir. "Hullet, içten samimi bir dostluk; hıllet ise, bir musâdaka ve kardeşliktir. Hulleti, bir şeyin eczâsı içine nüfuz ederek onun mâhiyetini değiştirme, içten ve dıştan onu kuşatarak başkalaştırıp ikinci bir tabiata ulaştırma şeklinde de yorumlamışlardır. Her zaman itminan ufuklu yaşayan Hazreti İbrahim, ruhundaki hullet özüne Cenâb-ı Hak'tan fevkalâde tecellîler sayesinde, değişik istihâleler geçirerek duyguları, düşünceleri, himmeti, gayreti, sözü ve sohbetiyle kemâlâtının ufkuna erişmiş ve zamanla da farklı bir tabiatın sesi-soluğu hâline gelmiştir. Öyle ki, artık o oturup kalkıp her yerde Hakk'ı ilân etmekte, Hak da ona "Halîlim" demektedir."1 Demek ki halîl, sevgisi kalbe hiçbir boşluk kalmayacak şekilde nüfuz etmiş, sırlı işlerine vâkıf olmuş dost demektir. "Dostluk" anlamındaki "Hıllet", muhabbetle ve ihlâsla ihtiyacını Allah'a arz eden ve her hâlinde Allah'ı tefekkür eden kişiler için kullanıldığından, Hz. İbrahim'e (as) "Halîlullah" denilmiştir. Cenâb-ı Hak her peygamberi farklı bir hususiyetle mümtaz kılmış ve bu imtiyazla nazara vermiştir. Meselâ Hz. Âdem bir safiyy, Nuh Nebî ise bir neciyy, Hz. İbrahim hulletle mümtaz bir halîl, Hz. Musa apaçık bir kelîm, Hz. İsa ise ruh ile serfiraz bir rûhullahtır. Bu yüce evsâf yanında Peygamberimiz'e takdir buyrulan pâye ise "Habîbullah" unvanı olmuştur. "Habîbullah" Allah'ın sevdiği, sevgili kul (Bkz. Tirmizî, Menâkıb 1) mânâsında Peygamberimiz için kullanılır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk'ı bu çerçevede ve O'nun ululuğuna yakışır şekilde sevmek, O'na âşık olmak ve o uğurda her zaman iştiyakla soluklanmak, ancak Efendimiz'e (s.a.s.) ait bir vasıftır.

Hz. İbrahim'in Sadakati ve Allah'ın O'nu Dost edinmesi

Kur'ân-ı Kerîm'de Cenab-ı Hak وَاتَّخَذَ اللّٰهُ إبْراَهِيمَ خَلِيلاً "Allah, İbrahim'i (as) halîl (dost) edinmiştir." (Nisa sûresi, 4/125) âyetiyle, Hz. İbrahim'in, Kendi katındaki yerini ve mevkiini açıkça bildirmektedir. Câbir b. Abdullah (r.a.) Hz. İbrahim'in bu mânevî rütbe ve dereceye (yakınlığa) ulaşmasının en önemli sebeplerini izah ederken Hz. İbrahim'in insanlara yemek yedirmesi, ikram etmesi, selâmı, sulhü yayması ve insanlar uyurken gece ibadetine devam etmesi şeklindeki faziletlerini belirtmektedir.2 Nitekim Allah Tealâ, Hz. İbrahim'i (as) birtakım kelimelerle (emir ve yasaklarla) imtihan etmiş, o da onları tamamlamış, imtihanı kazanmış ve insanlara önder olmuştur. (Bkz.: Bakara sûresi, 2/124) Şu hâlde Allah'ın Hz. İbrahim'î halîl (dost) edinmesi, ona dostluğu lutfetmesi Rabbanî sırlara mazhar kılmış olmasından da kaynaklanmaktadır. Zîrâ Hz. İbrahim, toplumu tevhide davet etmiş, putlara, yıldızlara, Güneş ve Ay'a tapmayı yasaklamış Tağut'a karşı gelmiş, Allah uğrunda ateşe atılmaktan, oğlunu kurban etmekten, malını misafirlere feda etmekten çekinmemiş ve ilâhî ahlâk ile ahlâklanmıştır. Böylece Hz. İbrahim ve nesli insanî değerleri zirvede temsil eden kimseler olarak temsil edilmiştir. Bu itibarla, hullet kahramanı sayılan Hz. İbrahim, kendinden sonra gelenlere bu hususiyetiyle hem bir örnek, hem kendisine uyulan (muktedâ-bih), hem de gönülleri belli noktada toplayabilen câmi bir zâttır. Bir diğer mânâda halîl, dostunun esrar atmosferine giren ve onun muhabbetini kalbinin bütün derinliklerinde hisseden tam bir enîs ve vefalı bir dost demektir. Hiç kuşkusuz bu ölçüde bir dostluk ve sadâkat çok az insana nasip olmuştur. İşte Hz. İbrahim, "Halîlü'r-Rahmân" unvanını, sadâkatinden, vefasından, emre itaatteki inceliği kavrama hassasiyetinden, her platformda gürül gürül hakka daveti ve tevhidi haykırmasından, kalbinin yanında aklını, mantığını, muhakemesini kullanmasından, başına gelen onca musibetleri tevekkül ve teslimiyet ile karşılamasından almaktadır. Zîrâ onun, gülerek Nemrud'un ateşine yürümesi; gezintiye çıkıyor gibi yurdundan-yuvasından ayrılıp hicret etmesi ayrı bir halîliyettir. Efendimiz'in (s.a.s.) hicret esnasında Mekke'ye bakıp "Senden çıkarmasalardı çıkmazdım." (Tirmizî, Menâkıb 69) buyurması, hicrette bir buruklukla beraber teslimiyetin de bulunduğunu gösterir. Rabbi emrettiği için sevgili eşi Hacer Vâlidemiz'i ve kalbinin bir parçası olan evlâdı Hz. İsmail'i ıssız bir vadiye bırakması, hattâ arkasına dahi bakmadan çekip gitmesi, yine biricik evlâdıyla Hakk'ın emrine teslimiyet ve boyun eğmesi, varını yoğunu kimseyi ayırmadan herkese infakı, hâsılı, ilâhî ahlâkla tam ahlâklanıp ve arkadan gelenler arasında da dualarla yâd edilmesi bakımından "hullet"in en parlak simasıdır. Aslında o, son Peygamber Hz. Muhammed'in (aleyhisselâm) münevver bir çekirdeği olması açısından farklı bir konumu hâizdi ve ona göre de mükemmel bir duruşu vardı. Rabbi ona, "Can u gönülden Hakk'a teslim ol (veya özünü Allah'a teslim et.)" deyince o da hemen "Ben Rabbü'l-âlemîn'e teslim oldum." deyivermişti. (Bakara sûresi, 2/131) Hullet mesleğinde yol alan her ârif, varlığa Hz. İbrahim ufkundan bakar. "Böyle bir ârifin, bakış ve duyuşlarında sıfât-ı sübhâniye tecellîleri parlar ve nazarı da rahmânî olur. O, herkese ve her şeye karşı sımsıcaktır. Her nesneyi âdeta kendinden bir parça bilir, onu şefkatle okşar, herkesi bağrına basar, bir kardeş gibi koklar; âlemin niyet, düşünce, kanaat ve yorumlarıyla alâkalı mülâhazalarını, gizli-açık her şeyi bilen Allah'a bırakır."3 Böyle bir Allah dostu olan Hz. İbrahim'in milletine tâbi olanlar da elbette o dostluktan hissedar olmalıdır.

Hz. Ebu Bekir'in Sadakati ve Efendimiz Tarafından Dost Edinilmesi

Hz. Ebu Bekir'e "sıddîk" unvanının verilmesi, öncelikle Peygamberimiz'in nübüvvetini ilk duyunca, tereddütsüz tasdik etmesi ve Hz. Peygamber'den hiç ayrılmaması, dostluğunun ailece devam etmesindendir. "Sıdkın en aşağı mertebesi, şahsın iç-dış, gizli-açık her hâlinin aynı çizgide cereyan etmesidir. Bundan sonra duygu, düşünce, tasavvur ve niyetlerde sâdık olma derecesi gelir. Bu itibarla sâdıklar, söz ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan kahramanlar; sıddîklar da, hayâl, tasavvur, duygu, düşünce, hattâ mimiklerine kadar her hâl ve tavırları itibarıyla doğruluğa kilitlenmiş hak erleri babayiğitlerdir."4 Kur'ân-ı Kerîm'deki "Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına ‘tasalanma, Allah bizimle beraberdir.' diyordu." (Tevbe sûresi, 9/40) şeklindeki âyetin, Hz. Ebu Bekir'e işaret ettiği nakledilir. Nitekim hicret esnasında Sevr mağarasındaki üç günlük sıkıntılı bekleme esnasında Allah Resûlü (s.a.s.), arkadaşı=yâr-ı gâr (mağaradaki can yoldaşı) Hz. Ebu Bekir'e hitaben bu sözü söylediği Kur'ân-ı Kerîm'de işareten anlatılmaktadır. Hicrette Peygamberimiz'den ayrılmayan Hz. Ebu Bekir, kızı Aişe'yi de sevdiği bu dostuna vermiştir. Hz. Peygamber bir defasında "Sohbetiyle olsun, malıyla olsun, bana en ziyade ikramda bulunan Ebu Bekir'dir. Eğer, ben Rabbimden başkasını halîl (dost) tutacak olsaydım, mutlaka Ebu Bekir'i halîl edinirdim. Fakat Allah beni kendisine halîl kıldı. Ancak Ebu Bekir'le aramızda İslâm kardeşliği ve muhabbeti vardır." (Tirmizî, Menâkıb 15) buyurarak, Hz. Ebu Bekir'in kardeş olarak Hz. Peygamber'in (s.a.s.) yanında samimi dost olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla burada halîliyet Allah tarafından doldurulduğundan ancak onun karşılığı kardeşlik olabilir anlamında veciz bir işaret vardır. Tebük seferi sırasında en fazla infak eden Hz. Ömer, malının yarısını verirken, Hz. Ebu Bekir ise malının tamamını bağışlamıştı.

Bir defasında Peygamberimiz ashabına hitaben; "Bugün kim oruçludur?" diye sormuş, Hz. Ebu Bekir; "Ben Ya Resûlallah!" demiştir. Arkasından; "Bugün kim bir fakiri doyurdu?" diye sorunca, Hz. Ebu Bekir yine; "Ben Ya Resûlallah!" cevabını vermiştir. Peygamberimiz; "Bugün kim hasta ziyareti yaptı?" diye tekrarlayınca, Hz. Ebu Bekir yine; "Ben Ya Resûlallah!" demiş, Peygamberimiz; "Bugün kim bir cenazeye katıldı? diye sorunca da, cemaatten yine Hz. Ebu Bekir; "Ben Ya Resûlallah!" diyebilmiştir. Bunun üzerine Allah Resûlü; "Kim bu güzel hasletleri kendinde toplarsa cennete girer."5 buyurarak, Hz. Ebu Bekir'in faziletini, diğer ashaptan farkını, dolayısıyla dostluk ve kardeşlik unvanını kazanmasındaki en önemli özelliğini haber vermişlerdir. Yine Peygamberimiz'in Miraç yolculuğuna müşrikler itiraz etmelerine karşı Hz. Ebu Bekir'in hiç tereddüt etmeden gösterdiği teslimiyeti de "sıddîk" unvanın haklılığını gösterir. Elbette ki sadakat ve dostluk açısından Hz. Ali (r.a.) de unutulmaz. Bu sahada onun da yeri ayrıdır. Zîrâ o hicret esnasında Efendimiz'in (s.a.s.) evini kuşatan müşriklere karşı ölüm riskini göze alan ve O'nun yatağına tereddütsüzce yatan 22 yaşında bir delikanlıydı. Bu sadakatten dolayı o da Hz. Peygamber'e damat olmuş ve Peygamberimiz'in muâhât (kardeşlik edinme) esnasında söylediği, "Sen benim dünya ve âhiret kardeşimsin." (Tirmizi, Menakıb 21) tebşiratına ve müjdesine nail olmuştur. Görüldüğü gibi dostluk ve kardeşliğin temelinde samimiyet, ihlâs ve teslimiyet vardır.

Dostluğun Kazandırdıkları

İnsanlar dünyada birbirlerinin arkadaşı, dostu ve sırdaşı olabilirler. Ancak bu dostlukların nerede başlayıp nerede bittiği ve neticesinin nasıl olduğuna bakılmalıdır. Nitekim Allah için yapılan samimi dostluklar devam ederken, menfaat için olan dostluklar daha dünyada bitmektedir. Peygamberimiz; "Allah'ın bazı kulları vardır ki; peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler." buyurunca, sahabe-i kiram, "Onlar kimlerdir ya Rasûlallah?" diye sormuşlar, Hz. Peygamber de: "Onlar bir menfaat ve mevki gözetmeden, sadece Allah için birbirlerini sevenlerdir. Bunların yüzü nurludur ve nurdan yapılmış minberler üzerine otururlar. İnsanlar (Allah'ın azabından) korktuğu zaman onlar korkmaz, üzüldüğü zaman da üzülmezler." (Ebu Davud, Büyû 78) şeklinde haber vermişlerdir. Fakat dünyevî menfaatten dolayı sevmeler çoğu kere geçici ve sönücü olduğundan bu dostluklar da geçici olmaktadır. Oysa Allah için sevmek ve dost olmak hiçbir zaman menfaate bağlı olamaz ve kalamaz. Kur'ân-ı Kerîm'deki الأخِلاَّءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ إلاَّ الْمُتَّقِينَ "O gün müttakiler (takva sahibi) dışında, dostlar birbirine düşman olurlar." (Zuhruf sûresi, 43/67) âyeti, dünyada hakiki ve samimi dostluğun dışındaki arkadaşlığın kıyamette düşmanlığa dönüşeceğini sarahaten bildirmektedir. Dolayısıyla Allah için olmayan menfaat dostlukları kıyamette düşmanlığa dönüşebilecektir. Fakat dünyada iki kişi Allah için birbirini samimi severse, bunların öldükten sonra biri doğuda diğeri batıda (araları çok uzak) olsa da Allah Tealâ kıyamet günü ikisini bir araya getirip ‘Bunlar, birbirini benim için seviyordu.' diyeceği"6 rivayet edilmektedir. Yine kıyamet günü Allah'ın zıllında (gölgesinde) himaye edeceği insanlardan biri de "birbirini Allah için seven insanlar" (Bkz.: Buhari, Ezan 36) şeklindeki rivayet de Allah için birbirini sevenlerin mükâfatını haber vermektedir. Şu hâlde muhabbetin kaynağı "Allah rızası" olması ve kişinin Allah'ın sevgisine mazhar olabilmesi için öncelikle yaptıklarını içten, samimi, ihlâslı ve severek yapması gerektiği anlaşılmaktadır. Nitekim günümüzde çok samimi dostların küçük bir menfaatten dolayı birbirlerine rahatlıkla darılabildiği görülmektedir. Dolayısıyla sevilmek için, önce sevmek şattır. Sevmenin gereği de inanç, itaat, saygı, ihsan ve cömertliktir. Bir kimsenin çoluk-çocuğunu, malını, ticaretini ve hayatını sevmesi fıtrî ve tabiîdir. Sevdiği bu şeylerin hepsinin Allah'ın olduğunu ve kendisine Allah'ın bir ihsanı bulunduğunu ve bütün bunların fânîliğini, Allah'ın bâkiliğini düşünürse o takdirde insan, Allah'ı daha fazla sevmeye başlar. Kısaca kişi, kendisi için istediği ve sevdiği bir şeyi, başkaları için de içten arzu edebilirse hakiki dost ve arkadaş olur. Rivayet edilir ki, iki dost mü'minden birisi vefat edip cennetle müjdelenir. Ve dostunu hatırlayarak "Ey Allah'ım! şüphesiz filanca benim dostumdur. Bana, Sana ve Resûlüne itaati, hayrı emreder, kötülükten men eder, benim hiç şüphesiz Sana kavuşacağımı haber verirdi. Ey Allah'ım! Benden sonra onu sapıklığa düşürme ki, bana gösterdiğin nimeti ona da gösteresin. Benden hoşnut olduğun gibi ondan da hoşnut olasın." der. Sonra diğeri de ölür ve ruhları bir araya gelir de "Her biriniz kardeşi hakkında söyleyeceğini söylesin." denir. O ikisi birbirinden razı olduğunu haber verince Cenab-ı Hak ikisi için: "Ne güzel kardeş, ne güzel arkadaş, ne güzel dost" buyurur. Fakat iki dost kâfirden biri öldüğü zaman ve yerinin ateş olduğu haber verildiğinde ise, dünyadaki dostunu hatırlayarak "Ey Allah'ım! Benim dostum olan falanca bana, Sana ve Resûlüne isyanı, kötülüğü emreder, hayırdan meneder, Sana kavuşmayacağımı bana söylerdi. Ey Allah'ım! Benden sonra onu hidayete erdirme ki, bana gösterdiğin cezanın bir mislini de ona gösteresin" der. Cenab-ı Hak da onlardan her biri için "Ne kötü kardeş, ne kötü arkadaş, ne kötü dost" buyurur. Bunun üzerine onlar birbirine lânet etmeye başlarlar.7 Demek ki dünyadaki dostluk ve arkadaşlık âhirette de devam edecektir. O hâlde dünyada iyi dost ve arkadaş edinme, âhirette mutluluk, zıttı ise azap demektedir. "Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rızâ-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, "Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zîrâ o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum." diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve "O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum." der, rahatla yatar."8

Enes b. Malik (r.a.): "Cennet ehli Cennet'e girip, ayrılmış yerlerine (köşklerine) oturduklarında, (dünyadaki samimi) din kardeşlerini özlediklerinden dolayı birbirlerini görmek ister. Bu düşünce esnasında birinin serîri (koltuk) diğerinin serîrine, diğerinin serîri öbürünün yanına (anında) gider. Onlar buluşunca her ikisi de köşklerine yaslanarak, sohbete ve dünyada aralarında olan şeyleri karşılıklı konuşmaya başlarlar. Birisi şöyle der: Ey Kardeşim! Hatırlar mısın biz dünyada falan mecliste sohbet yerinde veya camide hâlisane Allah'a dua etmiştik (Kur'ân okumuştuk, nasihat dinlemiştik), işte Allah da bizi (orada) bağışladı."9 diyerek, samimi arkadaş ve dostluğun âhiretteki beraberliğini anlatmaktadır. Şu hâlde dünyadaki iyi dostluklar âhirette de mutluluğun devamı demektir.

Sonuç

Kur'ân'da, Allah sevgisine mazhar olmada en önemli unsurun Peygamber sevgisi ve O'nun yolunu takip olduğu belirtilir. (Bkz. Âl-i İmran Sûresi, 3/31) Bunun için dost ve arkadaş olarak öncelikle Peygamber Efendimiz'in (s.a.s.) ahlâkı, dolayısıyla Kur'ân ahlâkı seçilmeli ve O'nun yolundan ayrılınmamalıdır. Zîrâ Kur'ân-ı Kerîm'de günahkârların ve kötü arkadaş edinenlerin nedameti: "O gün (dünyada iken) haktan sapmış kişi ellerini ısırarak şöyle diyecek: "Keşke Peygamberle birlikte aynı yolda olsaydım. Eyvah! Keşke falancayı kendime dost edinmeseydim." (Furkan sûresi, 25/27-28) şeklinde feryad edeceği haber verilmektedir. Peygamberimiz ise الرَّجُلُ عَلٰى دِينِ خَلِيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أحَدُكُمْ مَنْيُخاَلِلُ "Kişi dostunun dini (ahlâkı, yolu) üzeredir. Öyle ise sizden biriniz kiminle dost olduğuna iyi baksın." (Tirmizî, Zühd 45) şeklinde ikaz ederek, dost ve arkadaş seçimindeki hassasiyet ve önemi veciz bir uslûpla anlatmışlardır.

Netice itibariyle kişi, hayat tarzını, arkadaşını ve dostunu seçerken çok dikkatli olmalıdır ki, hem dünyası hem de âhireti harap olmasın, dostluğu düşmanlığa dönüşmesin. Şu hâlde mü'minler arasındaki karşılıklı dostluk (musâdaka), kardeşlik ve uhuvvet ölçüleri Kur'ânî, ve Peygamberî bir üslûp ölçüsü içinde devam etmelidir. Bu da millet-i İbrahim yolunu takip etmenin her asırdaki bir tezahürüdür. Zîrâ Müslüman'ın yolu halîliye, hedefi de hıllet olmalıdır. Hıllet ise, en yakın dost, en fedâkâr arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş demektir. Bu hılletin en önemli düsturu da samimi ve içten davranmadır ki, bu davranışa ihlâs denir. Fakat samimi ihlâsı yakalayamayan ve göründüğü gibi olamayan kişiler, hem dünyevî hem de uhrevî dostluğu neticede kaybeder. Bu kaybın maddî ve mânevî sonu ise yüksek bir kuleden derin bir çukura düşen ve iflâh olmayan kişinin akıbetine benzer. Bu akıbet, insan için ne korkunç bir hüsrandır! Oysa hakiki dostluk, samimiyet
ve fedakârlık demektir. Bu da hak yolda gösterilen beraberlik, teslimiyet ve mutluluktur
.



Dipnotlar


2. Bkz. Kurtubî, el-Câmi li-ahkâmi'l-Kur'ân, 5/401,
5. İbn Hıbban'dan nakille Dimyâtî, el-Metcerü'r-Râbih, s. 121.
6. Suyuti, el-Fethu'l-Kebir, 3/41.
7. Kurtubi, el-Cami li-ahkâmi'l-Kur'ân, 16/109.
8. Yirmi Birinci Lem'a, Lem'alar, Şahdamar Yay. İst, 2003, s. 202
9. Suyuti, El-Fethu'l-Kebir, 1/79.


 Dr. M. Selim Arık  


Konu Başlığı: Ynt: Hadisler ışığında ahiret boyutlu dostluk
Gönderen: Ekvan üzerinde 14 Ekim 2010, 17:33:23
Alla razı olsun ablam  
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Korktuğun bir yere gelince şu ayeti oku: “ Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver. ” Korktuğun bir kimseyi görünce de Ayet’el-Kursi’yi oku.”
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir işin zorluğundan korkunca, ona karşı sıkı dur ki sana boyun eğsin. Zamanın olayları karşısında çare bul ki sana kolay gelsin.”  


Konu Başlığı: Ynt: Hadisler ışığında ahiret boyutlu dostluk
Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Mart 2015, 22:12:23
s.a.. , konuya olan katkin için Rabbim c.c senden de razi olsun Sevda gülü kardesim..


Konu Başlığı: Ynt: Hadisler ışığında ahiret boyutlu dostluk
Gönderen: Pelinay üzerinde 04 Nisan 2015, 15:52:17
Ve aleykumuselam ve rahmetullahi.Allah razı olsun Sümeyye abla..konu çok güzel açıklanmış.

"Allah'ın bazı kulları vardır ki; peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler." buyurunca, sahabe-i kiram, "Onlar kimlerdir ya Rasûlallah?" diye sormuşlar, Hz. Peygamber de: "Onlar bir menfaat ve mevki gözetmeden, sadece Allah için birbirlerini sevenlerdir. Bunların yüzü nurludur ve nurdan yapılmış minberler üzerine otururlar. İnsanlar (Allah'ın azabından) korktuğu zaman onlar korkmaz, üzüldüğü zaman da üzülmezler." (Ebu Davud, Büyû78) 

Rabbim menfaat,çıkar ve sırf dünya üzerine arkadaşlık kurmaktan,dost olmaktan korusun .
birbirine sırf Allah için muhabbet besleyen,biraraya geldiğinde hyaır konuşup,birbirleini hak yola teşvik eden hayırlı dostluklar nasip eylesin inşallah.