๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler(Amel-İbadet-Kulluk) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 13 Nisan 2012, 14:11:00



Konu Başlığı: Onu tanıyorsak yaşamaya değer
Gönderen: Sefil üzerinde 13 Nisan 2012, 14:11:00
   

Süleyman Sargın
   
O'nu tanıyorsak yaşamaya değer


Cenab-ı Allah, rızasına ermemiz, O'nun hoşnutluğunu kazanmamız için her dönemde, her devirde hatta her gün yüzlerce, binlerce fırsat ihsan ediyor.

Cihadı değerler üstü bir kıymette gördüğü gibi, yolda insanlara eza veren bir taşı, kütüğü kaldırmayı da amel-i salih olarak kabul buyuruyor. Bugün de Allah rızası için yapılacak dünyalar kıymetinde bir iş var. Öyle bir iş ki, dünyevî cihetle her işin önüne geçer. Bu iş, Allah'ın bütün âleme tanıtılması, Hz. Muhammed'in (aleyhissalâtü ve's-selam) muhtaç ruhlara duyurulmasıdır. O halde büyük iddialar ve boş laflar yerine dur durak bilmeden bu vazifeyi yapmaya çalışmalıyız. Dinimizi doğru bir şekilde başkalarına duyurma yolları bulmalıyız. Her fırsatı, her vesileyi radyoyu, televizyonu, gazeteyi, interneti bu istikamette en rantabl şekilde değerlendirmenin gayreti içinde olmalıyız. Bize ihsan-ı ilahî olarak verilen bu eşsiz hakikatleri çoluk, çocuk, kadın erkek bütün dünyaya birden nasıl duyurabileceğimizin derdiyle dertlenmeliyiz.

Bu sebeple, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi her zaman "En önemli mesele Müslümanlarda yeniden bir kere daha İslâmî heyecan uyarmaktır." diyor. "Kendilerini unutacak ve sadece beşerin ebedî saadetini düşünecek kadar, bir kere daha dinî heyecan uyarmak." Zaten sadece nefsimiz için yaşıyor ve kendimizi hatırlıyorsak, hatırlanması gerekli olanı hatırlayamayız.

Ayrıca, bu işin keyfiyeti de çok önemli. Îla-yı kelimetullah vazifesi sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak için yapılır. Çünkü yeryüzünde bundan daha yüce ve daha mukaddes bir vazife de yok. Maddî manevî her türlü füyuzata tercih edilecek kadar kıymetli bir vazife bu. "Bir-iki kişi tanıyıp kabul etse ne olacak." deme lüksümüz de bulunmuyor. Anlattıklarımızı insanların kabul edip etmemesi ya da "evet" diyenlerin sayısı da bizi çok alakadar etmez. Tesiri yaratacak, alakayı uyaracak, hidayeti verecek Allah'tır. Ardına düştüğümüz şey sadece hayalimize yerleştirdiğimiz yüksek idealimiz ve gayemiz olan Allah'ın rızasıdır. İnsanların gönüllerine girip kabul ettirmek zaten bizim elimizde değil.

Böyle şerefli bir vazifede istihdam edilmenin vartaları da var elbette. İnsan, muvaffakiyetleri kendinden bilebilir. Yazıların çok okunması, dinleyenlerin çoğalması, derslere, sohbetlere gelenlerin sayılarının katlanması gibi hususlarda nefis kendine pay çıkarmak ister. Kendini kuru üzüm çubuğu olarak gören Bediüzzaman Hazretleri bazen de, "Hiç ender hiç olan bu kardeşiniz" diye söze başlıyor. Bu satırların yazarının bırakın ulaşmayı maalesef hecelemeye bile cesaret edemediği o ufuk çok engin. Kendini "hiç" olarak görebilmek ne büyük bahtiyarlık!. Bu duygu "Ben'in-enaniyetin" burnunu kıran çok tesirli bir balyoz. "Ene"yi kırmak da yetmez, Hocaefendi'nin ikazlarıyla "Nahnü" (biz yaptık) duygusunun da yeşermesine imkân verilmemeli; cemaat enaniyeti dediğimiz virüsün de ruhlarımızda neşv ü nema bulmasına müsaade edilmemelidir.

Cenâb-ı Hak her birimizi tutup bir yere koymuş. O halde neden ve hangi hikmete binaen böyle bir tercihte bulunduğuna kafa yormak gerekiyor. Abes iş yapmayacağına ve her işinde hikmetler bulunduğuna göre, acaba bizden ne istiyor? Sekizinci Söz'de geçen şu ifadeler zannediyorum bize bir yol gösterecektir: "Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm, Sana dehalet ediyorum ve Sana hizmetkârım. Senin rızanı istiyor ve Seni arıyorum. Ey bizi bu gurbete atan Allah'ım! Bundan muradın ne ise onu benim vicdanıma duyur. Ve sadece duyurmakla kalma, beni o duyguyla doyur. Bu işin hakkını vermeye, bu vazifenin gereğini yapmaya muvaffak eyle." Bütün mesele O'nunla irtibatı koparmadan, üzerimize düşeni yapmak.

Bu duygularla hareket eder, yaptıklarımızı bir sorumluluk olarak yerine getirir ve bütün başarıları O'ndan bilirsek, işimizde de hizmetimizde de berekete ereriz. Yoksa kaynağa karşı gaflet, onun etrafında dönüp durduğumuz halde bizi susuzluktan öldürür. Önemli olan O'nu bulmak, kendimizi nazara vereceğimize her zaman "O" demektir. Kevn ü mekânları kabza-yı tasarrufunda tesbih taneleri gibi döndüren Sonsuz Kudret varken, neden adi nefsin mırmırlarına esir olalım? Kıskançlık ve öldüren bir hırs derecesinde O'nu nazara vermek varken, ne diye sinek kanadı mahiyetindeki nefislerimizden bahsedelim?

Bu düşüncede olunmazsa dünya hayatı yaşanmaya ve ebedî bir hayat varken burada kalmaya da değmez. İnsan kıymetli şeyler yapmalı. Her gün bir kere daha cenneti kazanmalı. Her gün bir kere daha Rabb'ini tanımalı ki, yaşamaya değsin. Hayat O'nunla irtibatlı götürülürse hayattır.