Konu Başlığı: Rivâyetlerin ışığında Kurân Kerîm in cem edilmesi 2 Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Ekim 2010, 15:44:58 Rivâyetlerin Işığında Kur’ân- Kerîm'in Cem’ Edilmesi 2 Bir Nokta Bu iki âyet, tek şâhidle kabul edildi derken, bunun da iki yazılı şahidle kabul edildiğine dair rivâyetlerde gelen bir takviyeyi unutmayalım: Bu iki âyeti yazılı olarak getiren zât Huzeyme İbn Sâbit el-Ensârî (radıyallahu anh), kelâmı her hususta hüccet olan Fahr-i Âlem’in (aleyhissalâtü vesselâm), “Senin şahitliğin iki şahitliğe denktir.” iltifatına mazhar olmuştur (Buhari, tefsir (Ahzab) 2). Bundan dolayı, Hz. Huzeyme, Züş-şehadeteyn (iki şehadet sahibi) diye meşhur olmuştu. Bu açıdan bakılınca da, Kur’ân’ın bütün âyetlerinin iki yazılı şâhit eşliğinde Hz. Ebû Bekir devrinde yazıya geçirildiği söylenebilir. Bu yazılı şâhit meselesi o kadar ciddiye alınmıştır ki, rivâyetler, Hz. Ebû Bekir’in yazılı şahidi gelmeden hiçbir âyetin yazılması için müsaade etmediğini, Berâet (Tevbe) sûresinin son kısmının –kendisi ve beraberindekiler ezberden bilmelerine rağmen– yazılı olarak bulununcaya kadar yazdırma işini te’hir ettiğini, iki şahide bedel olan Huzeymetü’l-Ensarî’de yazılı olarak bulunduktan sonra yazdırdığını kaydeder (İbn Hacer, 10: 386). Zeyd İbn Sâbit’in Huzeyme’nin yanında bulduğu âyet, bazı rivayetlere göre Ahzâb suresinin 23. âyeti, daha başka rivâyetlere göre ise Tevbe sûresinin son iki âyetidir. Buhari farklı bu iki rivâyetin, her ikisinin de nazarında sahih olduğunu göstermek amacıyla olacak, her ikisini birleştiren bir rivâyeti Fezâilu’l -Kur’ân’da kaydeder. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Kur’ân’a giren bütün âyetlerin mütevatir olması şart iken, zikri geçen âyetin yazılı tek nüshadan kabulü meselemize bir ârıza getirmiyor mu? Buna şu meâlde cevap verilmiştir (Aynî, 24: 264; Kastallani, 7: 163): Mezkur âyetlerin yazılı iki şahidi olamamıştır. Ancak kaydedilen rivâyetlerde de görüldüğü üzere, pek çok kimsenin hâfızasında mevcuttur ve ezberden bilenler tarafından tasdik edilmiştir. Ayrıca, bu âyetler “Kur’ân’dandır” diye kabul görürken, bir tek sahabi tarafından, “Kur’ân’da böyle bir âyet yoktu, nasıl koyarsınız!” diye hiçbir itiraz vaki’ olmamıştır. Bir muhalefet söz konusu olsa mutlaka tarihe geçerdi ve bize kadar gelirdi. Nitekim, kıraatle ilgili ihtilaflar olmuştur ve bunlar bütün teferruatlarıyla bize intikal etmiştir. Ve unutmayalım: Az ileride görüleceği üzere ufak bir kıraat farklılığı sebebiyle ciddi münakaşalar eden ve hatta silâha sarılma noktalarına gelen Ashab-Tâbiîn nesli (radiyallahu anhüm ecmain), Kur’ân’dan olmadığına inandığı bir metnin âyet olarak Kur’ân’a girmesine göz yumsun, sesini çıkarmasın! Bu olacak şey değil, hiçbir akl-ı selim sahibi bunu kabul edemez. Böyle bir ihtimale, Kur’ân’ın kitaplaşması teklifini bile, “Allah Resûlü’nün yapmadığı bir şeyi biz nasıl yaparız!” tepkisiyle karşılayacak kadar Allah ve Resûlüne bağlı insanlar hakkında yer vermek insan aklının kabul edemeyeceği bir şeydir.. Bu söylediğimize: “İyi ama bir kısım Şiî kaynaklarında bazı sûreler’in Kur’ân’a alınmadığına dair iddialar var.” diye itiraz edilecek olsa cevabımız şudur: 1- Bu iddialar ilk asırda mevcut değildir, sonradan ortaya atılmıştır (Hamidullah, 2: 704). Bunu aklı başında Şiiler de şiddetle, nefretle reddederler (el-Musevî, 148-154). 2-. Ve nitekim, Şiîlerin bu gün ellerindeki Kur’ân’la Sünnîlerin elindeki Kur’ân arasında hiçbir fark mevcut değildir. 3- Tek yazılı şâhitle kabul edilen âyetler, muhteva itibariyle siyasî ve mezhebî meselelere temas etmez. Hattâ haram helâl hükümlerine de yer vermez. Yukarıda kaydettiğimiz meallerinden de anlaşıldığı üzere, onlarda bütün mü’minlerin ortak değerleri mevzubahistir: Beraat (Tevbe) sûresindeki iki âyette Resûlullah ve ümmetine olan yüce şefkati, Ahzâb sûresindeki âyette de Allah’a verdiği sözde sâdık kalan mü’minler mevzubahis edilmektedir. Kıyamete kadar hıfzını garantileyen Rabbimizin, Yüce Kitabımızın hıfzında ve asırlar içinde münafıkların her çeşit ifsatlarını hiçe indirmede mühim bir esas olan -Kur’ân’ın cem’inde Hz. Ebû Bekir’in şart koştuğu- “iki şâhit”ten maksad nedir? meselesinde İslâm alimlerinin farklı yorumlarını bilmemizde de fayda var. Suyuti hazretleri bunları şöyle özetler: Bundan maksat: 1) Ezber ve yazıdır. 2) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefat ettiği yılda (arza-i ahîrede) yazıldığını tasdik eden iki şahit. 3) Hz. Peygamber’e (s.a.s.) inen vecihlerden (harflerden) olduğunu isbatlayan iki şahit. 4) Ezberin Hz. Peygamber’in (s.a.s.) önünde yazılmış olandan yapılmış olması. Suyutî merhum bunları kaydettikten sonra, “iki şahit”ten muradın: âyet diye getirilen metnin arza-i ahîrede Resûlullah’a arzedilmiş olduğuna şehadet eden iki şâhittir” der (Süyuti, 1: 58). İbn Hacer, ezberde olmasına rağmen iki şahidin şart koşulmasını “ihtiyatta mübalâğa” olarak değerlendirir (İbn Hacer, 10.388). Hz. Ömer’in, Tevbe’nin son iki âyetinin yeri hususundaki tereddüdü konusunda bazı rivâyetler varsa da, bu rivâyetler zayıf rivâyetlerdir ve ilgili sahih rivâyetlerle çelişmektedir. Hadis ilminde “mütearız (çelişkili)” denen bu çeşit rivâyetler eksik değildir. Bunlarla ilgili açıklamalar müstakil bir konudur. Burada teferruata girmeden sadece şu temel prensibi hatırlamamız yerinde olabilir: Sahih senetle gelen bir hadisle zayıf senetle gelen bir hadis arasında –burada olduğu gibi– zıtlık olursa, sahih hadis esas alınır. İbn Hacer, Hz. Ömer’in tereddüdünü ifade eden rivâyetlerin zaafını belirttikten sonra, ayrıca âyetlerin sûre içerisinde sıralamasının vahye dayandığı hususunda diğer bütün rivâyetlerin icma’ ettiğini hatırlatır. Hz. Ebû Bekir zamanında yapılan mesâhif şeklindeki cem’ işini aydınlatan bir rivâyet Ahmet İbn Hanbel’in Müsned’inde yer alır. Aşağıda kaydedeceğimiz rivâyet birkaç noktayı vurgulaması bakımından ehemmiyetlidir: 1. Bu ilk cem’, eski parçaların bir arada toplanması değil, onların şahitliği altında yeniden yazı lmasıdır. Ve bu yazma işinde, Kur’ân konusundaki ihtisasları Resûlullah tarafından takdir edilen dört kişiden biri olan Übeyy İbn Kâ’b da birinci derecede sorumluluk almıştır. 2. Yazılı tek şahidle kabul edilen âyetlerin Aleyhissalâtu Vesselâm’dan işitildiğine, Zeyd İbn Sâbit, Hz. Ömer, Ebû Huzeymetu’l-Ensârî’den başka Übeyy İbn Kâ’b da şahitlik etmektedir. 3. Mezkûr âyetler, en son inen âyetlerdendir. 4. Übeyy İbn Kâ’b’ın anlattığına göre, “Kur’ân’ı, Mesâhif hâlinde Ebû Bekir’in hilafeti esnasında cem’ ederken bir kısım erkekler hadisleri yazıyor, Übeyy İbn Kâ’b da onlara imlâ (dikte) ettiriyordu. Yazma sırası “.....Sümme’n-sarafû sarafallahu kulûbehum...” (Tevbe/9: 127) âyetine gelince, bu âyetin Kur’ân’dan en son inen âyet olduğunu sandılar. Übeyy İbn Kâ’b onlara, “Aleyhissalâtu Vesselâm, bundan sonra bana iki âyet daha okudu: Le-kad câeküm...” (Tevbe/9: 128-129) dedi ve ilâve etti: “Kur’ân’dan en son inen âyet budur..” (Müsned, 5: 134) Kur’ân’ın Mütevâtir Oluşu Kur’ân’ın asliyetinin, Resûlullah’a (aleyhissalâtü vesselâm) geldiği şekliyle korunmuş olduğunun birinci delili Kur’ân-ı Kerîm’deki Cenâb-ı Hakk’ın garantisi ise, ikinci delili, onun mütevatir oluşudur. Yani Kur’ân’ın, Ashabtan günümüze, hiçbir ihtilâf olmaksızın, bütün ümmetin icmâ’ı ile gelmiş olmasıdır. Zaten bir haberin –dinle ilgili olmuş veya olmamış fark etmez– mütevatir olması, onun, görenleri veya duyanları tarafından ihtilafsız olarak bildirilmesine bağlıdır. Bir de, bu kimselerin yalan söylemede anlaşamayacak sayıda ve durumda olmaları lâzımdır. İslâm âlimleri, şartlara göre sayının değeri değişeceği için en az ikiden başlamak üzere 300’e kadar ulaşan farklı rakamlar ileri sürmüşlerdir. Ne var ki, bu rakamları ileri sürerken o rakamların mütevatir haber için esas alınması gerektiğine dair Kur’ân veya hadîsten bir delîle dayanmazlar. Burada asıl olan aklen, hâlen, âdeten bunların yalanda birleşmelerinin, anlaşmalarının muhal olmasıdır. Sözgelimi tarihte bir Selçuklu, Osmanlı devletinin hüküm sürdüğünü kimse inkâr edemez, herkes kabul etmek zorundadır. Çünkü mütevatirdir. Serahsi, Usûl’ünde “Bu çeşit dinî olmayan mütevatir haberleri kabul etmeyen biri çıksa aklından şüphe edilir” der (Serahsî, 1: 290). Din ile ilgili mütevatir bir haberin doğruluğundan şüphe edilemeyeceği için bu nevi haberler üzerinde aksi mütalâaların imanla bağdaşmayacağı hususunda İslâm âlimleri icma’ etmiştir (A. Naim, 1: 102). Tevatür bahsi, yeterince anlaşılmadığı için, bir kısım insanlar, tevatürün tahakkuku konusunda bazı âlimlerce şart koşulmuş olan râvi sayısındaki en ileri rakamları esas alarak “Mütevatir hadis yoktur.” iddiasında bulunabilmekte, daha da ileri giderek, bazı rivâyetlerde, Kur’ân hâfızlarının sayılarıyla ilgili gelen rakamlar üzerinde durarak, kendi kıt anlayışlarıyla “bence”li yorumlarla Kur’ân-ı Kerîm’in mütevatir oluşu hususunda kafa karıştırmaya çalışmaktadırlar. İslâm âlimleri, bir haberin mütevatir sayılmasında rakam üzerinde ısrar etmemiştir. Birleşilen ortak nokta, “yalan üzere anlaşmanın muhal olması”dır. Şu hâlde, adaletiyle, zabtıyla, ahlâk ve diyanetiyle, din konusunda, Allah, Resûlullah hakkında yalan söylemeyeceği hususlarında güven veren bir grup insanın getirdiği haberin doğruluğundan, mütevatir olacağından şüphe etmenin sebebi ne? Hiçbir şer’î delile dayanmayan “üç yüz rakamı”nı esas alıp, bu kadar raviden gelmeyen haberlere “mütevâtir değildir” deyip, meseleyi bilmeyen insanlar nazarında allâmelik havası atarak kafa karıştırmak mı ilimdir, ilmîliktir? Halbukî İslâm uleması, çoğunluk itibariyle (buna cumhur-u ulema da denmektedir.) “on ayrı tarîk”ten gelen haberin mütevatir olduğuna hükmetmiştir. Bu açıdan Kur’ân’ın mütevatir oluşunda hiçbir tereddüt söz konusu değildir. Şimdi rivâyetler açısından kurrâ (Kur’ân’ı ezbere bilenler) sayısını belirtmeye çalışalım: Buharî bu meseleyi “Resûlullâh’ın (aleyhissalâtü vesselâm) Ashabından olan Kurrâlar Bâbı’nda” (fedailü’l-Kur’ân 8) ele alır ve bâb’ta yedi hadis zikreder. Bunlardan birincisi: Abdullah İbn Amr’dan gelmekte ve rivâyette kurrâlardan dört tanesinin ismi geçmektedir: Abdullah İbn Mes’ûd, Sâlim, Muâz ve Übeyy İbn Kâ’b (radıyallahu anhum ecmaîn). İkinci, üçüncü ve dördüncü rivâyetlerde İbn Mes’ud hazretlerinin sadece hâfız olduğunu değil, aynı zamanda Kur’ân ilimlerindeki yerini gösteren kendisine ait beyanlar yer alır. Birinde şöyle buyururlar: “Allah’a yemin olsun, Resûlullah’ın (aleyhissalâtü vesselâm) mübarek ağızlarından (şu kulaklarımla) yetmiş küsur sûreyi aldım. Kasem olsun Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Ashabı da bilir ki, onların en hayırlısı ben değilsem de, Allah’ın Kitabı’nı en iyi bileni benim.” Beşinci ve altıncı rivâyetler, Enes hazretlerinden gelir. Beşincide, Katâde merhumun: “Resûllullah’ın sağlığında kimler Kur’ân’ı cem’ etti? sorusuna cevaben: “Hepsi de Ensârî olan dört kişi: Übeyy İbn Kâ’b, Muaz İbn Cebel, Zeyd İbn Sâbit ve Ebû Zeyd” derken, altıncısında: “Resûlullah vefat ettiği zaman şu dört kişi dışında hiç kimse Kur’ân’ı cem’ etmedi.” der ve sayar: Ebu’d-Derdâ, Muaz İbn Cebel, Zeyd İbn Sâbit ve Ebû Zeyd ki, biz buna vâris olduk.” Dikkat edilirse bu ikinci hadiste, Enes (radıyallahu anh), önceki hadiste olduğu üzere, dört kişiden söz etmekle birlikte, önce zikrettiklerinden Übeyy İbn Kâ’b’ı zikretmemiş, buna bedel yine bir diğer Hazrecî olan (İbn Esir, 2: 97) Ebu’d Derdâ’yı zikretmiştir. Şimdiden belirtelim ki bu farklılığa, bazı problemlerin çözümünde az ilerde atıf yapacağız. Bâb’ın son rivâyetinde Buharî, İbn Abbas’tan naklen, Hz. Ömer’in şu açıklamasını kaydeder: “Übeyy, Kur’ân’ı en iyi okuyanımızdır. Biz, Übeyy’in şu sözüne rağmen, onun söylediklerinden bir kısmını terkediyoruz. Übeyy şöyle diyordu: ‘Ben onu doğrudan doğruya Resûlullah’ın (aleyhissalâtü vesselâm) mübarek ağızlarından (Kendi kulaklarımla) aldım. Bu sebeple ben, (bir başkası tarafından getirilen ‘neshedildi!’ haberine uyarak Aleyhissalâtu Vesselâm’dan almış olduğunm kelâmı terk etmem.” (Hz. Ömer’in rivâyetinin devamında, neshedilmiş olmasına rağmen, bir kısım vahiyleri okumaya devam etmekte haksız olduğunu belirtmek üzere, Hz. Übeyy’e karşı şu âyeti delil getirir: (meâlen): “Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya mislini (benzerini) getiririz” (Bakara/2: 106). Bu Buhari bâbının muhtelif rivâyetlerinde ismi geçen “Kurra” sayısı yediye çıkmaktadır: 1- İbn Mes’ud, 2- Sâlim, 3- Muâz, 4- Übeyy, 5- Ebû Zeyd, 6- Ebu’d-Derda, 7- Zeyd İbn Sâbit (radiyallahu anhüm ecmain). Ebû Zeyd’in kim olduğu konusunda muhaddisler araştırmaya girişmiş ve Buharî’nin büyük şârihi İbn Hacer el-Askalanî, yine Buhârî’de aynı hadisin başka vecihlerinde gelen ziyadelerinden yola çıkarak, bu zâtın kimliğini ortaya koymuştur. Zeyd İbn Sâbit’in menkıbesiyle ilgili bahisteki rivâyette, Katâde sorar: “Ebû Zeyd de kim?” Enes açıklar: “Amcalarımdan biri” (Menakıbü’l-Ensar 17). Hadisin Bedir gazvesiyle ilgili bir bâbda kaydedilen vechinde Enes, Ebû Zeyd hakkında şu bilgiyi verir: “Ebû Zeyd, Bedir gazvesine iştirak etmiştir. Geride hiçbir vâris bırakmadan öldü” (Buhari, megazi 12). İbn Hacer, Hz. Enes’in “Amcalarımdan biri idi.” sözünün, mezkur Ebû Zeyd’i Amr İbn Avf oğullarından olan Sa’d İbn Übeyd İbn Nu’man ile karıştıranları reddettiğini belirtir. Çünkü Sa’d İbn Übeyd, Evs kabilesindendir, halbuki Enes’in amcası Hazrec kabilesindendir. İbn Hacer, burada şu yorumu yapar: “Durum böyle olunca, muhtemeldir ki, Sa’d İbn Übeyd (radiyallahu anh) da Kur’ân’ı cem’ edenlerdendir de Hz. Enes buna muttali olmamıştır.”. İbn Hacer, bu kanaatini takviye eden açıklamalar sunar: “Ebû Ahmed el-Askeri: Evs Kabilesinden, Kur’ân’ı bundan başka cem’ eden olmadı.’ der. Muhammed İbn Habib el-Muhabbar’da Sa’d İbn Übeyd’i nesebiyle kaydettikten sonra, “Resûlullah’ın sağlığında Kur’ân’ı cem’ edenlerden biriydi” der (İbn Habib, 286). Daha önce işaret ettiğimiz rivâyette, Sa’d İbn Übeyd ile Ebû Zeyd’in ayrı ayrı kimseler olduğu anlaşılmıştır. Çünkü, ikisi (aynı rivâyette) bir arada zikredilmektedir. Bu hâl onun, Enes’in hadisinde kasdedilen kimse olmadığına delil olur. İbn Ebi Davud da Kur’ân’ı cem’ edenler arasında Kays İbn Ebi Sa’sa’a’yı da zikreder ki, bu da Hazreci’dir ve künyesi Ebû Zeyd’dir. İlâve edeyim ki, Sa’d İbn Münzir ibn Evs İbn Züheyr de Hazreci’dir ancak, künyesi’nin Ebû Zeyd olduğuna dair bir açıklamaya rastlamadım. Araştırmam sırasında nihâyet İbn Ebi Davud’da, aslı hususundaki müşkilâtı bertaraf eden açıklamayı buldum. Şöyle ki, İbn Ebi Dâvud’un, Buharî’nin şartına uyan sahih bir senetle Sümâme kanalıyla Enes’ten yaptığı rivâyete göre, Kur’ân’ı cem’ eden Ebû Zeyd’in ismi Kays İbnu’s-Seken’dir. Bu rivâyette Enes, ilâveten der ki: “O bizdendi, Adiyy İbnu’n-Neccâr oğullarından, amcalarımdan biriydi, öldü ve vâris bırakmadı, biz ona vâris olduk.” Yine İbn Ebi Dâvud der ki: “Bize Enes İbn Hâlid el-Ensâri rivâyet edip dedi ki: “O, Kays İbnu’s-Seken İbn Za’ûra olup Beni Adiyy İbnu’n Neccâr’dandır.” İbn Ebi Davud, bu zâtın Resûlullah’ın vefatına yakın bir zamanda, kendinden ilmi alınmadan öldüğünü, Akabî (Akabe biatına katılanlardan) ve Bedrî olduğunu belirtir” (İbn Hacer, 10: 429). İbnu’l Esir de bu zât hakkında benzer bilgiler verir ve künyesinin ismine galebe çaldığını, isminde bazı ihtilaflar husule geldiğini ifade eder (İbn Esir, 4: 427). Yine İbnu’l-Esîr, Ebû Zeyd Sa’d İbn Übeyd’in de kurrâdan ve Evsî olduğunu, 15. hicrî yılında Kadisiye harbinde şehid edildiğini kaydeder (İbn Esir, 2: 5). Resûlullah’ın sağlığında Kur’ân’ı (hafızalarında) cem’ edenlerin miktarı gerçekten kaç kişi idi? Yukarıda gördüğümüz üzere, İmam Buharî hazretleri, her ne kadar Kur’ân’ı Resûlullah’ın sağlığında Kur’ân’ı hafızalarında cem’ eden yedi kişinin ismini verse de, asıl sayının bu olmadığı tarihen sabittir. Çünkü, bir defa, Buhari’nin yan yana koyduğu Hz. Enes hadislerinde, Hz. Enes 4 kişinin ismine vurgu yapsa da, 5 kişinin adı geçmektedir. Bu da, Hz. Enes’in maksadının, bütün Sahabe içinde 4 kişinin Kur’ân’ı ezberlediğini belirtmek olmadığını gösterir. Hz. Enes, bahis mevzuu sözü, İbn Hacer’in dikkat çektiği üzere, Evsliler ile Hacreçliler arasında geçen, karşılıklı faziletleri anma münasebetiyle söylemiştir. Bu sözün Taberî’de Said İbn Ebi Arûbe tarîkiyle gelen vechinin baş kısmında yer alan bir ziyadeye göre, Evs ve Hazreç kabileleri arasında cereyan eden mufâhara sırasında önce Evsliler şöyle övünmüştür: “Bizde dört fazilet sahibi vardır: 1- (Öldüğü zaman) kendisi için Arş’ın titredği Sa’d İbn Muaz; 2. Şâhitliği iki kişinin şahitliğine denk olan Huzeyme İbn Sâbit; 3. Kendisini meleklerin yıkadığı Hanzala İbn Ebî Âmir; 4. Kendisini arı sürüsünün koruduğu Asım İbn Sâbit”. Buna mukâbil, Enes’in mensubu bulunduğu Hazreçliler de: “Bizde de dört kişi var. Bunlar, Kur’ân’ı cem’ ettiler, onlardan başka kimse onu cem’ etmedi” deyip yukarda zikredilen isimleri saymışlardır (İbn Hacer, 10: 426). Öyle ise bu hadiste Hz. Enes, hasrı kasdetmemiş, bu nefyi, Evsliler hakkında söylemiş ve muhacirlere teşmil etmemiştir. İbn Hacer, bu noktaya dikkat çektikten sonra, Kâdi Ebû Bekir el-Bakillanî gibi nice âlimlerin Enes hadisiyle ilgili açıklamalar yaptıklarını belirtir ve bunlardan on kadarını nakleder. Naklederken kendisi açısından tatminkâr olmayanları zikretmekten de kaçınmaz. Bu açıklamalara göre, Hz. Enes’in sözü, zikrettikleri dışında, Kur’ân’ı başka cem’ edenlerin olmamasını gerektirmez. Çünkü onun, bu dört kişi dışında cem’ eden olup olmadığını bilmesi, Enes’in yaşı, Sahabe içindeki konumu, Sahabenin çokluğu ve çeşitli diyarlara dağılmışlıkları düşünülünce mümkün değildir. Ayrıca, cem’ den muradı, Kur’ân’ı yalnızca ezberleme değil, ayrıca yazmak da olabilir. Bu zikredilenler, Hz. Enes’in bilgilerine göre, hem yazı, hem de ezber yoluyla Kur’ân’ı Resûlullah’ın sağlığında iken cem’ etmişlerdir. İbn Hacer, burada asıl gayenin Hazreçlileri öne çıkarmak olduğunu vurgulayıp, Muhacirleri ve Resûlullah’ın vefatından sonra cem’ işini tamamlayanları kasdetmemiş olması gerektiğini söyledikten sonra, Hz. Enes’in ifadedeki hasrı fiilen reddeden cem’ örnekleri kaydeder: 1. Pek çok rivâyet, Hz. Ebû Bekir’in Resûlullah’ın sağlığında Kur’ân’ı ezberlediğini gösterir. 2. Hz. Ali’nin Resûlullah’ın vefatını müteakip nüzul sırasına göre Kur’ân’ı cem’ ettiği (bir mushaf hâlinde topladığı) rivâyetlerde gelmiştir. 3. Abdullah İbn Amr’dan sahih senetle: “Ben Kur’ân’ı cem’ ettim, her gece onu okuyordum. Bu Aleyhissalâtu Vesselâm’a ulaşmış, “onu ayda bir kere hatmet...” buyurdular. Hadisi rivâyet edilmiştir (İbn Mace, ikame 178). 4, 5. İbn Mes’ud ve Sâlim Mevla Ebi Huzeyfe’nin kurrâlıkları da meşhurdur ki, bütün bu sayılanlar muhâcirdir. 6-21. Muhacir hafızlardan diğerleri, ki burada 15 isim daha geçmektedir. İbn Hacer, bunlara ilâveten, Ebû Übeyd el-Ferrâ’nın Ashab’dan şu zevatı da kurrâdan addettiğini belirtir: Dört halife, Talha, Sa’d, İbn Mes’ud, Huzeyfe, Sâlim, Ebû Hureyre, Abdullah İbn Sâib, Abadile (radiyallahu anhüm ecmain). Kadınlardan: Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Ümmü Seleme, ancak bunların bir kısmı cem’ işini Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra tamamladı. Onlar, Hz. Enes’in mezkur hasrını reddetmez. 21-28. İbn Hacer, farklı kaynaklarını da göstererek, bir kısmı Muhacir bir kısmı Ensari on-on beş kadar isim sayarak Kur’ân’ı cem’ edenlerden addedildiklerine dikkat çeker: Temîmu’d Dârî, Ukbe İbn Âmir, Mesleme İbn Mahled, Ubâde İbnu’s Sâmit, Ebû Musa el-Eş’ari, Amr İbnu’l-Âs, Sa’d İbn Ubâde, kadınlardan Ummü Varaka (radıyallahu anhüm) bunlardandır. Resûlullah’ın sağlığında kurrâ sayısının çokluğunu ifade eden başka rivâyetler de mevcuttur. Bi’r-i Ma’una’da öldürülen 70 kişi Ensarîdir ve kurrâ olarak zikredilmektedir (İbn Sa’d, 2: 53). Keza Müseylime-i Kezzab’la yapılan savaşta (Yemame Savaşı) ölen kurrâ sayısı hakkında 700’e ulaşan (Aynî, 24: 264) oldukça yüksek bir rakam zikredilir. Bu biraz mübalâğalı gözükmekte ise de kaynaklarda, mezkur savaşla ilgili olarak gelen rakamlar göz önüne alınınca, mübalâğa payının fazla olmayacağı kabul edilebilir. Sözgelimi, Müseylime’nin 40.000 (Büyük İslâm Tarihi, 2: 40), hattâ 100.000 (İbn Esir, 7: 439) kişilik ordusuyla çarpışan 13.000 kişilik İslâm ordusu vardır ve bunun 3000 kadarı kurrâ’dır (İbn Kesir, 7: 439). Hz. Ömer’i endişeye ve dolayısıyla Kur’ân’ın cem’i işine sevk eden de, bu savaşta şehid olan hafiz sayısının çokluğudur. Savaşın hadikatu’l mevt de denmiş olan bahçe içinde yapılan nihâi safhasında, bu safhaya Müseylime tarafında iştirak etmiş bulunan 10.000 kişiden (Taberî, 3: 294) 7.000’i öldürülmüştür (Taberî, 3: 297). Bu savaşta Müslümanlar ise, muhtelif rivâyetlere göre 1100 veya 1400 şehid vermiştir. Rakamlarda mübalâğa olmadığını te’yid eden bir rivâyet de, Hz. Ebû Bekir’in ordunun komutanı olan Hz. Hâlid’e yazdığı mektupta kullandığı, “1200 şehidin kanı evinin avlusunda henüz kurumamışken” ifadesidir (Taberî, 3: 300). İbn Kesir, tefsirinin sonunda yer alan Fezâilu’l-Kur’ân’da (Tefsir, 7: 439), Yemâme’deki savaşta 500 kadar kurrânın öldüğünü ve bunun üzerine Hz. Ömer’in halife Hz. Ebû Bekir’e müracaat ederek: “Kur’ân’ı cem’ edelim, değişik cephelerde, onu ezberlemiş olan sahabilerin ölümleri sebebiyle, bir kısmının kaybolacağından korkuyorum” dediğini nakleder. Burada bir hususa daha dikkat çekmek isteriz. Aleyhissalâtu Vesselâm’ın hicretle Medîne’ye gelir gelmez bir mescit inşa ettirdiği, mescidin içinde suffa denen bir mektep tesis edip, başına yazı ve kıraat muallimleri tayin ederek ciddî bir okuma yazma seferberliği başlattığı, icabında okuma yazma bilen müşriklerden bile halkın yetişmesinde istifade yoluna gittiği, bu yolda bazı hususî evleri ve hatta Medine dahilinde tesis ettiği on kadar mescidi de bu maksatla kullanmış olabileceği, bütün bunlara ilâveten geceleri, sabahlara kadar hizmet veren müstakil bir Dâru’l-Kurrâ’nın da mevcudiyeti (İbn Sa’d, 4: 205-206; İbn Abdi’l-Berr, 2: 259, 501-502; Müsned, 3: 137) göz önüne alınınca** kısa zamanda yüzleri, binleri bulan kurrâların yetişmiş olabileceği, dolayısıyla bu sadette gelen rakamların ihtiyatla karşılansa bile toptan inkâr edilemeyeceği ortaya çıkar. Netice olarak Kur’ân-ı Kerîm bilicmâ bütün ümmetçe bidâyetten beri mütevatir bilinirken, yenilerde ileri sürülen aksi iddiaların hiçbir ilmî değeri olamaz. Serahsî’nin dediği gibi, böylesi iddiaları dile getirenlerin aklından şüphe edilir. * Prof. Dr. Marmara İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ** Bu mesele “Peygamberimizin Okuma-Yazma Seferberliği” adlı çalışmamızda yeterince tahlil edilmiştir. (Cihan yayınevi, İstanbul, 1984 s. 97 ve devamı) Kaynaklar Ahmed İbn Hanbel (v.241 h.), Müsnedu Ahmed, 1313, Kahire. Aynî, Bedru’d-Dîn Ebû Muhammed Muhammed İbn Ahmed (v. 854 h.), Umdetu’l-Kâri, Beyrut, 1348. Babanzâde Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı y. Ankara, 1957. Buhari, Ebû Abdillah Muhammed İbn İsmâil (v.256 h.), Sahîhu’l-Buhârî, Kahire 1313. el-Musevî, Musa, Şia ve Şiilik Mücadelesi, (Tercüme: Kemal Hoca), Sebil y. , İstanbul, 1995. Hamîdullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, (Tercüme: Salih Tuğ), İrfan y. İstanbul, 1990. Heyet, Büyük islâm Tarihi, (Heyetçe hazırlanmıştır.), Çağ y. İstanbul, 1992. Heysemi, Nuru’d-Dîn Ali İbn Ebi Bekr (v.807 h.), Mecmau’z-Zevâid, Beyrut, 1967. İbn Ebî Davud, Ebû Bekr Abdullah (v.316 h.), Kitâbu’l-Mesâhif, Matbaatu’r-Rahmâniyye, Mısır, 1936. İbn Hacer, Şihâbu’d-Dîn Ebu’l-Fazl Ahmed, el-Askalânî (v.852 h.), Fethu’l-Bârî fî Şerh-i Sahîhi’l-Buharî, Mısır, 1959. ––––:, el-İsâbe fi Temyizi’s-Sahâbe, Kahire, 1324. İbn Hişâm, Ebû Muhammed, Abdu’l-Melik (v.218 h.), es-Sîretü’n-Nebeviyye, Mısır 1955. İbn Kesir, İmâdü’d-Dîn Ebu’l-Fida İsmâil (v.774 h.), “Fezâilu’l-Kur’ân”, Beyrut, 1966 (Tefsîr’in 7. cildinde basılmıştır). İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed, (v.230) ,et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut, 1960. İbnu Abdilberr, Ebû Ömer Yusuf (v.463 h.), el-Istiâb fi Ma’rifeti’l-Ashâb, (el-İsâbe kenarında basılmıştır). İbnu’l-Esir, İzzeddîn Ebu’l-Hasen Ali İbn Muhammed (v.630 h.), Üsdü’l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahabe, Kahire, 1970. Kastallâni, Şihâbu’d-Dîn Ahmed (v. 923 h.), İrşadu’s-Sârî, Bulak, 1304. Keşmirî, Muhammed Enver Şah (v.1352 h.), Feyzu’l-Bâri, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, tarihsiz. Mâlik İbn Enes (v. 179 h.), el-Muvatta, Mısır,1951. Müslim, İbnu’l-Haccâc el-Kuşeyrî (v.261 h.), Sahîhu Müslim, Kahire, 1955. Serahsî, Şemsü’d-Dîn Ebû Bekr Muhammed İbn Ahmed (v.490), Usûlü’s-Serahsî, Haydârâbâd-Deken, 1973. Suyuti, Celâleddin (v.911 h.), el-İtkan fî Ulûmi’l-Kur’ân, Kahire, 1967. ––––:, el-Hasâisu’l-Kübrâ, Kahire, 1967. Şafii, Muhammed İbn İdris (v.204), er-Risâle, (Tahkik: Ahmed Muhammed Şâkir), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tarihsiz. Taberî , Muhammed İbn Cerir, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Dâru Süveydân, Beyrut, 1962. Tirmizi, Ebû İsa Muhammed (v.279 h.), Sünenü’t-Tirmizî, Matbaatu’l-Endülüs, Humus, 1966. Prof.Dr.İbrahim Canan |