๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Kuran-ı Kerim) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Ekim 2010, 18:00:35



Konu Başlığı: Kurânı Kerim ve tıp
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ekim 2010, 18:00:35
Kurân-ı Kerim ve Tıp

Kur’ân-ı Kerîm’in ana gayeleri şunlardır:

1. Tevhid, yani Allah’ın birliği.
2. Nübüvvet, yani peygamberlik.
3. Âhiret, yani öldükten sonra dirilme,
haşir, neşir, cennet ve cehennem.
4. İbadet ve adaleti de kapsayarak istikamet.
Kısaca ana gayeleri bu şekilde özetlenen Kur’ân’da, bu gayelere yönelik çok değişik konulardan bahsedilir. Bunlardan birisi de, herkesi yakından ilgilendiren tıp ile ilgili konulardır. Fakat Kur’ân’da, bir tıp kitabı olmadığı ve bu konuları anlatmak için indirilmediği için geniş ve tafsilâtlı bir tıp bilgisi ve tedavi metodu yoktur. Kur’ân’ın özellikle tıp ve diğer pozitif ilimler sahasındaki genel prensibi, gözlem, deney ve tecrübeye dayanan sahalarda insanları, serbest bırakmak ve onları araştırmaya ve çalışmaya teşvik etmektir. Zamanla tıbbî bilgiler artacak, gelişecek ve hatta değişebilecektir. Kur’ân, şayet bu sahada da geniş tıbbî bilgiler getirseydi, bu artma, gelişme ve değişme olmayacaktı. Zira Kur’ân’ın getirdiği hükümler ve prensipler kesindir ve zamanla değişmesi asla söz konusu değildir.

Aslında Kur’ân, muhtevası ve kapsadığı konuları itibariyle dinî talimleri emredici, ahlâkı güzelleştirici ve insanları hidâyete erdirici mahiyettedir. Bunun için Kur’ân’dan geniş anlamda tıbbî bilgiler beklenmemelidir. Fakat bununla birlikte Kur’ân’da hiçbir tıbbî bilgi yoktur, demek de doğru değildir. Kur’ân’da özellikle insan neşv ü nemâsı, zürriyet, anatomi, fizyoloji, patoloji, vücut ve ruh hastalıkları, tedavi usulleri ve ölüme dair özlü bilgiler verilmektedir. (Dr.med. Karl Opıtz, Die Medizin im Koran Kur’ân’da Tababet, trcm. Prof. Dr. Feridun Nafiz Uzluk, Ankara 1971, s.21)

Bazı araştırmacılar, Kur’ân-ı Kerim’de 40’tan fazla âyetin tıbba müteallik olduğunu tespit etmiştir. İslâm’ın verdiği dersle İmam Şâfiî Hazretleri: “İki sınıf vardır ki, insanlar onlardan müstağni olamazlar: Âlimler ve tabipler. Âlimler dinleri, tabipler bedenleri için lazımdır” der. Yine İmam Şâfiî’ye göre: “Helâl ve haramı bildiren ilimden sonra tıptan daha asâletli bir ilim yoktur.”( İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, XI,548)

Kur’ân’ın önemle üzerinde durduğu ve hakkında kısa da olsa bazı önemli bilgiler verdiği konuların başında diyebiliriz ki, astronomiden sonra tıp ve koruyucu hekimlik mevzuları gelmektedir. Kur’ân;

- gebelik ve kısırlıktan, (Hûd, 72; Meryem, 9; Nûr, 31,60; Talâk, 4)  
- hayız halinde iken kadına yaklaşılmamasından, (Bakara, 222)
- çocukların emzirilmesinden, (Bakara, 233; Kasas, 12)  - ihtiyarlıkta gebe kalınamayacağından, (Zâriyât, 29)
- anatomiden (A’râf, 69; Fâtır, 1) ve
- fizyolojiden (Nahl, 66) bahsetmekte ve
- hastalıkların nasıl teşekkül ettiğine ve sebeplerine dair kısa ve özet bilgiler vermektedir. (Celâl Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, İstanbul 1994, s. 218)

Ayrıca Kur’ân;

-ölü insan cesetlerinin yok edilmesini yani gömülmesini emretmekte, (Abese, 21; Mâide, 31) böylece bulaşıcı hastalıkların önlemesini sağlamaktadır.
-İnsanların öldürülmelerini yasaklamakta, (İsrâ, 33)  
-öldürülmelerinin engellenmesi için de kısası emretmekte, (Bakara, 178)  
-kız çocuklarının diri diri gömülmek suretiyle (Tekvîr, 8-9) veya
-açlık korkusuyla öldürülmelerini yasaklamakta (En’âm, 151; isrâ, 31) ve
-intiharı menetmekte (Nisâ, 29)  ve böylece insan hayatına ve sağlığına verdiği önemi göstermektedir. (med. Karl Opitz, Kur’ân’da Tababet, s.54,82-83)

Kıyamete kadar gelecek bütün beşeriyete hitap eden bir dinin kitabının bunlardan bahsetmesi büyük önem taşır. İslâm tıbbının temelini oluşturan yapı, sıhhatli insan ve sıhhatli toplumdur. Ruh ve beden açısından sağlıklı insanlardan oluşan bir toplum, gözetilen hedeflerin başında gelir. İnsan sağlığını tehdit eden her tehlikenin bertaraf edilmesi esastır. Bunun içindir ki, tıp konusunu hareketlerimizdeki, yiyecek ve içeceklerimizdeki helâller ve haramlarla da bağlantılı düşünmek zorundayız. (Raşit Küçük, Tıbb-ı Nebevî Literatürü Üzerine Bir Deneme, İlim ve Sanat, sayı 3 1985, s. 6)

Müslümanlar, her hususta olduğu gibi şifâ kavramına da geniş bir perspektiften bakmışlar ve onu Kur’ân’ın rûhuna uygun bir şekilde anladıkları için maddî ve manevî yönden dengeli bir hayata kavuşmuşlar, dünya ilim ve medeniyetine pek çok değerler kazandıran İslâm Medeniyetini kurmuşlardır. Bununla birlikte son yıllarda bir çok İslâm aliminin Kur’ân’ın manasını bütün gerçekliğiyle kavramaya yönelmesi ve beşeriyetin, onun şifâsından istifade etmesi için ışık tutması sevindiricidir.

Şifâ Kaynağı Kur’ân-ı Kerim

İslâm’ın ilk ve ana prensibi olan tevhid akîdesi burada da karşımıza çıkar. Yani, ister hastalık olsun, ister şifâ olsun Allah’ın iradesi, bilgisi, meşîeti dışında cereyân eden tesâdüfî bir şey değildir. Allah, imtihan, îkaz, ceza, mükâfat gibi pek çok gâye ve hikmetlere binaen hem hastalığı yaratmıştır, hem de şifâyı. Ağaçtan yere düşen bir yaprak bile O’nun bilgisinin dışında olmazsa, hilkat ağacının meyvesi, yeryüzünün halîfesi olarak yaratılan insanların sağlığını, hem de binlercesinin birden hayatını ilgilendiren hastalıkların, salgınların O’nun bilgisinden hâriç kalması inanç mantığıyla bağdaşmaz. Kaldı ki, pek çok âyet ve hadîsler hastalık ve şifânın Allah’tan olduğunu açık olarak ifâde eder.

Şifâ kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de dört defa (şifâ), bir defa (yeşfî), bir defa da (yeşfîni) şeklinde geçmektedir:

1. وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ “Biz Kur’ân’ı müminlere şifâ ve rahmet olarak indiririz.” (İsrâ, 82)
2. يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءتْكُم مَّوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَشِفَاءٌ لِّمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ “Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifâ, müminlere doğru yolu gösteren bir hidâyet ve rahmet geldi.” (Yûnus, 57)
3. وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ “..mü’min toplumun kalplerine şifâ versin.” (Tevbe, 14)
4. ٌقُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاء “…De ki: “O, iman edenler için hidâyet ve şifâdır.” (Fussilet, 44)
5. وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ “(Hz.İbrahim), Hastalandığımda O’dur bana şifâ veren.” (Şuarâ, 80)
6. وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاً يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ


“Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut!” Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifâ vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda alacak ibret vardır.” (Nahl, 68-69)

Dikkat edilecek olursa, bu âyetlerde geçen “şifâ” ve “yeşfî” kelimelerinin ifâde ettiği manalarda bazı farklılıkların mevcut olduğu görülür. Tevbe ve Yûnus surelerinde göğüslere ve göğüstekilere şifâ verilmesi söz konusu edilirken, İsrâ ve Fussilet surelerinde mü’minlere şifâ olduğu belirtilmekte, Şuarâ suresinde hastalanınca şifâ verildiği zikredilmekte, Nahl suresinde de balda insanlar için şifâ bulunduğu bildirilmektedir.

Âyetlerde Kur’ân’ın insanlara şifâ olduğu belirtilmekle birlikte, hangi hastalıklara şifâ olduğu hususunda bir açıklık bulunmamaktadır. Acaba Kur’ân, hangi hastalıklara şifâdır? Bedenî hastalıklara mı yoksa rûhî hastalıklara mı? Âlimlerin çoğuna göre o, hem bedenî, hem de ruhî hastalıklara şifâdır. (Mustafa Çetin, Kur’ân’da Şifâ Kavramı, Dokuz Eylül Ün. ilâhiyat Fakültesi Dergisi, yıl 1992, s. 70)

“Biz Kur’ân’dan öyle âyetler indiriyoruz ki, mü’minler için şifâ ve rahmettir”, âyetinin tefsirinde Elmalılı şöyle diyor: “Bu âyette; dünya türlü türlü kaygı ve hastalık, belâ ve sıkıntı ile dolu bir hastaneye, Peygamber bir doktora, Kur’ân da bir şifâ verici ilaç ve yeterli gıdaya benzetilmiş oluyor. Şüphe ve iki yüzlülük, kâfirlik ve uyuşmazlık, zulüm ve haksızlık, hırs, ümitsizlik, işsizlik, cahillik, taklit, bağnazlık, kötü niyetli olmak gibi ahlâkî ve sosyal, psikolojik hastalıklara karşı Kur’ân’ın şifâ ve rahmet olduğu kesin bir gerçektir”. (M.H.Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 5, 317) Kur’ân, inananların gönüllerine şifâdır. Çünkü onları küfürden kurtararak îmana eriştirir, ruhî bunalımlarını giderir, verdiği rahmet ve feyizle gönüllerini huzur ve sevince kavuşturur.

Kur’ân-ı Kerim, rûhî ve manevî hastalıklara şifâ olduğu gibi bedenî hastalıklara da şifâdır. Allah insanı ruh ve bedenden müteşekkil mümtaz bir varlık olarak yaratmış, onun maddî ve manevî yönden nasıl yaşaması gerektiğini ve hayâtiyetini hangi şartlarda sürdürebileceğini prensip olarak bildirmiştir. Ancak insanın maddî açıdan muhtaç olduğu şeyleri Kur’ân’da teferruatıyla açıklamamış, sadece işarette bulunarak onları kişinin bilgi, beceri ve tecrübesine bırakmıştır. Şâyet bunları detaylarıyla anlatmış olsaydı, o zaman Kur’ân ciltlere sığmayan bir kitap olurdu. (Mustafa Çetin, Kur’ân’da Şifâ Kavramı, s.75)

Kur’ân-ı Kerim umûmiyetle insanı tefekküre, çalışma ve araştırmaya davet eder, bilgi ve görgüsünü artırması hususunda teşvikte bulunur. Bu ilahî mesaj, hukukla ilgili 150 kadar sarîh âyet ihtiva ederken, (“Çok müsamahalı bir tutumla bu sayı en fazla 450 kadar olur”, Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Kerim ve Fennî Keşifler, Ankara 1990, s.7) tabiat bilimlerinin alanı ile ilgili 750’den fazla âyet ihtiva etmektedir. Bu dikkatten uzak tutulmaması gereken çok önemli bir husustur. (Tantavî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’ân, Mısır 1350/1931, III,1)

Kur’ân-ı Kerim temizliğe ve insan sağlığına büyük önem atfeder. (Mâide, 5/6; Müddessir, 4) Dengeli beslenmenin gereğine işaret eder, aşırı yemekten, dengesiz beslenmekten ve israftan sakındırır. (En’âm, 141; Â’râf, 31) Yer yer bazı gıdalardan söz eder. Örnek olarak, et, (Bakara, 57; Hûd, 69; Yâsîn, 71-72) balık (Fâtır, 12; Kehf, 61, 63) ve süt (Nahl, 66; Yâsîn, 73)  gibi besin maddeleri ile; hurma, üzüm, buğday, nar, (En’âm, 99)  sebze, sarımsak, acur, soğan, mercimek, (Bakara, 61) incir ve zeytin (Tîn, 1) gibi nebatî yiyeceklerden ve meyvelerden söz etmekte ve bu gıdaların ehemmiyetine işaret etmektedir. Şifâ verici baldan (Nahl, 69) söz eden Kur’ân, bilhassa balın tedâvi edici hususiyetine dikkat çekmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’de şifâ iki kısımdır:

1. Manevî Şifâ

Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisi şifâdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde: Bal ve Kur’ân’ın şifâ olduğunu, (İbn Mâce, Tıp, 7) diğer bir hadislerinde ise; En hayırlı devânın Kur’ân olduğunu bildirmişlerdir. (İbn Mâce, Tıp 28)

Fakat Kur’ân’ın manevî şifâsından istifâde edebilmek için bir takım şartlar vardır. Onlar da:

a. Kişinin her şeyden önce Kur’ân’ı indiren Allah’a kuvvetli îmanının olması gerekir.
b. Aynı şekilde; hasta olana, şifâyı verecek olanın da Allah (c.c.) olduğuna inanması gerekir.
c. Bunlarla beraber, Kur’ân’ı tebliğ eden Hz.Peygamber (s.a.s.)’e ve O’nun; Kur’ân’ın esrârına dair öğrettiği -mesela Kur’ân’ın manevî şifâ oluşu gibi- şeylere de içten inanmak gerekir. Yoksa insan Kur’ân’ın manevî şifâsından istifade edemez. Çünkü insanlar, Kur’ân’a bakışları itibariye iki kısımdır:

Birinci kısım kimseler; Kur’ân’ı inkâr eden ve ondan istifade edemeyenler: “Yalana, sahtekârlığa, günaha dadanan her kimsenin vay haline! Böylesi, Allah’ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra kibrine yediremeyip büyüklük taslayarak, sanki onları hiç işitmemiş gibi inkârında direnir. Ona gayet acı bir azabı müjdele!” (Câsiye, 7-8), “Biz Kur’ân’ı müminlere şifâ ve rahmet olarak indiririz. Ama o, zalimlerin ise sadece ziyanını artırır. (Çünkü onlar Kur’ân’ı inkâr ederler. İnkârlarından ötürü de hüsranları artar)” (İsrâ, 82) âyetleri bu kişilere işaret etmektedir.

İkinci kısım kimseler ise; Kur’ân’ı kabul eden ve okuyup dinledikçe imanları artanlardır: “Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar.” (Enfâl, 2).  (M.Mahmud Abdullah, et-Tıbbu’l-Kur’ânî beyne’d-Devâ ve’l-Gadâ, Kahire ts., s.13) âyeti bu kimselere işaret eden âyetlerden sadece birisidir.

Kur’ân’ın, manevî hastalıklarla ilgili tedavisi iki suretle olmaktadır. Zira manevî hastalıklar ikidir:

Bir kısmı bâtıl itikatlardır. Bunlar yaratılış, insanın bidâyeti, âkıbeti, kader, ulûhiyet, nübüvvet gibi îman esaslarına giren meselelerdir. Bu hususlarda İslâm’ın teblîgâtına uymayan her inanış tarzı mânevî bir hastalıktır. Şu halde bu meselelerde Kur’ân gerçek olanı delilleriyle birlikte zikrederek bâtıl mezhepleri iptal etmiş, kendisine inananları sapıklıktan korumuştur.

İkinci kısmı ise kötü huylar teşkil eder. Kur’ân-ı Kerim onları da açıklayarak mü’minleri ahlâksızlıklara düşmemeleri için uyarmış, ahlâk-ı hamîde denen fazîletlere, manevî kemallere irşâd buyurmuştur. Resûlüllah’ın “Mekârim-i ahlâk’ı tamamlamaya geldim”1 derken kastettiği mekârim, Kur’ân ahlâkıdır. (Canan, age., XI,333)

2. Maddî Şifâ

Kur’ân-ı Kerim’in maddî hastalıklara şifâ olması, inkar edilemez bir durumdur. Kur’ân’ın maddî olarak şifâ olması, onda zikredilen şeylerden istifade ile olur. İnsanı dünyanın halifesi yapan ve dünyada bulunan her şeyi insanın emrine veren Allah Teâlâ, insanı bunlardan istifade etmeye teşvik etmektedir. Meselâ, Kur’ân’da zikri geçen su, süt, bal, et, sebzeler, meyveler vs. hepsi, insanın emrine verilmiştir. İnsan, araştırmalar yaparak bunlarla hastalıklarına şifâ bulabilir.

Ayrıca Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Kur’ân’la rukyede2 bulunmuş, maddî hastalıkların tedavisinde Kur’ân-ı Kerim’den istifade etmeleri için Ashab-ı Güzîn’i teşvik etmiştir. İslâm uleması da, Rasûlüllah (s.a.s.)’in sünnetinde gelen bir çok delile dayanarak rukyenin meşrûluğuna hükmetmiştir. Tıbb-ı nebevînin en bariz hususiyetlerinden biri tedavide Kur’ân-ı Kerim’e müstesna bir yer vermiş olmasıdır. Hatta bazı hadîslerinde Kur’ân’dan şifâ aramamayı eksiklik ilan etmiştir. “Kim Kur’ân’dan şifâ talep etmezse, Allah ona şifâ vermez” buyurmuştur. Bu hadîs şu şekilde de anlaşılmıştır: “Kur’ân’la şifâ talep etmeyene Allah şifâ vermesin.” (Canan, age., XI,333)

Kur’ân’ın maddî hastalıklarda tedavi maksadıyla okunmasına sahabe efendilerimizden bir misal:

Hz. Ebu Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: “Biz Resûlüllah’ın (s.a.s.) gönderdiği bir seferdeydik. Bir yerde konakladık. Yanımıza hizmetçi bir kadın gelip: “Obamızın efendisi Selim’i zehirli bir hayvan soktu. Onunla meşgul olacak erkekler de şu anda yoklar. Sizde rukye yapan biri var mı?” dedi. Bunun üzerine bizden rukye hususunda mahâretini bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla gitti ve adama okuyuverdi. Adam iyileşti. Kendisine otuz koyun verdiler. Bize sütünden içirdi. Ona: “Yahu sen rukye bilir miydin?” dedik. “Hayır, ben sadece Fatiha sûresini okuyarak rukye yaptım.” dedi. Biz kendisine: “Resûlüllah (s.a.s.)’e sormadan (bu verdiklerine) dokunma!” dedik. Medîne’ye gelince, durumu Peygamberimize söyledik. Aleyhissalâtu vesselâm: “Fâtiha’nın rukye olduğunu (tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi? Verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın.” buyurdular.” (Buharî, Tıp 33,39, Fedâilü’l-Kur’ân 9; Müslim, Selâm 66;)

Rukye, duâ ile tedavi olarak anlaşılınca belâ, musibet, hastalık gibi her çeşit kötü hallere karşı korunmak için Allah’a iltica ve duâ etmeye teşvik sadedinde vârid olan bütün hadisleri rukyenin meşruiyyetine deliller olarak göstermek mümkündür. Bu konuda birçok delil vardır: Bizzat Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk:

“Bana duâ edin duânıza icâbet edeyim.” (Mü’min, 60) ve:

“De ki: “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki?” (Furkân, 77) buyurarak mutlak şekilde duâ etmeye teşvik etmektedir.

“Duâ”nın mânâsı “Allah’tan istemek” olduğuna göre bu ilahî davette “Bütün hastalıklardan şifâ” dahil her şeyin Allah’tan talep edilmesine bir çağrı vardır. Kaldı ki Resûlüllah (s.a.s.) hastalıklarımıza Allah’tan şifâ istemeye daha açık ifadelerle bizleri çağırmış, kendisi fiilî örnekler vermiştir. (Muteber hadis kitaplarının “Duâ/Daavât” bölümlerine bakılabilir.) Bugün yapılan tıp alanındaki çalışmalar da aynı şeyi söylemektedir. Mesela yaptığı ilmî araştırmalarla ‘Nobel Tıp Ödülü’ kazanmış olan Fransız tıp profesörü Alexis Carrel ‘Duâ’ adındaki kitabında şöyle der: İnsanın iç organları en mükemmel şekliyle ibâdet ve duâ anında çalışır. Muhataplarım istedikleri kadar bu görüşüme itiraz etsinler. Ama ben, mevcut tıbbî imkânlarımızla tedavi edemediğimiz pek çok tehlikeli hastalığın duâ ile iyileştiğine şâhit oldum.” (İnancın Ruh ve Beden sağlığı üzerindeki tesirleri ile ilgili olarak bkz; Mazhar Osman Uzman, Tabâbet-i Rûhiyye, ve Alexis Carrel, Duâ.)




____________________________-

DİPNOTLAR

1- Mâlik, Muvatta, Husnu’l- Huluk, 8; Aclûnî, Keşfü’l- Hafâ, I,244.
2- Rukye: Okuyarak tedavi etmeye rukye denmektedir. Rukye, âyet veya hadislerden alınan birtakım mübârek kelimelerin söylenmesiyle yapılır. Okuyarak tedâvi, insanların eskiden beri uyguladıkları bir yöntemdir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) başlangıçta rukye yapmayı yasaklamıştır. Çünkü câhiliye döneminde rukye yapanların sözleri arasında İslâm’ın getirdiği tevhîd inancına ters düşen ifadeler, şirk unsurları bulunuyordu. Böyle bir yanlışlığı önlemek için rukye yasaklanmıştı. Sevgili Peygamberimiz, hastalıklar için hem kendisi zaman zaman dua etmiş, hem de rukye yapanları dinledikten sonra, tevhîd inancına aykırı bir şey bulunmayan rukyelere müsaade etmiştir.
İbn Hacer el-Askalanî, alimlerin şu üç şartın bulunmasıyla rukyenin caiz olacağı üzerinde görüş birliği içerisinde olduklarını bildirmektedir:
a) Allah Teala’nın kelamıyla (âyetlerle), isimleri veya sıfatlarıyla olması; b) Arap diliyle veya başka bir dille anlaşılır olacak şekilde yapılması; c) Yapılan rukyenin bizzat faydasının dokunduğuna değil, umulan faydanın Allah Teâlâ tarafından gönderildiğine inanılması (Fethul-Barî, X, 206).
Rukye, mubah, haram ve şirk olmak üzere üş çeşittir.
1- Mubah olan Rukye: Kur’ân-ı Kerim’den ayetlerle Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarıyla, Arapça ve anlamı anlaşılır bir dille yapıldığı takdirde mubahtır. Hz. Aişe (r.anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir: “Resûlüllah (s.a.s) son hastalığında muavvizeteyni okuyup kendisine üflüyordu. Hastalığı ağırlaştığı zaman onları okuyarak üzerine üflüyor ve onların bereketi için elini meshediyordum.” (Buharî, Tıb, 32; Müslim, Selâm, 51-52).
Ve yine Resûlüllah (s.a.s)’ın hastalanan bazı kimselere, Mu’avvizeteyn okuyup, onları sağ eliyle meshettiği ve peşinden de şöyle söylediği rivâyet edilmektedir “Ey insanların Rabbi olan Allah’ım hastalığı gider; buna şifâ ver. Şifâ veren yalnız sensin. Senin şifândan başka şifâ yoktur. Hastalık bırakmayan şifâ ver.” (Buharî, Tıb, 37).
Bu anlamda rivâyet edilen hadisler çoktur. Bazı alimler Resûlüllah’ın (s.a.s); “Göz değmesi ve hummanın dışında rukye yoktur.” (Buharî, Tıb, 17) hadisine dayanarak, göz değmesi, yılan ve akrep sokması dışında rukyenin caiz olmadığı kanaatine varmışlardır. Ancak diğer bazı alimler de bu hadisin, rukyenin en fazla faydalı olacağı anlamına sarfedildiğini, “Zülfikardan başka kılıç yoktur.” sözüne kıyas yaparak cevaplandırmışlardır. Çünkü diğer hadislerde görüldüğü gibi, Resûlüllah (s.a.s) başka şeyler için de rukyeye cevaz vermiştir.
2- Haram olan rukye: Anlaşılmaz sözler, anlamsız kesik harfler, bilinmeyen isimler, bilenlerin Arapça’dan başka bir dille rukye yapması, demir, tuz kullanarak veya ip bağlayarak rukye yapılması haram kılınmıştır. Fayda verdiği tecrübe edilmiş uygulamalar bunun dışındadır. el-İzz b. Abdüsselam’dan anlamı bilinmeyen harflerle yapılan rukye sorulduğu zaman, küfrü gerektirecek anlamlar içerip içermediğinin bilinmemesinden dolayı buna cevaz vermemiştir.
3- Şirk olan Rukye: Allah Teâlâ’dan başkasına dua ederek, sığınarak veya yardım dilenerek yapılan rukye, şirktir. Meleklerin, peygamberlerin, cinlerin ve benzeri varlıkların isimleriyle rukye yapmak gibi...
Yine Peygamber Efendimiz; “İçinde şirk bulunmayan şeyle rukye yapmakta bir kötülük yoktur.” (Müslim, Selam, 64) buyurmaktadır. İbn Hacer bu konuyu şöyle açıklamaktadır: “Bazı rukyelerde şirk bulunmaktadır. Çünkü onu yapanlar kendilerine dokunan zararı defetmek ve fayda elde etmeyi Allah’tan başka kimselerden istemektedirler.” (İbn Hacer el-Askalanî, Fethul-Barî, X, 260).



Prof. Dr.Davut Aydüz