๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler(Amel-İbadet-Kulluk) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 30 Eylül 2012, 15:22:12



Konu Başlığı: Akl-ı selim ve tefekkür
Gönderen: Sefil üzerinde 30 Eylül 2012, 15:22:12
Ahmet Selim
   
Akl-ı selim ve tefekkür (2)


Akıl ile kalp arasındaki sağlıklı ilişki, akl-ı selimi ve kalb-i selim'i oluşturur. Bu beraberliğe paralel olarak zevk-i selim teşekkül eder. Bu tablo bir bütünlüğün kemâl kıvamına kavuşmasıdır. Mükemmele varılamayabilir, ama yolculuk oraya doğrudur. Mümkün ve nasip olduğu kadar gerçekleşir.

Bir bütünlük kıvamına kavuşmuş olan insan rastgele sorular sormaz.

Şifahî kültürle yetişmiş eski insanlarımızı hatırlayın. Annemizi, babamızı, dedemizi... Kadere inanırlar, aynı zamanda iradî sorumluluğumuza da inanırlar. İkisinin bağdaşlaştırılması ile ilgili tırmalayıcı bir soru yoktur zihinlerinde, ruhlarında. Neden yoktur? Çünkü akl-ı selim ve kalb-i selim ışığında kelimelere dökemeyecekleri bir izah tatmini ve şuuru vardır içlerinde. Rahattırlar, huzurludurlar. Çocuklarını da ona göre yetiştirirler ve bu ilk eğitim çok değerlidir. Ben de o çocuklardan biriydim ve kader konusu bana hiç zor gelmemiştir. "İlm-i ilahi sonsuzdur ve Allah, olacakları elbette bilir." derdim. Kader akl-ı selim için çok makul bir şey; bildirilmeseydi bile, varlığı düşünülerek bulunabilirdi. Lise çağlarında felsefe okurken panteizmle karşılaştığımda biraz komiğime gitti. Bu aslında tabiata uluhiyet izafe etmek değil, "Tanrı"yı maddîleştirmekti. Örtülü ateizme benziyordu. Yaratılmış akıl, Yaradan'ından ışık ve yardım almadan, onu düşünebilir mi? Orada da kalmıyor O'nu ihata etmeye kalkışıyor. Mesela bir insanın bir tonluk, 10 tonluk yükün altına girmesi mantıklı bir iş mi? "Kuru ve yalın akıl" ile büyük hikmet meselelerine dalanlar, kendi bütünlüğünün sıhhat dengesini kaybeder. Amiyane tabirle saçmalamaya başlar. Bir sarhoşa döner. Önce itidal dengesi bozulur, sonra istikamet şuuru bulanıklaşır. Sahva (denge haline) dönmek, felsefede de tasavvufta da çok gereklidir. Felsefede aklî, tasavvufta kalbî cezbe olur; bu hal, bir noktadan sonra fikrî zaaflara yol açar. O noktada sahvın (itidalin) uyarı sinyallerini alabilecek donanımınız var ise, gerekli özeleştiri tedbirlerini alma basireti harekete geçer. Sahvın (manevî itidalin) kurallarından biri şudur diyebilirim: "Bilmek, tanımak, sevmek, bağlanmak başkadır; izah etmek başka. Allah izah edilmez." Çünkü izah etmek, ihata etmeyi gerektirir. Akıl buna meyillidir; onu uyarıp akl-ı selim haline dönüştürecek olan kalbin ışığıdır. Akl-ı selim bizlerde bazen gevşeyebilir; önemli zatlarda o muhkem bir istikrar şuuru haline gelmiştir. İyi bildiğime inandığım bir örnek olarak burada İmam-ı Rabbanî'nin ismini zikredebilirim. Çünkü tasavvufun fikrî yönü de vardır ve hal sahibi olmaktan ibaret değildir. Tasavvuf sadece akılla da olmaz, akl-ı selim'siz de olmaz.

Batı felsefesi, hem metoduyla hem kavramlarıyla ayrı bir disiplindir. Adeta el yordamıyla yürür bir alaca karanlıkta. Hemen hemen bütün felsefe akımları ve ekolleri Eski Yunan'a dayanır; peki bilim o zamanlar ne kadar vardı? Bilimler çok değişmiştir ama Aristo hâlâ geçerlidir! Tabii Platon ve diğerleri de. Felsefenin kökünde vahyin ışığı yoktur ve akıl yalnızdır. Nietzsche gibi Comte gibi zekâlar bunalımlar geçirerek öldüler. Batı felsefesinde antitezler çarpışır, sentez sadece geçici ve mevhum olarak muallakta bırakılır. Buna uymayan aklı başında kişiler de çıkmıştır ama çok bilinmezler. Biz felsefeyle ilgilendik, fakat metodik mahiyeti ve kökenini bilen bir şuurla değil. Din-akıl kavgası onlarda bir noktadan sonra gerekliydi ve bunun bizimle ilgili olamayacağını biz tam olarak kavrayamadık. Ve bunu kavrayamayışımızın sıkıntıları bizimkileri çok hırpaladı. Mesela panteizm bizim tasavvufumuzun bazı yerlerine girdi. Doğu'yu ve Batı'yı da bildiğini zannedenlerin dalgalanmalarıyla panteizm de deizm de bizde bazı etki alanları buldu. Eski materyalist yansımalara Gazalî karşı çıkmıştı, örtülü materyalizm diyebileceğimiz panteist sapmalara İmam-ı Rabbani karşı çıktı. Lakin çeşitli sapmalı dalgalanmalar tamamen kaybolup gitmiş değil.

Yaşanan bunalımlar, insanların ve toplumların kısaca "mutluluk meselesi" diyebileceğimiz arayışına hâlâ bir çözüm getirmedi. Sıkıntılar derinleşerek değişiyor. Bana göre insanlığın asıl meselesi "fikrî mesele"dir. Bu meselede bizim Batı'dan alacağımız çok şey yok; fakat kendimize gelirsek vereceğimiz çok şey var. Heyhat ki evrensel bir gayretle mükellef olduğumuzun farkında değiliz.