๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler(Amel-İbadet-Kulluk) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 05 Temmuz 2012, 11:02:09



Konu Başlığı: Bedduâyla bed duruma düşmemek!
Gönderen: Sefil üzerinde 05 Temmuz 2012, 11:02:09
Ali Rıza AYDIN

Bedduâyla “bed” duruma düşmemek!


Ne bedduâ etmek, ne de bedduâya maruz kalmak kâr-ı akıl değildir.

Farsça kökenli olan “bed” kelimesinin lügat manası fena, kötü, çirkin; yaramaz, şer ve şeni’ gibi iyiliği ya da iyi oluşu çağrıştırmayan, aksine, fenalığın birçok türünü nazara veren bir sözcük. “Bed” kelimesini “duâ” gibi Allah’a (cc) arz-ı hâcet etme manasına gelen bir kelimeyle birleştirip, birlikte zikredersek “bedduâ”, yani inkisar, ilenç; bir kimsenin kötü olması veya yaptığı kötülüğün karşılığını bulması için yapılan duâ manasına geliyor.
Bir hak ihlâli, bir hukukî su-i istimal varsa ve bunu Cenâb-ı Hakk’a arz etme makamında ise bedduâ, o başka. Bu, mazlûmun zalimden hakkını talep etmesi demektir.
Hz. Ali’nin (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm): “Mazlûmun bedduâsından sakının. Çünkü o, ancak Allah’tan hakkını almasını ister” 1 buyuruyor. Hz. Enes’in (ra) naklettiği bir başka hadis-i şerifte ise işin vahametine dikkat çekiliyor ve “Kâfir de olsa” vurgusunun ardından “Çünkü onlarla Allah arasında perde yoktur”  2 ikazında bulunuluyor.
Demek, bu hususa biraz dikkat gerekiyor!
Mümkün olduğunca duânın bu çeşidinden kaçınmak, uzak durmak; bedduâyı ağza almamak, dili buna alıştırmamak daha makbul olanı.
Cenâb-ı Hak, âdildir; kimsenin hakkını kimsede bırakmaz. Öyle olunca, işi O’na bırakmalı, “Hasbünellahü ve ni’me’l-vekîl”  3 demeli.
Bediüzzaman, kendisini idamla yargılayanlara, ezanın, cefanın her şekline maruz bırakanlara bile bedduâ etmemiş; ahvalini Mevlâ’sına arz-ı hâl eylerken; talebelerine, “Hatta tecavüz edilse de bedduâyla mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktadan kardeşimizdir” 4 tavsiyesinde bulunmuştur.
Zulme uğrayan, mağdur olan bir kimsenin ıztırâr lisanıyla böyle bir duâya, yani bedduâya başvurması belki mazur görülür. Bu, işin bir yönü. Diğer bir yönü ise, günlük hayatta sık sık kullanılan ilençler, bedduâlar cehaletin deryasında yüzüyor:
Bazen, emrini yerine getirmeyen çocuğuna annesi tarafından; bazen, itaat sınırlarını aşan, gençlik heyecanı taşan delikanlıya babası tarafından; menfaatine uymayınca amirine, memuru tarafından; vefâsız bir akrabaya ya da ondan gördüğü küçük bir hataya; su sıçratıp, geçip giden arabaya; yüz çeviren yavukluya, şairin, “Bedduâ eylemem sana sitemkâr / Gül gibi meskenin diken, hâr olsun” 5 mısralarında olduğu gibi bedduânın bini, bir para!
Hakka, hukuka, adalete kimsenin söyleyecek bir şeyi olamaz. Elbette ki, hak sahibi hakkını talep etmeli, Makam’a iletmeli. Fakat; fakat…
Bedduâyı lisanından atmayana ne demeli?
Aslî niyet olmasa da bedduâ; insanın, hiçbir zaman tepki dili olmamalı.
Korkulur!
Olur-olmaz bedduânın aksülâmel etmesinden korkulur! Hayrı kasteden duânın menfaati ise hem kendine, hem gayrine dokunur.
Zaten, mü'mine, lisanından bal damlatmak yakışır.
     
Dipnotlar:
1- Camiü’s-Sağîr, 1: 61 (Haib’in Tarih’inden).
2- Age., 1: 70 (Müsned, 1: 233).
3- Âl-i İmran Sûresi, 173.
4- Said Nursî. Kastamonu Lâhikası, 191.
5- M. Cumhur, Karacaoğlan, Şiirler, 119.