๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Kuran-ı Kerim) => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Ekim 2010, 16:02:49



Konu Başlığı: Kuranı Kerim de havariler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Ekim 2010, 16:02:49
Kur'an-ı Kerim'de Havariler


  Havârî Kelimesinin Etimolojisi

Havârî lâfzı, حَوْرٌ havr kökünden türemiş bir kelimedir. Ancak, Arapça’da bu kökten türeyen kelimelerin birbirinden farklı anlamları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Havr, gözün beyazının çok beyaz, siyahının da çok siyah olması demektir. Ceylan ve sığır gözleri buna örnektir (İ. Manzur, 5/6: 296-303). Gözleri bu şekilde olan kadınlara havrâ’ denir ki; çoğulu ?hûrdur. Dilimizde kullandığımız hûrî kelimesi buradan gelmektedir. Tenleri ve cilt renkleri temiz ve beyaz olan kadınlarla, şehir kadınlarına da havâriyyât denir. Havr kökünden gelen havârî ise, elbise ağartan demektir. Bunun için Araplar, elbiseyi iyice temizleyip bembeyaz yaptıkları zaman havvartü’s-siyâbe derler. Havârî kelimesi bütün ayıplardan arınmış anlamına da gelir ki; ağartılmış, halis una huvvâr denmesi bundandır. Ayrıca havârî, hâlis ve samimi dost, bir kimseye ileri derecede yardım eden demektir. (İ. Manzur, a.y.; ez-Zebidî, 3:160-164) Türeyen bu kelimeler genel itibariyle beyazlıkla, temizlikle alâkalıdır.

Havr, ayrıca rucü’ mânâsında olup bir hâlden bir hâle dönmek, demektir. Ayrıca eksiklik anlamı da vardır ki, burada ziyadeden noksanlığa doğru bir dönüş söz konusudur. Nitekim bir hadiste

“الْحَوْرِ بَعْدَ الْكَوْرِ مِنَ أُعُوذُ بِاللهِ / Allah’ım kemalden sonra ki noksanlıktan sana sığınırım.” (Tirmizî, “Deavât”, 41) şeklinde geçmektedir. ( حَوَّرَاللهُ فُلاَنًا ) “havvara’llahü fülânen” dendiğinde de, “Allah onu perişan etsin!”, yani “Ona eksiklik versin.” manâsı kastedilir. Başın etrafında döndürülmesinden dolayı sarığı sarmak mânâsı için de havr kelimesi kullanılmıştır. Yine havr kökünden ( أَحَارَ ) ehâra (red cevabı vermek), ( تَحَاوَرَ ) tehâvera (tartışmayı sürdürmek),( حَاوَرَ ) hâvera (tartışmak, karşılıklı konuşmak), ( حَاوَرَ ) istehâre (sorup cevap istemek) kelimeleri türemiştir. Hamuru açmak, devenin gözünün çevresini dağlamak anlamında ki (أَحَارَ) havvera lâfzı da buradan gelir. Bu bakımdan, oklavaya (مِحْوَرٌ ) mihver denir. Bütün bunlarda bir hâlden başkasına dönüşme söz konusudur. (İ. Manzur, a.y.; ez-Zebidî, a. y.)

Havr kökünden türeyen daha başka değişik kelimeler ise, zıtlık, düşmanlık; müşteri yıldızı; şehir, bölge; şaşmak gibi farklı manâlara sahiptir.


Lâfzın Kur’ân’da Kullanılması ve Kazandığı Anlamlar

Kur’ân’da havr kökünden türeyen kelimeler on üç ayrı yerde geçmektedir. Bunlardan İnşikak 84/14’de (تَحَاوُرَكُمَا ) yehûra şeklinde muzari kalıbında geçen kelime, ‘dönmek’ anlamındadır. Burada âhirette diriltilmeyeceklerini düşünüp kitabı arkadan verilenler anlatılmaktadır. Kehf 18/34 ile 37. âyetlerde ise ( يُحَاوِرُهُ ) yuhâviruhû şeklinde muzari kalıbında geçen kelime ‘iki kişinin karşılıklı konuşmasını’ ifade etmektedir. Mücadele 58/1’deki kullanımı (تَحَاوُرَكُمَا ) tehâvuraküma şeklinde mastar olup, iki kişi (Havle binti Sa’lebe ile kocası Evs İbn Samit el-Ensarî) arasındaki tartışmayı ifade etmektedir (Razî 1991, 21:351). Duhan 44/54, Tûr 52/20, Rahmân 55/72 ve Vâkıa 56/22. âyetlerde ise (حُورٌ ) hûrun kelimesi geçmektedir. Hûr, ( أَحْوَارٌ ) ehvâr ve ( حَوْرَاءُ ) havrâ’ kelimelerinin çoğuludur; gözünün beyazı çok beyaz, siyahı da çok siyah, güzel kadınlara verilen isimdir. Âl-i İmrân 3/52, Mâide 5/112, Sâf 61/14. âyetlerde de ( حَوَارِيُّونَ ) havâriyyun olarak geçmekte ve fâil görevi görmektedir. Mâide 5/111. ve Saf 61/14. âyetlerde ise ( حَوَارِيِّينَ ) havâriyyin şeklinde ve mef’ul görevindedir. Son iki kullanımda ‘havârîler’ mânâsına gelip, terim anlamındadır. Havârî kelimesi ışığında bu âyetlerin tefsirinden biraz bahsedelim:

Âl-i İmrân 3/52. âyetine göre, Hz. İsa, Yahudilerin inkârlarını ya açıkça söylemeleriyle ya da onların küfürde ısrarlı olduklarını, kendini öldürmeye niyetlendiklerini kendi yakınî bilgisiyle hissetti (Razî, 6:335). Bu hissetmeden sonra Hz. İsa dinini tebliğ ve kendini savunmaları için (Taberî 1996, 2:269) şöyle demiştir: “Allah’a (doğru giden yolda) bana yardım edecekler kim?” Havârîler, biz “Allah’ın (dininin) yardımcılarıyız. Allah’a inandık. Bizim Müslümanlar olduğumuza sen şahit ol!” şeklinde cevap verdiler (Âl-i İmran, 3-52-53).

Âlimler, söz konusu âyetlerde havârîlerin niçin bu isimle adlandırıldıkları konusunda ihtilâf etmişlerdir. Onların elbiselerinin beyaz olması; her türlü nifak ve şüpheden arınmış bulunan kalblerinin beyaz bir elbiseye benzemesi; elbise temizlikçiliği yapmaları vb. sebeplerle (Razî, 6:335-344) onlara bu ismin verildiğine dair yorumlar yapılmıştır. Razî’de geçen bir rivâyete göre Hz. İsa çamaşır yıkayan bir topluluğa uğramış ve onları imana çağırmıştır. Onlar da iman etmişlerdir. Çamaşır yıkayan kimseye Nabat dilinde ( هَوَارِي ) hevarî denilirdi ki, çamaşırcı manâsınadır. Daha sonra bu kelime Arapçalaştırılarak ( حَوَارِيٌّ ) havârî şeklini aldı (a.y.).

Bazı âlimlere göre ise havârîlere bu isim, Hz. İsa’ya yardımcı olmaları sebebiyle verilmiştir. Çünkü Arapça’da havârî kelimesi hemen hemen ensar kelimesi ile eş anlamlıdır (Mevdudi 1986, 1:229). Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Hendek Muharebesi’nde insanları yardıma çağırınca, Zübeyr b. Avvam hemen icabet etmiş, sonra tekrar onları yardıma çağırmış, yine Zübeyr koşmuştu. Bunun üzerine Peygamberimiz, “ إِنَّ لِكُلِّ نَبِيٍّ حَوَارِيٌّ وَإِنَّ حَوَارِيِّي الزُّبَيْرُ بْنُ عَوَّامٍ “ / Her peygamberin bir havârîsi vardır, benim de havarim Zübeyr b. Avvam’dır.” buyurmuşlardır (Buhari, “Fedailü Ashâbı’n-Nebiyy”, 65). Burada havârî kelimesi ensar anlamında kullanılmıştır. İslâm tarihinde Mekke muhacirlerine kucak açıp yardım eden Medine halkına ensar denilmişti. Mevdûdi merhum, ensar lâfzı ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: “Gerçekte bu, bir kulun ulaşabileceği en üst derecedir. Çünkü namaz kılarken, oruç tutarken ve bu gibi diğer ibadetleri yaparken insanın konumu sadece kul olmaktır. Fakat o, Allah’ın dininin yayılmasına çalıştığında, Allah’ın dostu ve (dininin) yardımcısı olma gibi eşsiz ve yüce bir konuma yükselmektedir. Bu da, bir insanın bu dünyada ruhî yücelme ile kazanabileceği en yüksek makamdır.” (Mevdudi, 1:229) Ayrıca Saf 61/14 Ey inananlar, Allah’ın yardımcıları olunuz. Nitekim, Meryem oğlu İsa da havârîlerine şöyle demişti: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” Havârîler: “Allah’ın dininin yardımcıları biziz,” demişlerdi. âyetinde, havâriler Allah’ın dininin yardımcıları olarak anılmaktadır. Âyetten de anlaşıldığına göre havârî kelimesi, bir kimsenin çok yakın dostu ve yardımcısı anlamına gelmektedir.

Bize ulaşan rivâyetlere göre havârîlerin bir kısmı balıkçı, bir kısmı idarede yüksek makam sahibi, bazısı da çamaşırcıdır. Ama hepsi, Hz. İsa’ya yardım etme, ona itaat ve hizmet etmede son derecede ihlâslı ve samimi oldukları için, havârî olarak isimlendirilmişlerdir. (Razi, a.g.e., 6:335-344)

Havârîler “نَحْنُ أَنْصَارُاللهِ / Biz Allah’ın (dininin) yardımcılarıyız.” dedikten sonra " /Allah’a iman ettik” ilavesinde bulunmuşlardır ki bu, Allah’a iman ettiğimiz için O’nun dinine yardım ederek, dostlarını savunarak, düşmanlarıyla savaşarak Allah’a yardım etmemiz gerekir anlamında illet ve sebep bildiren bir ifadedir. Daha sonra onlar, " وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ / Bizim Müslümanlar olduğumuza sen şahit ol” diyerek Hz. İsa’yı, aynı zamanda Cenab-ı Allah’ı (c.c.) kendi üzerlerine şahit tutmak istemişlerdir. Bu ifade hakkında iki açıklama yapılmıştır: a) “İtaat ve teslimiyetimize şahit ol!” demektir. b) Onların ve bütün peygamberlerin dinlerinin İslâm olduğuna dair havârîlerin ikrar ve itirafıdır (Razî, a.y.).

Havârîler Hz. İsa’yı, iman ettikleri ve Müslüman oldukları hususunda şahit tutmalarının ardından, Allah’a yalvararak “Ey Rabbimiz, indirdiğine inandık, Elçiye uyduk. Bizi de şahit olanlarla (tanıklık edenlerle) birlikte yaz.” diye dua etmişlerdir. Onlar, “Allah’a inandık” demekle Allah’a; “senin indirdiğine inandık” sözüyle Allah’ın kitabına inandıklarını, “elçine uyduk” dediklerinde ise Allah’ın Resûlü’ne iman ve itaat üzere olduklarını beyan etmişlerdir. Allah’a yaklaşmayı ve O’nun sevabını umarak “bizi şahit olanlarla birlikte yaz” duasında bulunmuşlardır. Âyetten de anlaşıldığına göre, şahit olanlar, havârîlerden daha ileri dereceye sahiptirler (a.y.). Râzi, bu konuda müfessirlerin yapmış olduğu açıklamaları şöyle sunar:

a) “Şahidlerle birlikte”, Hz. Muhammed (s.a.s.) ve O’nun ümmetiyle beraber demektir.

b) “Bizi peygamberler zümresine kaydet.” demektir. Çünkü Allah onların dualarını kabul etmiş, onların her birini nebî ve resûl yapmış, böylece onlar ölüleri diriltmiş ve Hz. İsa’nın yapmış olduğu her şeyi yapmışlardır. (Tabiî ki bu, müfessirlerden bazısının görüşüdür.)

c) “Bizi, senin birliğine ve peygamberlerin doğruluğuna şehadet edenler zümresinin içine yaz.” manâsındadır.

d) “Bizim adımız Mele-i A’lâ ve mukarreb melekler yanında meşhur olsun.” anlamındadır. Çünkü Allah, “Gerçekten iyilerin defterleri illiyyîndedir.” (Mutaffifîn, 83/18) demektedir.

e) Havârîler, istidlâl makamından, şuhûd ve mükâşefe makamına yükselmek istemişlerdir.

f) “Bizi, kendilerine gelecek olan güçlük ve elemlere aldırış etmeyen kişiler kıl ki; bunun sonucunda verdiğimiz yardım sözünü hakkıyla yerine getirebilelim.” demektir.

g) “Adlarını kendi isminle beraber zikrettiğin ilim sahipleriyle beraber kıl.” manâsında bir duadır. (Razî, 4:342)

Allah’a, kitabına, peygamberine imanlarını bu şekilde dile getiren havârîler, kendilerinden daha üstün makama sahip şahit olanlarla beraber olma taleplerini de arz etmişlerdir.

Havârî kelimesinin geçtiği diğer bir âyet de Mâide 5/111’dir. Burada Hani havârîler, “Ey Meryem oğlu İsa, senin Rabbin gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O da: “Gerçekten iman ediyorsanız, Allah’tan korkun”, dedi. buyurulmaktadır. Bu âyete göre bir kısım âlimler, havârîlerin gerçekten Allah’ın gücünden ve dinlerinden şüphe ettiklerini, anlamışlardır (Taberî, 3:449). Hattâ merhum Seyyid Kutub, ilgili ayetin tefsirinde, bu sözle havarilerin dört-beş hatayı birden yaptıklarını kaydeder. Çünkü onlar, Hz. İsa’nın hak peygamber olup olmadığını anlamak için mûcize isteyerek, “Rabbin gökten sofra indirebilir mi?” demişlerdir. Ayrıca Hz. İsa’nın “Gerçekten iman ediyorsanız, Allah’tan korkun.” şeklindeki cevabı, onların iman konusunda kâmil olmadıklarına delâlet etmektedir (Razî, 9:285). Abdullah b. Abbas’tan bu konuda şu nakilde bulunulmaktadır:

Hz. İsa İsrailoğulları’na, “Sizler Allah için oruç tutup da sonra da bir şey dileyecek olursanız, O size dilediğinizi verir. Çünkü çalışanın ücretini onu çalıştıran verir.” dedi. Onlar da 30 gün oruç tuttuktan sonra, “Ey hayırların muallimi, bize, çalışanın ücretini onu çalıştıran verir, demiştin. Bize otuz gün oruç tutmamızı emrettin, biz onu yaptık. Biz, herhangi bir kimseye otuz gün çalışacak olsaydık o bizi, işi bitirir bitirmez yedirip doyururdu. Şimdi senin Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” dediler. Hz. İsa da “Eğer hakkıyla iman edenlerdenseniz, bu gibi soruları sormaktan dolayı Allah’tan korkun.” âyetini indirdi. (Taberî, 3:450)

Bu nakilde bulunan âlimler, bu sözü havarilerin iman zaaflarının göstergesi olarak yorumlamışlardır. Diğer bir grup âlime göre de bu soruyu soran havârîler, aslında Allah’ın kudretinden şüphe etmiyorlardı, fakat Hz. İsa’nın Allah’tan yemek isteyip isteyemeyeceğini öğrenmek istiyorlardı. Böyle diyen âlimler âyeti “ هَلْ يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ “ yerine “ هَلْ تَسْتَطِيعُ رَبَّكَ “ şeklinde okumuşlardır. Bu durumda anlam “Rabbi’nin gücü yeter mi?” değil, “Sen Rabbinden dileyebilir misin?” olmaktadır (Taberî, 3:449). Bu okuyuşta Hz. İsa’nın gücü ve kudretinden şüphe varsa da, bunun Allah’ın gücü ve kudretinden şüphe etmekten daha evlâ olduğuna dair yorumlar yapılmıştır (Razî, 9:284). Üçüncü bir âlim grubu ise, havârîlerin ne Allah’ın ne de Hz. İsa’nın gücünden şüphe etmediklerini ancak fakir oldukları için bir sofra istediklerini söylemişlerdir. Çünkü onlar, Hz. İsa’nın her gün üzerlerine indirdiği bir sofra ile geçinip, güç kazanıp Allah’a ibadet etmek istiyorlardı. Hz. İsa ise imtihan sebebi olması korkusuyla ve de rızk konusunda Allah’a tevekkül etmeleri için onları bu isteklerinden men etmek istemiştir (İ. Kesir 1984, 6:2523).

İhtimal Müslümanlıklarının ilk döneminde böyle bir istekte bulunmuş olan havariler, yaptıklarının hata olduğunu anlayıp, özür dileme makamında maksatlarını ve samimiyetlerini ifade için (Yazır, 3:365) “…:Ondan yemeyi kalplerimizin iyice tatmin olması, bize doğru söylediğini bilmek ve ona şahitlik edenlerden olmak için istiyoruz” açıklamasında bulunmuşlardır. Onların bu istekleri Hz. İbrahim’in “ وَلَكِنَّ لِيَطْمَإِنَّ قَلْبِي / kalbimin iyice tatmin olması için.” (Bakara, 2/260) demesine de benzetilmiştir. Onlar, Allah’ın bunu yapabileceğini ortaya koyup takrir etmek istiyorlardı (Razî, 9:285) Yani taleplerini, yanlış bir uslûp olan böyle bir soru vesilesiyle dile getirmelerine rağmen, havârîlerin Allah’a imanları tamdı ve Hz. İsa’ya yardımları devamlıydı.

Ashab-ı Karye’ye gönderilen elçilerin de (Yâ-Sîn, 36/13) Hz. İsa’nın havârîleri olduğuna dair tefsirlerde yorumlar vardır (Yazır, 6:406). Şu kadar ki, bu yorumlar tahkik ehli müfessirlerce kuvvetli deliller ileri sürülerek fazla kabûl görmemiştir (Yazır, a.y.; Mevdudî, ilgili ayetlerin tefsirinde).

İslâm tarihi kaynaklarında havârî terimi, öncelikle Hz. İsa’nın on iki yardımcısı için kullanılıyorsa da, Hz. Peygamber’in İkinci Akabe Biatı’ndan sonra Medinelilere vekil tayin ettiği üçü Evs kabilesinden, dokuzu da Hazrec kabilesinden olan toplam on iki kişiye de havârî denilmektedir. Bazı İslâmî kaynaklar ise, Kureyş’ten Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Cafer b. Ebî Talib, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Osman b. Maz’un, Abburrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’dan oluşan on iki sahabîyi havârî olarak adlandırmaktadır. (Cilacı, 16:515)

Mevcut İncillerde Havârîler

Batı dillerinde havârînin karşılığı olarak kullanılan apostle ve apôtre kelimeleri Grekçe’de ‘bir görevi ifa etmek üzere gönderilen’ anlamındaki apostolostan gelmektedir (Cilacı, 16:513). İnciller, onların isimlerini küçük farklılıklarla şu şekilde verir: Simun Petrus, Andreas, Ya’kub (Zebedi’nin oğlu), Yuhanna, Filipus, Bartolomeus, Tomas, Matta, Ya’kub (Alfeus’un oğlu), Taddeus, Gayur Simun, Yahuda İskariyot (Matta, 10:2-4; Markos, 3:16-19).

İncillerdeki havârîler hakkındaki bilgiler Kur’ân-ı Kerim’dekinden tamamen farklıdır. Kur’ân’da “Allah’a inandık… peygambere uyduk” diyen havârîler, İnciller’de, ‘Sen hay olan Allah’ın oğlu Mesih’sin” (Matta, 16:16);, “…biz de onun izzetini babanın biricik oğlunun izzeti olarak gördük” (Yuhanna, 1:14) diyerek, Hz. İsa’ya ulûhiyet nispet etmektedirler. Ayrıca Hz. İsa’nın önemli yetkiler verdiği havârîlerden Yahuda İskariyot hırsızlık yapmakla suçlanmakta (Yuhanna, 12:5-6), 30 gümüş karşılığında Hz. İsa’yı satarak, diğer havârîlerle birlikte yediği son akşam yemeğinde onun yerini haber verip, onu bir kısım Yahudilere yakalatmakla da itham edilmektedir (Matta, 26:14-16; 47-51). Kur’ân’a göre ise, Allah’ın kudretiyle bir benzetme olmuş (bu benzetmenin keyfiyeti yoruma açıktır) ve Hz. İsa çarmıha gerilmemiştir. Allah, çarmıha germe işleminden önce Hz. İsa’yı kendi yanına yükseltmiştir (Nisâ, 4:158). Kur’ân’da benzetmenin keyfiyeti konusunda kesin ifadeler yer almadığı gibi, herhangi bir havari de ihanetle suçlanmakta değildir.

Mevcut İncillere göre havârîler Hz. İsa’dan hastaları iyileştirme, insanları kötü ruhlardan koruma ve ölüleri diriltme gibi mûcizeler gösterme yetkilerini almışlardır (Matta, 10:8). Ayrıca onlar, Hz. İsa’nın göğe yükseltilmesinden on gün sonraya rastlayan Pentikost bayramında Ruhu’l-Kudüs’le dolmuş ve her biri, çeşitli milletlerin dillerini konuşup anlar hale gelmişlerdir (Rasûllerin İşleri, 2:1-4). Daha ilk dönemlerden itibaren katakomplarda ve Hıristiyan lâhitlerinde havârîlerin tasvirleri yapılmış ve her birisine ayrı bir sembol verilmiştir (Cilacı, 16:515).


Değerlendirme

Havârî kelimesi, dinler tarihinde kavram olarak Hz. İsa ile ortaya çıkmış bir kelimedir (D. T. Ansiklopedisi 1976, Fask: 11, 249). Havârîler, Hz. İsa’ya ilk iman eden, kendisi hayatta iken ve kendisinden sonra Hıristiyanlığı dünyaya yaymada yardımcı olmaları için Hz. İsa’nın seçtiği (Luka, 6:13), bazı kerametler sahibi on iki kişidir. Havârîlerin sayısının on iki olması bir rastlantı değildir. Gerek Eski Ahit’te gerekse onun kaynağı olan eski çağ inanışlarında, Mezopotamya, Mısır, Anadolu kavimlerinde on iki sayısının kutsallığı biliniyordu. Hz. İsa’nın çevresinde toplananların bu sayının çok üstünde olduğu bir gerçektir. Ancak Yeni Ahit’te on iki havârî adı sayılmaktadır. Ayrıca havârîlerin sayısının on iki olması, İsrailoğulları’nın on iki kabilesiyle de ilgilidir. Çünkü İncillere göre Hz. İsa, “Her şey yenilendiğinde, İnsanoğlu (Mesih) görkemli tahtına oturduğunda, ardımdan gelmiş olan sizler, on iki tahta oturup İsrail’in on iki oymağını yargılayacaksınız.” (Matta, 19:28) diyerek bu alâkayı ifade etmiştir.

Kur’ân-ı Kerim tetkik edildiğinde havârîlerin, İncillerde anlatıldığı gibi Hz. İsa’ya ulûhiyet

atfeden, onu ispiyonlayan kimseler değil, aksine hata yapmalarına rağmen buna pişman olan, sözlük anlamına da uygun olarak temiz, ihlâslı, samimi, yardımsever birer Allah dostu oldukları görülecektir..






Bibliyografya:

- Allah Kelâmı Kur’ân-ı Kerim.
- Abdülbâkî, Muhammed Fuad, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerim, Kahire, Daru’l-Hadis, 1996.
- Buhari, Sahih-i Buhari, (Çev.: Mehmed Sofuoğlu), Ötüken Yay., İstanbul 1987.
- Cilacı, Osman, “Havârî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1997.
- Devellioğlu, Ferid, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1993.
- Dinler Tarihi Ansiklopedisi., Gelişim Yay., 1976.
- Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, Beyrut, Müessesetü’l-Alemî, 1988.
- İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, (Çev.: B. Karlığa, B. Çetiner), Çağrı Yay., İstanbul 1984.
- İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Bulak, Daru’l-Mısrıyye, trs.
- Mevdudi, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yay., İstanbul 1986.
- Râğıb el-İsfahâni, el-Müfredât, Beyrut, Daru’l-Marife, trs.
- Râzî, Fahruddin, et-Tefsiru’l-Kebir, Akçağ Yay., Ankara 1991.
- Râzî, Muhammed b. Ebû Bekr, Tefsiru Garibi’l-Kur’âni’l-Azîm (Tahk.Hüseyin Elmalı), Ankara, T.D.V.Y., 1997.
- Taberi, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Hisar Yay., İstanbul 1996.
- Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Yunus Emre Yay., İstanbul trs.
- Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Yay., İstanbul trs..
- Yeni Ahid
- Zebidi, Tâcü’l-Arûs, Beyrut, Matbaatü’l-Hayriyye, 1306.



Nefise Karaca