๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Kuran-ı Kerim) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 20 Haziran 2010, 18:15:36



Konu Başlığı: ÜSTAD BEDİÜZZAMANIN HAYATI
Gönderen: Sefil üzerinde 20 Haziran 2010, 18:15:36
1878’te Bitlis’te başlayan, 1960’ta Urfa’da son bulan 82 yıllık çileli ama bereketli bir ömrün ana gayesiydi i’caz-ı Kur’an’ı beyan...
Bir yanda; gelişen bilimsel veriler ve sosyal, siyasal, toplumsal ve ekonomik değişmeler ışığında asrın idrakine sunulmayı bekleyen Kur’an…
Diğer yanda; hilafetin merkezinin çökmeye yüz tutmasıyla oluşan buhran…
İngiliz sömürgeler bakanı Gladston “ya Kur’an’ı Müslümanların elinden almalıyız ya da Müslümanları ondan soğutmalıyız" diyerek emperyalist saldırganlığın yol haritasını çizerken… Ayağa kalkıyor ve “Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez manevi bir güneş olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim.” diye haykırıyordu Bediüzzaman.

 

1907-İstanbul
29 yaşındaydı İstanbul’a geldiğinde…
Hastalığı teşhis etmiş, reçetesini hazırlamıştı.
Mücadele edilecek üç düşman vardı: cehalet, yoksulluk ve ihtilaf. Silahı da hazırdı: eğitim, kalkınma ve ittifak.
Ana gayeye ulaşmak için önemli bir hedefi vardı Bediüzzaman’ın: Üniversite kuracaktı… Ve bu üniversitede din ilimleri ile fen ilimleri birlikte okutulacaktı…
Böylelikle, mektep ehlini şüpheden, medrese ehlini taassuptan kurtaracaktı.
Fakat olmadı, olamadı…
Meşrutiyet ilan edilmiş, memlekete hürriyet gelmişti
Ama İstanbul’da başka rüzgârlar esiyor, tek kanatlı ehl-i ilim birbiriyle çarpışıyordu.
Tartışmalar iyice alevlenmişti.
Bir yanda sınırsız özgürlük taraftarları, diğer yanda dinine zarar gelmesinden korkan geniş halk tabakaları.
O ise faklı bir yerden bakıyordu olaylara:
“Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyerek hürriyeti büyük bir coşkuyla alkışlıyor ve fakat onu ubudiyet ve ahlakla sınırlıyordu. Şöyle sesleniyordu: “İnsanlar hür oldular ama yine abdullahtırlar”.
İşte Bediüzzaman, bir hürriyet aşığı gibi çalışıyor, Selanik’te, İstanbul’da, Doğuda aşiretler arasında, Şam’da içinde yüzden fazla ulemanın bulunduğu büyük bir cemaate hürriyeti ve meşrutiyeti anlatıyordu.

 

1914-Savaş ve esaret
36 yaşındaydı…
Van’daki medresesinde eğitim faaliyetine devam ediyordu.
Dünyayı yakan savaş ateşi Osmanlıyı da içine almıştı.
Doğu cephesinin Ona ihtiyacı vardı. Talebeleriyle birlikte bir elinde kılıç, ötekinde kalem cihad ediyordu. Bir yandan vatanını savunuyor, diğer yandan yeni bir tefsir çalışması yapıyordu. Savaş hali bile O’nu i’caz-ı Kuran’ın beyanından alıkoyamamıştı.
Bitlis müdafaasında esir düştü.
2 buçuk sene süren esaret hayatının ardından uzun, yorucu ve sırlı bir yolculuğun sonunda Anadolu topraklarına ayakbastı.

 

1918
Bediüzzaman, esaretten kurtulup İstanbul’a geldiğinde 40 yaşındaydı. Kemal yaşında…
Kosturma’daki esaretinde başlayan ruhi değişim ve tekâmül iyice belirginleşiyor, ikinci İstanbul hayatı Onu İkinci Said dönemine hazırlıyordu.
Son hamlesini İstanbul’u işgal eden emperyalistlere karşı yapıyor, yayınladığı eserle İngilizlerin şeytanî planlarını deşifre ediyordu. Hutuvat-ı Sitte, İngiliz oyunlarını bozan antiemperyalist bir başkaldırıydı.
Payitaht işgal altındayken Anadolu kurtuluş için yeni bir mücadele başlatıyordu. Milli mücadele aleyhine şeyhülislam tarafından verilen fetvaya karşı halkı aydınlatma ve mücadelecileri rahatlatma görevi yine ona düşüyordu. Milli mücadele meşruydu…
Meclis açılmıştı, yeni rejimin temelleri atılıyordu. Israrlı davetler üzerine Ankara’ya gitti. 1907’den beri takipçisi olduğu Medresetüzzehra projesinin hayata geçirilmesini umut ediyordu.
Bu arada Yeni Said ilk meyvelerini veriyor, tabiatçılığa ve inkârcılığa karşı “Hubab” ve “Zeylü'l-Hubab” gibi eserlerini yayınlıyordu.
Meclis çalışmalarını takip ediyor, milletvekillerini dinin emirlerini uygulamaya ve özellikle namaz kılmaya davet ediyordu. Şöyle diyordu: “Şu inkılab-ı azimin temel taşları sağlam gerek.”
Fakat bu girişimleri Mustafa Kemal’i rahatsız etmişti. Aralarında geçen ser tartışma Paşa’nın özür dilemesiyle yatışmıştı.
 Ankara’da kaldığı süre içinde gördü ki, yeni rejimin kurucu iradesi yönünü başka tarafa çevirmişti. Hedefleri örtüşmüyordu.
Bunun üzerine, “…siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevi kılıç hükmünde i’caz-ı Kur’an’ın nuruyla mukabele edilebilir” hadisinin tavsiyesine uyup, Ankara'yı hileli ve entrikalı siyasetiyle baş başa bırakarak Van’a döndüğünde 45 yaşındaydı.




1923-İkinci Said
Ankara’daki faaliyetleriyle yeni muktedirleri ürkütmüştü, dolayısıyla artık Ona rahat vermeyeceklerdi.
Bahane 2 sene sonra geldi; Şeyh Said isyan etmişti.
O, bu isyanı desteklemek bir yana, engellemek için büyük gayret sarf etmesine rağmen sürgün edilmekten kurtulamamıştı.
Ankara muktedirleri, nüfuzunu kırmak ve yokluğa mahkum etmek için Onu Burdur’a sürgün etti..
Burdur, “Nur’un İlk Kapısı”nın aralandığı yerdi.
O, Nurun kapısını, karanlıktan bunalan yürekler için sonuna kadar açıyor…
Aydınlıktan korkanlarsa Onu karanlıklara atıp, yok etme planları yapıyordu...
Onun büyük gayesi, karanlıkları delip geçti. İcaz-ı Kur’anı beyan etmeye en acımasız baskılar altındayken bile devam etti.
1926’da başlayıp 1950’ye kadar devam eden sürgün, hapis, suikast, sorgulama ve yargılamalar Onu davasından vazgeçiremedi.
Burdur’da başlayıp, Barla’da filizlenen “iman kurtarma” misyonu Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Emirdağ topraklarında 6000 sayfalık Risale-i Nur külliyatını meyve verdi.
Risale-i Nur Külliyatı, Kur’an’ın dört esası ve maksadı olan “tevhit, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet”in asrın idrakine sunulmasıydı.




1950-Demokrasiye özlem
Said Nursi, tek parti iktidarı boyunca muhatap olduğu keyfi muamelelere karşı muhalefetini, hep meşru zeminde sürdürdü. Her şart altında “müsbet hareket”i tercih etti. Muhalefetini fikrî alanda yürüterek, eserler neşrediyor ve “düşüncelerini özgürce ifade” kararlılığından asla vazgeçmiyordu.
Ülkemizde bahar havası estiren Demokrat Parti iktidarını Emirdağ’da karşıladı. 72 yaşındaydı
Çok partili hayata geçildiğinde demokrasiyi ve temel özgürlükleri savunduğu için Demokrat Partiyi destekliyor, talebelerinin ve çevresinin de demokrat görüşün güçlenmesine katkıda bulunmalarını sağlıyordu. Asya’nın ve İslam âleminin istikbalde kalkınmasının birinci kapısının demokrasi ve hürriyet esasları olacağını vurguluyordu.
Bir yandan da İslam’ın evrensel mesajını diğer topluluklarla da paylaşmaya çalışıyor, Papa’ya Risale göndererek hakiki dindar İsevilerle ittifakın ilk adımlarını atıyordu.
1952’de İstanbul’da görülen Gençlik Rehberi davasında aldığı beraatten sonraki zamanını daha önce sürgün ve mahpus olarak gittiği yerlerdeki dostlarını ziyaretle geçirecekti. Merkez Isparta olmak üzere, sık sık kısa seyahatlerle Afyon, Emirdağ, Eskişehir, Eğirdir ve Barla'ya gidiyordu. Eski mekânlarını ziyaret ediyor, dostlarıyla görüşüyor, talebelerine “ders"ler yapıyordu.

 

Veda
2 Aralık 1959'da Ankara'ya yaptığı ziyaret, artık Bediüzzaman'ın veda seyahatlerinin başladığını işaret ediyordu.
82 yaşındaydı ve ağır hastaydı… Takvimler 19 Mart 1960 tarihini gösteriyordu. Urfa'ya gitmek istiyordu. Yağmurlu bir havada çıktığı bu yolculuk, Onun son yolculuğuydu.
21 Mart günü Urfa'ya ulaştı ve İpek Palas Oteli'ne yerleştirildi.
Hayatı boyunca dayanılmaz acılara ve baskılara maruz kalmasına rağmen, hayat tarzıyla bir destan yazan Bediüzzaman, arkasında miras olarak altı bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatı ile milyonlarca Nur Talebesini bırakarak 23 Mart 1960 günü bu dünyaya veda etti.
Çok geçmeden askeri ihtilal oldu. İhtilalciler, hayatta iken en büyük tehlike olarak gördükleri Bediüzzaman’ı vefatından sonra da rahat bırakmadılar. Urfa’daki kabrinden naaşını alarak bilinmeyen bir yere naklettiler. Ama Onu yok etmeyi yine başaramadılar.
Onun bıraktığı mirasa sahip çıkan talebeleri gerek ülkemiz, gerekse bütün insanlık için Onun iman-ı tahkiki davasını; demokrasi, barış ve sağduyu anlayışını devam ettirdiler.



Konu Başlığı: Ynt: ÜSTAD BEDİÜZZAMANIN HAYATI
Gönderen: Ceren üzerinde 01 Aralık 2016, 22:21:24
Esselamu aleykum.Rabbim bizleri ustadin yolunda giden ve omrunu islam icin harcayip allahin rahmetine kavusan kullardan eylesin inşallah.Rabbim razi olsun paylasimdan...