๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler(Amel-İbadet-Kulluk) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 21 Temmuz 2012, 14:36:48



Konu Başlığı: İçinize dönün ve sorun
Gönderen: Sefil üzerinde 21 Temmuz 2012, 14:36:48
 Ahmet Kurucan
   
İçinize dönün ve sorun


Eğer söz konusu olan "söz" ise elbette ne söylendiği de, nasıl söylendiği de, ne zaman, nerede, kime söylendiği de önemli o sözün mana ve muhtevasını anlayabilmek için. Söz sahibinin muradı, ancak bu unsurları hem de bir bütün halinde gözetmekle mümkündür.

Hocaefendi'nin "sohbet-i canan" ismiyle müsemma kıldığı konuşma teması. Sözü eninde-sonunda sohbet-i canana bağlama, bir girizgah bulup sözü oraya getirmesi değil, aksine direkt 'Hüve', "İnsanlığın İftihar Tablosu" (sas), tevhid, "O'nun hakkı bizim de vazifemiz", "hiç olduğumuzu idrak", "elin-alemin muvaffakiyet olarak gördüğü her şeyi kıskançlık derecesinde O'na verme" deyip bu temel düşünceyi Kur'an ve sünnetle temellendirmesi onun sohbet üslubunun en önemli ve en belirgin özelliklerinden biridir. Şöyle denilebilir diye düşünüyorum; Hocaefendi'nin ne dediği yani konuşma teması artık belli ama ya nasıl dediği? Bunu hiç düşündük mü? Şahsen ben son dönemlerde hep bu gözle dinliyorum Hocaefendi'yi. Şimdi nasıl temellendirecek diyorum; bu yeni bir yaklaşım diyorum, bu enfes örneği ilk defa duydum diyor ve nasıl sorusuna cevap arayan bir gözlemle dinliyorum.

Böylesi bir ortamı tasvir etmeye çalışacağım bu yazıda yine ama ona geçmeden önce akla gelme ihtimali bulunan bir soruya kendimce cevap vereyim. Soru şu; neden bu kadar tekrar. Dört şey söyleyebilirim. Birincisi; yukarıda da ifade ettim; eğer söz konusu muhtevayı tek kelime ile tevhid diye özetleyecek olursak, tevhid Allah'ın hakkı bizim de vazifemizdir. Kulluk için yapar bu tesbiti Hocaefendi ama aynı şeyi tevhid ekseninde kullanmanın hiçbir mahzuru yok. İki; Kur'ani metoddur bu. Literatürde bunun adına "tasrif" denir. Aynı hakikati muhataba bıkkınlık vermeyecek bir usul ile, her defasında değişik vechelerini nazara vererek, ön plana çıkartarak defalarca anlatma demektir tasrif. Bakın Kur'an'a, bu gözle okuyun peygamber kıssalarını, inceleyin namaz, zekat gibi meselelerde defaatle verilen emirleri aynı şeyi göreceksiniz. Üç; ihtimal bizler için acı ama acı olduğu kadar da gerçek; kıvam. Demek ki Hocaefendi muhatabı olan insanların tevhid ekseninde olması gerektiği yerde olmadıkları kanaatinde. Bu bir yorum. Katılmayabilirsiniz. Fakat ben bu denli tekrarın, bu ölçüde tizkarın 'olan ile olması gereken' arasındaki boşluk hatta uçurumdan kaynaklandığını düşünüyorum. Yoksa muhatapları beklenen seviyenin insanı olsa, bir başka fasla, bir sonraki aşamaya geçerdi Hocaefendi. Dördüncüsü; va'z, nasihat ve irşad görevinin sürekliliğinden hareketle konumunun gereğidir bu tekrarın gerekçesi. Allahu a'lem.

Gelelim sohbet ortamına. Daha doğrusu ders halkasına. Kamuoyuna ömrünün son demlerindeki hizmet mahalli olan Tacikistan'da kendisine verilen isimden dolayı Hacıata diye mal olan Hacı Kemal Ağabey ile bir hatırasını nakletti. Kelimesi kelimesine "hatayı benim yaptığımı anladım" dedi. Çok dikkatimi çekti bu cümle, rikkatime dokundu bile diyebilirim. Bizim gibi sıradan insanların belki de haklı gerekçelerle hayatında yüzlerce defa söylediği söze karşılık aldığı cevabı böyle yorumlamıştı Hocaefendi: "Hatayı benim yaptığımı anladım."

KORKUDAN ÜMİDE, ENDİŞEDEN ŞEFKATE

Hatıradan mevzuya değil aksine bir ayet tefsiri münasebetiyle yaptığı ilave yorumdan hatıraya intikal etti. Mevzu; ahiret endişesi idi. Yaşlı gözlerle cehenneme doğru sürüklenen kulun sürekli hesap mahalline kafasını çevirip cehennem kararı karşısında şaşkınlığını anlattı. Allah'ın "durdurun o kulumu neden sürekli geriye bakıyor?" sorusu ve kulun "Ben böyle zannetmiyordum; bütün günahlarıma rağmen Rabb'imin merhameti ile beni affedeceğine inanıyordum" mealinde verdiği cevabı ve ardından Allah'ın "Çevirin onun yönünü cennete. Kulum beni nasıl biliyorsa, ben ona göre muamele ederim." dediğini anlattı. Gözyaşlarını sildi ve dedi ki: "Korku çok şiddetli olmalı, beyinde bir tümör gibi kendini hissettirmeli ama şu klimanın havayı temizlemesi gibi reca gelmeli ve bu korkuyu temizlemeli. Demeli ki insan: istihkakım burası; burası ama Rabb'im, Senin de rahmetin..." Cümle yarım kaldı biliyorum; elden ne gelir, ağlamaktan gerisini getiremedi kendisi de zaten. Gözyaşlarını sildikten sonra söylediği şey de şuydu: "Sürekli tefekküre ihtiyaç var. Bu tefekkürde korkudan ümide, endişeden şefkate..."

İşte şimdi bahsini ettiğim Hacı Kemal Ağabey hatırasına geldi. "Malatya'ya konferansa gitmiştik. Evde kalıyorduk. Ben bir odada, arkadaşlar diğerinde. Odamdan lavaboya doğru giderken yan odada kahkaha sesleri eşliğinde sohbet ettiklerini gördüm arkadaşların. 'Çok gülme kalbi öldürür.' hadisinden hareketle başımı odaya doğru uzattım ve 'Cennetle mi müjdelendiniz de böyle gülüyorsunuz?' dedim ve ayrıldım. Benim yukarıda bizim gibi sıradan insanların yüzlerce defa dediği cümle işte bu. Lavabodan dönüşte Hacı Kemal'in arkadaşlara 'Allah benim gibi birisini cehenneme koyup da ne yapacak' diyerek ağladığını duydum."

Ben de şahidim. Talebeliğimiz yıllarında kaç defa görmüşümdür hıçkıra hıçkıra ağladığı ve aynen böyle dediğini. Bir defasında sünneti kılmış, farz için bekliyorduk. Yan yana denk gelmiştik. Birden bardaktan, ne bardağı, kovadan boşalan su misali gözyaşlarını akıtmaya başladı, başını önüne eğdi, mütemadiyen ağlıyordu. "Tam bir gönül insanı" diye aklımdan geçirmiştim ki dudaklarından şu cümleler dökülüyordu: "Benim gibi birini cehenneme koyacaksın da ne olacak Allah'ım!." Naz mı niyaz mı, derinliğine vâkıf değilim ama başka bir halin, başka bir makamın insanı gibi konuşuyordu.

Hocaefendi'ye geri döneyim; Hacı Kemal'in işte bu sözünü şöyle yorumladı Hocaefendi: "Hatayı benim yaptığımı anladım. Çünkü bizler kendi hakkımızda çok acımasız olmalıyız ama başkaları hakkında hüsn-ü zan etmeliyiz."

Bitiriyorum; biz ise maalesef bugün kendi muhasebemizle meşgul olmaktansa başkalarının muhasebesi ile meşgulüz. Nefsimize hüsn-ü zan, muhataplarımıza su-i zanla bakıyoruz. Sanki herkes cehennemlik sadece cennetlik olan bizmişiz gibi. Sanki herkes yanlış yapıyor, doğru düşünen, doğru yapan sadece bizmişiz gibi. Allah için içinize dönün ve sorun, böyle değil miyiz? Hocaefendi'nin sürekli tevhid demesinin altında yatan da bundan başka bir şey değil ihtimal. O kıvamı yakalayamadık. O mertebenin insanları değiliz henüz. Ne bu halin ne de bu makamın sahibiyiz. Bırakın hal ve makam sahibi olmayı, bizler henüz tasavvufi manada ne halin ne makamın, ne tarifini ne de muhtevasını biliyoruz.

zaman